Makale

PROF. DR. İHSAN ÇAPCIOĞLU:

PROF. DR. İHSAN ÇAPCIOĞLU:
“Türkiye Ensar-Muhacir kardeşliğinin modern zamanlarda da yeniden üretilebileceğini kanıtladı.”

Mahir KILINÇ

Tarihsel süreç içerisinde farklı zaman ve mekânlarda insanlığın gündemini meşgul eden göç, hâlen bir realite olarak gündemimizde. Göç nedir, insanlar neden göçerler?
Göç, insanlık tarihi kadar eski sosyolojik olgulardan biridir. “Göç” olgusunu biz en genel anlamıyla insanların coğrafi anlamda yer değiştirmesi için kullanıyoruz. Bu bağlamda göç, bir bölgeden başka bir bölgeye, bir coğrafyadan başka bir coğrafyaya insanların bireysel ya da kitlesel olarak naklini ifade eden bir kavramdır. Sosyolojide göçe etki eden pek çok etmenden söz edilir. Bunların başında insanların her açıdan daha iyi bir yaşama kavuşabilme beklentisi gelir. Çünkü insanlar, göç edeceği mekânda bulunduğu ortamdan daha iyi, daha rahat, daha huzurlu bir ortamın kendisini beklediğini düşündüğü için böyle bir yolu tercih eder. İnsanları göçe yönlendiren savaş, afet, deprem, yangın ve sel gibi zorunlu nedenler olabilir. Bunlara eğitim ve sağlık gibi sosyal nedenler ile savaş gibi siyasi nedenler de eklenebilir. Kısaca insanlar güvenliğini, sosyal refahını temin eden hususların ortadan kalkması durumunda bulundukları yerde kalmak istemezler ve orayı bir şekilde terk etmenin yollarını ararlar. Böylece onlar, öncelikle kendilerini güvende hissedebilecekleri ve zamanla kazanımlarını geri alabilecekleri yerlere yönelmiş olurlar.
Sosyolojik olarak göç olgusu hem imkân hem sorun olarak değerlendirilmektedir. Siz göç olayını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Göç, esasında sebepleri açısından bakıldığında öncelikle toplumsal bir sorundur. Çünkü insanlar bir yerden başka bir yere genellikle zorunlu sebeplerden dolayı göç ederler. Biz buna sosyolojide göçün “itici” sebepleri diyoruz. Ancak göç edilen mekân açısından baktığımızda, karşımıza onun başka bir boyutu daha çıkıyor: “çekici” sebepler. Bu anlamıyla göçün, aynı zamanda bir imkân olduğunu görüyoruz. Çünkü göç sürecinde insanlar yaşadıkları sorunlardan kurtulmak ve yaşam koşullarını iyileştirmek umuduyla hareket ederler. Gerek ülkemizde gerekse diğer dünya ülkelerinde iç ve dış göçlere baktığımızda genellikle imkân boyutunun öne çıktığını görürüz. Bilindiği gibi tarihte insanların kitleler hâlinde yer değiştirmelerinin ilk örneği Kavimler Göçü’dür. Bu ilk örnekte de Çin İmparatorluğu’nun baskılarından kaçan insanlar daha iyi bir yaşam umuduyla batıya doğru yönelmişlerdir. Dolayısıyla erken dönemden itibaren yaşanan göçlerin hemen hepsinde insanların zorunlu sebeplerle yer değiştirme ve daha iyi imkânlar elde etme düşüncesiyle hareket ettiklerini görebiliyoruz. Bu bağlamda göç hem sorun hem de imkân boyutunu içinde barındıran, sosyolojik anlamda zıtlıklar içeren çift boyutlu dikotomik bir olgudur diyebiliriz.
Sosyal değişmenin dinamiği ve toplumsal bütünleşmenin aracı olarak da görülen göçün etkileri sizce nelerdir?
Sosyo-ekonomik ve kültürel değişimin yanı sıra toplumsal bütünleşmenin de bir aracı olarak işlev görebilen göç olgusuna, sebepleri üzerinden baktığımızda, gerek göçmenler gerekse göç edilen bölge ya da ülke açısından bireysel olduğu kadar toplumsal kazanımlar elde etme imkânının olduğu söylenebilir. Göçmenler açısından bu imkânlar, genellikle eğitim ve sağlık alanlarındaki beklentilere odaklanmaktadır. Çünkü insanlar, kendileri için olmasa da kendilerinden sonraki nesiller için daha iyi bir yaşam umudunu hep beslemişlerdir. Bu umudun içerisinde eğitim önemli bir yer tutar. İnsanlar çocuklarının daha iyi eğitim alabileceği ortamlara kendi imkânlarını bir yerde azami ölçüde kullanarak göç etmeyi tercih ederler. Gelecek nesillerin daha iyi bir yaşama kavuşması beklentisiyle yapılan göçlere baktığımızda, bulundukları ortamda sosyo-ekonomik ve kültürel açıdan huzurlu bir yaşam umudu kalmayan insanların, kendilerini daha iyi imkânların beklediğini düşündükleri ortama yöneldiklerini görüyoruz. Bu durumda, toplumsal şartlar insanları göçe zorlamış olur. Bu bağlamda Türkiye özelinde mevsimlik göçün tipik örneklerinden biri olan tarım ve turizm sektörlerinde çalışan insanların hareketliliğinden de bahsetmemiz gerekir. Nitekim onlar, geçici de olsa iş bulma umuduyla tarım sektörü için bölgeler arasında, turizm sektörü içinse kırdan kente göç etmeyi tercih etmişlerdir. Bilindiği gibi insanların yer değiştirmesi, genellikle kırsaldan kentsel bölgelere doğru olur. Çünkü kentte, sadece eğitim ve sağlık sektörü bakımından değil, aynı zamanda insani ve kültürel sermayeye erişim bakımından da çeşitli fırsatlar sunulur. Esasen insanlar, bütün bunları hayal ederek yer değiştirmeyi tercih ederler. Bu nedenle kentler, özellikle ülkemizde sürekli genişleyen mekânlardır. Bunun örneklerini pek çok kentimizde görmekteyiz. İstanbul’a ya da Ankara, Bursa, Antalya, Adana ve Mersin gibi Türkiye’nin önde gelen kentlerine baktığımızda, yoğun göçlerle birlikte yıllar içinde bu kentlerin nüfusunda orantısız artışların yaşandığını gözlemliyoruz. Bu durum, sosyo-ekonomik ve kültürel açıdan kentlerin dokusunun hızla değişmesine yol açmaktadır.
İslam tarihinde takvimin de başlangıcı kabul edilen Hicret olgusuyla karşılaşıyoruz. Müslüman toplumların zihinlerinde göç ve göçmenliğe karşı ihtimam ve hassasiyet oluşturan bu bilincin bugün şahit olduğumuz göçe iyileştirici etkisi nedir?
Hepimiz biliyoruz ki Hicret’le Müslümanlar inançlarını daha iyi yaşayabilecekleri bir ortama doğru yönelmişler ve Hz. Peygamber’in tavsiyesi ile Mekke’den Medine’ye göç etmeyi tercih etmişlerdi. Müslümanlar, Medine’ye geldiklerinde onları coşkuyla karşılayan başka bir Müslüman toplulukla karşılaştılar ve burada “Ensar Muhacir Kardeşliği”nin ne olduğunu hicret eden Müslüman kardeşleriyle ekonomik ve kültürel varlıklarını, yani her türlü imkânlarını sınırsızca paylaşarak gösterdiler. Bu yönüyle Muhacirler açısından bir kurtuluşa dönüşen Hicret, sadece İslam tarihinde değil, dünya tarihinde de önemli bir yere sahiptir. Çünkü aynı inanca mensup insanların yanında, farklı inanç ve kültürlerden insanlar da burada buluştular. Bilindiği gibi o dönemde Medine’de Müslümanların yanı sıra Hristiyanlar, Yahudiler, müşrik Araplar gibi topluluklar da vardı. Hicret bu bağlamda birlikte yaşama tecrübesinin de önemli bir örneğini oluşturdu. Böylece kültürel çeşitlilik ve temel insan hakları güvence altına alındı ve güvene dayalı bir toplumsal yaşam ortamı tesis edilmiş oldu. Hicret örneğinde görüldüğü gibi, göç tecrübesi, yaşadıkları ortamda katlanılamayacak ölçüde zorluklarla karşı karşıya kalan insanlar açısından ruhsal, zihinsel, fiziksel, sosyal, kültürel pek çok anlamda rahatlatan bir özelliğe sahiptir. Toplum olarak Hicret tecrübesinden miras kalan kardeşliğin izlerini Suriyeli göçmenleri ülkemize kabul ettiğimizde gözlemleme imkânı bulduk. İslam medeniyetinin oluşturduğu bu kardeşlik ruhu, göçün beraberinde getirdiği birçok sorunun üstesinden rahatça gelebilmemizi sağladı. Böylece Türkiye Ensar-Muhacir kardeşliğinin modern zamanlarda da yeniden üretilebileceğini kanıtlamış oldu.
Türkiye, tarihinde görmediği ölçüde bir hareketliliğine ev sahipliği yapıyor ve şu anda dünyada en çok göçmen barındıran ülkeyiz. Böylesi bir göç hareketliliğinin ülkemiz için anlamı nedir?
Sizin de belirttiğiniz gibi ülkemiz dünya tarihinde bir örneği daha olmayan kitlesel bir nüfus hareketliliğine şahit oluyor. Elbette bu, zorunlu sebeplerle gerçekleşen bir göç tecrübesi ve bu tecrübenin itici gücü maalesef komşumuz Suriye’deki iç savaş. İnsani, sosyo-ekonomik ve kültürel anlamda hiçbir imkânın artık elinde olmadığını ve yaşadıkları topraklarda yaşam umudunun kalmadığını düşünen bu insanlar, bir kurtarıcı el arıyorlar. Türkiye bu anlamda onlar için sığınılabilecek güvenli bir kucak, güvenli bir liman olarak karşılarına çıkıyor. Türkiye’nin maruz kaldığı bu kitlesel hareketlilik, pek çok sorunu beraberinde getirmekle birlikte, özellikle insani ve kültürel anlamda son derece besleyici bir tecrübeye de aracılık ediyor. Bundan birkaç yıl önce bir Avrupa Birliği projesinde görev almıştım. Budapeşte’de evsizlerle ilgili kuruluşları ziyaret ettiğimizde, onlar da bize Türkiye’deki evsizleri sordular. Biz de dedik ki: "Türkiye’de evsizlere çok büyük imkânlar sağlanıyor. Aynı zamanda biz Suriye’den gelen kardeşlerimize evlerimizi açtık, onlar için ülkemizin imkânlarını seferber ettik ve 3,5 milyondan fazla kardeşimizi misafir ediyoruz." Onlar bunu anlaşılması zor bir tecrübe olarak gördüklerini ve kendilerinin Budapeşte’de 10 bin civarındaki evsize destek olmakta zorlandığını ifade ettiler. Ayrıca gözlemlerimiz sırasında metroda yatan, kendilerine yer altında küçük bir yer bulup sığınmaya çalışan insanlara şahit olduk. Dolayısıyla Türkiye’nin misafirperverliği ne kadar övülse azdır.
Ülkemiz nüfusunun %5’i göçmenlerden oluşuyor. Bu demografik hareketliliğin ülkemize kültürel anlamda etkileri ve katkıları nelerdir?
Bu demografik hareketliliğin kültürel anlamda bize katkıları olduğu kanaatindeyim. Çünkü farklı bir kültürle karşılaşan milletler kendi kültürel dinamikleri ile yeniden yüzleşme imkânı bulurlar. Türk kültürü bu anlamda tecrübeli bir kültür; farklı kültürlerle karşılaştığı ortamda mutlaka kültürel anlamda beslenmiş, farklı milletlerin kültürünü de beslemiştir. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Göç edilen yere göç eden kişiler farklı bir kültür taşır ve o kültür göç edilen yerin kültürüyle buluştuğunda yeni bir kültürün mayalanmasına da uygun bir ortam oluşturur. Bu durum, her iki kültüre de kültürel anlamda farklı bir renk, bir zenginlik, bir çeşitlilik katar ve yaşanan ortamın kültürel canlılığına da olumlu etkisi olur. Türkiye’ye gelen Suriyeli göçmenlerin de burada gerek dil gerekse kültür yakınlığından dolayı hem bizim kültürümüzden büyük ölçüde faydalandıklarını hem de kültürel açıdan bize katkıda bulunduklarını görüyoruz. Elbette kısmen kültür farklılığından kaynaklanan kısmen de başka sebeplerle ortaya çıkabilecek münferit birtakım olaylar zaman zaman medyaya yansıyor. Ancak ülkemizde göçmenlere yönelik genel itibarıyla bir kabullenmenin söz konusu olduğunu görüyoruz. Bu, bir kültür alışverişi, kültürlenme ve kültürleşme sürecidir esasında. Kültürel zenginliğimizi, çeşitliliğimizi arttıracak; aslında aynı dine inanan farklı milletlere mensup insanlar olmanın bizzat sosyal yaşamdaki pratiğidir bugün yaşadığımız. Suriyeli göçmenler tecrübesi, ümmet olarak kardeş olduğumuzun, kardeşliğin modern zamanlarda da yeniden üretilebileceğinin ve yaşanabileceğinin somut bir göstergesidir.