Makale

Hayatımızı Kitaplarla Bütünleştirmek

Doç. Dr. Fikret Karaman
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı

hayatımızı
kitaplarla
bütünleştirmek

Yüce Allah, diğer varlıklara oranla insanı daha değerli kılmış ve en güzel bir biçimde yaratmıştır. Ayrıca onu akıl, ruh, muhakeme, öğrenme, öğretme ve konuşma gibi güzel kabiliyetlerle de donatmıştır, işte bu özelliğinden dolayı Kur’an-ı Kerim’de de ifade edildiği gibi; gök, yer ve dağların bile sorumluluğunu yüklenmekten çekindikleri emaneti o üstlenmiştir. Bu durumda insan, Allah’ın halifesi olarak yeryüzünde başarıya ulaşmak için bir imtihanla karşı karşıya bırakılmıştır. Onun emaneti koruması için bu sınavı kazanması arzu edilmekle birlikte, kaybetmesi de ihtimal dahilindedir. Çünkü insanın bu iyi duygularının yanında istek, hırs, makam, menfaat, şehvet, kıskançlık ve nankörlük gibi olumsuz zaafları da vardır. Ancak Cenab-ı Hakk’ın rızası ve muradı, insanın başarıya ulaşmasından yanadır. Bu nedenle hem onun hidayetine katkıda bulunmak hem de iman, doğruluk ve istikrar çizgisi üzerinde kalmasını sağlamak amacıyla her topluma bir peygamber göndermiştir. Nitekim bu husus Isra suresinin 16. ayetinde şöyle ifade edilmiştir: "Biz, bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz." Böylece her topluma bir peygamber gönderme uygulaması; Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed (s.a.s.)’in gelişine kadar devam etmiştir. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.s.) bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olup (Enbiya, 107) artık ondan sonra herhangi bir peygamber gelmeyecektir. (Ahzab, 40) Ayrıca bu peygamberlere; insanların mutlulukları için ihtiyaç duyulan bilgileri içeren kitaplar gönderilmiştir. Böylece değişik tarihlerde gönderilen Peygamberlerin getirdikleri ortak inanç ve değerler arasındaki çizginin sürekliliği sağlanmıştır.
Gerçekten her topluma peygamber gönderilmesi, Allah’ın kullarına bir lütfü ve rahmetidir, insanların nefisleri ve ruhları ancak bu sayede İlâhî marifetle olgunlaşmış ve yaratılış kabiliyetleri ölçüsünde güzel ahlâkla süslenmiştir. Görüldüğü gibi peygamberler Allah ile kul arasında elçilik görevini yapmışlardır. İnsan olmaları hasebiyle onlar da belli bir süre için yaşamış, görevlerini yerine getirmiş ve sonunda vefat etmişlerdir. Eğer onlar tebliğde bulundukları ümmetlerine bir kitap bırakmamış olsalardı, vefatlarından sonra getirdikleri İlâhî mesajları tehlikeye düşebilirdi. Belki de bu durumda bazı insanlar için onların nübüvvet ve risaletini inkâr etmek daha da kolay olabilirdi. Oysa ki peygamberler; kendilerine Allah tarafından verilen İlâhî kitaplar sayesinde, Allah’ın emir ve yasaklarını kavimlerine anlatma imkânını bulmuşlardır. Böylece kitap; insanlık âlemi için ortak bir kaynak ve hazine olmuştur. Zaten inançların, dinlerin, ilimlerin, medeniyetlerin ve kültürlerin asıl kaynağı da kitaplara dayanmaktadır. Bu makalemizde; peygamberlere vahiy olunan kitaplardan söz etmeyeceğiz. Sadece okuyucularımızın dikkatini bu noktaya çekmek için, kitabın İlâhî boyutunu hatırlatmayı yararlı gördük. Çünkü kitap, sosyal hayatımızın bir parçasıdır. Onu değerlerimizden uzak ve bağımsız tutmak mümkün değildir. Esasen kitap, defter, kağıt, kalem ve mürekkep kültürümüzün temel unsurlarıdır. Bunlara daima saygı ve sevgi gösterilmiştir. Geriye dönüp baktığımız zaman; kitapların yazımı, basımı, ciltlenmesi, korunması ve okunmasıyla ilgili anlatımlar ve hatıralar bize heyecan vermektedir. Asıl amacımız günümüz insanının ihtiyaç listesinde yer alan ev, otomobil, buzdolabı, halı, televizyon, elbise vb. eşyanın arasında kitapların yerini irdelemek ve bir değerlendirme yapmaktır. Aklı selim doğrultusunda bir karşılaştırma yapıldığında; bu alandaki artılar ve eksiler kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Ayrıca buna paralel olarak okumaya ve yazmaya ayrılan zaman da önem arz etmektedir.
Gerçekten kitap ve kütüphane sahibi olmak önemlidir. Ancak daha önemli ve güzel olanı, bu kitapları okumaktır. Hatta gerektiğinde yeniden yazmak ve yorumlarda bulunmaktır. Aslında bu husus; tarih, din, inanç, kültür ve medeniyetimizin bize getirdiği büyük bir mirastır. Yüce Allah insana, her şeyden önce okumayı emretmiş, nasıl yaratıldığına dikkatini çekmiş, bilmediğini öğretmiş ve daha da önemlisi kalemle yazmayı anlatmıştır. Diğer bazı ayetlerde de ilim mensupları övülmüş ve örnek gösterilmişlerdir:
"...ilimde yüksek payeye erişenler ise: O’na inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklı selim sahipleri düşünüp anlar." (Al-i Imran, 7)
"Bir de, kendilerine ilim verilenler, onun (Kur’an’ın) hakikaten Rabbin tarafından gelmiş bir gerçek olduğunu bilsinler de ona inansınlar, bu sayede kalpleri huzur ve tatmine kavuşsun. Şüphesiz ki Allah, iman edenleri, kesinlikle dosdoğru bir yola yöneltir." (Hac, 54)
"...Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (gereğince) korkar. Şüphesiz Allah, daima üstündür, çok bağışlayandır." (Fatır, 28)
"(Resûlüm!) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür." (zü- mer, 9)
Görüldüğü gibi ilim; yüksek derecelere ulaşmaya, inançlı ve akıllıca düşünmeye katkı sağlamaktadır. Kendilerini ilme verenler; Allah’a ve O’ndan gelen gerçeğe inandıklarından dolayı gönülleri huzur ve sükunete ermiştir. Dolayısıyla Allah bu tür insanları hayra, başarıya, iyiliğe ve mutluluğa yöneltmektedir. Çünkü insanlardan Allah’ın emirlerine karşı gereği gibi hassas davrananlar ancak âlimlerdir. Bu yüzden bilenlerle bilmeyenler hiçbir zaman aynı değildir. Akıl ve vicdan sahibi olanlar bunu daha iyi düşünür ve değerlendirir. Evet bu alandaki ayetleri ve verilen örnekleri çoğaltmak mümkündür. Fakat konunun dağılmaması için bu kadarıyla yetinmekte yarar vardır. Ancak yeri gelmişken her türlü bilgisizliği ve cehaleti kınayan şu ayetlerin meallerini de hatırlatmadan geçmek doğru değildir:
"Yoksa onlar (İslâm öncesi) cahiliye idaresini mi arıyorlar? iyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah’tan daha güzel kim vardır?" (Maide, 50) "(Resûlüm!) Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir." (A’raf, 199)
"...O halde sakın cahillerden olma!" (En’am, 35)
Kur’an; cahiliye dönemindeki olumsuzlukları kaldırmış, zararı olmayan davranışların da kısmen veya tamamen kalmasında sakınca görmemiştir. Ancak geçersiz ve faydası olmayan âdetlere geri dönüşü veya onlara imrenmeyi kesin olarak yasaklamıştır, iyiliğin emredil- mesi ve cahillerden yüz çevrilmesi istenmiştir. Böylece ilimle cehaletin asla birbiriyle bağdaşmayacağı vurgulanmıştır.
Şimdi tekrar asıl konumuza dönelim. Basit bir öz eleştiri ile kendi kendimize bazı sorular soralım. Günlük hayatımızda kitaplara olan yakınlığımızı ve mesafemizi gözden geçirelim: Bütçemizin ne kadarını onlara ayırabiliyoruz? Günlük ve haftalık mesaimizden kaç saat okumaya ayırabiliyoruz? Ayda kaç kitap veya kaç sayfa okuyoruz? Okuduğumuz bölümlerle ilgili ortaya konulan yorum, değerlendirme ve sonuçlar var mıdır?
Okuduklarımızın ve öğrendiklerimizin davranışlarımıza olumlu katkıları nelerdir? Diğer bir ifade ile ilim ve amel ilişkilerimizde bir denge ve istikrar sağlanmış mıdır? Kütüphanemizde mesleğimize yönelik kaç cilt kitap var? Bunlardan kaç tanesini bir kez veya tekrar okuduk? Kitapların bize; en iyi dost, arkadaş ve komşular olduğunu biliyor muyuz ?
Bu sorulara gönül huzuru ve başarıyla cevap vermemiz kolay değildir. Dünyada; bilgi ve iletişim teknolojisiyle ilgili önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Artık bir çok kitap, belge, plân ve projeye bilgisayar ortamında ulaşılmaktadır. Ne yazık ki bu yeniliklerin altında çoğu zaman başkalarının imzası bulunmaktadır. Diğer bir ifade ile bazı önemli gelişmelerin patenti bize ait değildir. Kitapların yazımı, okunması ve birikimi hususunda da övünecek noktada değiliz. Bugün Doğu ve Batı insanı arasında; kimin daha çok kitap okuduğu hususunda bir karşılaştırma yapılsa, olumlu cevabın batılılardan yana olacağı kesindir. Gerçekten Batı insanı piknikte, durakta, metroda, trende, otobüste ve uçakta bile kitap, dergi ve gazete okumaktadır. Böylece önemli bir zaman dilimini değerlendirmektedir. Fransa’da görev yaptığım sırada karşılaştığım önemli bir olayı burada anlatmak istiyorum. Genelde pazar günleri taşradan Paris’e gelirken, otuz-kırk kilometre kala trafik yoğunluğu yaşanır. Araçlar çok yavaş seyretmektedir. Bir pazar günü Strazburg’dan Paris’e dönüyordum. Her zamanki gibi araçlar yavaş ilerliyordu. Etrafıma baktım. Yan şeritteki aracı kullanan bir bayan kitabını direksiyonun simidi üzerine açmış ve okuyordu. Her defasında birkaç metre ilerliyor tekrar dönüp kitabına kaldığı yerden devam ediyordu.
Kitap okumayı seven biri olarak bu durumu kıskandığımı belirtmek istiyorum. Belki buna münferit bir olay denebilir. Ancak benzer olayların yaygın olduğu da bir gerçektir. Konuyu dengelemek için Mısır, Kahire’de bir kütüphanede gördüğüm şu olayı da hatırlatmakta yarar vardır. Kütüphanede çalıştığım bir sırada kucağında çocuğu olan bir bayan içeri girdi. Bir çalışma masasının yanına oturdu. Masanın bir bölümüne bebeğini koydu, diğer tarafına da kütüphaneden aldığı kitapları sererek ödevini yapmaya başladı. Gördüğüm bu azim, gayret ve kararlılıktan dolayı da heyecan duyduğumu ifade etmek isterim.
Bu örnekleri vererek kendimiz için karamsar bir tablo çizmek niyetinde değiliz. Şayet bugün kitaba ve okumaya karşı bir ilgisizlik varsa bu, elbette milletimizin genel, sürekli ve ortak bir kaderi değildir. Bunu geçici bir olumsuzluk olarak değerlendirmek daha doğru olabilir. Nitekim Islâm dünyası; dokuzuncu ve on üçüncü yüz yılları arasında kitap, kütüphane, telif, tercüme ve cilt bakımından hareketli bir dönem yaşamıştır. Sadece devlet ve bilim adamları değil, halkın tamamı kitaplara ve okumaya karşı büyük ilgi duymuştur. Evlerde, işyerlerinde, mektep ve medreselerde on binlerce eserin yer aldığı kütüphaneler veya kitap pazarları kurulmuştur. Her yıl en önemli bir mali kaynak kitaplar için ayrılıyordu. Bağdat’ta bulunan "Nizamiye Medresesi Kütüphanesine yıl içinde çıkan yeni kitap ve yazmaları temin için ek ödenek olarak bir buçuk milyon altın frank tutarında tahsisat ayrılmıştır. Diğer yandan kitaplara karşı duyulan bu aşırı ilgiden dolayı yüz binlerce insan, geçimini ve ekmeğini bu sektörde çalışarak kazanıyordu.
Günümüzde bu mesafeyi kapatmak için kamu görevlilerine, özel sektörde çalışanlara, sivil kuruluşlara, özellikle öğretmen ve din görevlilerine önemli sorumluluk düşmektedir. Çünkü fert ve toplum açısından zaman kavramı çok önemlidir. Gelecekte başarılı olmamız, bugünü iyi değerlendirmemize bağlıdır. Bu nedenle kitap sevgisi ve okuma alışkanlığı sosyal hayatın her kademesinde geliştirilmelidir. Öğrenciler ve geniş halk tabakaları, hedef kitlenin başında yer almalıdır. Bilim, meslek ve alanlarında uzman olanlar; daha çok sorumluluk almak zorundadırlar. Görsel yayınlar ve iletişim araçları; kitap okuma sürecini olumsuz etkileyecek şekilde kullanılmamalıdır. Tersine bu yayınlar sayesinde kitap edinme, okuma ve ondan yararlanma teknikleri geliştirilmelidir. Kamu kurumlan başta olmak üzere, okul, cami, iş yeri ve köy odalarında kitaplıklar oluşturularak halkın ilgisine sunulmalıdır. Yolculuk anında yanımıza kitap almayı ihmal etmemeliyiz. Dost, arkadaş ve komşularımızı ziyarete giderken hediye olarak kitap almayı tercih edelim. Düğün, sünnet ve mevlitlerde kitap dağıtılabilse ne kadar güzel olur. Unutmayalım ki kitabın okunduğu yerde, gürültü, dedikodu, şiddet, kavga ve kırıcı davranışlar olmaz. Çünkü kitaplar; okuyucularına daha çok okuma, düşünme, değerlendirme ve aydınlanma fırsatını verir. Onların bilgi, görgü, kültür ve ufuklarının gelişmesine katkıda bulunur. Daha da önemlisi hayatın kitaplarla bütünleştirilmesi durumunda, cehalet ve izleri yok olacaktır. Artık okunacak her kitapla bilime, kültüre, medeniyete, insanlığın barış ve huzuruna katkı sağlanmış olacaktır.