Makale

Kelâm Açısından İtaat Kavramı Ve Çerçevesi

KELÂM AÇISINDAN İTAAT KAVRAMI VE ÇERÇEVESİ THE CONCEPT AND
FRAMEWORK OF OBEDIENCE IN
TERMS OF KALAM ABSTRACT
One of the fundamental
concepts of the revela- tion-sourced information, itaat (obedience) means,

SELİM ÖZARSLAN
PROF. DR. FIRAT ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT. FAK.

ÖZ
Vahyî bildirimin temel kavramlarından biri olan itaat, sözlükte baş ve boyun eğmek, söz dinlemek ve emredi- leni yerine getirmek anlamına gelmektedir. Kur’ân’da itaat imanla, itaatsızlık /isyan da küfürle ilişkilendiril- miştir. Dinin ana kaynağı Kur’ân, kendilerine itaat edil- mesi gerekenleri, Allah, Peygamber ve Ulü’l-Emr (Müs- lümanların yöneticileri, din bilginleri/ ulema, alanında uzman olanlar) olmak üzere üç sınıf halinde belirlerken mutlak itaatin Allah’a özgü olduğuna vurgu yapar.
Yöneticilere itaat, Allah ve Resulüne bağlı olmaları ve emirlerinin ma’rufa aykırı olmamasıyla sınırlıdır.
Anahtar kelimeler: İtaat, itaatsizlik, Kur’ân, Allah, Peygamber, Ulü’l-Emr, Mahiyet, Kapsam

according to its dictionary definition, to give in and be submissive and to do what someone instructs you to do. In the Qur’an, obedience is associated with belief and faith, and disobedience / rebellion with disbelief and denial. The Qur’an as the main source of the religion lists Allah, Prophets, and Ul
al-Amr (rulers of Mus- lims, religious scholars, ulama, and experts in their fields) as “to be obeyed” and emphasizes that absolute obedience is due only to Allah. Obe- dience to rulers is limited to the extent that they are loyal to Allah and His Rasul, and their rulings
are not against what Islam ordains (ma’ruf). That is to say, absolute obedi- ence to them is out of the question. It is observed that this Qur’anic truth is disregarded today.
Keywords: Obedience, Disobedience, The Qur’an, Allah, Prophet, Ul al-Amr, Content, Scope

Giriş
ur’ânî dolayısıyla da dinî bir kavram olan itaat, günümüzde kendi anlam ala- nından ve ilişkili olduğu objelerden ba-
ğımsız olarak herkes için kullanılmaya başlanmış- tır. Bu da belirli kıstaslarla sınırlandırılmış, dini bir içeriğe sahip olan itaat kavramının anlam ala- nının genişlemesine, dolayısıyla da tahakküm ara- cı haline gelmesine neden olmuştur. Bu sebeple biz Kur’ân’ı referans alarak itaatin ne olduğunu, kimlere ve hangi şartlarda nasıl itaat edilmesi ge- rektiğini belirterek bu konuya kelamî bir yakla- şımla açıklık getirmek istiyoruz.

1. İtaatin Kavram Alanı
İtaat sözlükte “baş eğmek, boyun eğmek, söz dinlemek ve emredileni yerine getirmek” anla- mındaki tav’ kökünden türemiş bir kelime olup aynı manayı taşır. Aslında mastar ismi olan taat da itaat gibi kullanılır.1 Sözlük anlamına uygun ola- rak Allah’a, Peygamber’e ve ulü’l-emre saygılı olup buyruklarına uyma ya da meşru emir ve is- teklere uyma anlamlarında terim manası kazan- mıştır.2 Boyun eğmenin kendi istek ve iradesiyle olanına “tav‘an itaat”; istemeyerek zorla olanına da “kerhen itaat” denir.3 İtaatin zıddı, isyandır. İs- yan ise; boyun eğmeme, itaatsizlik etme, asî olma demektir. Aynı kökten gelen ma’siyet kelimesi de günah anlamına gelir ve günahın Allah’ın buyruk- larına karşı gelme özelliğine işaret eder.
Terim manasına bağlı olarak itaat daha çok din ve devlet alanlarında öne çıkarılıp tartışılmakta- dır. İtaat kelimesi Kur’ân’da geçmemekle birlikte,


1 Hüseyin b. Muhammed Ragıb el-İsfehanî, el-Müfredât fî Garibi’l-Kur’ân, İstanbul, 1986, s. 461, tva md.; Mu- hammed b. Mükerrem, İbn Manzûr, Lisânül-Arap, Da- ru’s-Sadr, Beyrut, 1410/1990, c. VIII, s. 240.
2 Bkz. Mehmet Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlü- ğü, İstanbul, 2005, s. 273.
3 Bu ayrımın temelinde Kur’ân nassı vardır. Bkz. Fussi- let, 41/11. “Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye: İsteyerek veya istemeyerek, gelin! dedi. İkisi de “İsteyerek geldik” dediler.”

üç âyette taat ismi yer almakta, bundan başka yedisi isim, diğerleri fiil ka- lıplarında olmak üzere itaat kavramı seksen beş yerde geçmekte, kırk iki âyette de aynı kökten gelip “güç yetirmek” manasında kullanılan istitâat kavramı yer almaktadır.4 Taat kelimesinin geçtiği âyetlerde Allah’a, Pey- gamber’ine, ulü’l-emre ve ana babaya itaat öngörülmektedir. Görüldüğü gibi taat ya da itaat kelimesi bir Kur’ân kavramıdır ve daha çok Allah’ın ve elçisinin emirlerine boyun eğme anlamında kullanılmıştır.5 Kur’ân’da aynı veya yakın anlamda kullanılan din, sem, İslâm, birr/ iyilik ve teba’ vb. gibi kelimeler de itaatin vahyî bildirimin temel kavramlarından biri olduğunu göstermektedir.6

1.1. Din, Silm- İslâm
İtaatle ilgili kavramlardan biri ‘din’dir. Din kelimesi, baş eğmek; boyun eğdirmek, itaat altına almak; birine gerçekleştirdiği bir eylemin karşılığını vermek/ cezâ, mükâfat anlamlarına gelir. “Kurtuluşa ermek; boyun eğmek, teslim olmak, teslim etmek; barış yapmak manalarına gelen silm ve Al- lah’a yönelmek, O’na teslim olmak anlamlarına gelen İslâm7 kelimeleri de itaatle yakından ilişkilidir. Cibril veya İhsan olarak bilinen hadiste inanıl- ması gereken hususlar iman, yapılması gereken ibadet ve itaatler de İslâm olarak anılmıştır.8

1.2. İttibâ
Bir şeye tabi olmak, ardından, izinden yürümek, uymak, bir şeye mey- letmek, taklit etmek anlamlarına gelen tebia’ ve ittebea’ kelimeleri9 itaat kelimesiyle yakından irtibatlıdır. “İttebea’l-Kur’âne” dendiğinde Kur’ân’a uymak ve onunla amel etmek kast edilmektedir.
Kur’ân’da insanlara yol göstericiye/peygambere, Rab’lerinden kendilerine indirilene tabi olmaları yani uymaları istenmekte, doğru yoldan ayrılanların arzularına uymamaları emredilmektedir:

“Tarafımdan size bir yol gösterici (peygamber) gelir de kim ona uyarsa, onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. ْم ُك يَأْتِيَنَّ َّما فَإِ

َو َل هُ ْم يَ ْح َزنُون10

َعلَ ْي ِه ْم

َخ ْو ٌف

ِمنِّي هُ ًدى فَ َم ْن تَبِ َع هُ َداي فَ َل


4 Muhammed Fuad Abdülbakî, el-Mu’cemü’l-Müfehres li Elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerim, tva md. İstanbul, 1408/1987, s. 429- 431,
5 Bkz. Âl-i İmrân, 3/ 32, 132; Nisâ, 4/13, 14, 59, 80; Mâide, 5/ 92; Enfâl, 8/ 1, 20, 46;
Nûr, 24/54, 56; Ahzâb, 33/ 36, 71; Muhammed, 47/ 33; Fetih, 48/ 17; Hucurât, 49/
14; Mücâdele, 58/13; Haşr, 59/4; Teğabün, 64/ 12, 16.
6 Örneğin bkz. Teğabün, 64/ 16.
7 el-İsfehanî, el-Müfredât fî Garibi’l-Kur’ân, s. 253, 350-351.
8 Muhammed b. İsmail Buhari, el-Camiu’s-Sahih, İman, 37, İstanbul, 1992.
9 el-İsfehanî, a.g.e., 95-96.
10 Bakara, 2/38.

Peygambere ittibâ elçiyi örnek alarak Allah’a itaat anlamını taşır. Dola- yısıyla kuru bir taklit, şekilcilik değildir.
“Rabb’inizden size indirilene uyun. Onu bırakıp başka dostlara uyma-

َما تَ َذ َّك ُرون yın…(

ُدونِ ِه أَ ْولِيَاء قَلِيل

ِم ْن

َو َل تَتَّبِ ُعوا

َربِّ ُك ْم

ِم ْن

َما أُ ْن ِز َل إِلَ ْي ُك ْم

11 )”اتَّبِ ُعوا

“Artık aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bı-

rakıp da onların arzularına uyma…12 َّما َع

َو َل تَتَّبِ ْع أَ ْه َوا َءهُ ْم

فَا ْح ُك ْم بَ ْينَهُ ْم بِ َما أَ ْن َز َل َُّللا

ِّق ‟

ِم َن ال َح

َجاء َك

Yüce Allah bu âyetin öncesinde Kur’ân’ı önceki kitapları tasdik edici ve gözetici olarak indirdiğini belirttikten sonra Hz. Peygamber’e Ehl-i kitabın/ Yahudi ve Hıristiyanların keyfî istek ve mesnetsiz arzularına uymamasını, aralarında Allah’ın indirdiği ile yani Kur’ân’la hükmetmesini emir buyurmuştur.

1.3.Taklid
Taklid ise başkasının sözünü veya fiilini hata etmeyeceğine güvenerek delilsiz ve hüccetsiz kabul etmek ve ona uymaktır. Taklid “bireyin hata et- meyeceğine güvendiği kimsenin dinî kanaatlerini benimsemesi” olarak da tanımlanır. Başkasının sözünü ya da davranışlarını araştırıp incelemeksi- zin, doğru olduğuna kanaat getirmeksizin körü körüne uyan kimseye de mukallid denir.13 Herhangi bir kimsenin söz ve fiillerini delilsiz ve hüccet- siz kabul etmekle peygamberliği mucize ile sabit olan Hz. Peygamber’in söz ve fiillerini kabul edip bunları benimsemek ve örnek almak bir tutula- maz. Taklitte zihnî istidlâlin bulunmaması itaatle arasını ayırsa da âlimler Hz. Peygamber’in kesin olarak getirip tebliğ ettikleri şeyleri benimseme- nin taklit sayılmadığını belirtmişler, çünkü onun doğruluğu mucize ile sa- bittir demişlerdir. Hz. Peygamber’in tebligatını yani din anlayışını sonraki nesillere aktardıklarından Sahabe’nin ve müçtehit âlimlerin icmâlarını ka- bul etmek de taklid olarak sayılmamaktadır.14

2- Kur’ân’a Göre İtaat Edilmesi Gerekenler
Kur’ân-ı Kerim’de kendilerine itaat edilmesi gerekenler Allah, Allah’ın resulü (Hz. Muhammed) ve ulü’l-emr (emir sahipleri) olmak üzere üç ana kategoride ele alınmıştır:


11 A’râf, 7/3.
12 Mâide, 5/ 48.
13 Şerif Ali b. Muhammed Cürcânî, Kitabü’t-Ta’rîfât, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1416/1995, s. 64.
14 Bekir Topaloğlu, İlyas Çelebi, Kelâm Terimleri Sözlüğü, İSAM, İstanbul, 2010, s. 302.

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan ulü’lemre (idarecilere, işinin uzmanı olana) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah’a ve âhirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah’a ve Resûl’e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem ha- yırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir…

َش ْي ٍء فَ ُر ُّدوهُ(

ِم ْن ُك ْم فَإِ ْن تَنَاز ْعتُ ْم فِي

َوأُولِي الَ ْم ِر

ُسول

َوأَ ِطيعوا الر

َّللاَ

يَاأَيُّهَا الَّ ِذين آمنُوا أَ ِطيعوا

َوأَ ْح َس ُن تَأْ ِويل

َخ ْي ٌر

َذلِ َك

َواليَ ْو ِم ال ِخ ِر

ُك ْنتُ ْم تُ ْؤ ِمنُون بِاللِ

ُسول إِ ْن

َوالر

َّللاِ

إِلَى” 15)

(Kur’ân itaat edilmesi gerekenleri çeşitli yerlerde yalnız Allah veya Al-
lah ve Resulü olarak da zikretmiştir.16 Kendilerine itaat edilmesi gereken- lere anne ve baba da ilave edilmiştir. Anne babaya itaat bazı âyetlerde “ih- san” ve “birr” kelimeleriyle ifade edilmiştir: “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emret- ti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine “of!”

bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle… ُدوا ْعبُ تَ َّل أَ َك

َربُّ

َضى

َوقَ

َو َل تَ ْنهَ ْرهُ َما

ٍّف

تَقُ ْل لَهُ َما أُ

ِك َلهُ َما فَ َل

َك ا ْل ِكبَ َر أَ َح ُدهُ َما أَ ْو

ِع ْن َد

َوبِا ْل َوالِ َد ْي ِن إِ ْح َسانًا إِ َّما يَ ْبلُ َغ َّن

إِ َّل إِيَّاهُ

َك ِريما.

َوقُ ْل لَهُ َما قَ ْو ًل

” 17

“Ana babasına çok iyi davranırdı; o, isyânkar bir zorba değildi… ًّرا َوبَ

ِصيًّا

َجبَّارا َع

َولَ ْم يَ ُك ْن

18 ”بِ َوالِ َد ْي ِه

“Beni anneme saygılı, itaatli kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı. ًّرا َوبَ

َشقِيًّا

َجبَّارا

َولَ ْم يَ ْج َع ْلنِي

”19 بِ َوالِ َدتِي

Burada Allah ve resulüne itaatin mutlak ve koşulsuz; anne babaya itaatin
ise Allah’a isyan içermemekle kayıtlı bulunduğunu, maruf olan emirleriyle sınırlı olduğunu ve bununda tevhidin gereği olduğunu belirtmemiz gerekir.

2-1. Allah
Kur’ân kendilerine itaat edilmesi gerekenleri birkaç sınıfta ele alsa da, hiç şüphesiz Allah’a itaat, kavramın esasını oluşturmaktadır. Yani mutlak itaat, Allah’a özgüdür.20 Bu gerçeği bizzat Kur’ân dile getirmekte, bir bü- tün olarak fiziki dünyanın (yeryüzü, gökyüzü, bitkiler ve yıldızlar da dâhil) mutlak bilgi ve kudretle kendisini yaratana itaat ettiğini vurgulamaktadır: “Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye: ‘İsteyerek veya istemeyerek, gelin!’ dedi. İkisi de ‘İsteyerek geldik’ dediler.” 21


15 Nisâ, 4/ 59.
16 Bkz. Abdülbakî, el-Mu’cemü’l-Müfehres li Elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerim, s. 430.
17 İsrâ, 17/23.
18 Meryem, 19/ 14
19 Meryem, 19/ 32.
20 Kelâm ve tefsir bilginlerinin en tanınmışlarından olan Fahreddin er-Razi de Allah’a ve Resulü’ne itaat etmenin kesinlikle vacip olduğunu belirtirken, yönetici ve sultan- lara itaatin kesin olarak vacip olmadığı kanaatindedir. Muhammed Fahreddin er- Râzî, et-Tefsiru’l-Kebir (Mefâtihu’l-Gayb,) Daru’l-Fikr, Beyrut, 1415/1995, V, cüz, c. X, s. 151.
21 Fussilet, 41/11. Ayrıca bkz. Rahmân, 55/6.

Kur’ân’da tanzim edilen genel İslâmî dünya görüşünde, tüm güç ve kudret başka bir deyişle hâkimiyet ve hüküm Allah’a aittir; Allah’ın bu varlık âle- mindeki gücü sonsuz olarak mülahaza edilir. O, mutlak otoritedir. Dolayı- sıyla mutlak itaat de bu güç ve kudretin yegâne sahibinedir.
Allah’ın bütün evrenin yaratıcısı, yöneticisi ve sahibi oluşu ona yarattığı varlıklara ilişkin inanç ve davranış biçimini belirleme yetkisi verir. Bu yet- ki de ona itaati zorunlu hale getirir. Ayrıca Kur’ân’da söz konusu itaatin anlam alanıyla yakın ilişkisi bulunan “esleme” fiili geçmekte ve evrende tevhidin sağlanması insanın da yaratıcısına itaat etmesiyle gerçekleşece- ğinden insan birçok âyette Allah’a itaate davet edilmektedir. Şu âyet bunun canlı örneklerinden bir tanesidir: “Göklerde ve yerdekiler, ister istemez O’na teslim olduğu halde onlar (ehl-i kitap), Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? Hâlbuki O’na döndürüleceklerdir.”22
İnsanî bakımdan itaat fiili, doğal ve bilinçli bir canlı olan insan için ka- çınılmaz bir davranış tarzı olmakla birlikte itaatin objesini seçme konusun- da insan serbest ve hür bırakılmıştır. İçinde yaşadığımız dünyada bir varlı- ğa itaat etme veya etmeme özgürlüğüne sahip yegâne varlık insandır. Nite- kim Kur’ân’da geçen itaatle ilgili âyetler gözden geçirildiğinde insanların Allah’ın dışında değişik konumda gördükleri bazı kişi, grup ve zümrelere itaat ettikleri de gözlenmektedir. Ancak buradaki ‘itaat’ kelime anlamıyla kullanılmıştır: “Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Eyvah bize! Keşke Allah’a itaat etseydik, Peygamber’e de itaat etseydik, derler. Ey Rabbimiz! Biz efendilerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar, derler.”23 Ancak dünyada insana sunulan özgürlük de içerisinde başka bir sorumluluğu barındırmaktadır. Tüm varlıkların ister istemez, tabiî bir zo- runlulukla Allah’a itaat ettiği evrende, insandan da irâdî olarak, bilinçli biçimde Allah’a itaat etmesi istenmektedir. Ancak böylelikle insan doğayla uyum ve barış içine girecektir. Onun evreninde tevhid tahakkuk edecektir.

2-2. Peygamber
Din dilinde başka bir deyişle Kur’ân’da peygambere itaat genellikle Al- lah’a itaat buyruğunun hemen arkasından gelmektedir. Bir yerde ise Al- lah’a ve Resulü’ne itaat emrinin hemen arkasından peygambere itaatin zo- runluluğu ayrıca vurgulanmış, muhatapların dikkatleri çekilmiştir.24 Başka


22 Âl-i İmrân, 3/83.
23 Ahzâb, 33/ 66-67.
24 Nûr, 24/54. “Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin” de. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki ona yüklenen sorumluluğu ancak ona ait; size yüklenen görevin sorumluluğu da yalnızca size aittir. Eğer ona itaat ederseniz doğru yola erersiniz. Peygambere düşen ancak apaçık bir tebliğdir.”

َعلَى الر ُسول

َو َما

َوإِ ْن تُ ِطيعوهُ تَ ْهتَ ُدوا

ُح ِّم ْلتُ ْم

َما

َو َعلَ ْي ُك ْم

ُح ِّم َل

َما

َعلَ ْي ِه

َوأَ ِطيعوا الر ُسول فَإِ ْن تَ َولَّ ْوا فَإِنَّ َما

َّللاَ

قُ ْل أَ ِطيعوا

إِ َّل البَ َل ُغ ال ُمبِين

bir âyette Yüce Allah, Hz. Muhammed’i tavsif edip, “o halde ona uyun” buyurarak Peygamber’e itaatin gerekli olduğunu belirtmiştir.25 Allah’a ita- atin gerçeklik kazanması, Allah’ın emirlerini insanlara tebliğ edip açıkla- yan ve bunlara uymanın örneklerini kendi yaşantılarıyla gösteren peygam- berler aracılığıyla mümkün olacağından bazı âyetlerde peygambere itaatle Allah’a itaat bir tutulmuştur: “Kim Resûl’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!...”26 “(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirge- yicidir.”27 Peygamberler insanlığı kendi yoluna iletmesi için Allah tarafın- dan seçilmiştir. Bu ilahi görevlendirme, peygambere itaatin meşruiyet kay- nağıdır. Yine Kur’ân, peygamberlerin kendilerine itaat edilmesi için gön- derildiğini, doğru yola (hidâyete) ancak onlara uymakla ulaşılabileceğini belirtir.28 “De ki: ‘Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın elçisiyim. Ondan başka tanrı yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyle ise Allah`a ve ümmî Peygamber olan Resûlüne -ki o da Al- lah’a ve onun sözlerine inanmıştır- iman edin ve O’na uyun ki doğru yolu bulasınız.” 29

2.2.1. Allah’ın Elçisi Olma
Elçiye itaat elçiyi gönderene (el-Mürsil) itaattir. Bilindiği gibi peygam- berlere itaatin meşruiyeti kendilerinin ilahî vahye mazhar olmalarından kaynaklanmaktadır. Hz. Peygamber’e itaatin mahiyeti, peygamberliğine iman, onu model alma ve modelleme, verdiği hükümlere rıza ve riâyet ve verdiği haberleri tasdik olarak belirlenebilir. Aksi halde onlar da diğer in- sanlar gibi beşerî niteliklere sahiptirler. “De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. (Şu var ki) bana ilâhınızın bir tek İlâh olduğu vahyolunuyor... ْل قُ

َواح ٌد

َّي أَنَّ َما إِلَهُ ُك ْم إِلَهٌ

ِم ْثلُ ُك ْم يُوحى إِلَ

30 ”إِنَّ َما أَنَا بَ َش ٌر

“…Ben, sadece beşer bir elçiyim. (ًل ُسو َر

ُت إِ َّل بَ َش ًرا

ُك ْن

ْل هَ )”31 Bununla bir-

likte peygamberler de Allah’a itaat etmekle emrolunmuş,32 kendilerinden
inançsızlara ve münafıklara uymamaları istenmiştir.33


25 er-Râzî, et-Tefsiru’l-Kebir (Mefâtihu’l-Gayb,), V, cüz, X, 154.

26 Nisâ, 4/80. َحفِيظًا

َعلَ ْي ِه ْم

َو َم ْن تَ َولَّى فَ َما أَ ْر َس ْلنَاك

َم ْن يُ ِط ِع الر ُسول فَقَ ْد أَطَاع ََّللا

27 Âl-i İmrân, 3/31; ( ٌم ِحي َر

َغفُو ٌر

َو َُّللا

َويَ ْغفِ ْر لَ ُك ْم ُذنُوبَ ُك ْم

ُك ْنتُ ْم تُ ِحبُّو َن ََّللا فَاتَّبِ ُعونِي يُ ْحبِ ْب ُك ُم َُّللا

ْن إِ ْل قُ ) Ayrı-

ca bkz. Âl-i İmrân, 3/32. ِرين َكافِ ال ُّب ِح يُ َل َّللاَ
28 Nûr, 24/54.
29 A’raf, 7/ 158.
30 Kehf, 18/110; Fussılet 41/6.
31 İsrâ 17/93.
32 En’am, 6/14.

َوالر ُسول فَإِ ْن تَ َولَّ ْوا فَإِ َّن

َّللاَ

قُ ْل أَ ِطيعوا

33 “Ey Peygamber! Allah’tan kork, kâfirlere ve münafıklara itaat etme (boyun eğme). Elbette Allah her şeyi bilmekte ve yerli yerince yapmaktadır.” Ahzâb, 33/1. ُّي النَّبِ يَاأَيُّهَا

Peygamber’e itaat, onun elçilik görevi ile beşerî yönünü birbirinden ayırt etmeyi gerektirir. Taklit ise bunu ayırt etmeden, manayı ve maksadı kavramadan şekil boyutunda bir öykünmedir. Peygambere ittibâ resulü ör- nek alarak Allah’a itaat anlamını taşır. Dolayısıyla kuru bir taklit, şekilcilik değildir.
Allah tarafından peygambere verilen hüküm verme yetkisi, inanan in- sanların onun verdiği hüküm ve direktiflere itaat etmelerini gerektirir. Ni- tekim bazı âyetlerde Müslüman bireyler arasında meydana gelen ihtilâflı meseleleri çözmek üzere peygamberin hakemliğine başvurulması ve vere- ceği hükme rıza gösterilmesi gerektiği belirtilmiştir: “Rabb’ine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da ver- diğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.”34 “Allah’ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitab’ı hak ile indirdik.”35 “Artık aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma.”36 Bu âyetlerde Peygamber’in ilahi buyrukları insanlar arasında uygulamakla görevlendirildiği belirtilmiş ve din adına yetkili kılındığı vurgulanmıştır ki, bu onun Allah’tan sonra itaata layık ol- duğunun başka bir ifadesidir. Daha doğrusu resule itaat, onu elçi olarak gönderen Allah’a itaattır.

2.2.2. İtaat ve İtaat Edilenin Hatadan Korunmuşluğu/ İsmet Sıfatı
İslâm bilginlerinin çoğunluğu peygambere sadece dini sahada değil dünyevî alanda da itaat edilmesi görüşünü benimsemişlerdir. Diğer bazı bilginler ise Hz. Peygamber’in dinin tebliği olarak söz ve davranışları ile stratejik kararları, ictihadları, anlaşmazlık halindeki muhakeme/kaza hü- kümleri, gelenek ve insani gereksinim olarak söz ve davranışları arasında ayrım gözetmişlerdir. Bunlar yanı ikinci kısmı oluşturanlar, Peygamber’in vahiy kanalı ile Allah’tan aldığı bilgileri açıklaması ve uygulama alanına taşıması itibariyle dini alanda yetki sahibi olduğu, dolayısıyla bu alandaki buyruklarına itaat edilmesi gerektiği görüşündedirler. Zira o, dinî konular- da hataya düşmekten korunmuş ve ilahî gözetime tabi tutulmuştur.
Devlet başkanı yahut yöneticisi olması hasebiyle peygamberin dünyevî sahaya ilişkin şahsî görüşleri ise tartışmaya açık, doğru veya yanlış olabilir, değiştirilebilir veya kabul edilebilir bulunmuştur. Çünkü eğitim, sağlık, ta- rım, savunma, ticaret, yönetim, hukuk, sanat vb. gibi dünyaya ilişkin konu-

َح ِكيما

َعلِيما

َكان

َوال ُمنَافِقِين إِ َّن

َو َل تُ ِط ِع ال َكافِ ِرين

َّللاَ

اتَّ ِق

34 Nisâ, 4/65.
35 Nisâ, 4/ 105; Ayrıca bkz. Zümer, 39/42.

36 Mâide, 5/ 48. ِّق َح ال َن ِم

َجاء َك

َع َّما

َو َل تَتَّبِ ْع أَ ْه َواءهُ ْم

فَاح ُك ْم بَ ْينَهُ ْم بِ َما أَ ْن َز َل َُّللا

lar zamanın akışı içerisinde gelişim ve değişime elverişlidir. Öyle ki dile getirilen alanlara ilişkin olarak Hz. Peygamber’in açığa vurduğu görüşlerin vahye dayanıp dayanmadığı ashab-ı kiram tarafından sorulmuş ve şahsî düşünceleri olduğu anlaşılınca bunların doğru olmadığı kanaatine varılarak değiştirilmiştir. Bu düşüncede olan bilginler özellikle Kadî Iyâz (ö. 544/ 1149) Hz. Peygamber’in asıl görevinin dini öğretmek olduğunu, dünya iş- leriyle ilgili hususları herkes kadar bilse de bunların uzmanı olmadığını, bundan ötürü bu konularda yanılmasının normal karşılanması ve bir nok- sanlık olarak görülmemesi gerektiğini ifade etmiştir.37 Dünyevî bir konuda hüküm verme, savaş karar ve taktikleri,38 tarım ve ziraate ilişkin öneriler gibi bazı misaller bunun belirgin delili olarak kabul edilmiştir. Örneğin dünya işlerine ilişkin verdiği bir kararı değiştirdiğine dair şu örnekleri ve- rebiliriz: Bir sahâbinin isteği üzerine Hz. Peygamber ona bir yer tahsis et- tiğini bildirmiş, ancak yanında bulunan sahâbîlerin, çevre halkının gereksi- nimleri yönünden bu yerin önemine işaret etmeleri üzerine o sahâbinin de rızasını alarak bu tahsisi iptal etmiştir.39 Yine Medine’de halkın hurma ağaçlarını tozlaştırdığını görmüş, “bunu yapmasalar, Allah’ın işine karış- masalar daha iyi olmaz mı?” diyerek kanaatini belirtmiştir. Bunu duyan Medineliler tozlaştırma işinden vazgeçerler; ancak o yıl üründe ciddi azal- ma olur. Tozlaştırma yapılmadığı için üründe kıtlığın meydana geldiğini söyleyenler çıkar. Bu yorumu duyan Hz. Peygamber “Size dininizle ilgili bir şey söylersem onu gücünüz ölçüsünde yapınız. Ama dünyaya ait konu- larda kendi kanaatim olarak bir şey söylersem, biliniz ki ben de insanım. Siz dünya işlerinizi daha iyi bilirsiniz” buyurur.40 Bununla birlikte dünyevi konularda özellikle devleti ilgilendiren alanlarda istişareden sonra aldığı kararlara itaat edilmesinin gerekli görülmesi devlet otoritesine uyma zo- runluluğuna bağlanmıştır.41

2.2.3. İtaatin İman ve Tasdikle İlişkisi
Kur’ân’da itaat imanla, itaatsizlik/ isyan da küfürle ilişkilendirilmiştir. Terim olarak iman, Hz. Muhammed’i Allah’tan getirdiği kesin olarak bili- nen hükümlerde tasdik etmek/ doğrulamak, onun haber verdiği şeyleri te- reddütsüz kabul edip, doğru olduğuna gönülden inanmaktır.42 İmanın aslı


37 Bkz. Ebu’l-Hasan Aliyyü’l-Kâri, Şerhu’ş-Şifâ, c. II, s. 37.
38 Muhammed b. Ömer Vâkıdî, Kitabü’l- Meğazî, thk. Marsden Jones, Beyrut, 1966, c. III, s. 937.
39 Ebû Dâvud, es-Sünen, İmâre, 36.
40 Müslim, Sahîh, Fezâil, 140, 141.
41 Yusuf Şevki Yavuz, “Kur’ân-ı Kerim’de Dînî Otorite”, Dini Otorite Sempozyumu, İstanbul 2006, s. 30.
42 Ebu’l-Hasan Eş’arî, Kitabü’l-Luma’ er-Reddi alâ Ehli’z-Zeygi ve’l-Bida’, thk. Ham-

ve özü, kalbin tasdikidir.43 Ancak kalple tasdikten maksadın akıl ve zihnin tasdiki olduğunu belirtmemiz gerekir. Tasdik ise haber verilen hükmün ka- bul edilip doğrulanmasıdır. Kalbin tasdiki imanın değişmeyen temel ögesi- dir. Küfrün sözlük anlamı örtmektir.44 Küfür bazen nimeti inkâr anlamında da kullanılmıştır.45 Küfrün dinî literatürdeki terim anlamı ise Hz. Peygam- ber’i Allah’tan getirdiği şeylerde yalanlayıp, onun getirdiği kesinlikle sabit olan dinî esaslardan bir veya daha fazlasını inkâr etmektir.46
Allah’a ve Resul’üne itaati emreden bazı âyetler itaatin imanın bir sonu- cu ve inançlı olmanın47 temel niteliği olduğunu ifade eder: “Eğer inanıyor-

sanız Allah’a ve Rasûlüne itaat ediniz…ِمنِين ْؤ ُم

ُك ْنتُ ْم

ُسولَهُ إِ ْن

َو َر

َّللاَ

َوأَ ِطيعوا

”48

Allah’a ve Peygamber’ine itaati emreden bazı âyetlerde ise itaatten yüz çevirmek, küfürle eş tutulmuş49, itaatsızlığın inançsız olmanın temel niteli- ği olduğu belirtilmiş, isyan edip muhalefette bulunanlar iyi amellerinin boşa çıkarılacağı, şiddetli azap ve cehennemle karşı karşıya kalacakları ko- nusunda tehdit edilmişlerdir.50 “De ki: Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.”51 “Kim de Allah’a ve Peygamberine karşı isyan eder ve koyduğu sınırları aşarsa Allah onu,


mude Garâbe, el-Mektebe el-Ezheriyye li’t-Türâs, Kahire, trs., s. 122; Ebu’l-Mealî Abdulmelik Cüveynî, Kitabu’l-İrşad ilâ Kavâtii’l-Edilleti fî Usuli’l İ’tikâd, thk. Esad Temim, Beyrut 1413/1992, s. 333; Fahreddin Râzî, Kitabu’l-Muhassal Efkâri’l- Mü- tekaddimîn ve’l-Müteahhirîn mine’l- Hukemâi ve’l- Mütekellimîn, thk. Hüseyin Atay, Kahire 1411/1991, s. 567.
43 Nureddin Sâbûnî, el-Bidâye fi usuli’d-din, thk. Bekir Topaloğlu, Ankara 1995, s. 87.
44 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, c. V, s. 145 vd.
45 İbn Manzûr, a.g.e., c. V, s. 144.
46 Ebû Hamid Gazalî, el-İktisâd fi’l-i’tikâd, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1409/1988, s. 158; Sa’deddin Taftazânî, Mesud b. Ömer b. Abdillah, Şerhu’l-Akaid (Kelam İlmi ve İslâm Akaidi içinde orijinal metin, haz. Süleyman Uludağ), İstanbul, 1991, s. 76.
47 Bu niteliklere sahip bulunanların yaptıkları iyi amellerin mükâfatını eksiksiz olarak görmeleri, (Hucurât, 49/14) altlarından ırmaklar akan cennetlere yerleştirilmeleri (Nisâ, 4/13) ve Allah’ın lütfuna mazhar kıldığı peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraber bulunup sonsuz kurtuluşa ermeleri gibi çok farklı şekillerde mükâ- fatlandırılacakları bildirilmektedir. (Nisâ, 4/69; Ahzâb, 33/71)“Kim Allah’a ve Pey- gamberine itaat ederse Allah onu, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; orada devamlı kalıcıdırlar; bu büyük bir kurtuluştur.” (Nisâ, 4/13)
48 Enfâl, 8/1; Nûr, 24/51.
49 Ebi’l-Fida İsmail İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’âni’l-Azîm, Mektebetü’l-Kayyime, Kahire trs, c.I, s. 338.
50 Muhammed b. Ömer ez-Zemahşerî, Tefsiru’l-Keşşâf an Hakâiki Gavâmidi’t-Tenzîli ve Uyunu’l-Ekâvîli fî Vucuhi’t-Te’vil, thk. Abdurrazzak el-Mehdî, Daru’t-Türâsi’l-A- rabî, Beyrut, 1417/1997, c. I, s. 518.

َوالر ُسول فَإِ ْن تَ َولَّ ْوا فَإِ َّن ََّللا َل يُ ِح ُّب ال َكافِ ِرين 3/32. İmrân, Âl-i 51

قُ ْل أَ ِطيعوا ََّللا

devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.”52 Ancak Hz. Peygamber’in dinin tebliği ile ilgili olmayan söz, emir ve dav- ranışlarına muhalefetle itaatsizlik edenler yani bu yöndeki sünnetini uygu- lamayanlar yukarıdaki hükmün içerisine elbette girmezler.
Kur’ân, bugün uygulananın aksine körü körüne bir itaat istemez. İtaat konusundaki âyetlerin incelenmesinden anlaşılabileceği gibi, bu görevin bilinçsizce değil, Allah ve Resulü’nün çağrısının iyi bir şekilde anlaşılması ve verilmek istenen mesajın gerçek manada kavranması ile yerine getirile- bileceği belirtilir. Bu bağlamda çeşitli âyetlerde53 itaat fiili işitip kavradık/ “semi’nâ” fiilinden sonra yer almış ve bu, itaat eyleminin anlayıp kavrama üzerine bina edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.

2-3. Yöneticiler, Alanında Uzman Olanlar (Ulü’l-Emr)
Kur’ân’ın Allah ve Resulü ile birlikte üçüncü olarak kendilerine itaat edilmesini emrettiği sınıf Müslüman toplumun değerlerini paylaşan yöne- ticiler (ulü’l-emr)dir: “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan ulü’l-emre (idarecilere, işinin uzmanı olana) de itaat edin...

ِم ْن ُك ْم

َوأُولِي الَ ْم ِر

ُسول

َوأَ ِطيعوا الر

َّللاَ

54 يَاأَيُّهَا الَّ ِذين آمنُوا أَ ِطيعوا

Kur’ân’da geçen ulü’l-emr (emir sahipleri) tabiri genel bir kullanıma
sahip olmakla birlikte onunla şeriat/ din ve adalet hükümlerini yerine geti- ren ümera ve ulemâ sınıfının kastedildiğini söylemek mümkündür.55 Ulemâ sınıfının içerisine alanında uzman kimselerin girdiğine şüphe yoktur. Çün- kü âlimler alanlarının uzmanı, eski tabirle ehli olan bireylerdir.
Ulu’l-emr tabiri Kur’ân’da iki yerde geçmekte bunlardan yukarıda ver- diğimiz âyette ulü’l-emre itaat, diğerinde onların görüşlerine müracaat, danışma ve ona göre hareket etme istenmektedir.56 Birinci âyette geçen emir sahiplerinden kastın başta Hulefâ-i Râşidîn olmak üzere halkın yöne- timini üzerine almış devlet başkanları, hâkimler ve kumandanlar olduğu, ikinci âyette geçen emir sahiplerinin de metinde vurgulandığı gibi hüküm


52 Nisâ, 4/14.
53 Bakara, 2/285; Nisâ, 4/46; Mâide, 5/7; Nûr, 24/51.
54 Nisâ, 4/59; ez-Zemahşerî, Tefsiru’l-Keşşâf, c. I, s. 556.
55 ez-Zemahşerî, Tefsiru’l-Keşşâf, c. I, s. 556; Muhammed er-Râzî Fahreddin er-Râzî, et-Tefsiru’l-Kebir (Mefâtihu’l- Gayb,) Daru’l- Fikr, Beyrut 1415/1995, c. V, cüz, c. X, s. 150; Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur’ân Dili, Çelik-Şura yay., İstanbul trs., c. II, s. 536; Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s. 587.
56 Nisâ, 4/83. “Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelince hemen onu yayarlar; hâlbuki onu, Resûl’e veya aralarında yetki sahibi kimselere götürselerdi, onların arasından işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi. Allah’ın size lütuf

ve rahmeti olmasaydı, pek azınız müstesna, şeytana uyup giderdiniz…

َجاءهُ ْم أَ ْم ٌر

َوإِ َذا

َولَ ْو َل

ِم ْنهُ ْم لَ َعلِ َمهُ الَّ ِذي َن يَ ْستَ ْنبِطُونَهُ ِم ْنهُ ْم

َوإِلَى أُولِي ا ْلَ ْم ِر

َر ُّدوهُ إِلَى ال َّر ُسو ِل

َولَ ْو

ِف أَ َذا ُعوا بِ ِه

ِم َن ا ْلَ ْم ِن أَ ِو ا ْل َخ ْو

َو َر ْح َمتُهُ َلتَّبَ ْعتُ ُم الش ْيطَان إِ َّل قَلِيل "

َعلَ ْي ُك ْم

َّللاِ

فَ ْض ُل

çıkarmaya gücü yeten ilim ve anlayış sahibi bilginler/ ulemâ olduğu kabul edilmiş57, bununla emrin sadece askeri ve yürütmeye özgü olmayıp, daha çok yargı ve yasamayla ilgili bulunduğu da gösterilmiştir.58 Ulü’l-emre ita- ati bildiren âyetin iniş /nüzul sebebine baktığımızda âyet, her ne kadar se- riyye (düşmanın üzerine gönderilen süvari birliği) komutanları ve askerî işler sebebiyle inmiş59 olsa da hükmü, yalnızca o olaydaki kişilerle sınırlı değildir. Âyet, itaat sorununu genel olarak temel bir düstura bağlamıştır. O düsturda gerek müminlerin kendi aralarında gerek emir sahipleri ile arala- rında, gerek se emir sahibi olanların kendi aralarında bir çekişme ve tartış- ma olursa onun çözümünü Allah’a ve Resulüne havale etmeleri, sorunu salt kendi keyif ve arzularıyla çözmeye kalkışmamalarıdır. Bu konuda çözümü önce Allah’ın âyetlerinde ikinci olarak da Peygamber’in açıklamalarında aramışlar yani nihai hükmü önce Allah’a sonra da Rasûlüne bırakmışlar- dır.60 Çünkü mutlak emir ve hüküm sahibi yüce Allah’tır.
Din olarak İslâm’ın toplumun her kesiminde adaleti temin etmeyi amaç- laması, yöneticilerle yönetilenler arasındaki ilişkiye yönelik düzenlemeler getirilmesini zorunlu kılmıştır. Bu bağlamda yöneticilere itaat ya da onla- rın emirlerine uyma, yönetilenlerin sorumluluk alanına giren dinî bir görev olmaktadır. Yönetenlere itaat, yönetilenler için Kur’ân kaynaklı bir emir olup Hz. Peygamber’in söz ve uygulamalarıyla da sabittir. Öyle ki kendisi de bir yönetici olan Hz. Peygamber, ömrünün son günlerine denk gelen Veda haccı esnasında irad ettiği hutbede cennete girebilmek için yerine getirilmesi gereken vazifeleri Allah’tan korkmak, namazı eda etmek, oruç tutmak, zekât vermek ve devlet adamlarına itaat etmek şeklinde açıklamış- tır.61 Başka bir defasında ise “Bana itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur. Emîrime (kumandanıma) itaat eden de bana itaat etmiş olur. Bana isyan eden, Allah’a isyan etmiş olur. Emirime isyan eden de, bana isyan etmiş olur” diyerek yöneticilere itaat etmeyi teşvik etmiş, hatta emretmiştir.62 Bu hadiste de elçiye itaatin onu gönderene itaat, bir görevliye itaatin onu gö- revlendirene itaat olduğu vurgulanmaktadır. Şu kadar var ki görevlendiri- len kimse üstlendiği görev çerçevesinde hareket etmelidir.


57 Bkz. ez- Zemahşerî, Tefsiru’l-Keşşâf, c. I, s. 556; er- Râzî, et-Tefsiru’l-Kebir (Mefâti-
hu’l-Gayb), V, cüz, c. X, s. 150-151.
58 Yazır, Hak Dîni Kur’ân Dili, c. II, s. 536.
59 ez-Zemahşerî, Tefsiru’l-Keşşâf, c. I, s. 556; er-Râzî, et-Tefsiru’l-Kebir (Mefâti-
hu’l-Gayb,), V, cüz, c. X, s. 150; Yazır, Hak Dîni Kur’ân Dili, c. II, s. 537.
60 Yazır, Hak Dîni Kur’ân Dili, c. II, s. 537-538.
61 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Beyrut, 1405/ 1985, c. V, s. 251; Tirmizi, Ebi İsa Muham- med b. İsa b. Sevrâ, Sünen, İstanbul, 1413/1992, “Cum’a”, 81.
62 Ebi Abdillah Muhammed b. İsmail Buhari, Sahih-i Buharî, Ahkam, 1; Cihad, 109, Çağrı Yay., İstanbul 1413/1992; Ayrıca bkz. ez-Zemahşerî, Tefsiru’l-Keşşâf, c. I, s. 556; er-Râzî, et-Tefsiru’l-Kebir (Mefâtihu’l-Gayb,), V, cüz, c. X, s. 150.

3- İtaatin Mahiyeti ve Sınırı
İslâm’ın benimsediği genel prensibe göre insan kitleleri ya da topluluk- ları kural olarak barış ve anlaşma halinde hayat sürmelidir.63 Birey ve top- lum, yönetici ile yönetilen arasındaki münasebet itaat statüsünde olacaksa bunun mâruf alanında olması gerekecektir. Sözlükte “bilmek, tanımak ve düşünerek bir şeyi idrak etmek, kavramak” anlamındaki irfân kökünden türemiş olan ma’rûf kelimesi “bilinen, tanınan ve hoşlanılan şey” manasına gelmektedir. Nefsin hayırlı ve iyi olarak bildiği, onunla huzura kavuştuğu her şey”e de ma’ruf denilmektedir.64 “Tanınan, bilinen ve yadırganmayıp benimsenen şey” anlamına gelen mârufu, Kur’ân’daki kullanışlarını da göz önünde tutarak “aklın kabul ettiği, dinin benimseyip iyi ve güzel bul- duğu, insan tabiatının ve toplumun uygun gördüğü eylem ve davranış”65 olarak anlamlandırmamız da mümkün görünmektedir. Zira Allah Müslü- man yöneticiler hakkında şöyle buyurmaktadır: “Onlar (o mü’minler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılarlar, zekâtı verir- ler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah’a varır.” 66 O halde idarecilere itaat hususunda itaate konu olan emir, istek ve talep- lerin mâruf çerçevesinde olması kaçınılmaz bir gerekliliktir. Hz. Peygam- ber’in “itaat dinin emrettiği hususlardadır”67 şeklindeki sözleri de bu ge- rekliliği açığa kavuşturmaktadır. Bu anlayış Müslüman çevrelerde “Yarata- na asî olunacak yerde yaratılmışa itaat yoktur” şeklinde bir kriter olarak yaygınlaşmıştır. Bu söz birçok rivâyette de Hz. Peygamber’e atfedilmiştir.68 Ayrıca Allah ve Resulü ile birlikte yöneticilere de itaat edilmesini bildiren âyette dikkat edilmesi gereken bir husus vardır ki o da şudur: Allah ve Re- sulü hakkında “itaat edin ve itaat edin” diye itaat, mutlak surette, açıkça belirtildiği halde, yöneticiler yahut emir sahipleri hakkında ayrıca “ve yö- neticilere itaat edin” buyurulmayıp bunlara itaat, Resule atfen ve tamamen


63 “Ey iman edenler! Hep birden barışa girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o, apaçık düşmanınızdır.” Bakara, 2/208; Ayrıca bkz. Enfâl, 8/ 61.
64 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arap, c. IX, s. 236-239.
65 Ahmed Kâdı Abdülcebbar, Şerhu’l- Usûli’l-Hamse, thk. Abdulkerim Osman, Mekte- betü’l- Vehbe, Kahire 1416/ 1996, s. 141; Ebî Mansûr Abdulkâhir b. Tâhir Bağdâdî, Kitâbu Usûlu’d-Din, Beyrut 1401/1981, s. 24-25; Şerif Ali b. Muhammed Cürcânî, Kitabü’t-Ta’rîfât, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1416/1995, s. 221; el-İsfehânî, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, 496; Yazır, Hak Dîni Kur’ân Dili, c. II, s. 366.
66 Hac, 22/ 41.
67 Buhari, Sahih, Ahad, 1; Ebi Hüseyin Müslim b. Haccac Müslim, Sahih-i Müslim, İmaret, 39, Çağrı Yay, İstanbul, 1413/1992; Süleyman b. Eşab, Sünen, Ebu Davud, Cihad, 87; Çağrı Yay., İstanbul 1413/1992; Ebi Abdullah b. Yezid el-Kazvanî İbn Mace, Sünen, Cihad, 4, Çağrı Yay., İstanbul 1413/1992.
68 Muhammed Abdürrauf el-Münavî, Feyzü’l-Kadir, VI, 9903; Yazır, Hak Dîni Kur’ân Dili, c. II, s. 535

Peygamber’e itaate tabi olarak emrolunmuş ve bu şekilde tabi olma altında itaatin, hem aynı kuvvette mutlak olduğu gösterilmiş hem de isyan durum- ları bu hükmün dışında bırakılmıştır.69 O halde yöneticinin emrine mutlak itaat, Allah ve Resulü’nün belirlediği normlara aykırı olmadığı sürece söz konusu olabilir. Nitekim bu hususu Hz. Peygamber’den sonra Müslüman- ların yönetimini üstlenen Hulefa-i Raşidîn’in dördüncüsü Hz. Ali şöyle dile getirmiştir: “İmamın, Allah’ın indirdiği ile hükmetmesi ve emanetleri yerine getirmesi vaciptir. O, bunu yaptı mı, yönetilen halkın da onu dinle- yip, itaat etmesi kendilerine vaciptir.”70
Yeminle bağlılık sözü anlamına gelen biat kavramı da Allah’a ve Resu- lü’ne bağlılığı sürdürdükçe imama itaati gerektirir.71 Ulu’l-emre başka bir deyişle devleti yönetenlere itaat dinî bir görev olmakla birlikte onların inançları belirleme, ibadetleri değiştirme ve Allah adına bazı eylem ve dav- ranışları helal veya haram kılma yetkileri söz konusu değildir.
Devlet yöneticileri için geçerli olan bu ilke, dini tam ve doğru olarak anlayıp insanlara anlatma görevi yapmaları itibariyle ulemâ sınıfını oluştu- ran din bilginleri için de geçerlidir.
Yöneticilere itaat konusunda dikkate değer sınırlılıklardan birisi de yö- neticilerin yönetilenler arasından olmasıdır.72 İnananlardan olmayan yöne- ticilere itaat etmek, dinen gerekli kılınmamış olmakla beraber şâyet varsa yapılan anlaşmaya uymak ahde vefanın gereğidir. İnananlardan olmayan yöneticilere itaatin mutlak lüzumlu olmayışı, onlara itaatsızlığı gerekli kıl- mamaktadır.73

4- İtaatin Mahiyeti ve Kapsamı
İtaatin kimlere ve hangi şartlarda olacağı tartışmasının yanında bir de Allah’a itaatin mahiyeti ve neleri kapsadığı konusu İslâm kelâm âlimleri tarafından ele alınmış ve kelam anlayışlarının farklılığına binaen bazı deği- şik yaklaşımlar sergilenmiştir. Bilindiği gibi Allah’a itaat, O’nun emirleri- ne uymak, yasaklarından kaçınmakla gerçekleşir. Mu’tezile kelâmcılarına göre Allah’a itaat etmek, O’nun iradesine bir başka deyişle murat ettiği şeye uymak anlamına gelirken, Ehl-i Sünnet kelamcılarına göre Allah’a itaat, O’nun iradesine yahut murat ettiği şeye değil, emrine uymak demek-


69 Yazır, Hak Dîni Kur’ân Dili, c. II, s. 535.
70 er-Râzî, et-Tefsiru’l-Kebir (Mefâtihu’l-Gayb), V, cüz, c. X, s. 148.
71 Ebi’l-Fidâ İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’âni’l-Azîm, Mektebetü’l- Kayyime, Kahire, 1414/ 1993, c. IV, s. 184; Muhammed Hamidullah, “Hudeybiye Antlaşması” DIA, c. XVIII, İstanbul, 1998, s. 297-299.
72 Âyette geçen “minkum/ sizden” tabiri buna delalet etmektedir. Bkz. Yazır, Hak Dîni Kur’ân Dili, c. II, s. 535.
73 Yazır, Hak Dîni Kur’ân Dili, c. II, s. 535.

tir.74 Birincilere göre Allah, adaleti gereği küfür veya günahları değil yal- nızca iyi fiilleri dilemektedir. Bu anlayış çerçevesinde Mutezile bilginleri, Allah’ın iradesi ile emri arasında herhangi bir fark görmeyerek her ikisini aynı kabul etmektedir. Buna göre Allah’ın emrine itaat etmek O’nun bu emri irade ettiğinin bilinmesi sebebine bağlıdır. Buradan hareketle Allah’ın doğrudan fiilî bir emri olmasa bile yazılı, sözlü veya bunların haricinde herhangi bir şekilde o fiili irade ettiği bilinirse buna uymak Allah’a itaat kapsamına girer. Ehl-i Sünnet kelamcıları ise Mu’tezilî anlayışın tersine Allah’a itaati, O’nun emirlerine uymak biçiminde telakki ederler. Çünkü onlara göre Allah, mutlak kudret sahibi olduğu için mevcut olan her şeyi irade etmektedir. İnsanın kötü fiilleri ise bu iradenin dışında tutulamaz. Allah kötü fiilleri emretmediğine göre Allah’ın iradesi yani muradı ile emri arasında bir fark kaçınılmazdır. Allah’ın iradesiyle emri arasında bir farklı- lık söz konusu olunca Allah’a itaat, O’nun irade ettiklerine değil yalnızca emrettiklerine uymak anlamına gelmektedir.75
İtaatin neleri kapsadığıyla ilgili kelâm ekolleri arasında farklı değerlen- dirmeler de gözden kaçmamaktadır. Sünnî kelamcılardan olan Abdülkâhir el-Bağdadî (ö. 429/1037), itaati başlıca dört kategoride ele alıp bunları;
- iman esaslarını kalben benimsemek,
- söz konusu kabulü bir kez olsun dil ile ikrar etmek,
- farzları yerine getirip günahlardan sakınmak
- nafile ibadetlerde bulunmak ve nafileleri ziyadeleştirmek biçiminde sıralarken, buna karşılık Mu’tezile’nin son büyük temsilcisi Kâdı Abdül- cebbar (ö. 415/1025), vacip ve mendup76 olan bütün fiilleri itaat kapsamına


74 Ebî Mansûr Abdulkâhir b. Tâhir Bağdâdî, Kitâbu Usûlu’d-Din, thk. Licne Türasi’l- Arabî, Beyrut 1401/1981, s. 251, 267; Ebu’l- Feth Muhammed Abdulkerim Şeh- ristânî, el-Milel ve’n- Nihal, thk. Ahmed Fehmi Muhammed, Beyrut trs. c. I, s. 46-47; er-Râzî, et-Tefsiru’l-Kebir (Mefâtihu’l-Gayb), V, cüz, X, 148.
75 Ahmed Kâdı Abdülcebbar, el-Mugnî fi Ebvabi’t-Tevhid ve’l-Adl, thk. Taha Hüseyin vdğr., Kahire trs., c. VI/ 1, s. 39-40; Bağdadî, Usûlu’d-Din, s. 267.
76 Mendûb, Şâri’in yükümlüden kesin olmayan tarzda yapılmasını istediği nesne yahut yapılması üstün ve övgüye değer olmakla birlikte terki hakkında yasak bulunmayan ve dinde devamlı tarzda takip edilmiş bir yol olmayan bir fiil olarak tanımlanabilir. Menduba, nafile, sünnet, tatavvu, müstehab ve ihsan adları da verilir. Nafile namaz kılmak ve sadaka vermek menduba örnek verilebilir. Bkz. Abdulvahhap Hallâf, İslâm Hukuk Felsefesi, (İlm’u Usuli’l-Fıkh), çev. Hüseyin Atay, Ankara 1985, s. 298; Mu- hammed Ebu Zehrâ, İslam Hukuku Metodolojisi, (Fıkıh Usûlü), çev. Abdülkadir Şe- ner, Ankara 1986, s. 40; Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s. 360.

almış, mubah77 çerçevesine girenleri ise dışarıda bırakmıştır.78 Kur’ân’ın Allah’a ve Resulüne itaat emrini göz önüne aldığımızda itaat kapsamına Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirleri de gireceğinden Sünnî kelâmcıların yaklaşımı daha anlamlı gözükmektedir.

5- İtaat - Niyet/Kasıt İlişkisi
İtaat kavramıyla ilişkili olarak kelâmcıların üzerinde tartıştıkları konu- lardan birisi de Allah’a olması gerektiği gibi iman etmeyen ve yaptığı ey- lem ve davranışlarında O’na yakınlaşma amacı gütmeyen bireylerin yap- mış olduğu amellerin itaat kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeye- ceği sorunudur. Mu’tezilî kelâmcılarının büyük bir kısmı, Allah’a itaat amacıyla gerçekleştirilmeyen fiillerin itaat çerçevesinde düşünülemeyece- ği kanaatindedirler. Bunlara göre, kâfirlerin amelleri, özellikle gösteriş ve menfaat için yapılan ibadet ve taatler itaat olarak kabul edilemez. İçlerinde Ebu’l-Huzeyl el-Allaf (ö.226/840)’ın da bulunduğu bir kısım Mu’tezile bilginleri ise Allah’ı tanımayıp iman etmeyen bireyden de itaat çerçevesine girecek fiil ve eylemlerin çıkabileceğini makul bulmuşlardır. Bunlar gaye- den değil, fiilin ya da eylemin mahiyetinden hareketle duruma göre kâfir- den de itaat kapsamına girecek fiillerin ortaya çıkabileceğini belirtmişler- dir. Mu’tezile kelâmcılarının çoğunluğu gibi Ehl-i sünnet kelâmcıları da itaatin geçerliliğini âlemin sonradan yaratılmışlığı ve inanç esaslarının ka- bul edilip benimsenmesi koşuluna bağlamıştır. Buradan hareketle inançlı olmayan bir bireyin itaati sadece Allah’ı tanıma ve bilme noktasında sergi- leyeceği düşünsel ve ilmî çabayla ilişkili olup bunun dışında kalan eylem ve fiilleri itaat kabul edilmemektedir.79 Hüküm yani âhiretteki karşılığı açı- sından görüş birliği ama inanç ve niyet olmaksızın itaat adını alıp alamaya- cağı konusunda ihtilâf vardır.


77 Mübah, Şâri’in yükümlüyü yapma ile yapmama arasında serbest bıraktığı fiildir. Şâri Teâla yükümlünün o fiili yapmasını istemediği gibi ondan uzak durmasını da isteme- miştir. Herhangi bir helal yemeği yemek ya da yememek gibi. Ancak mübahlar bir bütün olarak ele alındığında ya terki matlup, ya da işlenmesi matlup olurlar. Dolayı- sıyla insanın tamamen yeme ve içmeyi terk etmesi, yine kendini tamamen eğlenceye vermesi mübah olmaz. Ebu İshak İbrahim b. Musa b. Muhammed Eş-Şâtıbî, el-Muvâ- fakât fî Usuli’ş-Şeri’a, Kahire trs, c. I, s. 109-110; Abdulvahhap Hallâf, İslâm Hukuk Felsefesi, (İlm’u Usuli’l-Fıkh), s. 302; Ebu Zehrâ, İslam Hukuku Metodolojisi, (Fıkıh Usûlü), s. 45; Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s. 407.
78 Bağdadî, Usûlu’d-Din, s. 268.
79 Ahmed Kâdı Abdülcebbar, el-Mugnî, c. VI/1, s. 40; Ebû’l-Hasan Ali b. İsmail Eş’arî, Makâlâtü’l-İslâmiyyîn ve İhtilâfü’l-Musallîn, thk. Muhammed Muhyiddin Abdulha- mit, Beyrut 1411/ 1990, c. II, s. 115; Bağdadî, Usûlu’d-Din, s. 267.

6- Kur’ân’a göre İtaat Edilmemesi Gerekenler
Dinin asli kaynağı olan Kur’ân’da kendilerine itaat edilmesi emredilen- ler yanında itaat edilmemesi istenen kişi, grup ya da zümrelerden de söz edilmektedir.80 Kendilerine uyulmaması gereken kişi ve grupları taklit et- menin küfre ve şirke yol açabileceği aşikârdır. Nitekim Ahzâb suresi 66 ve
67. âyetler, reislerine ve büyüklerine uyanların pişmanlıklarını ifade et- mekte fakat bu nedametlerinin kendilerine bir yararı olmayacağını vurgu- lamaktadır.
Kur’ân-ı Kerim, burada sayılanlara itaati doğrudan bir inanç meselesi olarak ele almakta ve bu konuda yapılan uyarıyı dikkate almayanların du- rumunu Allah yolundan kopuş olarak değerlendirmektedir.81 Bu gerçeği şu âyet açığa vurmaktadır: “Gerçekten şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkinde bulunurlar. Eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de Allah’a ortak koşanlar olursunuz.”82

Sonuç
İtaat kavramı dini bir kavram olmakla birlikte sosyal hayatın bütün alan- larında oldukça yaygın bir kullanıma sahiptir. Bu kullanım söz konusu kav-


80 Bunları şu şekilde kategorilere ayırmamız mümkündür:
1. İnançsızlar/ Kâfirler ve Münafıklar.
“Kâfirlere ve münafıklara boyun eğme. Onların eziyetlerine aldırma. Allah’a güve- nip dayan, vekîl ve destek olarak Allah yeter.” (Ahzâb, 33/48.)
2. Allah’ın koyduğu sınırları aşanlar.
“Yeryüzünde ıslaha çalışmayıp fesat çıkaran haddi aşmışların emrine itaat etmeyin.

Şuarâ, 26/51-52.( ُحون ْصلِ

ِض َو َل يُ

َو َل تُ ِطيعوا أَ ْم َر ال ُم ْس ِرفِين الَّ ِذين يُ ْف ِس ُدون فِي الَ ْر

) “ Israrlı dire-

nişleri ve inatları yüzünden kalpleri Allah’ı anmaktan alıkonulmuş olanlar, nefsanî
arzu ve isteklerine uyup iş ve eylemlerinde aşırı gidenleri (Kehf 18/28) de bu katego- ride değerlendirebiliriz.
3. Kötü Ahlaklılar ve Günahkârlar.
“Alabildiğine yemin eden, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan laf götürüp getiren, iyiliği hep engelleyen, mütecaviz, günaha dadanmış, kaba ve haşin, bütün bunlardan sonra bir de soysuzlukla damgalanmış bireylerin hiçbirine mal ve oğulla-

rı vardır diye sakın itaat edip boyun eğme. Kalem, 68/10-14. ( ٍن ِهي َم ٍف

َح َّل

ُك َّل

َو َل تُ ِط ْع

َوبَنِي َن

َما ٍل

َذا

َكا َن

أَ ْن

َزنِي ٍم

َذلِ َك

ُعتُ ٍّل بَ ْع َد

ُم ْعتَ ٍد أَثِي ٍم

َمنَّا ٍع لِ ْل َخ ْي ِر

َم َّشا ٍء بِنَ ِمي ٍم

ٍز َّما هَ )” Bu sınıfa hakikati

yalan sayanları da ekleyebiliriz. (Kalem, 68/ 8)
4. Yönetimleri altında bulunan bireyleri Allah yolundan uzaklaştıran gruplar. (Ahzâb, 33/64-68.) Allah’ın emirlerine karşı büyüklenenlere yani müstekbirlere, ruhban sını- fına/ din adamlarına itaatin insanı sorumluluktan kurtarmayacağı, aksine şirke ve il- hada yol açacağı bilinmelidir. Ahzâb suresi 67. âyet, reislerine ve büyüklerine uyan- ların pişmanlıklarını ifade etmekte fakat bu nedametlerinin kendilerine bir yararı ol- mayacağını belirtmektedir.
81 Bkz. Âl-i İmrân, 3/99-104; En’âm, 6/116-117.
82 En’âm, 6/121.

ramı kendi anlam alanlarının dışına çıkarmış ve bu kavram toplumda ta- hakküm aracına döndürülmüştür. Kimlere itaat edileceği açısından Kur’ân-ı Kerim’e bakılınca mutlak itaatin doğrudan doğruya Allah’a ait olduğunu, Peygamber’in, yöneticiler ve din bilginlerinden oluşan ulü’l- emrin dolay- lı bir gayeye yönelik olarak marufla kayıtlı (mutlak değil mukayyet) bir itaate sahip kılındıklarını görmek mümkündür.
Kur’ân’da itaatle ilişkili olarak karşımıza çıkan bir olgu da şudur: Kim ve hangi makamda olursa olsun bilgisizce inkâra ve şirk koşmaya çağıran- lara itaat etmek, boyun eğmek mümkün değildir. Bu tür eylem ve davranış- ta bulunanların emir, istek ve taleplerine rıza gösterip itaat etmek, inkârla eş olarak ahirette cezalandırılmayı gerektiren bir davranıştır.
Yöneticilere itaat edilebilmesi için itaata konu olan emrin ma’ruf/ iyi çerçevesi içinde olması, en azından ma’ruf olarak bilinen eylem ve davra- nışlara aykırı olmaması gerekir. Yöneticilere itaat emri, insanları kutsallaş- tırma, vicdanlar üzerinde baskı kurma ve şiddete başvurma aracı değildir. Bilakis o, insanlara ilahî emirleri duyurup özgür iradesiyle doğruyu bulma- sına yardımcı olmanın bir vasıtası olarak görülmelidir. Allah’ın yarattığı insanı iman etmeye zorlamaması, ona akıl, yapıp etme gücü verip dinî ve dünyevi alanda irade hürriyeti tanıması da bu gerçeği ortaya koymaktadır. Zorlamaya bağlı olarak benimsenen bir inancın değeri olmadığı gibi, mad- di ve adil olmayan dünyevî güce bağlı olarak yapılan itaatin de bir değeri yoktur. Kaba kuvvete dayalı olarak medeniyet kurmak mümkün olmadığı gibi, kuvvete dayalı olarak kurulan sistemler ve medeniyetlerin, kazanılan başarıların da asla kalıcı olmadığına, olamayacağına insanlık tarihi bütün berraklığıyla tanıktır.
Gerçekte Allah’a itaat ise O’nun irade ve murat ettiği şeylere değil, emirlerine uymaktır. Allah’ın emir ve yasaklarına uyanlar hem dünya hem de ahiret mutluluğuna ereceklerdir.

Kaynakça
Abdülbakî, Muhammed Fuad, el-Mu’cemü’l-Müfehres li Elfâzi’l-Kur’â- ni’l-Kerim, İstanbul, 1408/1987.
Ahmed b. Hanbel, Müsned, Beyrut, 1405/ 1985.
Bağdâdî, Ebî Mansûr Abdulkâhir b. Tâhir, Kitâbu Usûlu’d-Din, Thk.
Licne Türasi’l-Arabî, Beyrut, 1401/1981.
Buhari, Ebi Abdillah Muhammed b. İsmail, Sahih-i Buharî, Çağrı Yay., İstanbul, 1413/1992.
Cürcânî, Şerif Ali b. Muhammed, Kitabü’t-Ta’rîfât, Daru’l-Kütübi’l-İl- miyye, Beyrut, 1416/1995.
Cüveynî, Ebu’l-Mealî Abdulmelik, Kitabu’l-İrşad ilâ Kavâtii’l-Edilleti

fî Usuli’l İ’tikâd, thk. Esad Temim, Beyrut, 1413/1992.
Ebu Davud, Süleyman b. Eşab, Sünen, Çağrı Yay., İstanbul, 1413/1992. Ebu Zehrâ, Muhammed İslam Hukuku Metodolojisi, (Fıkıh Usûlü), Çev.
Abdülkadir Şener, Ankara, 1986.
Erdoğan, Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 2005. Eş’arî, Ebû’l-Hasan Ali b. İsmail, Makâlâtü’l-İslâmiyyîn ve İhtilâ-
fü’l-Musallîn, thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamit, Beyrut, 1411/1990.
-------, Kitabü’l-Luma er-Reddi alâ Ehli’z-Zeygi ve’l-Bida’, thk. Ham- mude Garâbe, el-Mektebe el-Ezheriyye li’t-Türâs, Kahire, trs.
Eş-Şâtıbî, Ebu İshak İbrahim b. Musa b. Muhammed, el-Muvâfakât fî Usuli’ş-Şeri’a, Kahire, trs.
Gazalî, Ebû Hamid, el-İktisâd fi’l-i’tikâd, Daru’l- Kütübi’l- İlmiyye, Beyrut, 1409/1988.
Hallâf, Abdulvahhap, İslâm Hukuk Felsefesi, (İlm’u Usuli’l-Fıkh), Çev.
Hüsyin Atay, Ankara, 1985,
Hamidullah, Muhammed “Hudeybiye Antlaşması” TDVİA, İstanbul, 1998, XVIII, ss. 297-299.
İbn Kesir, Ebi’l-Fidâ, Tefsirü’l-Kur’âni’l-Azîm, Mektebetü’l- Kayyime, Kahire, 1414/ 1993.
İbn Mace, Ebi Abdullah b. Yezid el-Kazvanî, Sünen, Çağrı Yay., İstan- bul, 1413/1992.
İbn Manzûr, Muhammed b. Mükerrem, Lisânül-Arap, Daru’s-Sadr, Beyrut, 1410/1990
İsfehanî, Ragıb, Hüseyin b. Muhammed, el-Müfredât fî Garibi’l-Kur’ân, İstanbul, 1986.
Kâdı Abdülcebbar, Ahmed, el-Mugnî fi Ebvabi’t-Tevhid ve’l-Adl, thk.
Taha Hüseyin vdğr., Kahire, trs.
-------, Şerhu’l- Usûli’l-Hamse, Thk. Abdulkerim Osman, Mektebe- tü’l-Vehbe, Kahire, 1416/ 1996.
Müslim, Ebi Hüseyin Müslim b. Haccac, Sahih-i Müslim, Çağrı Yay, İstanbul, 1413/1992.
Râzî, Fahreddin, Kitabu’l-Muhassal Efkâri’l- Mütekaddimîn ve’l-Müte- ahhirîn mine’l- Hukemâi ve’l- Mütekellimîn, Thk. Hüseyin Atay, Kahire, 1411/1991.
-----, Fahreddin, et-Tefsiru’l-Kebir (Mefâtihu’l-Gayb) Daru’l-Fikr, Bey- rut, 1415/1995.
Sâbûnî, Nureddin, el-Bidâye fi usuli’d-din, Thk. Bekir Topaloğlu, Anka- ra, 1995.
Şehristânî, Ebu’l-Feth Muhammed Abdulkerim, el-Milel ve’n-Nihal, Thk. Ahmed Fehmi Muhammed, Beyrut, trs.

Taftazânî, Sa’deddin, Mesud b. Ömer b. Abdillah, Şerhu’l-Akaid (Kelam İlmi ve İslâm Akaidi içinde orijinal metin, Haz. Süleyman Uludağ), İstan- bul, 1991.
Tirmizi, Ebi İsa Muhammed b. İsa b. Sevrâ, Sünen, İstanbul, 1413/1992. Topaloğlu, B. –Çelebi, İ., Kelâm Terimleri Sözlüğü, İSAM, İstanbul,
2010.
Vâkıdî, Muhammed b. Ömer, Kitabü’l- Meğazî, Thk. Marsden Jones, Beyrut, 1966.
Yavuz, Yusuf Şevki, “Kur’ân-ı Kerim’de Dînî Otorite”, Dini Otorite Sempozyumu, İstanbul, 2006.
Yazır, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dîni Kur’ân Dili, Çelik-Şura Yay., İstanbul, trs.
Zemahşerî, Muhammed b. Ömer, Tefsiru’l-Keşşâf an Hakâiki Gavâmi- di’t-Tenzîli ve Uyunu’l-Ekâvîli fî Vucuhi’t-Te’vil, thk. Abdurrazzak el-Meh- dî, Daru’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, 1417/1997.