Makale

Çocuk Suçluluğunun Önlenmesinde İslâm Maneviyatının Rolü

Doç. Dr. Ejder Okumuş
Dicle Üniv. İlâhiyat Fak.

Çocuk Suçluluğunun Önlenmesinde
İslam Maneviyatının Rolü

Toplumun gülleri olan çocuklar, nasıl oluyor da birer suç makinesi haline gelebiliyor? Çocuk suçluluğu, nasıl olup da modern dünyanın bu denli ciddî bir sorunu olabilmiştir? Gerçekten de bugün küresel bir sosyal fenomen olan çocuk suçluluğu, toplumların en önemli sorunlarından biri olarak dikkat çekmektedir.
Bugün toplum içinde ayrı bir sosyal kategori olarak var olan çocuklar, ne yazık ki suç işleyebilen varlıklardır. Bu nedenle suçla bağlantılı bir çocuk tanımı dahi yapılmıştır. Birleşmiş Milletler Çocuk Adalet Yönetimi Asgarî Standart Kuralları’nın (Pekin Kuralları) yaptığı bu tanıma göre çocuk; "İşledikleri suçlar açısından, kendi hukuk sistemlerine göre, yetişkinlerden farklı bir tarzda muameleye tabi tutulan kimsedir."
Modern toplumların, özellikle büyük kentlerin en önemli toplumsal sorunlarından biri olan çocuk suçluluğunun önlenmesi, sadece bir sosyal kategori olarak çocuklar arasında suçun önlenmesi açısından değil, genel olarak toplumda suçun önlenmesi açısından da çok önemli bir husustur. Büyük ölçüde İkincisi birincisine bağlı bulunmaktadır. Bu anlamda çocuk suçluluğunun azalması veya önlenmesi demek, toplumda var olan genel suçluluğun büyük ölçüde azalması demektir. Çünkü yapılan araştırmalarla ortaya çıkmıştır ki, yetişkinlik döneminde suç işleyenlerin büyük bir bölümü, çocukluk ve gençlik dönemlerinde de suç işleyenlerden oluşmaktadır. (Peker, 1994, 1 3)
Günümüz dünyasının güncel bir sorunu olarak çocuk suçluluğu, gerçekten de o kadar ciddî bir problemdir ki Birleşmiş Milletler, problemin tespit ve çözümüne ilişkin önemli çalışmalar yapmakta; çeşitli bildirgeler, sözleşmeler, kurallar vs. ile çocuk suçlarının önlenmesi için neler yapılabileceği konusu üzerinde önemle durmaktadır. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, Çocuk Hakları Bildirgesi, Birleşmiş Milletler Çocuk Adaleti Yönetimi Asgarî Standart Kuralları (Pekin Kuralları), Çocuk Suçluluğunun Önlenmesine İlişkin Birleşmiş Milletler Yönlendirici İlkeleri (Riyad İlkeleri), söz konusu çalışmalara örnek olarak zikredilebilir. Birleşmiş Milletler’in dışında çeşitli ulusal ve uluslararası örgütlerin de konuya özgü çalışmaları olduğu bilinmektedir.
Acaba gerek bireysel gerekse örgütlü çocuk suçluluğu nasıl önlenebilir? Çocukların suç işlemelerinin önüne geçilmesi için ne tür tedbirler alınabilir? Çocukların suç işlemelerinin toplum için yıkıcı boyutlara ulaşması nasıl engellenebilir? Çocuk suçluluğunun önlenmesi veya zararsız hale getirilmesinde, kurumsal düzlemde, din, eğitim, siyaset, ekonomi, aile, boş zamanlar, ahlâk ve hukuk alanlarında yapılması gerekenler neler olabilir?
Bu kısa yazıda maneviyatın çocuk suçluluğunun önlenmesi konusunda oynadığı rolden bahsedilmektedir. Tarihte ve günümüzde maneviyatın, çocuğun kişiliği, davranışları ve sosyal ilişkileri üzerinde son derece etkili olduğu bilinmektedir. Bu çerçevede çocukların suça yönelmelerinin önlenmesinde din ve maneviyatın işlevleri; maneviyatın sosyalleşme ve sosyal kontrol işlevi, dindar aile ve çevrenin çocuk üzerindeki etkileri gibi hususlar bağlamında ortaya konulmaya çalışılmaktadır.
Suçun önlenmesinde sosyalleşme ve maneviyat
Çocuk suçlarının önlenmesinde sosyalleşme çok önemlidir. Suç olgusu ile başarılı toplumsallaşma arasında ters orantılı bir ilişkiden söz edilebilir. Sağlıklı ve başarılı sosyalleşme yaşayan çocuk, suça yönel(tile)mez. Suça yöneltilenler, sağlıksız ve başarısız sosyalleşme geçiren çocuklardır. Toplumla, toplumun inanç, değer, örf, hukuk, ahlâk ve genel davranış kurallarıyla uyum içinde olan insanlarda suça yönelmek gibi bir durum olmaz. Çocuğun bu şekilde başarılı ve sağlıklı sosyalleşmesinde ise İslâm maneviyatının önemli işlevleri bulunmaktadır. Maneviyat, sosyalleşmedeki işleviyle çocuğun suça yönelmesinin önlenmesinde etkili olur.
Bilindiği gibi çocuk dindarlığının oluşumunda toplum, çok önemli bir yere sahiptir. Çevresiyle etkileşimi içinde vücut bulan çocuk, sosyalleşme süreci içinde zamanla başta aile olmak üzere sosyal grup ve diğer ajanlar kanalıyla toplumun dinine katılır. Din ise, çocuğun daha iyi sosyalleşmesinde ve suça meyletmemesinde etkili olur.
Din, sosyo-ekonomik, dinsel vb. sisteme uygun belli karakter tiplerini öne çıkararak ve destekleyerek toplumsal aktörlerin, sosyal yapıya uygun rollerini öğrenip içselleştirmelerini, sosyal hayata ayak uydurmalarını, yani sosyalleşmelerini sağlar. Sosyalizasyonla çocuk, sosyal rollerini, dışsal sosyal şartların etkisinden daha büyük oranda içsel olarak benimser ve icra eder. Dinin temin ettiği manevî sosyalizasyon, çocuklar katında sistemi, sosyal yapıyı, sosyal düzenin norm ve değerlerini, toplumsal rolleri kabul edilebilir göstererek çocukların söz konusu sisteme, sistemin düzenlemelerine, kısaca sosyal hayata ayak uydurmalarında işlevsel olur.
Maneviyat ile sosyalleşmede toplumun üyelerinin birbirlerine saygı ve sevgi esası üzere hareket etmeleri önemlidir. Denilebilir ki; başkalarına saygı, başkalarının hakkını gözetme, hatta başkalarını kendisi gibi düşünme, dinde esastır. İslâm dini örneğinde "Hiç kimse, kendisi için istediğini başkası için de istemedikçe iman etmiş olmaz" (Buharî, Kitâbu’l-lmân, Bâb, 7) hadisi, bunu en güzel bir biçimde ifade etmektedir. Ayrıca "İslam’da en hayırlı davranış; yemek yedirmek, tanıdığına da tanımadığına da selâm vermektir" (Buharî, Kitâbu’l-lmân, Bâb, 6), "Müslüman Müslümanların dili ve elinden zarar görmediği kişidir" (Buhari, Kitâbu’l-lmân, Bâb, 5) gibi hadisler, toplumsal ilişkilerde ideal davranışın nasıl olması gerektiğini açıklamaktadır. İslam, sosyal ilişkilerin fedakârlık, karşılıklı sevgi, saygı ve anlayış içerisinde olması gerektiğini, insanın topluma bir empati ve sempati içinde katılması gerektiğini söylemektedir. Bu hadislerde ortaya konan mantıkla hareket eden toplum içinde sosyalleşen çocuğun suça meyletmesi çok zor gözükmektedir. Sevgi ve saygı merkezli dinin (Cüceloğlu, 1998,120-122) ve manevî yaşam biçiminin, çocuğun suça eğilimini engelleyen bir sosyalleşme deneyiminde bulunmasında önemli ölçüde etkili olduğu söylenebilir.
Din ve maneviyat, toplum üyelerine cemaat ve grup bilinci kazandırarak veya tüm toplumu bir cemaat olarak kabul etme anlayışı vererek, üyelerin toplumun zararına bir davranışta bulunmalarının önüne geçer. Din, grup amaçlarının özel çıkarlar üzerinde ve duyguların organize arzular üzerinde egemen olmasını sağlamak için dört şey yapar:
1. Din, tabiat üstü bir inançlar sistemi ile grup amaçları ve bunların üstünlüğü hususunda bir açıklama getirir.
2. Din, kollektif ibadetler emrederek ortak duyguların sürekli olarak kuvvetli kalmasını sağlar.
3. Din, ortaya koyduğu kutsal şeyler marifetiyle değerler yaratır ve bunları paylaşan bütün insanlar için bir araya getirici unsurları ortaya koyar.
4. Din, sınırsız bir ödül ve cezalar kaynağı sağlar. Böylece din, sosyal bütünleşme yönünden zorunlu bir katkıda bulunur. (Dönmezer, 1990, 263)
Bütün bu işlevleri düşünüldüğünde toplumda yerleşik dinin ve manevî havanın, çocuğun suça itilmesinin önlenmesinde ve çocuğun suça itilebileceği ortamların ortadan kaldırılmasında etkili olacağı söylenebilir. Maneviyat, çocuğun iyi ve başarılı bir sosyalleşmesini temin ederek suça eğilime neden olabilen, çocuğu suça itebilen, çocuğun çocuk fail haline gelmesini sağlayan damgalama ve damgalanma, suçu öğrenme, anomi, yoksulluk, mekân, alt-kültürlülük, kültür çatışması, statü farklılıkları, işsizlik, eşitsizlik gibi durumların veya bunların olumsuz sonuçlarının ortadan kalkmasında etkili olur, çocuğun toplumun diğer üyelerine hoşgörüyle, sevgi ve saygıyla yaklaşmasında işlevsel olur.
Maneviyat, sosyalleşme işleviyle ana-baba ile güçlü bağın, sosyal değerlerle bağın, okula devamın ve hukuka saygının gerçekleşmesinde etkili olur. İslâm maneviyatı, sosyalleştirici etkisiyle çocuğu ailesine, ana-babasına, varsa kardeşlerine bağlar, ailede bir güven sağlar, karşılıklı sevgi ve saygıya dayalı bir düzen kurar; çocuğun toplumun değerlerine katılımını, uyumunu ve onları içselleştirmesini sağlar, çocuğu okuluna ve işine bağlı kılar, okula devam etmesi noktasında motivasyon kazandırır ve de çocuğu hukuka, insan haklarına, toplumun kural ve yasalarına saygılı bir insan haline getirerek toplumsal uyumu bozacak davranışlara meyletmesini engeller.
Bütün bu ifade edilen hususlar bağlamında, maneviyatın suçun önlenmesindeki etkisinin, özellikle suç ortamını oluşturan sosyal uyumsuzluğa meydan vermemede kendini gösterdiği söylenebilir. Bilindiği gibi suçun oluşması ile uyumsuzluk arasında karşılıklı bağlantılar vardır. Denilebilir ki sosyal uyumsuzluk, suç için gerekli ortam ve zeminin oluşmasını sağlar. Bir toplumda uyum ne kadar iyi ise, suç oranı da o oranda az olur. Toplum üyelerinin uyum içinde yaşamalarında dindarlık ve maneviyatın etkisi güçlüdür. Din, birlikteliğe, kardeşliğe ve hakları gözetmeye çağrıda bulunarak uyumun egemen olduğu bir toplum inşa etmek ister.
Suçu önlenmede sosyal kontrol ve maneviyat
Manevi hayat, kul hakkı, hak ve adalet üzere ilişki kurma, cemaat anlayışı ve cemaatle eda edilen ibadetler, itaat, günah inancı gibi kanallarla sosyal kontrolü temin eder. Sosyal kontrol ise, toplum içinde çocuğun suça meylini önleyen bir özelliğe sahiptir.
Sosyal kontrol araçları arasında din, önemli bir yer tutar. Denilebilir ki, din etkin bir sosyal kontrol aracı olup, insan davranışları üzerinde etkili olmakta, insanı iyi davranışa yöneltmekte, suça yönelten unsurlara karşı direnç kazandırmaktadır. İnsan fiillerini düzenleyen ahenkli bir sistem olarak düşünüldüğünde dinin, insanın suça gitmesini önleme kapasitesine sahip olduğu anlaşılır. (Dönmezer, 1994, 219-224)
Potansiyel bir sosyal kontrol gücü olarak din, sosyal yapıyı korur. Meşrulaştırma ve muhafazakârlık ile yakından ilişkili olan sosyal kontrol işleviyle din, toplum üyeleri veya aktörlerinin, sosyal ve siyasal düzenin kural ve düzenlemelerinin sınırları dahilinde hareket etmelerini sağlar, o sınırların dışına çıkmalarını önler.
Toplumsal kontrol, bir yönüyle insanın bilincinde içselleşerek vicdan denilen mekanizmayı harekete geçirir. "Gerçekten de, kurallar kişinin vicdanında köklü bir yer edinmedikçe, dıştan gelen kontrolün etkili olması pek düşünülemez. Bu süreçte dinin nasıl etkide bulunduğunu kolayca görebiliriz. Dinin, toplumsal hayatta hoş karşılanmayan işlerden uzak tutacak şekilde insan bilincini şekillendirebilmesi onun en belirgin, herkesçe arzu edilen ve bilinen en "açık" etkilerinden veya işlevlerinden birisidir. (Berger, 1999, 85-86)
Din, dindarlık ve maneviyat kanalıyla öyle bir sosyal kontrol aracı olmaktadır ki, dindar olmayan insanlar dahi, dindarı, yanlış yapmaktan ve suç işlemekten alıkoymaktadır. Lise yıllarında (1998) Mardin Yetiştirme Yurdu’nda kalan dindar bir öğrencinin yaşadığı bir olay bunu doğrulamaktadır. Ekim 2003’te yaptığımız görüşme esnasında bu öğrencinin naklettiğine göre, kendisi bir gün bir arkadaşına karşı kabalık yaptığında yurt müdürü ona hitaben "Bir de dindarsın! Dindar insan bu tür şeyleri yapmamalı. Namaz kılan, oruç tutan insan nazik olur" gibi sözler sarf etmiştir. Ayrıca bilinmektedir ki, toplumumuzda anne babalar, din görevlileri, yetişkin dindarlar, dindar olan çocukların suça ve kötü davranışlara meyletmemeleri için onlara "dindar insana (örneğin namaz kılan insana) kötü davranışların yakışmayacağını" söyleyerek olası yanlış hareketlerin önüne geçmek isterler. Buna benzer olayların örneklerini çoğaltmak mümkündür. Bu vb. olaylar da göstermektedir ki dindarlık, sosyal kontrol işlevi vasıtasıyla çocuğun suça yönelmesini ve suç işlemesini önleme kabiliyetini haizdir.
Bu olaydaki durumun tersine çocuk dindar olmayabilir de. Çocuğun ailesinin veya çevresinin dindar olması durumunda da din, aynı şekilde sosyal kontrol veya denetim işlevinde bulunabilir, çocuğun suça yönelmesinin önlenmesinde etkili olabilir. Çocuk, çevresinin dindarlığının doğal bir denetimi altına girerek suç olabilecek davranış biçimi geliştirmeye meyletmez. Görüldüğü gibi din ve dindarlık, çocuk ve toplumun karşılıklı ilişkilerinde çift yönlü bir kontrol işlevi görmektedir.
Gerçekten de İslam, topluluk denetimi noktasında önemli bir işlevsellik arz eder. İslâm, topluluk boyutuyla denetim işlevi görme kabiliyetine sahiptir. Din, söz konusu boyutuyla hem denetim hem de çocuklara güvenli ortam sağlayarak çocukların suça yönelmelerinin önüne geçilmesinde işlevsel olabilir. Din, hem kendi yapısında var olan toplumsallık, hem de daha özel dinî topluluklar ile çocuklar üzerinde denetim sağlayabilir ve bu yönüyle din, çocuk suçluluğunun önüne geçilmesinde etkili olabilir.
Dinin sosyal kontrolle çocuk suçlarını önlemedeki rolünün anlaşılması açısından önemli hususlardan biri de, "emr bi’l-maruf, nehy ani’l-münker", yani iyiliği yayıp çoğaltma ve kötülükle mücadeledir. İslâm’ın bu ilkesi, toplumu sağlıklı bir biçimde ayakta tutma amacı gütmektedir. Bu ilke, toplumun bütün üyelerini toplumu inşa etme ve muhafaza etmede, kültürel, siyasal, sosyal, ekonomik vs. açıdan geliştirmede yetkili kılar, insanlar, bu ilkeyle toplum içinde birbirlerine iyilikleri hatırlatır, iyiliği yaymaya çalışır, kötülüklerin de ortadan kalkması için uğraşırlar.
Gerçekten de ıslah mekanizması, başka bir ifadeyle iyiliği yayıp çoğaltma ve kötülükle mücadele faaliyeti, toplumların varlığının devamı için hayati öneme sahiptir. Toplumun sürekliliğinin sağlanması, mevcut yapısının korunması ve sosyal dengenin kurulması ıslah mekanizmasının varlığına bağlıdır. Bu yüzden İslâm için iyiliği yayıp çoğaltmak, sosyal hayata egemen kılmak ve kötülüğün toplum içinde azalmasını, etkisizleşmesini sağlamak bütün sosyal hayatın temelidir. Hatta İslâm, "Sizden hayra çağıran, iyiliği yayıp çoğaltan ve kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır." (Al-i İmran, 104) ayetiyle kendisine tâbî olanlardan bunun kurumlaştırılmasını istemektedir. Toplumda herkes temelde bununla görevli sayılmasına rağmen, bunu kendine iş edinmiş bir kurumun bulunması özel olarak emredilmiştir. Denebilir ki bu özel kurum veya kuruluşlar da sonuçta iyiliğe çağıran, güzel işleri yayan ve kötülükleri yasaklayan bir toplumun ve insanlığın teşekkülünü hedef almaktadır.