Makale

Ebû Hayyân’In El-Bahru’L- Muhît Adlı Tefsîr’İnde Mütevâtir Kırâatların Nahiv Yönü


EBÛ HAYYÂN’IN EL-BAHRU’L- MUHÎT ADLI TEFSÎR’İNDE MÜTEVÂTİR KIRÂATLARIN
NAHİV YÖNÜ MUTAWATIR QIRAATS IN TERMS OF NAHW IN ABU HAYYAN’S
TAFSIR TITLED AL-BAHR AL-MUHIT

İBRAHİM ULUDAŞ
DR. ÖĞR. ÜYESİ UŞAK ÜNİVERSİTESİ İSLAMÎ İLİMLER FAK.


ÖZ
Hicrî 7. ve 8. yüzyıllarda hem Endülüs hem de Mısır bölgelerinde önemli dil âlimleri yetişmiştir. İbn Manzûr (ö. 711/1311), İbn Hişâm (ö. 761/1360), İbnü’l-Hâcib (ö. 646/1249), İbn ‘Usfûr (ö.669/1270), İbn Mâlik (ö. 672/1274) bunlardan bazılarıdır. Bu dönemde yetişen, yaşadığı döneme ve daha sonraki asırlara bıraktığı eserlerle ışık tutan âlimlerden biri de Ebû Hayyân
el-Endelûsî (ö. 745/1344)’dir. Ebû Hayyân; birçok sa- hada eserler kaleme almıştır. Bu eserlerden en önemlisi tefsîr alanında te’lif ettiği el-Bahru’l-Muhît’tir. Bu eser; kırâatlar açısından çok zengin bir muhtevaya sahiptir. Ebû Hayyân; bu eserinde genellikle her âyette mevcût olan mütevâtir olsun şâzz olsun bütün kırâat vecihlerini zikretmiştir. Bu kırâat vecihlerini; mütevâtir- şâzz ayırt etmeden sarf ve nahiv gibi yönlerden incelemeye tâbi tutmuştur. Bu makalede; müellifin eserinde mütevâtir kırâatları nahiv yönünden nasıl değerlendirdiği ile ilgili
açıklamalar sunulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Ebû Hayyân, Kur’ân, Kırâat,
Gramer, Nahiv.

ABSTRACT
The hijri 7th and 8th centuries witnessed im- portant linguists in Andu- lusia and Egypt. Some of them were Ibn Manzur (d. 711/1311), Ibn Hisham
(d. 761/1360), Ibn al-Ha- jib (d. 646/1249), Ibn ‘Usfur (d. 669/1270), and Ibn Malik (d. 672/1274). One of those linguists of the time who enlightened his period and the ages to come with his works was Abu Hayyan al-Andalusi (d. 745/1344). He wrote many books in a number of fields. The most im- portant of his works is
al-Bahr al-Muhit in the field of tafsir that has a very rich content in terms of qiraats. Abu Hayyan generally mentioned
all the qiraat aspects ei- ther mutawatir or shazz found in every verse of the Qur’an. He analysed these qıraat aspects de- pendent on inspecting the aspects as sarf and nahw without discriminating mutawatir or shazz. This study will provide expla- nations, regarding how
he assessed mutawatir qiraats in the aspect of nahw in his work.
Keywords: Ebu Hayyan, Quran, Qıraat, Grammer, Nahıv.

Giriş*
I. Ebu Hayyân’ın Hayatı
Asıl ismi Muhammed b. Yûsuf b. Ali b. Yûsuf
b. Hayyân’dır.1 Künyesi Ebû Hayyân2 olup lakabı Esîruddîn’dir.3 Kaynaklarda nesebi hakkında de-


* Bu çalışma; 2014 Yılında Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde verilen “Ebû Hayyân el-En- delûsî’nin el-Bahru’l-Muhît’inde Kırâat Olgusu” adlı doktora çalışmamızın ilgili bölümlerinden üretilmiştir.
1 Muhammed b. Şakir el-Kütübî Fevâtü’l-Vefeyât, (Thk. İhsan Abbas), Dâru Sadr, Beyrut, - ts, c. IV, s. 71; Salâ- huddin Halil b. Aybek es-Safedî, el-Vâfî bi’l-Vefeyât,(t- hk. Helmut Ritter), Dâru’n-Ner Franz Siteiner, Wiesba- den - 1970, c. V, s. 267; Ebû Nasr Tâcuddin Abdulveh- hab b. Ali b. Abdilkâfî es-Sübkî, Tabakâtu’ş-Şâfi’iyye- ti’l-Kubrâ, (thk. Mahmûd Muhammed et-Tanâhî- Ab- dulfettâh Muhammed el-Hulv), Kahire-1964, c. V, s. 276; İbnü’l-Cezerî, Gâyetü’n-Nihâye fî Tabakâtü’l-Kur- râ, (nşr. G. Bergstraesser), Mektebetü’l-Hancî, Mı- sır-1933, c. II, s. 285; Şihâbüddin Ahmed b. Ali İbn Ha- cer el-Askalânî, ed-Dureru’l-Kâmine fî A’yâni’l-Mie- ti’s-Sâmine, Dâru’l-Cîl, Beyrut- ts., c. IV, s. 302; Ebu’l-Mehâsin Cemaleddin Yûsuf b. Tağriberdî el-Ata- bekî İbn Tağriberdî, en-Nucûmu’z-Zâhire fî Mulûki Mısr ve’l-Kahire, Vezaretü’s-Sekâfe ve’l-İrşad, Kahi- re-1963, c. IV, s. 111; Celalüddin Abdurrahman b. Ebî Bekr es-Suyûtî, Buğyetu’l-Vu’ât fî Tabakâti’l-Luğaviy- yîn ve’n-Nuhât (thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim), Kahire-1964, c. I, s. 280; Şemsuddin Muhammed b. Ali ed-Dâvûdî, Tabakâtü’l-Müfessirîn, Dâru’l-Kütübü’l-İl- miyye, Beyrut-ts., c. II, s. 287; Ahmed b. Muhammed el-Makkarî, Nefhu’t-Tîb min Ğusni’l-Endelus er-Ratîb, (thk. İhsan Abbas), Dâru Sadr, Beyrut-1968, c. II, s. 535; Ebu’l-Felah Abdulhay b. Ahmed b. Muhammed b. El-‘İmâd el-Hanbelî, Şezerâtu’z-Zeheb fî Ahbâri men zeheb, Dâru’l-Fikr, Beyrut-ts., c. V, s. 145; Bağdatlı İs- mail Paşa, Hediyyetü’l-Ârifîn Esmâu’l-Müellifîn ve Âsâru’l-Musannifîn, Milli Eğitim Bakanlığı, İstan- bul-1955, c. II, s. 152-153.
2 Ebû Hayyân, el-Bahru’l-Muhît fî’t-Tefsîr, Dâru’l-Fikr, Beyrût-1992, c. IX, s. 518; İbn Tağriberdî, en-Nücûmu’z- Zâhire, c. X, s. 110.
3 Zehebî, Marifetü Kurrâi’l-Kibâr, (Thk. Muhammed Av- vâd Ma’rûf, Şuayb el-Arnavût, Salih Mehdî Abbâs), 1.baskı, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut-1404/1984, c. II, s. 723; Kütübî, a.g.e., c. IV, s. 71; İbn-i Hacer el- Askalânî, a.g.e., c. V, s. 70; el- Makarrî, a.g.e ,c. II, s. 537; Suyûtî,

ğişik rivayetler mevcuttur. Ebû Hayyân kendi ifadesine göre 654/12564 tarihinde, Şevval ayının son zamanlarına doğru Gırnata’da doğmuştur.5 Bazı kaynaklarda Matahşâreş’te6 doğduğu da zikredilir.7 Ebû Hayyân Gır- nata’da doğduğu için bu şehre nisbetle meşhûr olmuştur.8 Vefat etmeden kısa bir süre önce gözlerini kaybeden Ebû Hayyân, 28 Safer 745/11/ 11 Temmuz 1345 yılı Cumartesi günü ikindi vaktinden sonra Kahire’de Bâbu’l-Bahr’ın kenar semtindeki evinde vefat etmiş ve ertesi gün Emevî Câmiî’nde cenaze namazı kılınmış ve Bâbu’n-Nasr’ın dışındaki Sûfîye mezarlığına defnedilmiştir.9
Ebû Hayyân, Kur’ân, Hadis, Arapça gibi ilimleri doğduğu yer olan Gır- nata’da, dönemin hocalarından tahsil etti. Kırâat-ı Seb’a’yı ilk olarak; Ab- dulhak b. Ali b. Abdillah el-Ensârî’den (ö.670/1271), Ebû Ca’fer Ahmed b. Ali b. Muhammed b. Et-Tabbâ’dan (ö.680/1281) ve Ebû Ca’fer Ahmed b. İbrahim b. Ez-Zübeyr’den (ö.708/1308) okudu. Abdulhak b. Ali el- Ensârî’den kıraât-ı seb’a’yı infirad ve indirac10 tarikiyle yirmi kez hatme- derek okudu.11 Ebu’l-Hasan el-Ubbezî (ö.680/1281), İbnü’d-Dâi’ (ö.680/1281), Ebû Ca’fer b. Ez-Zübeyr (ö.708/1308) gibi hocalardan Arap- ça dersleri aldı.12 Ebu’l-İzz el-Harrânî (ö.686/1287), Ebû Zeyd Abdurrah- man er-Rab’î et-Tûnusî, Muhammed b. Tercem (ö.692/1293), İbnu’z-Zü- beyr, Ebû Ali b. Ebi’l-Ahmer, Ebu Ca’fer b. Beşir (ö.675/1276) gibi zama- nın muhaddislerinden Hadis dersleri aldı.13 İlk eğitimini Gırnata’da ta- mamlayan Ebû Hayyân, ilme olan merakının sâikiyle Endülüs bölgesinde-


a.g.e., c. I, s. 121.
4 Ebû Hayyân, el-Bahru’l-Muhît, c. I, s. 10; es-Safedî, el-Vâfî bi’l-Vefeyât, c. V, s. 281; İbnü’l-Cezerî, Gâyetü’n-Nihâye, c. II, s. 285; İbn Hacer el- Askalânî, ed-Dure- ru’l-Kâmine, c. IV, s. 302.
5 es-Safedî, el-Vâfî bi’l-Vefeyât, c. V, s. 281.
6 es-Safedî, A’yânu’l-‘Asr, c. V, s. 328; İbnü’l-‘İmâd, Şezerâtu’z-Zeheb, c. VI, s. 145.
7 Matahşâreş, müstakil bir şehir olmayıp, Gırnata’ya bağlı küçük bir yerleşim yeridir. (es-Safedî, A’yânu’l-‘Asr, c. V, s. 328.)
8 el-Makkarî, Nefhu’t-Tîb, c. II, s. 559.
9 el-Makkarî, a.g.e., c. II, s. 538; İbn Hacer; a.g.e, c. IV, s. 310; Safedî, a.g.e., c. V, s. 281; Suyûtî, a.g.e., c. I, s. 283; Dâvûdî, a.g.e., c. II, s. 290; Subkî, a.g.e., c. VI, s. 33; Hayruddin, Ziriklî, el-A’lâm, 3.baskı, Beyrut-1389/1969, c. VII, s. 152.
10 İnfirad: Kırâat vecihlerini ayrı ayrı okuyarak her rivayet için ayrı hatim indirmeye denir. Buna ifrâd tariki de denir. İndirâc ise; kırâat vecihlerini ve bunlara ait rivay- etleri bir araya getirerek okumaya denir. Buna cem’ de denir. (Nihat Temel, Kırâat ve Tecvîd Istılahları, MÜİF Yayınları, İstanbul-1997, s.74-75.)
11 İbnü’l-Cezerî, Gâyetü’n-Nihâye, c. II, s. 285; el-Makkarî, Nefhu’t-Tîb, c. II, s. 540.
12 Ebû Hayyân, el-Bahru’l-Muhît, c. I, s. 15; İbnü’l-‘İmâd, Şezerâtu’z-Zeheb, c. VI, s. 145.
13 Ebu’l-Mehasin Şemsuddin Muhammed b. Ali el-Huseynî ed-Dımaşkî, Zeylu Tezkire- ti’l-Huffâz li’z-Zehebî, Dımaşk-ts., s.23; el-Makkarî, Nefhu’t-Tîb, c. II, s. 560.

ki ilim merkezlerine bir dizi seyahatlerde bulundu. Buradaki ilim adamla- rından çeşitli dersler okudu. Mâlaka’da, İbn Ebi’l-Ahvas’tan Hicr sûresine kadar kırâat okudu.14 Bununla birlikte Muhammed b. ‘Abbas el-Kurtubî (ö.671/1273)’den Hadis dersleri aldı.15 Belleş16, el-Ceziretü’l-Hadrâ17 ve Cebelu’l-Feth18 gibi yerleşim yerlerini gezerek buradaki muhaddislerden hadis dinledi. O’nun ilme olan aşkı, kendisini Doğu şehirlerindeki ilim adamlarına yöneltti.
Ebû Hayyân’ın Endülüs’ten ayrılıp doğuya göç etmesinin sebepleri ko- nusunda değişik rivâyetler mevcuttur. Suyûtî’nin naklettiğine göre Ebû Hayyân, en-Nudâr adlı te’lifinde, kendisini doğuya gitmeye mecbur eden sebebi şöyle zikreder: “Dönemin Mantık ve Felsefe âlimlerinden biri sultâ- na gelerek şöyle der: ‘Ben yaşlandım ve yakın bir zamanda ölmekten endi- şe ediyorum. Bana, bu ilimleri öğretecek talebeler tahsis etmenizi istiyo- rum, tâ ki benden sonra sizlere faydalı olsunlar.’ Bu öğrenciler içinde yer almam için bana haber gönderildi. Dolgun bir maaş ve standardı yüksek bir hayat vaat ediyorlardı. Fakat ben, bunu arzu etmediğim ve mecbur edil- mekten korktuğum için hicret ettim.”19
Başka bir rivâyete göre Ebû Hayyân, hocası Ebû Ca’fer b. Et-Tabbâ’ ile arasında vuku bulan anlaşmazlıktan dolayı doğuya göç etmiştir. Ebû Hay- yân, öğrencilik yıllarında İbnü’t-Tabbâ’a zaman zaman itirazlarda bulunmuş ve daha sonra onun hakkında el-İlmâ’ fî İfsâdi İcâzeti İbni’t-Tabbâ’ isminde eleştirel bir eser kaleme almıştır. Bu vesileyle hocası ile arası açılmış ve İb- nü’t-Tabbâ konuyu Emir Muhammed b. Nâsır el-Fakîh’e arz ederek ondan yardım talep etmiştir. Emir de Ebû Hayyân’ın yakalanmasını ve cezalandırıl- masını emretmiştir. Bunun üzerine Ebû Hayyân çareyi deniz yoluyla Kuzey Afrika’ya kaçmakta bulmuş ve oradan da doğuya göç etmiştir.20


14 el-Makkarî, Nefhu’t-Tîb, c. II, s. 540.
15 ed-Dımaşkî, Zeylu Tezkireti’l-Huffâz, s. 24.
16 Endülüs’te bir kasabadır. Gırnata’nın güneyinde Mâlaka’nın doğsunda yer alır. Ebû Abdillâh Yakut b. Abdillâh, el-Hamevî, Mu’cemu’l-Buldân, Dâru Sâdır – Dâru Bey- rût, Beyrut 1955, c. I, s. 484.
17 Endülüs’ün önemli şehirlerinden biridir. Bugünkü İspanya topraklarında, Cebelitarık boğazının Akdeniz çıkışında yer alan liman şehridir. el-Hamevî, Mu’cemu’l-Buldân, c. II, s. 136.
18 İspanya’nın güneyinde Cebel-i Târık dağının eteğinde kurulmuş yerleşim yeridir. Târık b. Ziyad’ın 92/711 yılında İber yarımadasına girdiği ve ilk karargâhını kurduğu yerdir. “CebelüTârık” olarak da adlandırılır. Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed, ez-Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nubelâ, Müessesetü’r-Risale, Beyrut-1985, c. XX, s. 372; Mehmet Özdemir, “Cebelitârık” mad., TDV İslam Ansiklopedisi, c. VII, s. 187.
19 Suyûtî, el-Buğye, c. I, s. 281; ed-Dâvûdî, Tabakâtü’l-Müfessirîn, c. II, s. 289; İb- nü’l-‘İmâd, Şezerâtu’z-Zeheb, c. VI, s. 146.
20 İbn Hacer el- Askalânî, ed-Dureru’l-Kâmine, c. IV, s. 304; es-Suyûtî, el-Buğye, c. I,
s. 281; el-Makkarî, Nefhu’t-Tîb, c. II, s. 583.

Ebû Hayyân 679/1280 yılının başlarında Endülüs’ten ayrılarak deniz yoluyla Fas’a geçti. Fas’ta Ebu’l-Kâsım el-Mizyâtî’den ders okudu.21 Fas’ta üç gün22 gibi kısa bir gün kaldıktan sonra Sebte, Bicâye23 ve Tûnus gibi Kuzey Afrika şehirlerini dolaşarak buradaki ilim adamlarıyla görüştü. Bicâye’de Ebû Abdillah el-Kenânî (ö.699/1300), Tûnus’ta Ebû Muham- med Abdulah b. Harun (ö.702/1303) ve Ebû Ya’kûb Yusuf b.İbrahim b.’İtâb’dan hadis dersleri aldı.24 Aynı zamanda Tûnus’ta Ebu’l-Abbas Ah- med b. Ali el-İşbilî (ö.699/1300)’den fıkıh dersleri aldı.25 Ebû Hayyân, Tû- nus’tan sonra Mısır’a geçti ve İskenderiye’de Abdulvehhâb b. Hasan b. el-Furât(ö.687/1288)’tan Hadis, Ali b. Yahya el-Maryûtî (ö.680/1281)’den kırâat okudu.26 Müellifimizin Kahire’ye yerleşmesi hac ibadetini yerine getirmek için çıktığı Hicaz seyahatinden sonradır.27 Bu seyahatinde Mek- ke, Medine, Mina, Ayzâb28, Eyle29, Yenbu30, Kana31 ve Cidde şehirlerini dolaşarak dönemin ilim adamlarıyla görüştü. Mekke’de Ebu’l Huseyn Ali
b. Sâlih el-Huseynî (ö.690/1291), Yûsuf b. İshak et-Taberî ve Ebu’l-Yumn Abdullah b. ‘Asâkir (ö.686/1287) ile görüştü.32 Şam ve Irak’ta dönemin meşhûr âlimlerinden icazet aldı.33
Ebû Hayyân’ın hayatının zikredildiği kitaplarda hangi yılda Mısır’a yer- leştiği ile ilgili herhangi bir bilgiye rastlayamadık. Bununla birlikte İb- nü’l-Hatîb, onun Kahire’de meşhûr nahiv âlimi Bahâuddîn Ebû Nasr b.


21 el-Makkarî, Nefhu’t-Tîb, c. II, s. 563. Dımaşkî, Ebû Hayyân’ın 677/1278’de Endülüs’ten ayrıldığını zikretmektedir. (ed-Dımaşkî, Zeylu Tezkireti’l-Huffâz, s. 24.)
22 el-Makkarî, Nefhu’t-Tîb, c. II, s. 584.
23 Mağrib’te bir sahil şehridir. (el-Hamevî, Mu’cemu’l-Buldân, c. I, s. 339).
24 ed-Dımaşkî, Zeylu Tezkireti’l-Huffâz, s. 26.
25 Ebû Hayyân, el-Bahru’l-Muhît, c. III, s. 583; es-Sübkî, Tabakâtu’ş-Şâfi’iyye, c. IX, s. 278.
26 Ebû Hayyân, el-Bahru’l-Muhît, c. V, s. 396; es-Sübkî, Tabakâtu’ş-Şâfi’iyye, c. IX, s. 278; İbnü’l-Cezerî, Gâyetü’n-Nihâye, c. II, s. 285.
27 el-Makkarî, Nefhu’t-Tîb, c. II, s. 563.
28 Kızıldeniz kıyısında küçük bir liman kasabasıdır. (el-Hamevî, Mu’cemu’l-Buldân, c.
IV, s.171.)
29 Şam ile Hicaz bölgesi arasında Kızıldeniz’e sahili olan bir şehirdir. (el-Hamevî,
Mu’cemu’l-Buldân, c. I, s. 292.)
30 Medine ile Kızıldeniz arasında bulunan ve Radvâ dağına yakın bir yerleşim yeridir. (el-Hamevî, Mu’cemu’l-Buldân, c. V, s. 449-450.)
31 Yemen bölgesinde bir yerleşim yeridir. (el-Hamevî, Mu’cemu’l-Buldân, c. IV, s. 399.)
32 ed-Dımaşkî, Zeylu Tezkireti’l-Huffâz, s. 25; es-Sübkî, Tabakâtu’ş-Şâfi’iyye, c. IX, s. 278; el-Makkarî, Nefhu’t-Tîb, c. II, s. 560.
33 el-Kütübî, Fevâtü’l-Vefeyât, c. IV, s. 72; İbn Tağriberdî, en-Nucûmu’z-Zâhire, c. X, s. 112.

en-Nahhâs34 (ö.698/1299)’tan 688/1289 yılında Sibeveyh’in El-Kitâb’ını okuduğunu ve edebiyat dersleri aldığını bildirmiştir.35 Bu bilgiden hareket- le müellifin altıyüz seksenli yıllarda Mısır’a yerleştiği anlaşılmaktadır. Bu- rada Ebû Tâhir İsmail b. Hibetullah el- Melicî (ö.681/1282)’den kırâat36, Şemsüddin el-İsfahânî’den usûl ve Ebû Muhammed ed-Dimyâtî (ö.705/1305)’den hadis dersleri aldı.37 Ebû Hayyân, bu Dimyât, el-Mahal- le38, el-Cîze39, Munyetu Ebi’l-Husayb40, Dişnâ41, Tuhrumus42, Kûs43, Bilbîs44 gibi yerleşim bölgelerini dolaşarak buradaki meşhûr âlimlerden Kırâat, Hadis ve Arapça dersleri aldı.45 Abdulaziz el-Harrânî (ö.788/1386), İbn Ha- tibi’l-Mizze (ö.687/1288), Gâzî el-Halâvî (ö.690/1291), İbnü’l-Enmâtî (ö. 684/1285) ve el-Vecîh b. el-Burhân gibi âlimlerle; Mu’nise bnt. el-Âdil, Şâmiye bnt. el-Bekrî (ö. 685/1286) ve Zeyneb bnt. Abdillatif el-Bağdâdî gibi kadın hocalardan da dersler okudu.46 Ebû Hayyân, Mısır’da uzun yıllar Bahâuddin İbnu’n-Nehhas’tan nahiv dersleri aldı ve hocasının 698/1299 yılında vefat etmesinden sonra onun yerine ders okutmaya başladı.47 Döne-


34 Ebû ‘Abdillah Bahâuddin Muhammed b. İbrahim b. Muhammed İbnu’n-Nehhâs el- Halebî (ö.698/1299); Nahiv, Edebiyat ve Kırâat âlimi olup kendi döneminin Arap dilindeki en önemli simalarından biridir. Ebû Hayyân’ın hocasıdır. İbnü’l-Cezerî, Gâyetü’n-Nihâye, c. II, s. 46; Suyûtî, el-Buğye, c. I, s. 13; İbnü’l-‘İmâd, Şezerâtu’z-Ze- heb, c. V, s. 442.
35 Ebû Hayyân, el-Bahru’l-Muhît, c. V, s. 396; el-Kütübî, Fevâtü’l-Vefeyât, c. IV, s. 72; Ebû Abdillah Lisânüddin Muhammed b. Abdullah, İbnü’l-Hatib, el-İhâta fî Ahbâri Gırnâta, (thk. Muhammed Abdullah ‘Inân), Mektebetü’l-Hancî, Kahire-1975, c. III, s. 45.
36 es-Safedî, A’yânu’l-‘Asr, c. V, s. 330.
37 İbn Hacer el- Askalânî, ed-Dureru’l-Kâmine, c. IV, s. 304.
38 Kâhire ile Dimyât arasında büyük bir şehirdir. Bkz. el-Hamevî, Mu’cemu’l-Buldân,
c. V, s. 63.
39 Fustât’ın batısında yer alan küçük bir kasabadır. Bkz. el-Hamevî, Mu’cemu’l-Buldân,
c. II, s. 200.
40 Aşağı Mısır bölgesinde Nil nehri sahilinde kurulmuş büyük bir şehirdir. Bkz. el- Hamevî, Mu’cemu’l-Buldân, c. V, s. 218.
41 Yukarı Mısır bölgesinde ve Nil nehrinin doğsunda yer alan küçük bir kasabadır. Bkz. el-Hamevî, Mu’cemu’l-Buldân, c. II, s. 456.
42 Mısır’ın köylerinden biridir. Bkz. el-Hamevî, Mu’cemu’l-Buldân, c. IV, s. 52.
43 Yukarı Mısır bölgesinde yer alan büyük bir şehirdir. Bkz. el-Hamevî, Mu’ce- mu’l-Buldân, c. IV, s. 413.
44 Mısır’ın Fustât şehri ile Şam arasında yer alan ve Fustât’a 10 fersah uzaklıkta yer alan bir şehirdir. Bkz. el-Hamevî, Mu’cemu’l-Buldân, c. I, s. 479.
45 ed-Dımaşkî, Zeylu Tezkireti’l-Huffâz, s.24; el-Makkarî, Nefhu’t-Tîb, c. II, s. 560.
46 es-Safedî, el-Vâfî, c. V, s. 279; es-Sübkî, Tabakâtu’ş-Şâfi’iyye, c. IX, s. 278; İbn Hac- er el- Askalânî, ed-Dureru’l-Kâmine, c. IV, s. 303; el-Makkarî, Nefhu’t-Tîb, c. II, s. 551.
47 Afif Abdurrahman, “et-Tezkiretü li Ebî Hayyân el-Endülüsî”, Mecelletu Mecmai’l-lu-

min siyasîleriyle samimi arkadaşlıklar kurması sebebiyle Kahire’nin deği- şik medreselerinde müderrislik yaptı. 704/1305 yılında el-Câmi’ul- Hakîm’de48 nahiv, 710/1311 yılında da el-Kubbetu’l-Mansûriyye’de tefsir müderrisliğine getirildi. Fâtimî dönemi câmilerinden el-Câmi’u’l-Ak- mer’de49 de kırâat dersleri verdi.50 El-Câmi’u’l-Tûlûnî’de51 tefsir dersleri veren Ebû Hayyân aynı zamanda el-Kubbetu’l-Mansûriyye’ye hadis kür- süsü şeyhliğine atandı. Hayatının sonuna kadar bu vazifelerine devam etti.52 Müderrislik yanında eserlerini yazmakla meşgul oldu ve te’liflerinin çoğu- nu burada kaleme aldı.53

II. Ebu Hayyan’ın Kıraât ile İlgili eserleri
Ebû Hayyân; tefsîr, kırâat, fıkıh, hadîs, edebiyat, dil alanlarında birçok eser kaleme almıştır. Fakat makalenin konusu kırâat ile ilgili olduğu için sadece kırâat ile ilgili eserleri hakkında kısa bilgiler verilecektir.

1) ‘İkdu’l-Leâlî fi’l-Kırâati’s-Seb’i’l-Avâlî:
Ebû Hayyân’ın mütevâtir yedi kırâatla ilgili telif ettiği manzûm eseridir. El-Bahru’l-Muhît’inde bu eserinden bahseden müellif ondan nakillerde bulunur.54 Kasîdetü’l-Lâmiyye55 olarak da bilinen bu eser Ebû Muhammed Kâsım b. Şâtibî (ö.590/1194)’nin eş-Şâtibiyye adıyla maruf Hırzu’l-Emânî ve vechu’t-Tehânî kasidesiyle aynı vezinde olduğu zikredilmektedir.56


gati’l-Arabiyye bi Dımaşk, c. 53/I, Şam-1978, s. 59.
48 Kâhire’de Fâtimî dönemi câmilerinden olup Halife el-‘Aziz Billah tarafından 380/990 yılında yapımına başlanmış ve oğlu el- Hakim bi Emrillah döneminde 403/1013 senesinde tamamlanmıştır. Bu sebeple el-Hakîm’e nisbetle anılmıştır. Bkz. Takiyüddin Ebu’l-‘Abbas Ahmed b. Ali el-Makrîzî, el-Mevâ’iz ve’l-İ’tibâr bi Zikri’l-Hitati ve’l-Âsâr, Dâru Sâdır, Beyrut-ts., c. II, s. 277.
49 Halife Ebû Ali el-Mansûr zamanında vezir Me’mûn el-Batâihî tarafından 519/1125 yılında yaptırılmıştır. el- Makrizî, a.g.e., c. II, s. 290; Semavî Eyice, “Akmer Câmii” mad., TDV İslam Ansiklopedisi, c. II, s. 282.
50 Ebû Hayyân, el-Bahru’l-Muhît, I, 10; el-Makkarî, Nefhu’t-Tîb, c. II, s. 559; es-Safedî,
el-Vâfî, c. V, s. 268; ed-Dâvûdî, Tabakâtü’l-Müfessirîn, c. II, s. 290.
51 Miladi IX. Asırda Mısır ve Suriye’ye hâkim olan Türk-İslam devletlerinden Tol- unoğulları’nın kurucusu olan Ahmed b. Tolun (ö.270/884) tarafından 265/879 yılında yaptırılmıştır. Câmi Kahire’ye yakın, Fustât’ın kuzeydoğusunda kurulan el-Katâi’ denilen yerleşim yerindedir. Bkz. El- Makrizî, a.g.e., c. II, s. 265.
52 ed-Dımaşkî, Zeylu Tezkireti’l-Huffâz, s. 24.
53 Ebû Hayyân, el-Bahru’l-Muhît, I, 11; İbnü’l-Cezerî, Gâyetü’n-Nihâye, c. II, s. 285.
54 Ebû Hayyân, el-Bahru’l-Muhît, I, 97; c. III, s. 329.
55 İbnu’l-Cezerî, Ğâyetü’n-Nihâye, c. II, s. 286.
56 es-Suyûtî, el-Buğye, c. I, s. 282; ed-Dâvûdî, Tabakâtu’l-Müfessirîn, c. II, s. 290; İb- nu’l-‘İmâd, Şezerâtu’z-Zeheb, c. VI, s. 147.

Kaynaklarda bu ünvanla57 birlikte İkdü’l-Leâlî fi’l-Kırâat58 veya kısaca İkdü’l-Leâlî59 olarak da zikredilmektedir.60

2) el-Mevridu’l-Ğamr fî Kırâati Ebî ‘Amr:
Müellifin Ebû ‘Amr b. el-‘Alâ el-Basrî (ö.154/771)’nin kırâatı ile ilgili kaleme aldığı eseridir. Kaynaklarda eser hakkında bilgi bulunmamakla bir- likte; bu adla61 beraber sadece el-Mevridü’l-Ğamr”62 olarak da geçmekte- dir.

3) el-Muznu’l-Hâmir fî Kırâati İbn ‘Âmir:
Ebû Hayyân’ın Abdullah b. ‘Âmir el-Yahsubî eş-Şâmî (ö.118/736)’nin kırâatı hakkında kaleme aldığı eseridir. Eser kaynaklarda bu adla birlikte63 el-Muznu’l-Ğâmir fî Kırâati İbn ‘Âmir64 ve kısaca el-Muznu’l- Ğâmir65 şeklinde geçmektedir.

4) el-Esîr fî Kırâati İbn Kesîr:
Müellifin Ebû Muhammed Abdullah b. Kesîr el-Kinânî (ö.120/738)’nin kırâatı ile ilgili telif ettiği eseridir. Eser kaynaklarda bu ismin yanında66 sa- dece Nektu’l-Himyân’da Kitabu’l-Esîr fî Kırâati İbn Kesîr67 olarak zikre- dilmektedir.

5) el-Hulelu’l-Hâliye fî Esânîdi’l-Kırâati’l-‘Âliye:
Müellif; bu kitabı eserin isminden anlaşıldığına göre; Mütevâtir kırâat- ların senetleri hakkında kaleme almıştır. Bu eser hakkında kaynaklarda fazla bilgi bulunmamaktadır.


57 İsmail Paşa, a.g.e., c. II, s. 153; Kehhâle, Mu’cemu’l-Müellifîn, c. XII, s. 130.
58 es-Suyûtî a.g.e., c. I, s. 282; ed-Dâvûdî a.g.e., c. II, s. 290.
59 el-Kutubî, a.g.e., c. IV, s. 78; es-Safedî, a.g.e., c. V, s. 280; es-Sübkî, a.g.e., c. IX, s. 279; İbn Hacer, a.g.e., c. IV, s. 304; el-Makkârî, a.g.e., c. II, s. 552.
60 Bu eserin edisyon-kritiği Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Ali Can Dağdeviren tarafından yapılmış ve 2011 yılında Dâru’n-Nîl tarafından basılmıştır.
61 el-Kutubî, a.g.e., c. IV, s. 78; es-Safedî, a.g.e., c. V, s. 280; el- Makkârî, a.g.e., c. II,
s. 552; İsmail Paşa, Hediyyetü’l-Ârifîn, c. II, s. 153.
62 İbn Hacer, ed-Dureru’l-Kâmine, c. IV, s. 304.
63 es-Safedî, a.g.e., c. V, s. 280; İsmail Paşa, Hediyyetü’l-Ârifîn, c. II, s. 153.
64 el-Kutubî, a.g.e., c. IV, s. 78; el- Makkârî, a.g.e., c. II, s. 552.
65 İbn Hacer, ed-Dureru’l-Kâmine, c. IV, s. 304.
66 es-Safedî, a.g.e., c. V, s. 280; İsmail Paşa, Hediyyetü’l-Ârifîn, c. II, s. 152 ; el-Kutubî,
a.g.e., c. IV, s. 78.
67 es-Safedî, Nektu’l-Himyân fî Nuketi’l-‘Umyân, el-Matbaatu’l-Cemâliyye, Kahire 1911, s. 283.

Kaynaklarda bu isimle68 birlikte el-Hulalu’l-Hâliye fî Esânîdi’l-Kur’â- ni’l-‘Âliye69 veya el-Hulalu’l-Hâliye70 şeklinde zikredilmektedir.

6) er-Ravdu’l-Bâsim fî Kırâati ‘Âsım:
Yedi kırâat imamından biri olan Ebû Bekir ‘Âsım b. Ebi’n-Nucûd el- Kûfî (ö.127/745)’nin kırâatı hakkında müellifin kaleme aldığı bir eserdir.
Kaynaklarda eser bu isimle71 birlikte kısaca er-Ravdu’l-Bâsim72 şeklin- de geçmektedir.

7) en-Neyyiru’l-Celiy fî Kırâati Zeyd b. ‘Ali:
Ebû Hayyân’ın Ebu’l-Kâsım Zeyd b. ‘Ali b. Ahmed el-‘İclî el-Kûfî (ö.358/969)’nin kırâatı hakkında telif ettiği eserdir.
Eser, kaynaklarda bu isimle73 birlikte el-Birru’l-Celiy fî Kırâati Zeyd b.
Ali74 veya kısaca en-Neyyirü’l-Celiy75 şeklinde geçmektedir.

8) Ğâyetu’l-Matlûb fî Kırâati Ya’kûb:
Mütevatir kırâat imamlarından Ebû Muhammed Ya’kûb b. İshak el-Had- ramî el-Basrî’nin (ö.205/820) kırâatı hakkında Ebû Hayyân’ın telif ettiği eserdir. Safedî ve İbnü’l-Cezerî, bu kitabın kasîde tarzında yazılmış man- zûm bir eser olduğunu belirtir.76 Kaynaklarda bu adla77 beraber sadece Ğâ- yetü’l-Matlûb78 şeklinde de zikredilmektedir.

9) er-Ramze fî Kırâati Hamza:
Mütevâtir kırâat imamından biri olan Hamza b. Habîb ez-Zeyyât el-Kûfî (ö.156/773)’nin kırâatı ile ilgili Ebû Hayyân’ın kaleme aldığı eserdir.


68 İbnu’l-‘İmâd, Şezerâtu’z-Zeheb, c. VI, s. 147; İsmail Paşa, a.g.e., c. II, s. 153.
69 el-Kutubî, a.g.e., c. IV, s. 78-79; es-Safedî, a.g.e., c. V, s. 280; es-Suyûtî, el-Buğye, c.
I, s. 282; ed-Dâvûdî, a.g.e., c. II, s. 290; el- Makkârî, a.g.e., c. II, s. 552.
70 İbn Hacer, a.g.e., c. IV, s. 305.
71 Safedî, a.g.e., c. V, s. 280; a.m.; el- Makkârî, a.g.e., c. II, s. 552; İsmail Paşa, a.g.e.,
c. II, s. 153.
72 İbn Hacer, a.g.e., c. IV, s. 304.
73 el-Kutubî, a.g.e., c. IV, s. 78; Safedî, a.g.e., c. V, s. 280; a.m.; Nektu’l-Himyân, s.283; el- Makkârî, a.g.e., c. II, s. 552.
74 İsmail Paşa, a.g.e., c. II, s. 153.
75 İbn Hacer, a.g.e., c. IV, s. 304.
76 Safedî, a.g.e., c. V, s. 280; a.m.; Nektu’l-Himyân, s.283; İbnu’l-Cezerî, Ğâyetü’n-Ni- hâye, c. II, s. 286.
77 el- Makkârî, a.g.e., c. II, s. 552; İsmail Paşa, a.g.e., c. II, s. 153.
78 İbn Hacer, a.g.e., c. IV, s. 304.

Eser kaynaklarda bu isimle 79birlikte kısaca er-Ramze80 şeklinde geçmekte- dir.

10) Takrîbu’n-Nâî fî Kırâati’l-Kisâî:
Meşhûr kırâat imamlarından biri olan Ebu’l-Hasan Ali b. Hamza el- Kisâî (ö.189/805)’nin kırâatı hakkında Ebû Hayyân’ın telif ettiği eserdir. Eser, kaynaklarda bu adla beraber81 kısaca Takrîbu’n-Nâî82 şeklinde zikre- dilmektedir.

11) en-Nâfi’ fî Kırâati Nâfi’:
Medine kurrâsı ve meşhûr yedi imamdan biri olan Ebû Abdirrahman Nâfi’ b. Ebî Nu’aym el-Leysîb (ö.169/785)’nin kırâatı ile ilgili müellifin kaleme aldığı eserdir. Kaynaklarda bu adla birlikte83 el-MeNâfi’ fî Kırâati Nâfi84 ve kısaca en-Nâfi85 şeklinde zikredilmektedir.

12) Nuketu’l-Emâlî:
Ebû Hayyân’ın, Safedî’ye verdiği icâzetinde zikrettiği bu eserin konusu hakkında tam bir bilgiye sahip olmamakla birlikte; müellif bu kitabını kırâat ile ilgili eserleri arasında zikretmektedir. Dolayısıyla bu eserin kırâatla ilgili olduğunu tahmin ediyoruz.86

III. Ebu Hayyan’ın Tefsirinde Kırâat Farklılıkları
Ebû Hayyân’ın tefsîrini incelediğinizde göze çarpan en önemli özellik; kırâat vecihlerine bolca yer vermesidir. Bu özellik; tefsirin hacminin epey- ce genişlemesine vesile olmuştur. Fakat bu tefsirin değerini azaltmamış; aksine daha da önemli kılmıştır. Çünkü kırâatları, bu derecede geniş kap- samlı ve ansiklopedik mâhiyette inceleyen çok az tefsîr kaleme alınmıştır. Bu başlık altında, nahiv yönünden müellifin sahih kırâatları nasıl değerlen- dirdiği, diğer kırâat ve tefsir kaynaklarından yararlanılarak işlenecektir. Aşağıda işlenecek olan başlıklarda, sahih kırâatların hepsini değerlendir-


79 Safedî, A’yânu’l-‘Asr, c. V, s. 346; el- Makkârî, a.g.e., c. II, s. 552; İsmail Paşa, a.g.e.,
c. II, s. 153.
80 İbn Hacer, a.g.e., c. IV, s. 304.
81 Safedî, el-Vâfî, c. V, s. 280; el- Makkârî, a.g.e., c. II, s. 552; İsmail Paşa, a.g.e., c. II, s. 152.
82 İbn Hacer, a.g.e., c. IV, s. 304.
83 Safedî, el-Vâfî, c. V, s. 280; a.m., A’yânu’l-‘Asr, c. V, s. 346; el- Makkârî, a.g.e., c. II, s. 552.
84 İsmail Paşa, a.g.e., c. II, s. 152.
85 İbn Hacer, a.g.e., c. IV, s. 304.
86 Safedî, a.g.e., c. V, s. 280; el- Makkârî, a.g.e., c. II, s. 552.

mek, çalışmanın hacmini genişleteceği için tercih edilmeyip, daha çok mâ- naya etki eden ve okuyucuya faydalı olacağı düşünülen sahih kırâatları müellifin nasıl değerlendirdiği üzerinde durulacaktır.

1. İsimlerin ve Zarfların Nasb, Cerr ve Ref’ Okunuşları

Bakara sûresi 37. âyette geçen َمات َكلِ

kelimesini merfu’ (ــــُــــ), أدم lafzını

nasb (ــــَـــ) ile okuyan kırâata87 göre anlam “Âdem’e, Allah’tan bazı keli- meler geldi.” şeklinde olur. Çoğunluk imamların okuyuşuna göre mâna
“Âdem, Rabbinden birtakım kelimeler (tevbe duaları) öğrendi ve onlarla Rabbine tevbe etti.” şeklindedir.88

َكلِ َمات

kelimesinin merfu’ (ــــُــــ) okunmasının kanıtı; الظالمين ِدي ْه َع

ال يَنال

(benim verdiğim söz zalimleri kapsamaz.)89 âyetini; İbn Mes’ûd’un يَنال ال

َع ْه ِدي الظالمون

(zâlimler ahdime ulaşamaz.) şeklindeki kırâatıdır.90 Aynı za-

manda Arapların aynı anlama gelen تَلقَّيت ًدا ْي َز

(Zeyd ile karşılaştığımda)

َز ْي ٌد

تَلَقَّني (Zeyd de benimle karşılaşmış oldu.) sözlerinde olduğu gibi-

dir. َمات َكلِ 91 şeklinde merfu’ (ــــُــــ) okunması halinde anlam “ Âdem (a.s.)’a Rabbinden bazı kelimeler geldi.” şeklinde olur.92 أدم lafzını merfu’ (ــــُــــ),

َكلِ َمات

kelimesini mansûb okuyanlara göre mâna “ Âdem Rabbinden birta-

kım kelimeler aldı, kabul etti, bunun üzerine kelimeler de kabul edilmiş oldu.”93 şeklinde olur. Buradan da anlaşılacağı üzere “bazı kelimeler” mef’ûl, “ Hz. Âdem” fâildir. Cumhurun kırâatı da böyledir. Ebû Ubeyde ve başka kârîler de bu kırâatı tercih etmişlerdir.94 Sonuç olarak; sahih iki


87 İbn Kesîr’in kırâatıdır. Ahmet b. Muhammed b. Abdi’l-ğani, Dimyâtî, İthâfu Fuda- lai’l-Beşer fi’l-Kırâati’l-Erbea Aşer, Matbaa-i Amire, İstanbul 1285/1865, s. 163; eş- Şeyh Hamid b. Abdilfettâh Palûvî, (ö.1173/1754), Zübdetü’l-İrfân, Hilal Yay., Arif Efendi Matbaası, İstanbul- 1312/1893, s. 123.
88 ed-Dimyâtî, İthâf, s. 163; Pâlûvî, Zübdetü’l-İrfân, s. 23.
89 Bakara 2/124.
90 Ebû Abdillâh Muhammed b. Ömer b. Hüseyin el-Kurayşî, Razi, et-Teymî, Tefsîr-i Kebîr (Mefâtihu’l-Ğayb), Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-‘Arabi, Beyrut-ts., c. III, s. 19.
91 Abdurrahman b. Muhammed b. Zencele, Ebû Zür’a, Hüccetü’l-Kırâat, (thk. Said el- Efğânî), Müessesetü’r-Risâle, II. Baskı, Beyrut-1399/1979, s. 94.

92 Ebû Hayyân; bunu şu Arapça ibare ile izah etmiştir. “ َكلِمات

(Âdem’e “ فَ َجاءت آد َم من ربه

Rabbinden bazı kelimeler geldi.) Ebû Hayyân, a.g.e., c. I, s. 267; Râzî, a.g.e., c. III,
s. 19; Muhammed b. Ahmed, Kurtubî; el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, Mısır-1966, 3. baskı, c. I, s. 323; Kâdî Nâsiruddîn Ömer, Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl,
2. Baskı, Beyrut-2004, c. I, s. 59-60; Ebu’l-Fidâ’ İsmail, İbn Kesîr, Tefsîru’l- Kur’âni’l-Azîm, Mısır-ts., c. I, s. 81.
93 Ebû Zür’a, a.g.e., s. 95; Mekkî, Ebû Muhammed b. Ebî Talib Hemmuş el-Kaysî, Kitâbu’l-Keşf an Vücûhi’l-Kırâati’s-Seb’ ve İleliha ve Hiceciha, (thk. Dr. Muhyiddin Ramazan), Müessesetü’r-Risale, IV. Baskı, Beyrut- 1407/1987, c. I, s. 237.
94 Ebû Ubeyde, M’amer b. Müsenna et-Teymî, Mecâzu’l-Kur’ân, (t’alik ve thk. Sezgin Fuat), Müessesetü’r-Risâle, II. Baskı, Beyrut-1401-1981, c. I, s. 38; Mekkî, a.g.e., c.

kırâatın birbirini olumsuzlamadığı; anlamın genel ruhunun korunduğu söy- lenebilir.

Bakara sûresi 240. âyette geçen ِصيَّةً

َو lafzını Nâfi, İbn Kesîr, Kisâî ve

Ebû Bekir rivâyetiyle Asım, ِصيَّةٌ

َو şeklinde merfu’ (ــــٌـــ) olarak okurken95,

diğer kırâat imamları nasb (ــــًـــ) ile okumuşlardır.96 Söz konusu kelimeyi, merfu’ (ــــٌـــ) olarak okuyanların delili şunlardır:

ِصيَّةٌ1.

َو kelimesi mübteda, ِهم ألزواج ifadesi ise haberdir. Nekre bir kelime-

nin mübteda olması uygundur. Zikredilen ifade aynen, “َن ْي بَ َخير

َعلَيكم َو

َسالم

ْم ُك ْي َد يَ “ (size selam olsun ve iyilik hep sizin önünüzde olsun.) ibaresinde olduğu gibidir.97

َوصيةٌ ألزواجهم Allah’ın 2.

ifadesinin mübteda olması; kendisine de bir

haberin takdir edilmesidir. Dolayısıyla takdir; ألزواجهم َوصيةٌ

َعليهم فَ (Onlara,

eşleri için vasiyet etmeleri vaciptir.) şeklinde olur.98 Yapılan bu takdire

benzer başka şu örnek verilebilir: أيام ثَالثة ِصيام oruç tutmak gerekir.)100

فَ 99(o takdirde size üç gün

3. Yine aynı şekilde âyetin takdiri وصيَّةٌ عليكم َب

ُكتِ

(size vasiyet farz kılın-

dı.) şeklinde olabilir. Bu takdirler; müfessirler tarafından beğenilmektedir.101
Nasb ile (ــــًــ) okunmasının hücceti ise şunlardır:

1. Âyetin takdirinin ِصيَّةً sıdır.102

َو ْليوصوا فَ (Bir vasiyet yapsınlar.) şeklinde olma-

2. Aynı şekilde takdiri, ِصيَّةً

َو َن ْو َوفَّ يُتَ الَّذين َم َز ْل أَ (Allah, ölen erkeklere, vasi-

yet etmelerini gerekli kıldı.) şeklinde olur.103
Nisâ sûresi 3. âyette geçen فَواحدةً kelimesi cumhurca bu şekilde nasb
(ــــًـــ) ile okunurken,104 haberi mahzûf (düşmüş) mübteda olarak merf u’105


I, s. 237-238.
95 Ebû Ca’fer, Ya’kûb, Halef, İbn Muhaysin ve el-Mutavveî de bu şekilde okumuştur. Dimyâtî, a.g.e., s. 190; Pâlûvî, a.g.e., s. 36.
96 Ebû Hayyân, a.g.e., c. II, s. 553; Râzî, a.g.e. , c. VI, s. 157.
97 Dimyâtî, a.g.e., s. 190.
98 Ebû Ali Hasan b. Abdulğaffâr Fârisî, el-Hüccetü li’l-Kurrâi’s-Seb’a (thk. Bedrüddin Kahveci, Beşir Cuycâtî), I. Baskı, Dimeşk- 1404/1984, c. II, s. 341-342; Mekkî, a.g.e., c. I, s. 299; Ebû Hayyân, a.g.e., aynı yer.
99 Bakara 2/196.
100 Fârisî, a.g.e., c. II, s. 341-342; Mekkî, a.g.e., c. I, s. 299.
101 Cârullah Mahmûd b.Ömer, Zemahşerî; el-Keşşâf an Hakâiki’t-Tenzîl ve ‘Uyûni’l- Ekâvîl fî Vücûhi’t-Te’vîl (thk. Yûsuf Hammâdî), Mektebetü Mısır, ts., c. I, s. 261; Râzî, a.g.e., c. VI, s. 157; Beydavî, a.g.e., c. I, s. 134; Ebû Hayyân, a.g.e., c. II, s. 553.
102 Mekkî, a.g.e., c. I, s. 299; Râzî, a.g.e., c. VI, s. 157; Ebû Hayyân, a.g.e., c. II, s. 553.
103 Râzî, a.g.e., c. VI, s. 157; Ebû Hayyân, a.g.e., II, 553.
104 Dimyâtî, a.g.e., s.221; Pâlûvî, a.g.e., s. 45.
105 Bu, Ebû Ca’fer’in kırâatıdır. Nisâ 11’de İmâm-ı Nâfi de Ebû Ca’fer’e katılır. Dimyâtî, a.g.e., s .221; Pâlûvî, a.g.e., s. 45. Hasan el-Basrî, el-Cehderî ve İbn Hürmüz de böyle okumuştur. Ebû Hayyân, a.g.e., c. III, s. 507.

(ــــٌـــ) şeklinde de okunmuştur. Bu kırâata göre takdir: كافِيَةٌ فَواحدةٌ (öyleyse bir tanesi yeter) şeklinde olur.106 Adı geçen lafız fetha ile (ــــَــــ) okunduğun- da anlam, “ o halde bir tane ile iktifa edin veya bir kadını tercih edin, birden fazla kadınla evlenmeyi terk edin…” şeklinde olurken; merfu’ (ــــُــــ) ola- rak okunduğunda mâna,” o takdirde bir tanesi yeter, veya size hür bir kadın yahut sahip olduğunuz câriyeler yeter..” biçiminde gerçekleşir.107 Görüldü- ğü üzere iki anlam da birbirine yakındır.
Nisâ sûresi 29. âyette َجارةً تِ kelimesini, Asım, Hamza ve Kisâî fetha ile108 (ــــَــــ) ile; diğer imamlar ise merfu’ (ــــُــــ) olarak okumuşlardır.109 Ebû Hay- yân’a göre; Bu kelimeyi fetha ile (ــــَــــ) okuyanlar, كان fiilini nakıs olarak

kabul etmişler ve buna göre âyetin takdiri منكم َراض تَ َعن

إال أن تَ ُكون التِّجارةُ تِ َجارةً

(… o ticaret, ancak aranızda rıza olacak bir ticarettir.) şeklinde olur. Merfu’ okuyanlar ise; كان fiilini tam kabul ederek meydana gelmek anlamında kullanmışlardır.110
Mâide Sûresi 119. âyette geçen يَوم kelimesini kırâat imamlarının çoğun- luğu merfu’ (ــــُــــ) , İmâm-ı Nâfi ise fetha ile (ــــَــــ)111 zarf şeklinde oku- muştur.112 Adı geçen kelimeyi fetha ile (ــــَــــ) okuyana göre bu lafız قال fii-
linin zarfı konumundadır. O halde takdir şöyledir: ُع ينفَ يوم لِعيسي القَول هذا هللاُ قال
(Allah bu sözü İsa’ya… fayda verdiği gün söyledi…)113 Ferra ise konuyla ilgili olarak şöyle demektedir: “İsim olmayan bir kelimeye izafe edilen يَوم kelimesi, ٍذ يومئِ kelimesinde olduğu gibi fetha üzere mebni olur.”114 Fakat Ebû Hayyân, bu görüşe Basralıların katılmadığını, çünkü onlara göre zarf, ancak mebnî kelimeye izâfe edildiğinde mebnî olacağı görüşünü taşımak-


106 Abdülhak b. Ğâlib İbn Atıyye, El-Muharraru’l-Vecîz fî Tefsîri’l-Kitâbi’l-Aziz, Fas – 1979-1991, c. IV, s. 16; Râzî, a.g.e. , c. IX, s. 176; Ebû Hayyân, a.g.e., c. III, s. 507. 107 Muhammed b. Cerîr Taberi, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, Mısır-1968, 3. Baskı c. IV, s. 238; Zemahşerî, a.g.e., c. I, s. 410; İbn Atıyye, a.g.e., c. IV, s. 16; Râzî,
a.g.e., c. IX, s. 176; Beydavî, a.g.e., c. I, s. 204; Ebû Hayyân, a.g.e., c. III, s. 507; Muhammed Kahire b. Muhammed Ebu’s-Suûd, İrşâdü’l-Akli’-Selim ilâ Mezâye’l- Kitâbi’l-Kerîm, ts., c. I, s. 142; Elmalılı Hamdi, Yazır, Hak Dîni Kur’ân Dili (sdlş.:İs- mail Karaçam, Emin Işık, Nurettin Bolelli, Abdullah Yücel), İstanbul- ts., c. II, s. 1281.
108 Halef, Hasan el-Basrî ve el-A’meş de aynı şekilde okumuşlardır. Dimyâtî, a.g.e., s. 221.
109 Ebû Hayyân, a.g.e., c. III, s. 611; Dimyâtî, a.g.e., s.221; Pâlûvî, a.g.e., 47.
110 Ebû Hayyân, a.g.e., c. III, s. 611; Râzî, a.g.e., c. IX, s. 176.
111 İbn Muhaysin de İmam-ı Nâfi gibi okumuştur. Dimyâtî, a.g.e., s. 243.
112 Ebû Hayyân, a.g.e., c. IV, s. 421; Dimyâtî, a.g.e., s.243; Pâlûvî, a.g.e., 53.
113 Mehmet Adıgüzel; Kırâatlar Açısından Fahruddin Râzî ve Tefsîr-i Kebîri (Basıl- mamış Doktora Tezi), Erzurum Atatürk Üniversitesi S.B.E., Erzurum-1998, s. 205.
114 Ebû Zekeriyya Yahya b. Ziyad, Ferrâ, Me’âni’l-Kur’ân, Âlemü’l-Kütüb, II. Baskı, Beyrut- 1371/1980, c. I, s. 326-327.

tadırlar.115 Merfu’ (ــــُــــ) okuyuş hakkında Zeccâc ise şöyle demiştir:” Bu ifadenin takdiri, منفَعةالصادقين يوم اليوم هذا (Bu gün, güvenilir (doğru) kimse- lerin yararlandığı gündür.”116 Ebû Zür’a da bu konuda Zeccâc ile aynı fikri

paylaşmaktadır. Yâni هذا kelimesi mübteda;

ُع ْنفَ يَ يوم cümlesi ise, bunun ha-

beridir.117 Sonuç olarak; âlimler kırâatları nahiv yönünden ele alarak açık- lamaya çalışmışlar ve farklı vecihlere göre çeşitli takdirlerde bulunarak âyetlere farklı anlamlar vermişlerdir.

En’âm sûresi 32. âyette األخرةُ لَلدار و ifadesini İbn Âmir, َدار

kelimesini

األخرةُ lafzına muzâf kılarak birinci ibtida lâmını (ل) hazfedip bir lâm(ل) ile118 األخرة َدار لَ وşeklinde; diğer imamlar ise, األخرةُ kelimesini sıfat yaparak- biri lâmü’l-ibtida, diğeri lâmü’l-ta’rif olmak üzere iki lâm ile- األخرةُ لَلدار و şek- linde okumuşlardır.119 Bu ifadeyi, األخرة َدار لَ و şeklinde okuyan İbn Âmir’in delili; Yûsuf sûresi 109. âyette bütün imamların ittifaken tek lâm(ل) ile

okudukları ...َخير

األخرة َدار لَ و ifadesidir. Şöyle ki; األخرةُ lafzı, لَلدار و kelime-

sine sıfat değil, bunun muzafun ileyhi olarak esre ile (ـــِــــ) okunmuştur. Buna göre Basra ulemâsının da söylediği gibi, Allah,األخرةُ kelimesini, دار kelimesine sıfat yapmammış, daha önceki âyette geçen الساعة (Kıyamet) kelimesine sıfat yapmıştır.120 O zaman anlam, األخرة الساعة َدار لَ و (son saatin yurdu) şeklinde olabilir.121 Dolayısıyla Ankebut sûresi 36. âyetinde geçen َر األخ اليوم وارجوا cümlesindeki اليوم kelimesi, َر األخ kelimesiyle vasıflandığı gibi, yukarıdaki âyette takdir edilen الساعة kelimesi de, األخرة kelimesiyle
vasıflanmıştır.122
Çoğunluk imamların okuduğu األخرةُ لَلدار و ifadesine hüccet ise; الدار و
...خير األخرةُ (Âhiret yurdu daha hayırlıdır.)123 âyetidir. Adı geçen kırâata göre “âhiret” kelimesinin, “dâr” kelimesine sıfat olması gerekir.124
En’âm sûresi 94. âyette geçen بينَكم kelimesindeki nûn (ن) harfini Nâfi’, Hafs ve Kisâî125 fetha ile (ــــَــــ) okurken, diğer imamlar merfu’ (ــــُــــ) ola- rak okumuştur.126


115 Ebû Hayyân, a.g.e., c. IV, s. 421.
116 Ebû İshâk İbrahim b. es-Serî, Zeccâc Me’âni’l-Kur’ân ve İ’râbuhu (thk. Abdülcelil Abduh Şiblî), Alemü’l-Kütüb, I. Baskı, Beyrut- 1408/1988, c. II, s. 224.
117 Ebû Zür’a, a.g.e., s. 242.
118 Dimyâtî, a.g.e., s. 246-247; Ebû Hayyân, a.g.e., c. IV, s. 485; Pâlûvî, a.g.e., 53.
119 İbn Mücâhid, a.g.e., s.246; Dânî, a.g.e., s. 102; Ebû Hayyân, a.g.e., c. IV, s. 485; Pâlûvî, a.g.e., 53.
120 Ebû Hayyân, a.g.e., c. IV, s. 485; Râzî, a.g.e. , c. XII, s. 202.
121 Râzî, a.g.e., c. XII, s. 202.
122 Mekkî, a.g.e., c. I, s. 430.
123 A’râf 7/169.
124 Ebû Zür’a, a.g.e., s. 246; Mekkî, a.g.e., c. I, s. 429.
125 Ebû Ca’fer de bunlara iştirak eder. Pâlûvî, a.g.e., s. 55.
126 İbn Mücâhid, a.g.e., s. 263; Ebû Hayyân, a.g.e., c. IV, s. 588; Râzî, a.g.e., c. XIII, s.
87.

Kelime; merfu’ (ــــُــــ) olarak okunduğunda anlam bağ, ilişki” şeklinde olur. Buna göre ; بينُكم تَقَطَّع لقد (Aranızdaki bağ kopmuştur.) şeklinde bir an- lam ortaya çıkmaktadır. Fetha ile (ــــَــــ) okunması halinde mâna “ortaklık” şeklinde olur. Dolayısıyla “Aranızdaki ortaklık veya ortaklıklar bir bir kop- tu.” şeklinde bir anlam ortaya çıkmaktadır. Zeccâc, Merfu’ kıraatın daha güzel olduğunu söylemektedir.127
El-Fârisî ise; yukarıda zikredilen kelimenin kırâatıyla ilgili olarak şun- ları söylemektedir: Kelime; “ayrılmak” anlamında munsarif bir isim olarak kullanılır. Bunu merfu’ (ــــُــــ) okuyanlara göre kelime aslında zarf olup, isim olarak kullanılmıştır. Söz konusu kelimenin isim olarak kullanılması-

na delil, ِحجاب

بينِك و بيننا من و (...Bizimle senin aranda perde vardır…)128 ve

َك بينِ و بيني فِراق هذا (...İşte bu, seninle benim ayrılma vaktidir...)129 âyetleridir.
Merfu’ (ــــُــــ) okuyanlara göre kelime, تَقَطَّع fiilinin fâili konumundadır. Bu şekilde okunması aynı zamanda zarf olarak kullanılmasını da mümkün kı- lar. Anılan kelimenin masdar olarak kullanılması, “ayrılmak” anlamını or- taya çıkaracağı için, tercih edilen bir kullanış olmaktan uzaktır. Dolayısıyla kelimenin “bağ, ilişki” anlamında kullanılması daha güzeldir.” Dolayısıy- la بينُكم تَقَطَّع لقد ifadesi; “ Bağınız kopmuştur.” anlamına gelir.130
يبن lafzını mansûb (ــــــَـــــ) okuyanların kırâatının izahı ise şu şekilde

ifadelendirilir: Burada fâil mukadderdir ve ifadenin takdiri, ْصلُكم َو بينُكم (Aranızdaki ilgi ve bağ kopmuştur.) şeklindedir.131

لقد تَقَطَّع

Ulemâ,” İbn Mes’ûd, A’meş ve Mücahid’in,بينُكم ما تَقَطَّع لقد “Aranızda
olan şey kopmuştur” şeklindeki kırâatları da, kelimenin mansûb (ــــــَـــــ) okunmasına delâlet eder.” demişlerdir.132
A’râf sûresi 26. âyette geçen لِبَاس kelimesindeki س (sîn) harfini, Nâfi’, İbn Âmir ve Kisâî mansûb (ــــــَـــــ) olarak133; diğer imamlar ise Merfu’ (ــــُــــ) olarak okumuşlardır.134 Kelimeyi mansûb (ــــــَـــــ) olarak okuyanlar,
kendisinden önce zikredilen لِبَاساً kelimesine atıfta bulunarak okumuşlardır.
Söz konusu kırâata göre, kelimeyi nasbeden sebep, َزلنَا ْن أَ fiilidir. Bu sebep-

le; âyette geçen ذلك kelimesi mübteda, َخير

kelimesi de haber olur. Merfu’

(ــــُــــ) okuyanlara göre; التقوي لِبَاس ifadesi mübteda, ذلك kelimesi sıfat veya


127 Zeccâc, Me’âni’l-Kur’ân ve İ’râbuhu, c. II, s. 273; Râzî, a.g.e., c. XIII, s. 87.
128 Fussilet 41/5.
129 Kehf 18/78.
130 Fârisî, el-Hüccetü li’l-Kurrâi’s-Seb’a, c. III, s. 357-359.
131 Ebû Hayyân, a.g.e., c. IV, s. 588.
132 Ebû Zür’a, a.g.e., s. 261; Ebû Hayyân, a.g.e., c. IV, s. 588; Ebû Abdillah Hüseyin b. Ahmed, İbn Haleveyh, Muhtasar fî Şevâzzi’l-Kur’ân min Kitâbi’l-Bedi’ (nşr. C. Bergstraesser), Matbaatu’l-Rahmâniyye, Mısır 1934, s. 39.
133 Ayrıca Ebû Ca’fer, Hasan el-Basrî ve eş-Şenebûzî de mansûb (ــــــَـــــ) olarak okumuş- tur. Dimyâtî, a.g.e., s. 265.
134 Ebû Hayyân, a.g.e., c. V, s. 31; Dimyâtî, a.g.e., s. 265; Pâlûvî, a.g.e., s. 58.


bedel veyahut da atfen beyan olup, َخير

kelimesi de mübteda’nın haberi

olur. Netice itibariyle ifadenin takdiri: “ ٌر ْي َخ

“(Kendisine لِبَاس التَّ ْقوي ألمشأر إليه

işaret edilen takva elbisesi, daha hayırlıdır.) şeklinde olur.135 İbn Mes’ûd ve

Übeyy’in لكم ٌر ْي َخ yettedir.136

التقوي لِبَاس şeklindeki kırâatları da bunu destekler mahi-

A’râf sûresi 32. âyette geçen َصةً

َخالِ

kelimesini Nâfi’, merfu’ (ــــُــــ) ola-

rak َصةٌ

َخالِ

şeklinde; diğer imamlar ise mansûb (ــــــَـــــ) olarak َصةً

َخالِ

şeklin-

de okumuşlardır.137 Lafzın merfu’ (ــــُــــ) olarak okunmasının sebebi; âyette geçen هي kelimesinin haberi olması ve ِذين لِلَّ kelimesinin başındaki lâm (ل) harf-i cerrinin de kelimeyle olan ilişkisi olarak gösterilir. Buna göre takdir:

َصةٌ لِلَّ ِذين آمنوا في الحيوة الدنيا ”

َخالِ

هي (Şu nimetler; dünya hayatında iman eden-

lere mahsustur.)” şeklindedir. Zeccâc’a göre; َصةٌ

َخالِ

kelimesi ‘haber ba’de

haberdir.’ 138 Yâni ifade لسب عاقل زيد (Zeyd akıllıdır, zekidir…) demek gibi-

dir. Dolayısıyla âyetin takdiri anlamı; يوم َصةٌ

َخالِ

هي ثَابت لِلَّ ِذين آمنوا في الحيوة الدنيا

القِيامة (Bu nimetler, dünyada iken, iman eden kimseler için sâbittir; kıyâmet gününde ise, sadece onlarındır.) şeklinde olur. 139Söz konusu kelimeyi mansûb (ــــــَـــــ) okuyanlar, cümledeki yerinin hâl olmasını dikkate almış- lardır. Buna göre mâna: “ Şu nimetler, bu dünyada müminlerin hakkıdır.
Kıyâmet gününde ise yalnız onlara verilecektir.” şeklinde olur.140

A’râf sûresi 54. âyette geçen َّخرات َس ُم

kelimelerini, والشمس والقَمر والنُّ ُجوم

İbn Âmir mübteda olarak merfu’ (ــــُــــ) okurken; diğer imamlar ise mansûb

(ــــــَـــــ) okumuşlardır.141 َّخرات َس ُم

)ــــُــــ( merfu’ ibaresini والشمس والقَمر والنُّ ُجوم

olarak okuyanların delili : ” منه َجميعا

و سخ َر لكم ما في السموات وما في اآلرض

(Göklerde ve yerde ne varsa hepsini sizin yararlanmanız için kendi katın- dan lütfeden O’dur.)142 âyetidir. Zaten güneş ve ay da gökteki olanlar içeri- sindedir. Allah, onları kendi emri ile boyun eğdirdiğini haber verince; on- ların bu şekilde boyun eğdiğini haber vermek isabetli olmuştur. Dolayısıy-

ُم َس َّخرات mübteda, والشمس والقَمر والنُّ ُجوم la

(Müsahharatün) haberdir.143 Söz

konusu kelimeleri mansûb (ــــــَـــــ) okuyanlar, kendilerinden önce geçen


135 Râzî, a.g.e., c. XIV, s. 51; Beydavî, a.g.e., c. I, s. 336.
136 Ebû Hayyân, a.g.e., c.V, s. 31; İbn Haleveyh, a.g.e., s. 43.
137 İbn Mücâhid, a.g.e., s. 280; Râzî, a.g.e., c. XIV, s. 64; Ebû Hayyân, a.g.e., c. V, s. 42; Pâlûvî, a.g.e., s. 58.
138 Ebû Hayyân’ın İbn Cübeyr’den nakline göre, haber ba’de haber kullanımının burada tecviz edildiğini belirtmektedir. Ebû Hayyân, a.g.e., c. V, s. 42.
139 Zeccâc, a.g.e., c. II, s. 333; Ebû Zür’a, a.g.e., s. 281; Râzî, a.g.e., c. XIV, s. 64; Ebû Hayyân, a.g.e., c. V, s. 42; Dimyâtî, a.g.e., s. 266.
140 Ebû Hayyân, a.g.e., c. V, s. 42; Râzî, a.g.e., c. XIV, s. 64; Beydavî, a.g.e., c. I, s. 338.
141 İbn Mücâhid, a.g.e., s. 282-283; Râzî, a.g.e., c. XIV, s. 118; Ebû Hayyân, a.g.e., c. V,
s. 67; Pâlûvî, a.g.e., s. 59.
142 Casiye 45/13.
143 Ebû Zür’a, a.g.e., s.284; Ebû Hayyân, a.g.e., c. V, s. 67; Râzî, a.g.e., c. XIV, s. 118; Beydavî, a.g.e., c. I, s. 343.

واألرض السموات kelimelerine atfen okumuşlardır. Delilleri ise; الَّذي هللِ واسجدوا خلقهن (onları yaratan Allah’a secde edin.)144 âyetidir. Zikredilen kelimelerin mansûb (ــــــَـــــ) okunuşlarının sebebi, hâl olmalarıdır.145

A’râf sûresi 59. âyette geçen َغيرهُ

ِم ْن إله

ibaresini Kisâî “ilâh” kelimesi-

nin lafzî açıdan sıfatı olarak râ (ر) harfinin kesresi ile ِه َغير

şeklinde oku-

muştur.146 Diğer imamlar da َغيرهُ

şeklinde okumuşlardır.147

َغير ِه

şeklinde

okuyanlar; lafzî olarak إله kelimesinin sıfatı olması gerekçesiyle ِه َغير

ِم ْن إله

şeklinde okumuştur. Kelimeyi َغيرهُ

ِم ْن إله

şeklinde okuyanlar ise; إله keli-

mesinin mahallinden sıfat veya bedel olarak okumuşlardır. Adı geçen

kırâatın hücceti ise; هللاُ إال إله ْن ِم

وما (Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur.)148

âyetidir. Âyette geçen هللاُ إال ifadesi إله ْن ِم

وما ibaresinden bedel olduğu gibi;

yukarıdaki âyette geçen َغيرهُ merfu’ olmuştur.149

kelimesi de إله ْن ِم

وما ifadesinden bedel ve

A’râf sûresi 164. âyette geçen َرةً ِذ ْع َم

kelimesini Hafs, mansûb (ــــــًـــــ)

olarak mef’ûlu lieclihi şeklinde okurken150; diğer imamlar mahzûf mübte-
danın haberi olarak merfu’ (ــــٌــــ) okumuştur.151 Kelimeyi mansûb (ــــــًـــــ) okuyanın kanıtı ...قوماً ِعظُون تَ َم لِ âyeti ile onlara soru sorulduğunda, öğüt

verenlerin bu soruya cevabı: َربِّهم

َم ْع ِذ َرةً إلي

و َذاراً إعتِ ِعظُهم نَ (Rablerine bir ma-

zeret, bir özür olsun diye onlara vaaz ediyoruz.) şeklinde takdir edilmiştir.152

Kelimeyi merfu’ (ــــٌــــ) olarak َرةٌ ِذ ْع َم

şeklinde okuyanlara göre âyetin takdi-

ri; معذرةٌ هذه (Bu, bir mazeret vesilesidir.) veya معذرةٌ قَولُنا (Bizim sözümüz bir mazeretten ibarettir.) şeklindedir. Bu takdire göre lafız, mahzûf mübte- danın haberi olur.153

Tevbe Sûresi 61. âyette geçen رحمةٌ kelimesini Hamza َخير

kelimesine

atfederek رحمة و şeklinde kesre ile (ـــــِــــ);154 diğer imamlar ise, أُذن kelime- sinin sıfatı ve kendisinden önceki ْؤمن يُ و fiiline atfen merfû okumuşlardır.155


144 Fussilet 41/37.
145 Mekkî, a.g.e., c. I, s. 465; Ebû Hayyân, a.g.e., c. V, s. 67; Râzî, a.g.e., c. XIV, s. 118.
146 İbn Vessâb, Ebû Ca’fer, A’meş de Kisâî’ye muvafakat etmişlerdir. Ebû Hayyân,
a.g.e., c. V, s. 82.
147 Ebû Hayyân, a.g.e., c. V, s. 82; Pâlûvî, a.g.e., s. 59.
148 Âl-i İmrân 3/62.
149 Mekkî, a.g.e., c. I, s. 467; Ebû Hayyân, a.g.e., c. V, s. 82; Râzî, a.g.e., c. XIV, s. 147; Dimyâtî, a.g.e., s. 268.
150 Yezidî de bu şekilde okumuştur. Dimyâtî, a.g.e., s. 275; Zeyd b. Ali de bu şekilde okumuştur. Ebû Hayyân, a.g.e., c. V, s. 208.
151 Dânî, a.g.e., s. 102; Râzî, a.g.e., c. XV, s. 38; Ebû Hayyân, a.g.e., c. V, s. 208; Pâlûvî,
a.g.e., s. 62.
152 Ebû Zür’a, a.g.e., s. 300.
153 Ebû Hayyân, a.g.e., c. V, s. 208; Râzî, a.g.e., c. XV, s. 38.
154 Mutavveî de Hamza’ya muvafakat eder. Dimyâtî, a.g.e., s. 289; Übeyy, Abdullah ve A’meş de Hamza’ya muvafakat eder. Ebû Hayyân, a.g.e., c. V, s. 449.
155 Ebû Hayyân, a.g.e.,c. V, s. 449; Pâlûvî, a.g.e., s. 65.


رحمة و şeklinde mecrûr okuyan Hamza, َخير

kelimesine atfederek okumuş-

tur. Zikredilen kırâata göre takdir: رحمة أذن و ٍر ْي َخ

أذن هو (O hayrın ve rahme-

tin kulağıdır.) şeklinde olur. Yani o, hayır ve rahmete sebep olan sözü din- leyendir. Kelimeyi merfu’ (ــــٌــــ) okuyanlar ise أُذن kelimesine atfetmiş veya mahzûf mübteda olan هو zamirinin haberi olarak okumuşlardır. Zîrâ o, ina-
nanların dinleyip iman etmelerine sebep olmuştur. 156
Yûnus sûresi 23. âyette geçen َع متا kelimesindeki ع(ayn) harfini Hafs mef-

tuh (ــــَـــــ) olarak157; diğer imamlar ise ع(ayn) harfini merfu’ (ـــُـــ) olarak ُع

متا

şeklinde okumuştur.158 Kelimeyi merfû’ okuyanların delilleri şunlardır:
Âyette geçen ِسكم أنفُ علي ْغيُكم بَ ibaresi mübteda; ...متاع kısmı da haberdir.159 Âyetteki “ Kendinize karşı yaptığınız taşkınlıklarınız” ibaresindeki kasıt “birbirlerinize yaptığınız zulümleriniz” mânasıdır. “ Kendinizi öldürünüz…” Yâni “ (Ey Yahudiler! Birbirinizi öldürünüz.”160 âyetindeki gibidir. Anılan kırâata göre âyetin anlamı “ Bazılarınız bazılarınıza dünya hayatının sonu olmayan menfaatları konusunda zulmetmiştir...”161 şeklinde olur.
İkinci olarak ِسكم أنفُ علي ْغيُكم بَ ifadesi üzerinde söz tamam olup duruldu- ğunda, akabinde gelen ifadenin başına mübteda olarak هو zamiri takdir edi-
lip ...متاع diye başlanır. Böylece merfû’ okunan kelime هو zamirinin haberi olur. Dolayısıyla mâna Bu, dünya hayatının menfaatidir.” Mansûb olarak okunmasının izahı ise şu şekilde yapılabilir: Âyette geçen ْغيُكم بَ kelimesi
mübteda, ِسكم أنفُ علي kısmı ise haberdir. .. متاع mefûl-u mutlak olup, takdiri; الدنيا الحيوة متاع تتمتعون (Dünya hayatının menfaatından yararlanırsınız.) şek-
linde olur. 162
Hûd sûresi 71. âyette geçen يَعقُوب kelimesindeki be (ب) harfini; İbn Âmir, Hamza ve Hafs meftûh (ــــَــــ)163 , diğer imamlar ise, يعقُوب şeklinde merfû’ (ـــــُـــــ) okumuşlardır.164 Kelimeyi meftûh (ــــَــــ) olarak okuyanlar, nasb mahallindeki بإسحاق kelimesinin mahalline atfen veyahut وراء من و


156 Ebû Zür’a, a.g.e., s. 320; Mekkî, a.g.e., c. I, s. 503-504; Râzî, a.g.e., c. XVI, s.118; Ebû Hayyân, a.g.e., c.V, s. 449.
157 Hasan el-Basrî de bu şekilde okumuştur. Dimyâtî, a.g.e., s. 295. Zeyd b. Ali, İbn Ebî İshâk ve Harun da Hafs’a muvâfakat eder. Ebû Hayyân, a.g.e., c. VI, s. 35. Yine Harun’un rivâyetiye İbn Kesîr de bu kelimeyi nasb ile okumuştur. İbn Mücâhid, a.g.e., s. 325; Ebû Hayyân, a.g.e., c. VI, s. 35.
158 Dânî; a.g.e., s. 121; Ebû Hayyân, a.g.e., c. VI, s. 35; Pâlûvî, a.g.e., s. 68.
159 Ebû Zür’a, a.g.e., s. 330; Ebû Hayyân, a.g.e., c. VI, s. 35.
160 Bakara 2/54.
161 Râzî, a.g.e., c. XVII, s. 71.
162 Ebû Hayyân, a.g.e., c. VI, s. 35; Râzî, a.g.e., c. XVII, s. 71; Beydavî, a.g.e., c. I, s. 433.
163 Mutavveî de aynı şekilde okumuştur. Dimyâtî, a.g.e., s. 308; Zeyd b. Ali de bu şekil- de okumuştur. Ebû Hayyân, a.g.e., c. VI, s. 183.
164 Dânî; a.g.e., s.125; Ebû Hayyân, a.g.e., c. VI, s. 183; Râzî, a.g.e., c. XVIII, s. 26; Beydavî, a.g.e., c. I, s. 465.

إسحاق ifadesinden sonra يعقوب لها وهبنا (Ona Ya’kûb’u verdik.) şeklinde bir وهبنا fiili takdir ederek mansûb (ــــَــــ) okumuşlardır. Söz konusu kırâata göre anlam” Biz İbrahim’in eşine İshâk’ı müjdeledik, İshâk’ın ardından da ona Ya’kûb’u verdik.” şeklinde olur. Kelimeyi يعقُوب şeklinde merfû’(ـــــُـــــ) okuyanlar ise; kelimeyi muahhar mübteda, إسحاق وراء من و ifadesini de zarf olarak kelimenin mukaddem haberi şeklinde değerlendirmiş ve âyetin tak- dirinin “İshak’dan sonra da Ya’kûb doğmuştur veya mevcuddur.” şeklinde olduğunu düşünerek okumuşlardır. 165

2. Fiillerin Nasb ve Ref’ Okunuşları

Bakara sûresi 233. âyette geçen َضار

تُ ال lafzını İbn Kesîr, Ebû Amr ve

Ya’kûb َّر َضا

تُ ال ; Ebû Ca’fer َضار

تُ ال ve diğer imamlar َضار

تُ ال şeklinde oku-

muştur.166 Kelimeyi َضار

تُ ال şeklinde merfu’ okuyanlar, kendisinden önce

geçen .... نفس ُف

َكلَّ تُ ال ifadesine uygun düşsün diye merfu’ olarak kırâat et-

mişlerdir.167 Ancak böyle merfu’ okuyanlar her iki fiili de haber olarak neh-

yetme anlamında değerlendirmişlerdir. Ancak sorulsa ki ُف

َكلَّ تُ ال nefi’ anla-

mında; َضار

تُ ال nehiy mânasında, her iki fiil de nehiy anlamında nasıl alına-

bilir? Cevap olarak: Allah’ın .... َّن ِه ِس بأنفُ َن ْص

َربَّ يَتَ والمطَلَّقات (Boşanmış kadınlar

kendi kendilerine üç tane müddeti beklerler.)168 ve ُمون ْظلُ

ْظلِ ُمون وال تُ

تَ ال (….Ne

zulme dersiniz ne de zulme uğrarsınız.)169 âyetlerinde olduğu üzere, emir

bazen haber lafzı üzere de gelir.170 َضار

تُ ال şeklinde mansûb olarak okuyan,

nehiy mânasına alarak böyle okumuştur. Aslında fiil ُر َضار

تُ ال şeklindedir.

Birinci râ (ر) ikincisine idğam edilmiş, ikincisi ictima-i sâkineynden dolayı fetha ile harekelenmiştir. Ya da râ (ر)’nın kesresi, kendinden önce bulunan elif (ا)’e uygunluğu dolayısıyla fetha ile harekelenmiştir.171 Râ (ر) harfini mansûb olarak okuyanların diğer bir delili de; İbn Mes’ûd ve İbn Abbâs’ın

َضار ْر

تُ ال şeklindeki kırâatlarıdır. Ki bu kırâat fiilin, sadece nehy mânasına

alınabileceğine işaret eder.172
Âl-i İmrân sûresi 80. âyette geçen َركم يأم ال و kelimesini Âsım, Hamza ve İbn Âmir, râ (ر)’nın fethası173; diğer kırâat imamları ise, râ (ر)’nın ötresi ile


165 Ebû Zür’a, a.g.e., s. 347; Mekkî, a.g.e., c. I, s. 534-535; Zemahşerî, a.g.e., c. II, s.
416; Beydavî, a.g.e., c. I, s. 465; Ebû Hayyân, a.g.e., c. VI, s. 183.
166 Ebû Hayyân, a.g.e., c. II, s. 502. 167 Ebû Hayyân, a.g.e., c. II, s. 502. 168 Bakara 2/228.
169 Bakara 2/279.
170 Ebû Zür’a, a.g.e., s. 136; el-Fârisî, a.g.e., c. II, s. 333.
171 el-Fârisî, a.g.e.,c. II, s. 334; Ebû Hayyân, a.g.e., c. II, s. 502.
172 Ebû Zür’a, a.g.e., s. 136; Ebû Hayyân, a.g.e., c. II, s. 502-503.
173 Halef, Ya’kûb, Hasan el-Basrî, el-Yezîdî ve A’meş de bu şekilde okur. Dimyâtî, a.g.e.,
s. 211; Ebû Amr, aslı üzere râ (ر)’yı merfu’ ve ihtilas ile okumuştur. İbn Mücahid,
a.g.e., 213; Pâlûvî, a.g.e., s. 42.

okumuşlardır. َركم يأم ال و174 ifadesinin râ (ر)’nın fethası ile bir önceki âyette geçen ...يقُول َّم ثُ.... َي يؤتِ أن ٍر َش لِبَ كان ما fiillerine atfen okunması, lafız açısından olmasa da anlam yönünden kendisinden öncesiyle tutarlı bir ilişkisi vardır.
Çünkü َرك يأم ال و fiilinin fâili, daha önce zikredilen بشر lafzıdır. Söz konusu kelimeyle Hz. Muhammed (s.a.v.) kastedilmiştir. Dolayısıyla anlam: Hz. Peygamber; Kureyş’i, meleklere ibadet etmekten; Yahudi ve Hıristiyanları da, Hz. Üzeyir ve Hz. İsâ’ya ibadet etmekten nehyetmiştir. Zikredilen ifa- denin merfu’ okunuşunun sebebi; lafız ve anlam açısından kendinden ön- ceki cümle ile alakası olmayıp; bir soruya verilen cevap niteliğinde bir cümle ve fâilinin de Allah kabul edilmesidir. İbn Mes’ûd’un يأمركم لن و (Ve size asla emretmez.) şeklindeki kırâatı da; anılan ifadenin kendisinden ön- cesiyle alakası olmadığına delil olarak gösterilmektedir.175

Mâide sûresi 47. âyette geçen

َو ْليَ ْح ُك ْم

kelimesini Hamza lâm (ل)’ın esre-

si (ــِــــ) ve mîm (م) harfinin üstünü (ــــَـــ)176; diğer kırâat imamları, emr-i ğâib olarak hem lâm (ل)’ın, hem de mîm (م) harfinin sükûnu (ــــْــــ) ile oku- muşlardır.177 Söz konusu fiili; lâm (ل)’ın esresi (ــِــــ) ve mîm (م) harfinin üstünü (ــــَـــ) ile okuyan, bu kırâatı, 46. âyette geçen اإلنجيل أتيناه (O’na İn- cil’i verdik.) ifadesine bağlayıp, fiilin başındaki lâm(ل)’dan sonra da nas-

beden ْي َك

lafzı ilavesiyle إنجيل أهل يحكم لكي اإلنجيل أتيناه (O’na Hz. İsa’ya İn-

cil’i, onun içinde indirdiği ile hükmetsin diye verdik.) takdirinde okumuş- tur.178 Bu kırâatın bir benzeri olarak şu âyet gösterilebilir:الكتاب إليك أنزلنا إنَّا

ِّق لِتَ ْح ُك َم بين الناس بما أريك هللاُ.....

بالح 179 (Ey Muhammed) İnsanlar arasında Al-

lah’ın sana bildirdiği şekilde hükmetmen için bu kitabı sana gerçeğin ta
kendisi olarak biz indirdik.)180 Söz konusu fiili emr-i ğâib olarak hem lâm
(ل)’ın, hem de mîm (م) harfinin sükûnu (ــــْــــ) ile okuyanların delili; ْم ُك اح أن
هللاُ أنزل بما بينهم (Aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet.) âyetidir.181 Zikre- dilen âyetle Allah, Hz. Peygamber’e emrettiği gibi, İncil ehline, incil’de indirdiği ile hükmetmeyi emretmiştir. Dolayısıyla emir ile başlama da, yeni bir cümle gerektirir. Ve bu kırâat, cumhurun üzerinde ittifak etmesi sebe- biyle tercih edilen kırâat olmuştur.182


174 Dimyâtî, a.g.e., s. 211; Ebû Hayyân, a.g.e., c. III, s. 233-234; Pâlûvî, a.g.e., s. 42.
175 Mekkî, a.g.e., c. I, s. 350-351; Râzî, a.g.e., c. VIII, s. 113; Ebû Hayyân, a.g.e., c. III, s. 233-234.
176 A’meş de böyle okumuştur. Dimyâtî, a.g.e., s. 238. Hamza’nın kırâatı için bkz. Pâlûvî, a.g.e., s. 51.
177 Ebû Hayyân, a.g.e., c. IV, s. 280; Dimyâtî, a.g.e., s. 238; Pâlûvî, a.g.e., s. 51.
178 Ebû Hayyân, a.g.e., c. IV, s. 280.
179 Nisâ 4/105.
180 Mekkî, a.g.e., c. I, s. 410; el-Fârisî, a.g.e., c. II, s. 227-228.
181 Mâide 5/49.
182 Mekkî, a.g.e., c. I, s. 411; el-Fârisî, a.g.e., c. II, s. 228.

Yûnus sûresi 61. âyette geçen َر أكبَ ال و......َر أصغ ال و ifadelerini Hamza,

kendisinden önce bulunan ْثقال ِم

kelimesinin mahalline atfen ötreli …وال

أكبر وال ....ُر َغ أصşeklinde183; diğer imamlar ise bu kelimeleri mansûb (ـــَـــ)

olarak okumuşlardır.184 Söz konusu kelimeleri merfu’ okuyanlar; ُب

ُز ْع يَ fii-

linin fâili olan ْثقال ِم

kelimesinin mahalline atfen merfû’ (ـــــُـــــ) okumuşlar-

dır. Bundan dolayı ْن ِم

harf-i cerri zâiddir.185 Bahsi geçen kelimeleri mansûb

(ـــَـــ) okuyanlar ise; ْثقال ِم

من kelimesinin lafzına atfen bu şekilde okumuş-

lardır. Çünkü gayr-i munsarif olan kelimeler cer ve tenvin almazlar. Aynı
zamanda bu kelimeler, fiil vezninde ve sıfat-ı müşebbehedirler.186 Zeccac ise; değinilen kırâatları şöyle izah etmiştir:” Zikredilen kelimelerin mansûb okunmasının sebebi; cinsinden hükmünü nefyeden lâ (ال) edatının bulun- masıdır. Merfû okunmasının sebebi ise; bahsi geçen kelimelerin mübteda; مبين كتاب في ifadesinin de haber olmasıdır.”187

Şuarâ sûresi 13. âyette geçen ُق

ينطَلِ وال .... يضيق ifadelerindeki kaf (ق)

harflerini cumhur ötre ile okurken188; Ya’kûb meftûh189 olarak okumuştur.190 Yukarıda belirtilen fiillerdeki kaf (ق) harflerini ötre okuyanlar; kendisin- den önceki إن kelimesinin haberi olan أخاف üzerine atfederek veya müs-
te’nef bir cümle olarak okumuşlardır. Mansûb okuyanlar ise; ِّذبون َك يُ أن ifa-
desine atfen okumuşlardır. Dolayısıyla anlam” Ben onların beni yalanla- malarından, böylece de göğsümün daralmasından ve dilimin tutukluk yap- masından endişe ediyorum.” şeklinde olur. Bu iki kırâat arasındaki fark şudur: Ötreli okuyuş, Hz. Mûsâ’nın Hz. Harun’un gönderilmesini istemesi hususunda, üç farklı sebebi ifade eder. Üstün hareke ile okuyuş ise; tek bir sebebi ifade eder ki, o da bu üç şeyden “korkma” dır.191
Yâsîn sûresi 5. âyette geçen تَنزيل lafzı mef’ûl-u mutlak olarak, lâm (ل) harfinin fethası ile okunurken192; mübtedası mahzûf haber olmak üzere lâm (ل) harfinin ötresi193 ile de okunmuştur.


183 Ya’kûb, Halef, Hasan el-Basrî ve A’meş de böyle okumuşlardır. Dimyâtî, a.g.e., s. 238.
184 Ebû Hayyân, a.g.e., c. VI, s. 79; Dimyâtî, a.g.e., s. 238; Pâlûvî, a.g.e., s. 69.
185 Ebû Hayyân, a.g.e., c. VI, s. 79.
186 Mekkî, a.g.e., c. I, s. 521; Ebû Zür’a, a.g.e., s. 334.
187 Zeccâc, a.g.e., c. III, s. 26; Râzî, a.g.e., c. XVII, s. 124-125; Ebû Hayyân, a.g.e., c.
VI, s. 79-80.
188 Ebû Hayyân, a.g.e., c. VIII, s. 143; Dimyâtî, a.g.e., s. 402; Pâlûvî, a.g.e., s. 101.
189 A’rec, Talha, İsâ, Zeyd b. Ali ve Ebû Hayve de Ya’kûb’a muvafakat etmişlerdir. Ebû Hayyân, a.g.e., c. VIII, s. 143.
190 Ebû Hayyân, a.g.e., c. VIII, s. 143; Dimyâtî, a.g.e., s. 402; Pâlûvî, a.g.e., s. 101.
191 Zemahşeri, a.g.e., c. III, s. 351; Râzî, a.g.e., c. XXIV, s. 122-123; Ebû Hayyân, a.g.e.,
c. VIII, s. 143
192 İbn Âmir, Hafs, Hamza, Kisâî, Halef ve A’meş’in de kırâatlarıdır. Ebû Hayyân,
a.g.e., c. IX, s. 48-49; Mekkî, a.g.e., c. II, s. 214; Dimyâtî, a.g.e., s. 443
193 İbn Kesîr, Nâfi’, Ebû Amr, Ebû Bekir, Ebû Ca’fer ve Ya’kûb’un kırâatlarıdır. Pâlûvî,

Âyet, yukarıda zikrettiğimiz kırâatlar çerçevesinde birtakım takdirlerle ve önceki ve sonraki âyetlerle ilişkilendirilerek anlamlandırılmıştır. Mansûb okuyanların kırâatına göre şu iki izah yapılabilir: 1) Zikredilen kelime, zihnen takdir edilen mef’ûl-u mutlaktır. Söz konusu kırâata göre Allah sanki, “ Uyarman için, Kur’ân’ı, Aziz ve Rahim’in tenzîli olarak in- dirdi.” diye buyurmuştur. Belirtilen kırâata göre takdir: “Allah, Kur’ân’ı ya da Kitâb-ı Hakîm’i indirdi.” şeklindedir.194 2) Bu kırâat, takdir edilen أغني (Kastediyorum) fiilinin mef’ûlüdür. Şu kırâata göre sanki: Hakîm olan Kur’ân’a yemin ederim, Aziz ve Rahim’in tenzîli olan Kitabı kastediyo- rum ki, sen peygamberlerdensin ve bu Kitab, uyarman için indirilmiştir.” 195 denilmiştir.
Söz konusu kelime, mahzûf mübtedanın haberi olarak merfu’ olarak da okunmuştur. Bu kırâata göre takdir, العزيزالرحيم تَنزيل ْرآن القُ “ Kur’ân, uyar- man için, Azîz ve Rahîm Allah’ın indirdiği kitaptır.” şeklindedir. Değinilen kırâata göre başka bir takdir : تَنزيل kelimesi mübtedâ, ......َر لتُنذ (uyarman için) ifadesinin de bunun haberi olmasıdır. Buna göre anlam: “Azîz ve Ra- him’in tenzîli ile uyarman içindir.” şeklinde olabilmektedir.196
Mü’min sûresi 37. âyette geçen َع فأطلِ lafzındaki ayn (ع) harfini Hafs mansûb olarak okurken197; diğer imamlar ise, ُع فأطلِ şeklinde merfu’ olarak okumuştur.198
Söz konusu fiili meftûh olarak okuyan; 36. âyette geçen ve temennî an- lamına gelen لعلي “ Umulur ki ben” kelimesinin cevabı olarak, fe (ف) har- finden sonra geldiği düşüncesiyle okumuştur. Zikredilen kırâata göre an- lam: ” Eğer ulaşırsam muttali olurum.” şeklinde olur. Bu şuna benzer: “ Eğer suya düşersen yüzersin.” İfadesinde olduğu gibidir. Merfu’ okundu- ğunda ise anlam: “Suya düşmezsin ki yüzesin.”199 ifâdesindeki gibi olur. Bu âyetle, ulaşılması imkânsız olan bir hususa işaret edilmiştir.
Ebû Hayyân, fe (ف) harfinden sonra fiilin, لعلي kelimesinin cevabı ola- rak nasb ile okunması, Basralıların kabul etmemesine rağmen; Kûfelilerin görüşü olduğu, hatta Asım’ın الذكري فتَنفعه ُر َّك يذ أو ve َّكي يز لعله âyetlerinde-


a.g.e., s. 114.
194 Râzî, a.g.e., c. XXVI, s. 42
195 Ferrâ, a.g.e., c. II, s. 272; Taberî, a.g.e., c. XXII, s. 149; Zemahşeri, a.g.e., c. III, s.
642; Râzî, a.g.e., c. XXVI, s. 42; Ebû Hayyân, a.g.e., c. IX, s. 48-49; Kurtubî, a.g.e.,
c. XV, s. 6.
196 Ferrâ, a.g.e., c. II, s. 272; Taberî, a.g.e., c. XXII, s. 149; Begavî, a.g.e., c. IV, s. 5;
Zemahşeri, a.g.e., c. III, s. 642; Ebû Hayyân, a.g.e., c. IX, s. 48-49; Râzî, a.g.e., c.
XXVI, s. 42; Kurtubî, a.g.e., c. XV, s. 6; Beydavî, a.g.e., c. II, s. 865.
197 A’rec, Ebû Hayveh, Zeyd b. Ali, Za’ferânî ve İbn Miksem de Hafs’a muvafakat eder- ler. Ebû Hayyân, a.g.e., c. IX, s. 143.
198 Dânî, a.g.e., s. 19; İbnü’l-Cezerî, a.g.e., c. II, s. 365; Palûvî, a.g.e., 120.
199 Ebû Zür’a, a.g.e., s. 631; Mekkî, a.g.e., c. II, s. 244.

ki 200 فتَنفعه ifadesini لعله kelimesinin cevabı olarak böyle nasb ile okuduğunu ve bu kırâata delil getirdiğini söylemiştir.201 فتَنفعه şeklinde merfu’ okuyanlar ise, kendisinden önceki ُر َّك يذ أو ifadesine atfen okumuşlardır ki buna göre takdir, الذكري فتَنفعه لعله şeklinde olur.
Merfu’ kırâata göre ise; bir önceki âyette geçen ُغ أبلُ ifadesine atfen oku- muşlardır. Zikredilen kırâata göre anlam” Umulur ki ulaşırım, umulur ki
muttali olurum.” şeklinde olur. Bu aynen, ُر َّك َّذ يَ أو َّكي يز لعله (Abese 3,4) âyet- lerinin,َّكر يذ لعله َّكي يز لعله yani, َّكر ّذ يتَ لعله َّكي َّز يتَ لعله (Belki o temizlenecek.
Belki o öğüt alacak.) şeklinde okuması gibidir.202
Şûrâ sûresi 35.âyette geçen يعلم و fiilini Nâfi ve İbn Âmir, yeni başlayan bir cümle olarak يعلم و şeklinde merfu’ (ـــُــــ)203; diğer imamlar da mansûb (ــــَـــ) olarak okumuşlardır.204
Merfu’ olarak okuyanlar; söz konusu fiilin öncesindeki ifadenin şart ve
ceza cümlesi olarak tamam olmasından dolayı; yeni bir cümleyle başlama- nın câiz oluşunu göz önünde bulundurmuşlardır.
Nasb ile okuyanlar ise; mahzûf bir illete atfedilmesini illet olarak göster- mişlerdir. Bahsi geçen kırâata göre takdir: ” ......يَعلم و منهم َم ْنتَقِ لِيَ (Allah, on- lardan intikam alsın ve onlar da şunu bilsinler diye……) şeklinde olur. و منا رحمةً و للناس أيةً َعلَهُ ْج لِنَ âyetinde205 mevcut olan durum gibidir. Dolayısıyla bu kırâatın takdiri:” ....يعلم ألن (bilsinler diye…) şeklindedir.206

3. Elif-Nûn Maddesinin Fetha ve Kesre ile Okunması
Âl-i İmran sûresi 19. âyette geçen إن kelimesindeki hemzeyi (ء) bütün imamlar kesre ile; Kisâî ise, fetha ile okumuştur.207 Söz konusu lafzın hem- zesini (ء) fetha ile okuyan imamların delili bir görüşe göre; ......إله ال أَنَّهُ

cümlesinden bedel olarak okunmasıdır. Buna göre takdir: ِعند

َش ِه َد هللاُ أَ َّن الدين

اإلسالم هللا (Allah katında dinin İslam olduğuna Allah şehadet etmiştir(bildir- miştir).)208 Zemahşerî de şu şekilde açıklamıştır: Allah’ın bir olması, ger- çek dinin İslam olmasını gerektirir. İslam dini, tevhid ve adalet dinidir.


200 Abese 80/ 3-4.
201 Ebû Hayyân, a.g.e., c. IX, s. 258.
202 Ebû Zür’a, a.g.e., s. 631; Mekkî, a.g.e., c. II, s. 244; Râzî, a.g.e., c. XXVII, s. 67.
203 Ebû Ca’fer, A’rec, Şeybe, Zeyd b. Ali de merfu’ okumuşlardır. Ebû Hayyân, a.g.e.,
c. IX, s. 341.
204 Dânî, a.g.e., s.195; Ebû Hayyân, a.g.e., c. IX, s. 341.
205 Meryem 19/21.
206 Ebû Zür’a, a.g.e., s. 643; Zemahşeri, a.g.e., c. IV, s. 138; Râzî, a.g.e., c. XXVII, s. 176; Ebû Hayyân, a.g.e., c. IX, s. 341.
207 Ebû Hayyân, a.g.e., c. III, s. 67; Dimyâtî, a.g.e., s. 205; Palûvî, a.g.e., s. 40. Ayrıca İbn Abbâs, Muhammed b. Îsâ el-İsbehânî de Kisâî’ye muvafakat etmişlerdir. Ebû Hayyân, a.g.e., c. III, s. 67.
208 Vâhidî, el-Vesît, c. I, s. 422; ; Ebû Hayyân, a.g.e., c. III, s. 67-68.

34 DİYANET İLMÎ DERGİ · CİLT: 54 · SAYI: 1 · OCAK-ŞUBAT-MART 2018

Aynı zamanda İslam dini Allah’ın vahdaniyetini de kapsayacak şekilde izah edilmiştir.209
إن şeklinde kesre ile okuyanlar ise; bunu yeni bir cümle kabul etmişlerdir. Çünkü önceki cümle الحكيم kelimesinde sona ermiştir. Bu kırâat; methetme- de, te’yid ve te’kid de daha beliğ olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla ken- disinden önce sözün tamam olması ve çoğunluk imamların kırâatı olması sebebiyle, hemzenin kesresiyle okunması tercih edilmiştir.210
Nâfi’, En’âm sûresi 54. âyette geçen أَنَّهُ lafzındaki hemzeyi (ء) fetha ile;
َأنَّه kelimesindeki hemzeyi فَإنَّه şeklinde kesre ile211 okurken; İbn Âmir ve Asım her ikisini de fetha ile212; diğer imamlar ise, her iki kelimedeki hem- zeyi de kesre ile213 okumuşlardır. Zikredilen kelimelerde mevcut olan hem- zeyi fetha ile okuyanlar; bunlardan önce geçen “rahmet” kelimesinin beya- nı için ya da bu kelimeden bedel olduğu için yukarıda zikredilen kırâatı

tercih etmişlerdir. Bu takdire göre sanki; عمل من أنه نفسه علي َربُّكم

كتب (İçiniz-

den kim bilmeyerek bir fenalık yapar da… diye yazdı.) denilmektedir. İkinci hemzeyi yine fetha ile okuyan, birinciden bedel kılınmasından dola-

yı tercih etmiştir. Bu;214 ُجون َر ْخ ُم

ِمتُّ ْم و كنتم تراباً و عظاما أنكم

َب, 215أيعدكم أنكم إذا

ُكتِ

ِضلُّه216

َجهنم217 ve عليه أنه من تواله فَأنه يُ

َهللا و رسولَه فأن له نار

ألم يعلموا أنّه من يحادد

âyetlerinden olduğu gibidir.218 Bir başka görüşe göre; ilkini fethalı okuyan- lar, rahmet kelimesinden bedel yapmışlardır. İkincisini fethalı okuyanlar ise; ya kendisinden önce geçmiş bir haber takdir etmişlerdir. Dolayısıyla takdir; له غفور أنه فله (Allah’ın bağışlaması onun içindir.) şeklinde olur. Ve yahut da bu ifadenin haber olacağı bir mübteda takdir etmişlerdir. Dolayı-

sıyla takdir: له ربِّه ْفران ُغ

ُرهُ فأم (Onun işi, Rabbinin bağışlamasının ona ait

olmasıdır.) şeklinde olur.219
Her iki hemzeyi kesre ile okuyanların sebebini Râzî şu şekilde izah et- mektedir: “Allah; “Rabbiniz kendi üzerine rahmeti yazdı” buyurunca, bu söz sona erdi. Daha sonra yeni bir cümleye başlayıp, “İçinizden kim bilme-


209 Zemahşeri, a.g.e., c. I, s. 304; Ebû Hayyân, a.g.e., c. III, s. 67.
210 Mekkî, a.g.e., c. I, s. 338; Vâhidî, a.g.e. , c. I, s. 422; Râzî, a.g.e., c. VIII, s. 5; Ebû Hayyân, a.g.e., c. III, s. 67.
211 Ebû Ca’fer de bu şekilde okumuştur. Dimyâtî, a.g.e., s. 248.
212 İmam-ı Ya’kûb, Hasan el-Basrî ve eş-Şenebûz da bu şekilde okumuştur. Dimyâtî,
a.g.e., s. 248.
213 İbn Mücahid, a.g.e., 258; Ebû Hayyân, a.g.e., c. IV, 528; Palûvî, a.g.e., 54.
214 Mü’minûn 23/35. 215Mü’minûn 23/35. 216Hacc 22/4.
217Tevbe 9/63.
218 Ebû Hayyân, a.g.e., c. IV, s. 528; Râzî, a.g.e., c. VIII, s. 5.
219 Mekkî, a.g.e., c. I, s. 433.

EBÛ HAYYÂN’IN EL-BAHRU’L-MUHÎT ADLI TEFSÎR’İNDE MÜTEVÂTİR KIRÂATLARIN NAHİV YÖNÜ 35

yerek bir fenalık yapıp da sonra hemen akabinde tövbe etmiş ve kendine çeki düzen vermiş ise, şüphesiz ki O, (Allah) çok bağışlayan ve merhamet- li olandır.” buyurmuştur. Böylece şart cümlesinin cevabının başına fe (ف) harfi gelmiş oldu. Yine burada ikinci hemze de esre harekeli olmuştur. Çünkü buradaki إن isim cümlesinin başına gelmiştir. Sanki bununla غفور فهو رحيم (O, Allah,) günahları bağışlayan ve merhametlidir.) denilmiş olur. Bi- rincisini fetha; ikincisini kesre ile okuyanlar; birincisini “rahmet” kelime- sinden bedel; ikincisini de müste’nef yani yeni bir cümle kabul ederek oku- muşlardır.220
En’âm sûresi 109. âyette geçen أنها lafzını, İbn Kesîr ve Ebû Amr, müs- te’nef bir cümle olmak üzere, hemzenin kesresi ile إنها şeklinde; diğer imamlar ise, hemzenin fethasıyla okumuşlardır.221
Söz konusu kelimede mevcut olan hemzeyi meksûr (ــــِـــ) olarak okuyan- lar, yeni bir cümle başlangıcı telakkisiyle hareket etmişlerdir. Böylece cüm- le; müşriklerin kalbine mühür vurulduğundan, bütün âyetler gelse de iman etmeyeceklerinden bahsetmektedir. Zaten bundan sonraki iki âyette (110. ve
111. âyetler) Allah, bunların kesin olarak inanmayacaklarını bildirmekte- dir.222 Fetha ile okuyanlar ise; َّل َع لَ (muhtemelen) anlamında kullanmışlardır. Nitekim müellif; bu ifadenin Übeyy’in mushafında; ال جاءت إذا َعلَّها ل أدراكم وما يؤمنون şeklinde yer aldığını belirtmiştir.223 Zemahşerî, kelimenin َّل َع لَ anlamı- na geldiğini İmru’l-Kays’ın şu şiirinden istişhad ederek destekler:

ِخذام

ُعوجاً علي الطلل المحيل ألَنَّنَا نَ ْب ِكي الديَار كما بكي ابن

(Arkadaşlar! İstikametinizi yıllanmış konak kalıntılarına doğru çevirin. Çünkü –sevgilinin- konak yerlerine ağlayacağız; tıpkı İbn Hizâm’ın ağla- mış olduğu gibi.)224
Fetha ile okunmasına dâir başka bir görüş de şöyle ifade edilmektedir: Değinilen kırâata göre ال olumsuzluk edatı zâid kabul edilmiştir. Nitekim Allah’ın تسجد ال أن منعك ما (Seni, secde etmekten alıkoyan nedir?)225 ve حرام و ِجعون ْر يَ ال أنهم أهلكناها قرية علي (Kendilerini helâk ettiğimiz bir memleketin dönmesi hakikaten imkansızdır.)226 âyetlerinde de böyledir. Buradan hare-

ketle âyetin takdiri: “يُؤمنون َجاءت

أذا أنها ُركم ِع ْش يُ ما و (O âyetler geldiği zaman,

onların inanacaklarını nereden biliyorsunuz…”) yani, (O âyetler gelse dahi, onlar iman etmezler.)” şeklinde olur.227


220 Râzî, a.g.e., c. VIII, s. 5.
221 İbn Mücahid, a.g.e., 265; Ebû Hayyân, a.g.e., c. IV, s. 614; Dimyâtî, a.g.e., s. 255- 256; Palûvî, a.g.e., 56.
222 Ebû Zür’a, a.g.e., s. 265; Ebû Hayyân, a.g.e., IV, 614.
223 Ebû Hayyân, a.g.e.,c. IV, s. 614- 615.
224 Zemahşeri, a.g.e., c. II, s. 118; Ebû Hayyân, a.g.e., c. IV, s. 614-615.
225 A’râf 7/ 12.
226 Enbiyâ 21/95.
227 Râzî, a.g.e., c. XIII, 145; el-Fârisî, a.g.e., c. III, s. 380-381.

A’râf sûresi 81. âyette geçen إنَّكم Nâfi’ ve Hafs, hemzenin kesresi ile ve haber olmak üzere إنَّكم şeklinde 228; diğer imamlar ise, başına bir soru hem- zesi getirerek أئنكم şeklinde; İbn Kesîr, elif getirmeksizin ikinci hemzeyi

teshîl ile أهنكم şeklinde 229; Ebû Amr ise bir elif getirerek

ْم ُك ءاهنَّ şeklinde

diğer imamlar ise, elif getirmeksizin her iki hemzeyi de tahkîk ile أئنكم şek- linde 230okumuşlardır.231
Söz konusu kelimenin başına soru hemzesi getirerek okuyan kırâata göre bu istifham istifham-i inkârî olur. Zîra Allah Teâlâ, الفَاحشةَ أتأتون (Hayâ- sızlık yaparsınız öyle mi? (yapmayınız.)232 buyurmuştur. Dolayısıyla bu ifadeden sonra gelen ve إنَّكم kelimesiyle başlayan cümleyi tam bir cümle görmüş ve bunun bir ikinci cümle olarak bu çirkin işi yapanların azarlan- masını ve açıklanmasını te’yîd ve te’kîd için kırâata istifham hemzesi ile başlamıştır. Sonuç olarak; ifadenin başına soru hemzesi getirerek başlayan, her iki cümleyi de müstakil iki ayrı cümle olarak kabul etmiştir.233
Enfâl sûresi 19. âyette geçen ....أن kelimesini; Nâfi’, İbn Âmir ve Hafs hemzenin fethası ile234; diğer imamlar da müste’nef (yeni başlayan cümle) bir cümle olarak hemzenin kesresi ile …..إن şeklinde okumuşlardır.235 Zik- redilen kelimedeki hemzeyi fetha ile okuyanlar, başına bir sebep bildiren bir lâm (ل) takdir edip ve kendisinden önce zikredilen 14. âyetteki ….أن و للكافرين ve 18. âyetteki .....موهن هللا وأن ifâdelerine atfen okumuşlardır. Böyle- ce söz, peşpeşe gelen ve birinin diğerine tâbi olduğu bir ifade gibi olur.236 Hemzeyi kesre ile okuyanlar ise; bunu müste’nef ve mübteda bir cümle olarak okumuşlardır.237
Burada şu hususa dikkat çekmek gerekmektedir. Bütün bu izahlar; mü- fessirlerin kırâatları nahiv açısından değerlendirmeleridir. Başka bir ifa- deyle bunlar; nahiv açısından bir izah tarzıdır. Yoksa kırâat, sonrakilerin, kendilerinden önce gelenlere tâbi olduğu ve nasıl öğrendiler ise, o şekilde okuyup sonraki nesillere aktarmaları gereken bir sünnettir. Netice olarak kırâat tevkifîdir, ictihâdî değildir.238 Dolayısıyla imamların bu okumaları kendilerinden öncekilerin okuyuşlarına muvafakattan başka bir şey değil-


228 Ebû Hayyân, a.g.e., c. V, s. 100. Ebû Ca’fer de böyle okumuştur. Palûvî, a.g.e., 60.
229 Ruveys de bu şekilde okur. Palûvî, a.g.e., 60.
230 Hişam için iki vecih vardır. 1) Her ikisini tahkik 2) Elif getirip med ile tahkik ءائنكم şeklinde. Dimyâtî, a.g.e., s. 269.
231 Dânî, a.g.e., s. 111; Râzî, a.g.e., c. XIV, s. 168.
232 A’râf 7/ 80.
233 Mekkî, a.g.e., c. I, s. 468; Râzî, a.g.e., c. XIV, s. 168; Ebû Hayyân, a.g.e., c. V, s. 100.
234 Ebû Ca’fer de bu imamlara muvafakat eder. Palûvî, a.g.e., s. 63.
235 İbn Mücahid, a.g.e., s. 305; Ebû Hayyân, a.g.e., c. V, s. 298; Palûvî, a.g.e., s. 63.
236 Ebû Zür’a, a.g.e., s. 310.
237 Ebû Zür’a, a.g.e., s. 310; Mekkî, a.g.e., c. I, s. 491.
238 İbn Mücahid, a.g.e., s. 52

dir. Başlangıçtan son asra kadar, tespit edilen veya edilemeyen ve ictihâdî olan bütün nahiv kaiedeleri; tevkifî olan kırâatlara uygun düşer ve onları te’yid eder. Kesinlikle mütevâtir kırâatlarla çelişmez. Tenkid edenler de, sahîh diye nitelenen bu kırâatların nahiv kurallarına uymadığından değil; tespit edip bilebildikleri kurallara kıyasla onları tenkid etmişlerdir.239
Yûnus sûresi 4. âyette geçen إنه kelimesini, Ebû Ca’fer kesre ile 240, diğer imamlar ise fetha ile okumuşlardır.241 Kesre ile okuyanlar; bu kelimeyi yeni bir cümle başlangıcı olarak kabul etmişlerdir. Fetha ile okuyanlar ise; bu kelimenin başına sebep bildiren lâm (ل) takdir ederek ألنه şeklinde veya bu cümleyi وعد fiilinin mef’ûlü bihi kabul ederek okumuşlardır.242
Mü’minûn sûresi 111. âyette geçen أنهم lafzındaki hemzeyi Hamza ve Kisâî, kesre ile okurken243; diğer imamlar fetha ile okumuşlardır.244 Hemze- yi kesre ile okuyanlar, müste’nef yani yeni başlayan bir cümle olmasından dolayı bu şekilde kırâat etmişlerdir. Çünkü âyet صبروا بما ifadesiyle tamam- lanmış ve bundan sonra yeni bir cümle başlamıştır. Buna göre anlam: “On- lar şüphesiz, sabırlarından dolayı umduklarına ulaşıp, en güzel mükâfâta hak kazandılar.” şeklinde olur. 245

Hemzeyi fetha ile okuyanlar ise; َزيتُهم َج

(onları mükâfatlandırdım.) fiili-

nin ikinci mef’ûlü olması veya ألنهم gibi mukadder bir harf-i cerden dolayı hemzeyi fetha ile okumuşlardır. Bu takdire göre anlam: ” Onlara hak ettik- leri mükâfâtı verdim ve onları cennetle ödüllendirdim. Çünkü onlar, istek- lerine ulaşanların tâ kendileridir.” şeklindedir. 246
جزا fiilinin iki mef’ûl (nesne) alacağı düşüncesiyle hemzeyi fetha ile okuyanların delili:حريرا و جنةً صبروا بما جزاهم و âyetidir. 247 Dolayısıyla bu kırâata göre أنهم ifadesi, bu fiilin ikinci mef’ûlüdür. 248


239 Adıgüzel, a.g.e., s. 231.
240 A’meş ve Sehl b. Şu’âyb da bu şekilde okumuştur. Ebû Hayyân, a.g.e., c. VI, s. 12; Dimyâtî, a.g.e., s. 293.
241 Ebû Hayyân, a.g.e., c. VI, s. 12; Dimyâtî, a.g.e., s. 293; Palûvî, a.g.e., s. 63.
242 Zemahşeri, a.g.e., c. II, s. 348; Ebû Hayyân, a.g.e., c. VI, s. 12-13.
243 Zeyd b. Ali ve Harice’nin rivayetiyle Nâfi de kesre ile okumuştur. İbn Mücahid,
a.g.e., s.449; Ebû Hayyân, a.g.e., c. VII, s. 587.
244 İbn Mücahid, a.g.e., s. 449; Dânî, a.g.e., s. 160; Ebû Hayyân, a.g.e., c. VII, s. 588; Palûvî, a.g.e., s. 98.
245 Zemahşeri, a.g.e., c. III, s. 265; Râzî, a.g.e., c. XXIII, s. 126; Ebû Hayyân, a.g.e., c.
VII, s. 588.
246 Zemahşeri, a.g.e., c. II, s. 265; Râzî, a.g.e., c. XXIII, s. 126; Ebû Hayyân, a.g.e., c.
VII, s. 589.
247 İnsan 76/12.
248 Mekkî, a.g.e., c. II, s. 132 ; Ebû Zür’a, a.g.e., s. 492.

4. Kelimelerin İsim ve Fiil Kalıplarına Göre Okunması

En’âm sûresi 96. âyette geçen َجعل

kelimesini Asım, Kisâî ve Hamza bu

şekliyle okurken;249 diğer imamlar ism-i fâil olarak جاعل şeklinde okumuş- lardır.250
Söz konusu fiili ism-i fâil kalıbıyla الليل ُل ِع جا şeklinde okuyan kırâatın

delili; âyette bu kelimeden önce geçen إلصباح فالق ve

ِّب

َح ال فالق ifadelerinin

de ism-i fâil kalıbı ile gelmiş olmalarıdır. ُل جاع lafzı da ism-i fâildir. Dolayı- sıyla ma’tufun, ma’tufun aleyhe benzemesi gerektiği görüşündedirler.251
Kelimeyi mazi fiil kalıbıyla جعل şeklinde okuyan kırâatın delili ise; âyette geçen şems ve kamer (güneş ve ay) kelimelerinin mansûb olmaları- dır. Dolayısıyla bunları nasb eden bir sebebin bulunması gerekir. Bu âmil

ُحسباناً de,

القمر و الشمس جاعل و (Güneşi ve ayı, bir hesap üzere yaratan) anla-

mında olmak üzere, القمر و الشمس جعل takdirinin yapılmasıdır.252 Ebû Zür’a da kelimeyi mazi fiil kalıbıyla okuyanların bundan sonra gelen 97, 98 ve
99. âyetlerdeki mazi fiillere uygunluk sağladığını ve onlara nispetle bu şe- kilde kırâat ettiklerini zikretmiştir.253

Hûd sûresi 46. âyette ...َغير

عمل إنه ifâdesini Kisâî, mazi fiil olarak mîm

(م) harfinin kesresi (ــــِـــ) ve lâm (ل) harfinin fethası (ـــــَــــ), َغير

kelimesini

ise mef’ûl olarak mansûb (ـــَـــ) ... َغير

عمل إنه (Şüphesiz senin oğlun, uygun

olmayan bir işi yaptı.) şeklinde254; diğer imamlar ise her iki kelimeyi merfû

ve tenvinli olarak …َغير

عمل إنه biçiminde okumuşlardır.255

Söz konusu iki kelimeyi merfû ve tenvinli okuyanların kırâatına göre إنه

lafzındaki zamir, Nûh (a.s.)’ın أهلي من ابني َّن

إ رب şeklinde başlayan isteğine

râcidir. Dolayısıyla anlam “Bu istek uygun bir istek değildir.” şeklinde olur. Çünkü Allah, inkâr edenlerden hiçbirini affetmeyeceğini bildirdikten sonra; Hz. Nûh’un kendi oğlu bile olsa inkâr eden bir kimse için af talep etmesi doğru bir davranış veya istek değildir. Nitekim bunun farkına varan Hz. Nûh daha sonraki âyette Allah’tan bağışlanma dilemiştir.256


249 İbn Mücahid, a.g.e., s. 263; A’meş de bu imamlara muvafakat eder. Dimyâtî, a.g.e.,
s. 254; Halefu’l-‘Aşir de bu şekilde okumuştur. Dimyâtî, a.g.e., s. 254; Palûvî, a.g.e.,
s. 55-56; Ebû Hayyân bu imamların isimlerini zikretmeden الكوفيُّون قرأ şeklinde rivâyet etmiştir. Ebû Hayyân, a.g.e., c. IV, s. 593.
250 İbn Mücahid, a.g.e., s. 263; Dimyâtî, a.g.e., s. 254; Palûvî, a.g.e., s. 56; Ebû Hayyân,
a.g.e., c. IV, s. 593.
251 Mekkî, a.g.e., c. I, s. 442 ; Ebû Zür’a, a.g.e., s. 262.
252 Zemahşeri, a.g.e., c. II, s. 112; Razî, a.g.e., c. XIII, s. 99; Beydavî, a.g.e., c. I, s. 313- 314; Ebû Hayyân, a.g.e., c. IV, s. 594.
253 Ebû Zür’a, a.g.e., s. 262.
254 Hz. Ali, Enes, İbn Abbas ve Hz. Ayşe de bu şekilde okumuştur. Ebû Hayyân, a.g.e.,
c. VI, s. 162. Ya’kûb da bu şekilde okumuştur. Palûvî, a.g.e., s. 70.
255 İbn Mücahid, a.g.e., s. 334; Ebû Hayyân, a.g.e., c. VI, s. 162; Palûvî, a.g.e., s. 70.
256 Zemahşeri, a.g.e., c. II, s. 407; Razî, a.g.e., c. XVIII, s. 3 ; Ebû Hayyân, a.g.e., c. VI,


Yukarıda bahsi geçen ifadeyi َغيرصالح

عمل إنه şeklinde okuyan,إنه lafzında

geçen zamiri Nûh (a.s.)’ın oğluna irca’ edip ardından gelen fiil ile de ondan

haber vermiştir. َغير

kelimesini de, mahzûf masdarın sıfatı kılarak fethalı

okumuştur. Buna göre takdir: صالح َغير

َّن ا بنك عمل عمالً

إ (Şüphesiz ki; senin

oğlun uygun olmayan bir iş yapmıştır.) şeklinde olur. Bu şekilde fiil ka- lıbıyla okunmasının delili: “Hz. Ayşe ve Ümmü Seleme’nin; Hz. Peygam-

ber, bu ifadeyi, َغيرصالح

عمل şeklinde okudu.” şeklindeki rivâyetleridir.257

Beled sûresi 13. ve 14. âyette إطعام أو رقبة ُّك فَ ifadesi, العقبةَ اقتحم فَال cümle- sinden bedel olmak üzere, her iki kelime de mazi fiil kalıbında أو رقبةً فك َم َع أط şeklinde okunmuştur.258 Her iki kelimenin mazi fiil kalıbında okunma- sı halinde 12. âyet, i’tiraziyye cümlesi olmaktadır. Buna göre takdirin فك فال أطعم أو رقبةَ şeklinde olduğu rivâyet edilmiştir. Ferra’; Allah’ın 17. âyetteki
..... كان ثم ifadesinden ötürü, bu iki kelimenin fiil olarak okunması, sahih olan Arapçaya daha uygun olduğunu belirtir. Çünkü فك ve أطعم kelimeleri fiildir. Beled 17. âyetteki كان lafzı da fiildir. Dolayısıyla buna atfedilenin de fiil olması gerekir. Fakat Beled 17. âyetteki كان kelimesi, كان إن ثم şeklin- de okunmuş olsaydı, buna göre bu anlatım, isim cümlesinin diğer bir isim cümlesine atfedileceği için, merfû olarak رقبة ُّك فَ okunuşuna uygun olurdu.259 Yukarıda zikredilen ifadeyi, mahzûf mübtedânın haberi ve ismi şeklinde merfû ve muzaf şeklinde okuyanlar ise, العقبة ما أدراك وما ifadesinin tefsiri olarak okumuşlardır.260 Çünkü العقبة lafzının ne olduğunu إطعام أو رقبة ُّك فَ ifa- desi açıklamaktadır. Bunun örnekleri; Kâriâ 10 ve 11; Hümeze 5 ve 6. âye-
teleridir.261


s. 162. İlginçtir ki; Râzî bu kırâatı mütevâtir olarak nitelendirmektedir. Razî, a.g.e.,
c. XVIII, s. 3. Mehmet Adıgüzel, Râzî’nin bu kırâatı mütevâtir olarak nitelendirme- sinin sebebini şu şekilde açıklamaktadır: “Râzî, bu kırâatı, çoğunluğun kırâatı olduğu için “ mütevâtir “ olarak nitelendirmiştir. Yoksa Kisâî’nin kırâatının mütevâtir ol- madığı anlamına gelmez. Muhtemeldir ki Râzî, fiil olarak okunan kırâat gibi, isim olarak okunan bu kırâatın da Peygamberimizden sâbit olmuş sahîh bir okuyuş biçimi olduğunu vurgulamak için bu ifadeyi kullanmıştır.” Adıgüzel; a.g.e., s. 234. Mehmet Adıgüzel’in bu açıklaması; Ebu’l-Hayyân’ın sahîh veya mütevâtir kırâatlar hakkın- daki görüşlerine de uygunluk arzetmektedir. Bkz. Müellifin sahih (mütevâtir) kırâat- lar hakkındaki görüşü s.107.
257 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. VI, s. 294, 322; Mekkî, a.g.e., c. I, s. 531; Ebû Zür’a,
a.g.e., s. 341; Ebû Hayyân, a.g.e., c. VI, s. 162.
258 İbn Kesîr, Ebû Amr, Kisâî, İbn Muhaysin, el-Yezidî ve Hasan el- Basrî’nin kırâat- larıdır. Diğer imamlar ise; إطعام أو رقبة فك şeklinde okumuşlardır. Dânî, a.g.e., s. 223; Dimyâtî, a.g.e., s. 542; Ebû Hayyân, a.g.e., c. X, s. 482-483.
259 Ferra’, a.g.e., c. III, s. 265; Zemahşeri, a.g.e., c. IV, s. 595; Razî, a.g.e., c. XXXI, s. 185; Ebû Hayyân, a.g.e., c. X, s. 482-483.
260 Zemahşeri, a.g.e., c. IV, s. 595; Razî, a.g.e., c. XXXI, s. 185; Ebû Hayyân, a.g.e., c.
X, s. 482.
261 Ebû Zür’a, a.g.e., s. 764-765.

5. Tenvinli- Tenvinsiz Kırâat Farklılıkları
Bakara sûresi 197. âyette geçen فسوق وال رفث فال kelimelerini İbn Kesîr ve Ebû ‘Amr ve Ya’kûb merfu’ ve tenvinli olarak فسوق وال رفث فال şeklinde, جدال وال kelimesini, mansûb; Ebû Ca’fer her üçünü de merfu’ ve tenvinli; Diğer kırâat imamları; her üçünü de üstün harekeli okumuşlardır.262
Yukarıda bahsi geçen kelimeleri; merfu’ ve tenvinli olarak وال رفث فال فسوق şeklinde, جدال وال kelimesini ise mansûb okuyan imamların delili; sözün gelişinden anlaşıldığına göre, refes(cinsel ilişki)’in bir çeşidi değil, cinsel ilişkinin bütün çeşitlerinin yasak olduğuna delâlet vardır. Dolayısıy- la lafzın bazen müfred olmasıyla cem’î yani çoğul anlamı da kastedilebilir. Burada böyle bir kullanım söz konusudur.263 Yukarıda zikredilen kelimele- rin hepsini nasb ile okuyanların delili; İbn Abbâs’ın “ Hacda cedelleşme yoktur.” ifadesidir. Nitekim İbn Abbâs “Arkadaşınla münakaşa etme, ta ki ona olan öfken sona erinceye kadar.” demiştir.264 Ebû Zur’a bu kırâatın başka bir delili olarak şunu zikretmektedir:” Bu kırâatla âyette kastedilen anlamın açıklanması daha kolaydır. Nitekim Allah, فيه ريب ال (Kendisinde hiç şüphe yoktur.)265 âyetiyle şüphe cinsinden olan herşeyi kitap için nef- yettiği gibi, mansûb olarak okunan kırâata göre de refes ve fusûk (cinsel ilişki ve günah) cinsinden herşeyi yasaklamıştır.266
Yukarıdaki bilgiler ışığında görüleceği üzere her iki kırâatta anlam ve amaç birbirine yakın ve aynı zamanda birbirini ikmal edici ve teyid edici durumdadır. Sahîh veya mütevâtir olarak değerlendirilen kırâatlar; dikkatli bir şekilde incelendiğinde yukarıda belirtilen sonucun ortaya çıkacağı âşikârdır. Çünkü bu kırâatlar; amaç ve anlam olarak birbirlerini olumsuzla- mamakta; aksine birbirlerini desteklemekte veya açıklamaktadır.

En’âm sûresi 83. âyette geçen ْن َم

درجات ifadesini Âsım, Hamza ve Kisâî,

izafetsiz ve tenvin ile;267 diğer imamlar ise; izafetle من درجات şeklinde oku-
muşlardır.268 Bu ifadeyi tamlamasız ve tenvin ile okuyanlara göre anlam” Biz dilediğimiz kişileri, pek çok derecelere yükseltiriz…” biçiminde olur. Dolayısıyla âyette geçen من lafzı mahallen mansûb olmuş olur.269 Râzî’nin bildirdiğine göre İbn Miksem: “İzâfetsiz ve tenvinle okunan kırâat, derece ve mertebe bakımından, onların biribirine üstün kılındıklarına daha fazla


262 Ebû Hayyân, a.g.e., c. II, s. 281; Dimyâtî, a.g.e., s. 185.
263 El-Fârisî, a.g.e., c. II, s. 291; Ebû Zür’a, a.g.e., s. 129.
264 Ebû Zür’a, a.g.e., a.y.
265 Bakara 2/2.
266 Ebû Zür’a, a.g.e., a.y.; Ebû Hayyân, a.g.e., c. II, s. 281-283.
267 Dânî, a.g.e., s. 104; Ebû Hayyân, a.g.e., c. IV, s. 573. Halef, Ya’kûb ve A’meş de bu şekilde okumuşlarıdr. Dimyâtî, a.g.e., s. 252.
268 Dimyâtî, a.g.e., a.y.
269 Ebû Hayyân, a.g.e., c. IV, s. 573.

delâlet eder.” demiştir. من درجات şeklindeki kırâat ise; tek bir dereceye delâ- let ettiği gibi,pek çok derecelere de delâlet eder. Halbûki tenvin, sadece pek çok derecelere delâlet eder.270
Sâd sûresi 46. âyette geçen بِخالصة kelimesi hem tenvin271 hem de izafet- le272 okunmuştur.

Adı geçen kelimeyi tenvinle okuyanlar, الدار ِذكري

ifadesini بِخالصة ifade-

sinden bedel yapmışlardır. Dolayısıyla buna marife kelimenin nekreden
bedel yapılması denilmektedir. Bu şu âyete benzemektedir: من ٍّر بش أفأُنبئُكم قل النار ذلكم (…….Size bundan daha kötüsünü haber vereyim mi? Ateş!)273
âyetindeki النار هيtakdiri gibidir. Buna göre anlam “Biz; onları, yurtlarını hatırlamaları nedeniyle kendimize has kullar kıldık.” şeklinde olur. Bu kırâatın delili; مشفقون الساعة من هم و (….Onlar kıyamet saatinden korkup titrerler.)274 âyetidir.275
Söz konusu kelimeyi izafetle okuyan; masdar olan خالصةٌ ifadesinin
ذكريkelimesine muzaaf yapmıştır. Buna göre takdir: ” الدار ذكري لهم ُخلصت (Yurtlarını hatırlama onlara halis oldu.)” şeklinde olabilmektedir. Aynı za- manda ذكري kelimesiniخالصةٌ kelimesinin mef’ûlü olarak kabul edip, mef’ûlüne izafetle okumak da ihtimal dâhilindedir. O zaman takdir:لمعادهم
الذكر أخلصوا بأن (Vatanlarını hatırlamada samimiyet gösterdikleri için onla- rı halis kıldık.) şeklinde olur.276

6. Kelimelerde Yapılan Takdim-Tehir
Âl-i İmrân sûresi 195. âyette geçen وقُتلواُ قاتلوا و (Savaştılar ve öldürüldü- ler) kelimelerini Nâfi, Âsım ve Ebû Amr; birinciyi elifle, ikinciyi elifsiz ve tahfifli olarak okumuşlardır. Dolayısıyla anlam: “Onlar o Peygamberle, öl- dürülünceye kadar savaşmışlardır.” şeklinde olur. 277
Hamza ve Kisâî ise; bu kelimeleri takdim- tehirle قاتلوا و وقُتلواُ şeklinde
okumuşlardır.278 Buradaki vav harfi fasl içindir. İbn Kesîr ve İbn Âmir ise; ikinci fiili şedde ile279 قُتِّلوا و قاتلوا و (Savaş alanında kesilip doğrandılar.)


270 Razî, a.g.e., c. XIII, s. 62.
271 İbn Kesîr, Ebû Amr, İbn Zekvân, Asım, Hamza, Kisâî, Ya’kûb ve Halef’in kırâat- larıdır. Dânî, a.g.e., s. 188.
272 Nâfi ve Ebû Ca’fer’in kırâatlarıdır. Dimyâtî, a.g.e., s. 456; Palûvî, a.g.e., s. 118. Şey- be ve A’rec de bu şekilde okumuştur. Ebû Hayyân, a.g.e., c. IX, s. 164.
273 Hac 22/72.
274 Enbiya 21/49.
275 Ebû Zür’a, a.g.e., s. 613-614; Mekkî, a.g.e. c. II, s. 231.
276 Mekkî, a.g.e., c. II, a.y.; Ebû Hayyân, a.g.e., c. IX, s. 165.
277 İbn Mücâhid, a.g.e., s. 221-222.
278 Halefu’l-Âşir ve Mutavveî de bu şekilde okumuşlardır. Dimyâtî, a.g.e., s. 219.
279 Hasan el-Basrî ve Ebû Recâ da bu şekilde okumuşlardır. Ebû Hayyân, a.g.e., c. III, s. 480.

şeklinde okumuşlardır. Şeddeli okuma; mübâlağa anlamı içindir. Hasan el- Basrî de “ Kesilip doğrandılar” anlamını vermiştir. 280
Bahsi geçen fiilerden birinciyi mechûl, ikinciyi ma’lûm kalıbıyla oku- yanların hücceti; Allah yolunda savaşanlardan bir kısmının öldürülmesi, geride kalanların, arkadaşlarının öldürülmelerinden ötürü, ümitsizliğe düş- meyip, aksine savaşa aşk ve şevkle devam etmeleridir. Dolayısıyla onların bir kısmının öldürülüp, geriye kalanların ye’se düşmeyip muharebeye de- vam etmeleri daha önemli ve takdire şâyandır. Nitekim bu kırâat; وهنوا فما هللا سبيل في أصابهم لما (… Allah yolunda başlarına gelen olumsuz şeylerden dolayı ne gevşeklik ne de zayıflık gösterdiler.)281 âyetinin anlamına uygun düşmektedir.282
El-Fârisî’ye göre; birincinin ma’lûm, ikincinin mechûl okunması güzel- dir. Çünkü savaş, öldürmeden önce gerçekleşir. İkinci fiili şeddeli okumak ise; “ Bütün kapıları kendilerine açık olduğu halde…” âyetinde283 ُمفَتَّحةٌ kullanıldığı gibi, savaşta da öldürme olayının çok olması sebebiyle şeddeli
okunması yerinde ve güzel olmuştur.284
Tevbe sûresi 111. âyette geçen ْقتَلون يُ و ْقتُلون فيَ (…Allah yolunda öldürür- ler ve öldürülürler) fiillerini Hamza ve Kisâî, âyetteki yerlerini takdim- te- hirle, birincisini mechûl, ikincisini mechûl kalıbıyla ْقتلون ويَ ْقتَلون فيُ şeklinde okumuşlardır.285 Diğer imamlar ise; birinciyi ma’lûm, ikinciyi mechûl ka- lıbıyla okumuşlardır.286
Söz konusu âyette geçen fiillerden birincisini ma’lûm, ikincisni mechûl okuyanlara göre anlam: “Onlar (inananlar) kâfirleri öldürürler ve öldürü- lünceye kadar savaşmaktan kaçınmazlar.” şeklinde olur.
Bu fiillerden birinciyi mechûl; ikinciyi ma’lûm kalıbıyla okuyanlara göre mâna: “ Müslümanlardan büyük bir çoğunluk öldürülse bile, geride kalan müslümanlar asla vazgeçmezler ve düşmanla savaşmaya devam eder ve kafirleri öldürürler.” şeklinde olur.287



280 Ebû Hayyân, a.g.e., c. III, s. 480.
281 Al-i İmrân 3/146.
282 Mekkî, a.g.e., c. I, s. 373; el-Fârisî, a.g.e., c. III, s.117.
283 Sâd 38/50.
284 el-Fârisî, a.g.e., c. III, s. 117.
285 Ebû Hayyân, a.g.e., c. V, s. 509. Halef de bu imamlara muvafakat etmiştir. Palûvî,
a.g.e., s. 67.
286 İbn Mücâhid, a.g.e., s. 319; Palûvî, a.g.e., s. 67.
287 Ebû Hayyân, a.g.e., c. V, s. 509-510.

Sonuç
Ebû Hayyân, Tefsîr alanında iki tane eser kaleme almıştır. Bunlar, el- Bahru’l-Muhît ve bunun muhtasarı olan en-Nehru’l-Mâd’dır. el-Bahru’l- Muhît, Ebû Hayyân’ın dinî ilimler sahasında kaleme aldığı en büyük eseri olarak kabul edilmektedir. Döneminin en önemli dil bilginlerinden olan Ebû Hayyân, “Nahviyyu ‘Asrihî ve Luğâviyyuhû ve Müfessiruhû”, “Şey- hu’n-Nuhât”, “ Sîbeveyhi’z-Zamân”, “Lisânu’l-Arâb”, “İmâmu’n-Nuhât” gibi sıfatlarla nitelendirilmiştir. Daha çok nahiv ilmiyle temâyüz eden Ebû Hayyân’ın, kırâat, hadîs, tarih, edebiyat ve lügat ilimlerinde de geniş bir birikime sahip olduğu tefsîrinden anlaşılmaktadır.
Ebû Hayyân, tefsîrinin mukaddimesinde kırâat ilmini müfessirin bilme- si gereken ilimlerin başında zikretmiş ve eserin muhtelif yerlerinde kırâat- lar ve sahipleri hakkında bir çok bilgiler vermiştir. Tefsîrinden anlaşıldığı üzere genel olarak kırâatları ikiye ayırmaktadır. Birincisi Mütevâtir Kırâat- lar; ikincisi Şâzz Kırâatlardır. Ebû Hayyân için kırâatın mütevâtir olması, kırâatın senedinin sağlam ve güvenilir olmasına bağlıdır. Müfessirimiz, kırâat alanında bir şart olarak öne sürülen nahiv kaidelerine uygunluğu mü- tevâtir kırâat için bir gereklilik olarak kabul etmemektedir. Bundan dolayı Ebû Hayyân, Arap dili açısından nahiv kaidelerine daha uygun olmasına rağmen mütevâtirlik şartını taşımayan kırâatlara itibar etmemiştir. Sonuç olarak senedinin sağlam oluşunu, kırâatın sıhhati noktasında yeterli gör- mektedir. Ebû Hayyân sened açısından sağlam olan Kırâat-ı Seb‘a -Nâfî, İbn Kesîr, Ebû Amr, İbn Âmir, Âsım, Hamza b. Habib ve Kisâî- imamları- nın rivâyet ettiği bütün kırâat vecihlerini esas almış ve eserinde bunların mütevâtir olduğunu açıkça ifade etmiştir. Haddizatında, bu yedi kırâat ima- mının kırâatı ile ilgili müstakil eserler kaleme alması, onun Kırâat-ı Seb‘a’ya verdiği değeri ve önemi açıkça göstermektedir.
Ebû Hayyân, mütevâtir kırâatların hepsini Kur’ân olarak kabul etmiştir. Nahiv ile ilgili kaideleri ve dil ile ilgili hükümleri bu mütevâtir kırâatlar üze- rine binâ etmiştir. Ebû Hayyân’a göre kırâatlar esas kabul edilmesi gereken asıllardır. Bu kırâatları inkâr eden ya da hatalı bulan müfessir ve dilcilere şiddetle karşı çıkmış ve onları sert bir dille eleştirmiştir. Özellikle Zemahşerî ve onu takip etmekle suçladığı İbn Atiyye’yi çok sert bir dil ve üslûpla yer- miştir. Zemahşerî ve eleştirdiği diğer kişilerin nahiv kurallarına dayanarak şâzz dediği mütevâtir kırâatların çoğu kez dil açısından izahlarını yapmış ve bunların Arap dilinde bir vecihlerinin bulunduğunu zikretmiştir. Örneğin, ab-
dest âyetinde geçen ُجلَكم أر kelimesindeki bütün mütevâtir kırâat vecihlerini
zikretmiş, eleştirilen sahîh kırâatların Arap dili açısından da izahlarını yap- mış, fakat bu doğrudur ya da şu daha doğrudur diye bir hüküm belirtmemiş; her iki kırâatın ortaya çıkardığı anlamları kabul etmiştir.

Kaynakça
Adıgüzel, Mehmet; Kırâatlar Açısından Fahruddin Râzî ve Tefsîr-i Ke- bîri (Basılmamış Doktora Tezi), Erzurum Atatürk Üniversitesi S.B.E., Er- zurum-1998.
Afif Abdurrahman, “et-Tezkiretü li Ebî Hayyân el-Endülüsî”, Mecelletu Mecmai’l-lugati’l-Arabiyye bi Dımaşk, C.53/I, Şam-1978.
Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetü’l-Ârifîn Esmâu’l-Müellifîn ve Âsâ- ru’l-Musannifîn, Milli Eğitim Bakanlığı, İstanbul-1955.
Beydâvî, Kâdî Nâsiruddîn Ömer; Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, 2.
Baskı, Beyrut-2004.
Dâvûdî, Şemsuddin Muhammed b. Ali, Tabakâtü’l-Müfessirîn, Dâ- ru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut-ts.
Dımaşkî, Ebu’l-Mehasin Şemsuddin Muhammed b. Ali el-Huseynî,
Zeylu Tezkireti’l-Huffâz li’z-Zehebî, Dımaşk-ts.
Dimyâtî, Ahmet b. Muhammed b. Abdi’l-ğani, İthâfu Fudalai’l-Beşer fi’l Kırâati’l-Erbea Aşer, Matbaa-i Amire, İstanbul 1285/1865.
Ebû Hayyân, el-Bahru’l-Muhît fî’t-Tefsîr, Dâru’l-Fikr, Beyrût-1992. Eyice Semavî, “Akmer Câmii” mad., TDV İslam Ansiklopedisi, II, 282. Ebu’s-Suûd, Muhammed Kahire b. Muhammed, İrşâdü’l-Akli’-Selim ilâ
Mezâye’l- Kitâbi’l-Kerîm, ts.
Ebû Ubeyde, M’amer b. Müsenna et-Teymî, Mecâzu’l-Kur’ân, (T’alik ve thk. Sezgin Fuat), Müessesetü’r-Risâle, II. Baskı, Beyrut-1401-1981.
Ebû Zür’a, Abdurrahman b. Muhammed b. Zencele, Hüccetü’l-Kırâat,
(thk. Said el-Efğânî), Müessesetü’r-Risâle, II. Baskı, Beyrut-1399/1979.
Fârisî, Ebû Ali Hasan b. Abdulğaffâr; el-Hüccetü li’l-Kurrâi’s-Seb’a
(thk. Bedrüddin Kahveci, Beşir Cuycâtî), I. Baskı, Dimeşk- 1404/1984.
Ferrâ, Ebû Zekeriyya Yahya b. Ziyad, Me’âni’l-Kur’ân, Âlemü’l-Kü- tüb, II. Baskı, Beyrut- 1371/1980.
Hanbelî, Ebu’l-Felah Abdulhay b.Ahmed b. Muhammed b. El-‘İmâd,
Şezerâtu’z-Zeheb fî Ahbâri men zeheb, Dâru’l-Fikr, Beyrut-ts.
İbn Atıyye, Abdülhak b. Ğâlib; El-Muharraru’l-Vecîz fî Tefsî- ri’l-Kitâbi’l-Aziz, Fas – 1979-1991.
İbnü’l-Cezerî, Gâyetü’n-Nihâye fî Tabakâtü’l-Kurrâ, (nşr. G. Bergstra- esser), Mektebetü’l-Hancî, Mısır-1933.
İbn Hacer el-Askalânî Şihâbüddin Ahmed b. Ali, ed-Dureru’l-Kâmine fî A’yâni’l-Mieti’s-Sâmine, Dâru’l-Cîl, Beyrut- ts.
İbn Haleveyh, Ebû Abdillah Hüseyin b. Ahmed, Muhtasar fî Şevâz- zi’l-Kur’ân min Kitâbi’l-Bedi’ (nşr. C. Bergstraesser), Matbaatu’l-Rahmâ- niyye, Mısır 1934.
İbnü’l-Hatib Ebû Abdillah Lisânüddin Muhammed b. Abdullah, el-İhâta fî Ahbâri Gırnâta, (thk. Muhammed Abdullah ‘Inân), Mektebetü’l-Hancî, Kahire-1975.

İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ’ İsmail; Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Mısır-ts.
İbn-i Mücâhid, Kitabu’s-Seb’a fi’l-Kırâât (nşr. Şevkî Dayf), Dâru’l-Maâ- rif, Kahire 1400/1981, 3.baskı .
İbn Tağriberdî, Ebu’l-Mehâsin Cemaleddin Yûsuf b. Tağriberdî el-Ata- bekî, en-Nucûmu’z-Zâhire fî Mulûki Mısr ve’l-Kahire, Vezaretü’s-Sekâfe ve’l-İrşad, Kahire-1963.
Kurtubî, Muhammed b. Ahmed; el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, Mı- sır-1966, 3. Baskı.
Kütübî, Muhammed b. Şakir, Fevâtü’l-Vefeyât, (Thk. İhsan Abbas), Dâru Sadr, Beyrut-ts.
Makkarî, Ahmed b. Muhammed, Nefhu’t-Tîb min Ğusni’l-Endelus er- Ratîb, (thk. İhsan Abbas), Dâru Sadr, Beyrut-1968.
Makrîzî, Takiyüddin Ebu’l-‘Abbas Ahmed b. Ali, el-Mevâ’iz ve’l-İ’tibâr bi Zikri’l-Hitati ve’l-Âsâr, Dâru Sâdır, Beyrut-ts.
Mekkî, Ebû Muhammed b. Ebî Talib Hemmuş el-Kaysî, Kitâbu’l-Keşf an Vücûhi’l-Kırâati’s-Seb’ ve İleliha ve Hiceciha, (thk. Dr. Muhyiddin Ra- mazan), Müessesetü’r-Risale, IV. Baskı, Beyrut- 1407/1987.
Özdemir, Mehmet “Cebelitârık”mad., TDV İslam Ansiklopedisi.
Palûvî, eş-Şeyh Hamid b. Abdilfettâh(ö.1173/1754), Zübdetü’l-İrfân,
Hilal Yay., Arif Efendi Matbaası, İstanbul- 1312/1893.
Razi, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ömer b. Hüseyin el-Kurayşî , et- Teymî, Tefsîr-i Kebîr (Mefâtihu’l-Ğayb), Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-‘Arabi, Beyrut-ts.
Safedî, Salâhuddin Halil b. Aybek, el-Vâfî bi’l-Vefeyât,(thk. Helmut Ritter), Dâru’n-Ner Franz Siteiner, Wiesbaden-1970.
-------, Nektu’l-Himyân fî Nuketi’l-‘Umyân, el-Matbaatu’l-Cemâliyye, Kahire 1911.
Sübkî, Ebû Nasr Tâcuddin Abdulvehhab b. Ali b. Abdilkâfî; Ta- bakâtu’ş-Şâfi’iyyeti’l-Kubrâ, (thk. Mahmûd Muhammed et-Tanâhî- Ab- dulfettâh Muhammed el-Hulv), Kahire-1964.
Suyûtî, Celalüddin Abdurrahman b. Ebî Bekr, Buğyetu’l-Vu’ât fî Ta- bakâti’l-Luğaviyyîn ve’n-Nuhât (thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim), Kahire-1964.
Taberî, Muhammed b. Cerîr; Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân,
Mısır-1968, 3. Baskı.
Temel, Nihat, Kırâat ve Tecvîd Istılahları, MÜİF Y yay., İstanbul-1997. Yazır, Elmalılı Hamdi; Hak Dîni Kur’ân Dili (sdlş.:İsmail Karaçam,
Emin Işık, Nurettin Bolelli, Abdullah Yücel), İstanbul- ts.
Zeccâc, Ebû İshâk İbrahim b. es-Serî, Me’âni’l-Kur’ân ve İ’râbuhu (thk. Abdülcelil Abduh Şiblî), Alemü’l-Kütüb, I. Baskı, Beyrut- 1408/1988. Zehebî, Marifetü Kurrâi’l-Kibâr, (Thk. Muhammed Avvâd Ma’rûf, Şu-

ayb el-Arnavût, Salih Mehdî Abbâs), 1.baskı, Müessesetü’r-Risâle, Bey- rut-1404/1984.
----------, Siyeru A’lâmi’n-Nubelâ, Müessesetü’r-Risale, Beyrut-1985.
Zemahşerî, Cârullah Mahmûd b.Ömer; el- Keşşâf an Hakâiki’t-Tenzîl ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl fî Vücûhi’t-Te’vîl (thk. Yûsuf Hammâdî), Mektebetü Mısır, ts.
Ziriklî, Hayruddin, el-A’lâm, 3. baskı, Beyrut-1389/1969.