Makale

ZOR ZAMANDA MİLLET OLMA

ZOR ZAMANDA MİLLET OLMA

Nermin TAYLAN

Orta Asya steplerinden Horasan’a, Sultan Alparslan önderliğinde Anadolu topraklarına, Altay Dağlarından Balkanlara İslam sancağını gün görmemiş topraklara dikme gayesi ile hak, adalet ve huzuru götürmeyi vazife bilmiş, Çanakkale, Kûtü’l-Amâre ve Kurtuluş Savaşı gibi varlık mücadelesi verdiği harplerde şanlı tarihine yeni destanlar eklemiş bir milletin kelimelerle ifade edilemeyecek bir şahlanışıdır “bir olmak, birlik olmak” ve böylece daima var olmak.
Malazgirt Savaşı öncesinde Sultan Alparslan Bizans imparatoruna gönderdiği elçiyle birlikte İslam halifesine de bir elçi gönderiyor, İslam dinine hizmet yolunda Anadolu’da Bizans’la yapacağı varlık yokluk savaşında İslam ordusu için halifeden dua etmesini istiyordu. Sultan’ın mektubunu alan halife ise İslam ordusu komutanı Sultan Alparslan’ın galip gelmesi için kendi eliyle bir dua metni kaleme alıyor ve İslam dünyasındaki tüm camilerde okunmasını istiyordu. Halifenin emriyle tüm camilerde 26 Ağustos 1071 Cuma günü okunan hutbede şöyle deniliyordu:
“Allah’ım! İslam sancağını yükselt ve İslam’a yardım et. Sultan Alparslan’ın senden dilediği yardımı esirgeme, ordusunu meleklerinle destekle, niyet ve azmini hayır ve başarıyla sonuçlandır. Çünkü o senin ulu rızan için rahatını terk etti, malı ve canıyla buyruklarına uymak amacıyla senin yoluna düştü. Çünkü sen “Ey iman edenler can yakıcı bir azaptan kurtaracak bir yolu size göstereyim mi? Allah’a ve onun peygamberine inanıyorsanız onun yolunda can ve malınızla savaşırsınız.” (Saf, 61/10-11.) diyorsun. Senin sözün gerçektir. Allah’ım! O nasıl senin sözüne uyup dininin korunmasında gevşeklik göstermeden buyruğuna uymuş ve düşmanlarına bizzat karşı koyarak hizmet için gecesini gündüzüne katmış ise sen de ona zafer nasip et. Dualarını kabul et. Kaza ve kaderini onun için iyi ve hayırlı bir şekilde tecelli ettir. Onu öyle bir koruyucu ile kuşat ki düşmanlarının her türlü hilelerini def etsin. Lütfunla güzel sıfatların için onu en emin ve sağlam ellerle korusun. Âmin.” (Ahbâru’d-Devlet-i Selçukiyye, s. 47-49.)
Ümmet-i Muhammed’in bir ve beraber olduğu, hep bir ağızdan hutbelerin okunup duaların edildiği bu vakitte Selçuklu Sultanı Alparslan ise ileri gelen bazı askerleriyle birlikte aldığı kararlarla ordusuna savaş düzeni vererek Buharalı âlim Ebu Nasır Muhammed’in önerisiyle savaşı Müslümanların İslam ordusu için dua ettikleri cuma namazının akabinde yapmaya karar verir.
Tüm camilerle birlikte Sultan Alparslan da ordusu ile Malazgirt Ovası’nda cuma namazını kılar, müteakiben kefen yerine beyaz bir gömlek giymiş olarak ordusunu toplar ve secdeye kapanarak şöyle dua eder:
“Ya Rabbi, seni kendime vekil yapıyor azametin karşısında yüzümü yere sürüyor, ve senin uğrunda savaşıyorum! Ey Allah’ım, niyetim halistir bana yardım et. Sözlerimde hilaf varsa beni kahret!”
Duasını ettikten sonra ayağa kalkar ve askerine dönerek şöyle der:
“Burada Allah’tan başka bir sultan yoktur, emir ve kader tamamıyla onun elindedir. Bu sebeple benimle birlikte savaşmakta veya savaşmamak için uzaklaşmakta serbestsiniz.” Sözlerini bitirdiğinde büyük bir uğultu hâlinde askerlerinden şu cevap yükseliyordu: “Biz biriz ve beraberiz. Asla emrinden ayrılmayacak ve Allah yolunda kanımızın son damlasına kadar birlikte savaşacağız.”
Sultan’ın bu konuşmasından ve alınan cevaptan sonra beyler, komutanlar ve askerler gözyaşları içinde birbirlerine sarılarak vedalaşıp helalleşirler. Sonra Sultan Alparslan bir Türkmen geleneği çerçevesinde atının kuyruğunu bağlayarak atına biner ve askerlerine son kez:
“Ey askerlerim, eğer şehit olursam bu beyaz elbise kefenim olsun. O zaman ruhum göklere çıkacaktır. Melikşah’ı yerime tahta çıkarınız ve ona bağlı kalınız. Zaferi kazanırsak önümüzde çok hayırlı günler olacaktır!” diyerek hücuma başlar. (Ahbâru’d-Devlet-i Selçukiyye, s. 49. İbü’l-Esir, Cilt 10, s.23.)
Sonrası mı? Sonrası malum; Sultan Alparslan’ın ordusuna daha evvel katılan Kürt ve bazı milletlerden askerler, savaş hengâmında Bizans tarafından Türk tarafına geçen Uz ve Kıpçak Türk boyları ve en önemlisi Sultan’ın emriyle uygulanan taktik neticesinde savaş kazanılmış ve Anadolu toprakları Müslüman ve Türklere açılmıştı.
Sultan Alparslan’ın ordusunda bulunan, Bozkır’ın çadırından gelip Anadolu topraklarında yurt kurmaya, ebedi var olmaya çalışan bu millet; çeşitli boylara ayrılmış, pek çok devlet kurmuş ve ancak “bir” oldukça var olabilmiştir.
Danişmentli, Mengücekli, Artuklu gibi beylikler; Anadolu Selçuklu Devleti, Büyük Selçuklu Devleti ve nihayetinde Osmanlı Devleti gibi devletler kendi içerisindeki farklılıkları zenginlik olarak kabul etmiş; çeşitli ırk, dil, din ve milletlerden oluşan insanları bağırlarında sevgiyle barındırıp birlik oldukça yücelmişlerdir.
Tıpkı; 93 Harbi sırasında silahlı Rus askerine karşı kazma, kürek, sopa, taş, tüfek, kılıç, nacak gibi ellerine ne geçtiyse korkusuzca sokağa inip düşmanı şehirden kovan Erzurum halkı ve daha gencecik bir kadın iken düşmanın vatan topraklarına girdiğini öğrenince tereddüt etmeden üç aylık çocuğunu bırakarak “Evladım annesiz yaşayabilir ama vatansız yaşayamaz.” diyerek direnişe katılan Nene Hatun gibi...
Tıpkı; artık hasta adam olarak nitelendirilip ölümünün beklendiği, her cepheden hedef alınarak asırlara kök salmış varlığının ilmek ilmek sökülmeye çalışıldığı, dost bildiği devletler tarafından âdeta boğazı sıkılarak son nefesinin iştahla beklendiği Çanakkale savaşlarında 7’den 77’ye tüm halkın bir ve beraber olarak deniz ve kara savaşlarını kazanıp yüceldiği gibi.
Tıpkı; Doğu Cephesi’nde sinesinde barındırdığı bazı Araplardan gördüğü ihanetlerle alınan yenilgilerin ardından Süleyman Askeri Bey’in renk, ırk, dil gözetmeksizin oluşturmuş olduğu gönüllü “Osmancık” taburu, Kut ve civarında yer alan bazı Kürt-Arap aşiretlerin Osmanlıya sadakat ve yardımı ile Osmanlı Devleti VI. Kolordusunda bulunan şanlı askerlerin çetin çarpışmalarla kazandıkları Kûtü’l-Amâre zaferi gibi.
Tıpkı; cihat fetvası yayımlanır yayımlanmaz Necef ve civarında bulunan Şia aşiretlerin birlik olmaları ve kendi aralarında komisyon kurup seçtikleri başkanla, Hz. Ali’nin türbesinden siyah sancağı çıkararak halkı bu sancak altında Osmanlının yanında savaşa teşvik etmeleri ve dahi Doğu Cephesi’nde sağladıkları yarar gibi.
Tıpkı; yeter ki İngilizler burayı işgal etmesin, yeter ki bu topraklara haçlı ayağı basmasın düşüncesiyle vatanına sahip çıkıp türlü kahramanlıklar göstermelerine rağmen 1917’de Irak Cephesi’nden Osmanlı askeri çekilirken gözleri yaşlı bir vaziyette “Bizi bırakmayın, ne olur!” diye feryat edip sonrasında Osmanlının o topraklardan çekildiği zamanı anlatırken “Osmanlı bu topraklardan çekilirken gökyüzü ağlıyordu.” minvalinden cümlelerle çekilişin acısını yüreklerinin ta ortasında hissedenler gibi.
Akif’in;
Âsım’ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek...
İşte çiğnetmedi namusunu,
çiğnetmeyecek.
mısralarında söylediği gibi cepheye gönderdiği evladına “Eğer bayrak inecekse, eğer ezan dinecekse, git de gelme oğul!” diyen anaların evlatları, ne bin yıl önce Malazgirt’te ne 15 Temmuz darbe girişiminde ne de günümüzün en acımasız zulmüne başkaldırı olan Afrin’de adını peygamberden alan Mehmetçik, namusu bildiği toprakları ağyara çiğnetmedi. Yanı başında yaşanan acı zulme engel olmak, zalimce akıtılan masum kanını durdurmak ve türlü desise ile kurulan cehennem bir örgütten sınırlarını korumak adına sınır dışına çıkacağı sırada uzatılan mikrofona “Hedef Kızılelma” diyecek kadar damarlarında dolaşan kanın farkında, “Ailene diyecek bir şeyin var mı?” sorusuna karşı “Beklemesinler, dua etsinler.” cümlelerini kuracak kadar yüreğiyle şehadete sevdalı askerlerimizin pak ahvalleri anlatıyor ki; gün hangi gün, vakit hangi vakit, sene hangi sene, asır hangi asır olursa olsun Vatan için canından geçmeyi bilmiş ve ebeden bilecektir…
Bir olup, birlik olup daima birbiri ile yücelecektir.
Şeksiz-şüphesiz diyebiliriz ki; şanlı tarihinde kendi destanını dahi düşmana yazdıranlar Malazgirt’te, Çaldıran’da, Ridaniye’de, Çanakkale’de Kûtü’l-Amâre’de ümmet olabilme bilinci ile nasıl vatanını savundu ise 15 Temmuz darbe girişiminde de vaktiyle kanla alınan toprakları yine kanları pahasına savunmayı bilmiş, Afrin Harekâtı’nda sathı düşmana çiğnetmemeye yemin etmiş, namahrem elleri mahremine dokundurtmamıştır.
Tarihten günümüze hakikat odur ki: Ne hutbeler değişti bu topraklarda cenk öncesi ne ezanlar ne kefeni ile yola çıkanlar ne de canını vatanına siper edenler. Küffarın oyunları bitmeyip, zulümleri arşa yükselse de onları durduran Alparslanlar, Alaaddinler, Yavuzlar, Fatihler, Abdülhamitler, Mehmetler hiç bitmedi, bitmeyecek bundan böyle de Allah’ın izniyle.
Tarihinden aldığı bilinç ve ecdadından miras kanıyla 15 Temmuz gecesinde: "Sana, vatanımız ve milletimiz adına tarihî bir görev veriyorum. Tuğgeneral Terzi vatan hainidir, isyancıdır. Onu, karargâha girmeden öldür! Bunun sonunda şahadet var. Biliyorsun, seninle 20 yıllık beraberliğimiz var. Hakkını helal et!" diyen komutanına; "Baş üstüne komutanım, hakkım helal olsun. Siz de helal edin!" diyerek şehadete yürüyen Ömer Halisdemir’in ruhunda: “Düşman hatlarımızı geçtikten sonra ölürsem, kendimi şehit kabul etmem. Beni mezara koymayın. Etimi itler ve kuşlar çeke çeke yesinler.” diyen Edirne Müdafii Şükrü Paşa diriliyordu âdeta.
Ravza-i Mutahhara’nın başında “Ben seni düşmana teslim etmem Ya Rasullallah!” diye ağlayan Medine Müdafii Fahrettin Paşa’nın nasihati can buluyordu o gece; köprünün kapandığını duyar duymaz köprüye koşup biricik oğluyla keskin nişancılarca öldürülen Erol Olçok’un şehadetinde.
Şanlı tarihinde kazandığı nice zaferler gibi yeni zaferler kazanmaya devam eden bu millet birlik oluyor, tüm siyasi görüş ve ideolojileri bir kenara bırakıyor, zor vakitte “bir” ve “beraber” olarak Malazgirt’ten İstanbul’un Fethi’ne, Çaldıran’dan Kûtü’l-Amâre’ye, Çanakkale’den Kıb-
rıs Barış Harekâtı’na, 15 Temmuz’dan Afrin Harekâtı’na, Türk’ün tarihî serüveninde gösterdiği şecaat ve kahramanlığı bir kez daha gösteriyor şimdi dünyaya. Ve sözün özü budur ki; bu kutlu şahlanış karşısında şaşkın ve naçar Türkiye’yi izleyen dünya milletlerine yıllar öncesi yazılmış mısralarla cevap veriyor Mehmetler, Ömerler, Fatmalar.
Rahmet olsun Artuk, Afşin, Aksungur beylere rahmet olsun; Barbaros Hayrettin, Sokollu Mehmet, Cezzar Ahmet paşalara rahmet olsun; Şükrü, Fahrettin, Gazi Osman paşalara rahmet olsun; Gaffar Okan, Ömer Halis, Fethi Sekinlere rahmet olsun; bu toprakları bize yurt kılan tüm şühedaya, bir olup, vatan için birlik olup omuz omuza, göğüs göğüse savaşanlara, rahmet olsun “bir olup birlik olup” ülke için canından geçenlere ve elbette bin minnetle bu ülke için emek verenlere...