Makale

DÜNYA HAYATINDA ALLAH’IN TARAFINDA OLMAK

DÜNYA HAYATINDA ALLAH’IN TARAFINDA OLMAK

Prof. Dr. Muammer ERBAŞ | Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi


“Dünya hayatı sadece oyun ve oyalanmadır; ahiret yurdu sakınanlar için daha iyidir.
Düşünmüyor musunuz?” (En’am 6/32.)


Allah Teala, Kur’an-ı Kerim’de bizlere ilki “dünya” yani “yakın fakat gelip geçici ve düşük değerde” olan, ikincisi ise “ahiret” yani “ötede fakat kalıcı ve daha değerli” olan iki hayattan bahsetmektedir. Aceleci bir yapıya sahip olan biz insanoğlu, çoğu zaman 60-70 yıllık bir yaşam için dünya hayatını ve onun gelip geçici nimetlerini tercih eder, içinde ebedi kalacağımız ahiret yurdunu ve onun kalıcı değerlerini feda edip yitiririz. Hâlbuki Yüce Yaradan’ımız bizlere dünya hayatını değil bilakis ahiret yurdunu hedeflemeyi tavsiye etmektedir: “Ama sizler dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Oysa ahiret daha iyi ve daha bakidir.” (A’lâ, 87/16-17.)
Ahiret yurdunu dünyaya tercih etmek, kendimizi bu dünyanın yeme, içme, uyuma vb. nimetlerinden mahrum bırakmak suretiyle ruhbanlık tarzında münzevi bir hayat yaşamak demek değildir. Zira Allah Teala, yüce kitabında ruhbanlığı yasaklamış ve bizlere dünya nimetlerinin helal ve temiz olanlarından meşru bir şekilde tüketmemizi emretmiştir: “Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin, eğer siz yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız O’na şükredin.” (Bakara, 2/172.)
Ahireti dünyaya tercih etmek, bu dünya hayatının gelip geçici, onun nimetlerinin de bir amaç değil araç olduğunun bilincinde olmaktır. Evet, bu dünya hayatında insana para gerekir. Fakat para, biriktirip yığmak için değil helalinden kazanıp meşru bir şekilde ihtiyaçlarımızı gidermek için gereklidir. Benzer şekilde ev, içinde mutlu bir yuva kurmak; araba, bizi dostlarımıza kavuşturmak; çoluk çocuk da insanlığın devamını Allah’ın rızasına uygun bir şekilde devam ettirmek için bir araçtır. Önemli olan bunların kendisi değil onların Allah’ın rızasına uygun bir şekilde değerlendirerek her birini ayrı bir amel-i salihe dönüştürmektir. Zira yüce kitabımızda şöyle buyrulmaktadır: “Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Ama baki kalacak yararlı işler, sevap olarak da emel olarak da Rabbinin katında daha hayırlıdır.” (Meryem, 18/46.)
Kur’an-ı Kerim’de bildirildiğine göre, Allah Teala bu dünya hayatını ve onun gelip geçici nimetlerini ahiret yurduna geçişte bizleri sınayıp imtihan etmek için yaratmıştır. Buna göre bizler, bu dünyaya yiyip içip eğlenmek için değil imtihan olup denenmek için gönderildik. Zira Rabbimiz, bizleri bazen nimetlerini artırmak bazen de daraltmak suretiyle sürekli sınamaktadır. Bu durumda bize düşen sorumluluk, nimetler arttığında şımararak doğru yoldan sapmamak, azaldığında ise isyan ederek inkâra düşmemektir: “Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler insanları affedenlerdir…” (Âl-i İmrân, 3/134.)
İmtihan, başı ve sonu, kuralları ve sonunda da kazananı ve kaybedeni olan bir süreci ifade eder. Bütün oyun ve yarışlar, esasen bu anlamda bir tür imtihandır. Zira her oyun ve yarışın başı ve sonu, belli kuralları ve sonunda da kazananı ve kaybedeni vardır. Bu itibarla Cenab-ı Allah, Kur’an-ı Kerim’de bir imtihan yurdu olan bu dünya hayatını sık sık bir oyuna veya yarışa benzetmiş, bu sayede muhatapların meseleyi tam ve doğru bir şekilde anlamasını murat etmiştir: “Herkesin yöneldiği bir yönü vardır. (Ey müminler!) Siz hayır işlerinde yarışın...” (Bakara, 2/148.)
Her yarış ve oyunun en az iki farklı tarafı ve bu tarafların temsil ettiği değişik kesimler vardır. Bu kesimlerden biri, oyunu kuralına göre daha iyi; diğeri ise kuralsız ve kötü oynar. Bu durumda oyunu kuralına uygun ve daha iyi oynayan taraf kazanırken diğeri kaybeder. Kur’an bağlamında bu dünya oyununun, biri onu Allah adına oynayan “Allah’ın tarafı”; diğeri şeytan adına oynayan “şeytanın tarafı” olmak üzere iki tarafı mevcuttur. Kur’an-ı Kerim’de bu iki zümre şöyle tasvir edilir: “Bu iki zümrenin durumu, kör ve sağır ile gören ve işiten kimseler gibidir. Bunların durumları hiç birbirlerine denk olur mu? Hâlâ düşünmez misiniz?” (Hûd, 11/24.)
Hz. Adem’le birlikte başlayan bu dünya oyununda peygamberler, Allah’ın tarafında yer almışlar ve diğer iman sahibi arkadaşlarıyla birlikte her defasında bu oyunda şeytan adına oynayan inançsızlara karşı Allah’ın yardımıyla galip gelmişlerdir. Adı İslam olan Allah’ın tarafı, Hz. Peygamber’in önderliğinde ashabıyla birlikte öncelikle müşrik Araplara, ardından yoldan çıkmış ehli kitaba ve o dönemin süper gücü olan Bizans’a ve İran’a karşı yine Allah’ın yardımıyla galip gelmiştir: “Allah onlardan razı olmuş onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, kurtuluşa erecekler de sadece Allah’ın tarafında olanlardır.” (Mücadele, 58/22.)
Bu noktada Cenab-ı Allah, biz Müslümanlardan öncelikle bu dünya oyununu Allah adına oynayan tarafta yer almamızı, ardından da onu Allah’ın emir ve yasaklarına uygun bir şekilde oynamamızı istemektedir. Şayet biz, bu oyunu Allah’ın tarafında O’nun rızasına uygun bir şekilde oynamayı başarırsak sonunda mutlaka kazanan biz olacağız: “Kim Allah’ı, Rasulü’nü ve iman edenleri dost edinirse (bilsin ki) galip gelecek olanlar şüphesiz Allah’ın tarafında oynayanlardır.” (Maide, 5/56.)
Bir de bu dünya oyununu şeytan adına, onun hile ve aldatmacalarına uygun olarak oynayan inançsız kimseler vardır ki her ne kadar ilk başta göz boyasalar da sonunda kaybeden mutlaka onlar olacaktır: “Şeytan onları etkisi altına aldı da kendilerine Allah’ı anmayı unutturdu. İşte onlar şeytanın yandaşlarıdır. İyi bilin ki şeytanın yandaşları hep kayıptadırlar.” (Mücadele, 58/19.)
İnsanın sosyal bir varlık olması, bu dünya oyununun ferdî değil bir takım oyunu olduğunu göstermektedir. Bu durumda arkadaşlarımızı iyi seçmeli ve onlarla Allah’ın rızasına uygun düşen iyi ilişkiler kurmalıyız. Aksi takdirde bu zorlu oyunu tek başına kazanabilmemiz asla mümkün olmayacaktır: “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz.” (Hucurat, 49/10.)
Bu dünya oyununda en yakınımızda olan arkadaşlarımız, anne-babamız, eşimiz ve çocuklarımızdır. Sonrasında akrabalarımız, komşularımız ve iş arkadaşlarımızdır. Ve son olarak milletimiz, ümmetimiz ve tüm Müslümanlardır. Bu zorlu oyunun sonucunu, bizim onlarla olan ilişkilerimiz, yardımlaşmamız ve imkânlarımızı paylaşmamız belirleyecektir: “… İyilik ve (Allah’ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah’tan korkun çünkü Allah’ın cezası çetindir.” (Maide, 5/2.)
O hâlde gelin, ebedî ahiret yurdumuzu belirleyecek olan bu dünya oyununu Allah adına oynayalım, onu şeytanın tarafından olanlara ve onların insafına bırakmayalım. Ve bu zorlu oyunda bütün arkadaşlarımızı Yaradan’dan ötürü sevelim, onlarla iyi ilişkiler kuralım ve son ana kadar Allah rızası için hep birlikte mücadeleye devam edelim: “Bu, sûra üfürüleceği gün gerçekleşir ve siz bölük bölük gelirsiniz.” (Nebe’, 78/18.)