Makale

Ayna, Sır ve Dostluk Üzerine

Zeynep Çimen

Ayna, sır ve
dostluk üzerine

Anadolu kadın bilgeliğini tevazusuna gizleyen büyük anneme odasında bulunan aynanın üzerini neden örttüğünü sorduğumda aldığım cevapla başladı ayna üzerine düşüncelerim. "Ne zaman bakacağını bileceksin evlâdım. Ona baktığında seni Yaratan’a şükredeceksin. Ama karşısında fazla durmayacaksın. Ola ki seni benlik sarar; güzel yarattığın için şükürler olsun demek yerine çok güzelim dersin. Ayna tıpkı dostluk gibidir. Dostlukları değerli kılan ise, paylaşımlar ve bu paylaşımların mahremiyetinin korunmasıdır. Tıpkı aynanın sırrı gibi bir mahremiyet, tıpkı olduğu gibi gösteren bir safiyet. Hangi göz ile bakarsa yüzün onu gördüğün onu bulduğun dostluklar. Ama her şey kararınca evlâdım. Ölçüyü kaybedince insan, aynanın sırrı dökülünce yani dostluklar yara alıyor. Neden kadim dostluklar kurulamıyor sanıyorsun. Neden dost elinden gel olunca koşulmuyor? Sırlar dökülünce ayna değil alelâde bir cam kalıyor geride..." Diye devam eden sözleri.
O zaman çok iyi anlamadığım ama farkına varmadan belleğime nakşettiğim bu sözler, her aynaya baktığımda şükrüme vesile oldu ve ayna, ahlâk dersleri çıkardığım bir derinliğe sahip oldu hep. Bir ibret yakaladığım oldu ona bakarken. Muhasebelerim oldu aynalarda. Nedametlerle iç geçirip keşke dememek için bir daha, kendime söz verişlerim de oldu.
Durgun suda, üzeri parlatılmış madenlerde insanın kendini görüşüyle başlayan, camın yansımasından esinlenilip Asya’da ışıldayan cam aynaların, buradan Avrupa’ya geçişiyle devam eden bu serencamından çok, onu ayna yapan sırrın, Allah için kurulan kadim dostlukların temel prensibi olması düşündürmüştür beni. Ayna, sır ve dostluk... Birlikte düşünüldüğünde ne kadar benzerlikleri var remz âleminde.
Büyük annemin mektepte tedris edilmemiş irfanıyla nakışlı örtüyü üzerine örttüğü sırlı cam aynalardan sonra gümüş aynalarla tanışıklığım, hayranlıkla birlikte acziyet içinde bıraktı beni. Bu büyük medeniyeti anlayamamanın, anlatamamanın aczi bu. işi bitince ayna tarafını duvara çevirenlerin, aynanın sırrına giydirdikleri yazıyla, hatayi çiçeklerle bezenmiş gümüş elbise bir değer taşıyıcısı. Sadece tezyini bir unsur olsun diye değil verilen emek. "Aine-i idrakini pâk eyle sivâdan/Sultan mı gelir hane-i nâ pâke hicap et" diyerek idrak aynasına, vurgu yapmak, aynaya bakanları suretten sîrete çekmek.
Gönül insanlarının birbirine ayna hediye etmelerinin unutulanlar arasında olması, gönlüyle derdi olanların azalmasından mıdır acaba derken, kimsenin gönlünü kırmak değildir maksadımız. Aynayı kendimize tutmaktır. Çalışma masasında gümüş ayna bulunduran ehl-i dil yöneticinin; "hatalarımı alkışlamıyor, beni yersiz övmüyor, bana yalan söylemiyor ve onunla paylaştıklarımı sırrında tutuyor, en kadim dostum" deyişinden sonra, "ayna olacak dostlar ve dostluklar ver Rabbimiz" duasını vird edinmek gerekiyor bize.
Gerçeğe ihanet etmemek, emanet edilen her ne ise yük- sünmeden, sızlanmadan, yorulmadan taşımak, hem de ifşa etmemek başka dillere. Sana söylenenin sende kalması, sana söylenenin seninle ölmesi yani sırrı ’sin’e götürmek büyük erdemlerden.
Eski aynaların bir kısmı işe yaramaz kabul edildiği, modası geçmiş olarak düşünüldüğü için tavan arasında veya kullanılmayan eski eşyalar arasında. İhmal onlara da dokunuverdi kim bilir, tıpkı ihmale gelen dostluklar gibi...