Makale

PEYGAMBERİMİZİN (S.A.S.) HUZURUNDA

PEYGAMBERİMİZİN (S.A.S.) HUZURUNDA

Medet COŞKUN
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı


Heyecan ve telaş bir arada, yerimde duramıyorum, duygularım had safhada. Gün geldi çattı. Telaşla çıktık yola. Sağ selamet ulaştık Medine’ye. Medine; nurlu şehir, hani denilir ya ‘Medine-i Münevvere’ işte ondan nurlu şehir. Efendimiz resmedilir ya ‘gül’ ile işte ondan ‘gül’lü, gül kokulu şehir. Ben biliyorum ki, ‘bir yerin şerefi orada oturandan, bulunandan gelir’ işte ondan (s.a.s.) dolayı da ‘şeref’li şehir Medine. Heyecanlıyım. Sesimi yükseltmiyorum kimseye, kısık sesle konuşuyorum. Ben nerede olduğumun farkındayım. Benim örneğim, Peygamberim (s.a.s.) kabrinde rahatsız olmasın diye tren raylarının altına keçe döşeyen ecdadım, kıpır, kıpır içim, duramıyorum yerimde.
Bu da onu (s.a.s.) kabri başında ziyaret edebilme imkânına sahip olabilmemden kaynaklanıyor. Çünkü nice âşıklar var ona (s.a.s.), ama gelemiyor. Nice bağrı yanıklar var, ama ona (s.a.s.) kavuşup da gönlüne su serpemiyor, yanıyor yüreği. Bu sebeple bazı âşıklar, hasret dolu yürekleriyle “Ey bâd-ı sabâ uğrarsa yolun semt-i Harameyn’e / Selamımı arz eyle ol Rasûlü’s-Sekaleyne!” diyerek tatlı tatlı esen sabah rüzgârlarıyla selam göndermediler mi? Kimi âşıklar da özlemle, gözleri yaşararak “Arayı arayı bulsam izini / İzinin tozuna sürsem yüzümü / Hak nasîb eylese görsem yüzünü / Yâ Muhammed (s.a.s.) canım arzular seni!” diyerek yollara düşmediler mi?
Yola çıktık, Mescid-i Nebevi’ye gitmek üzere. Hava sıcak, ama ne önemi var ki. Çünkü içimdeki aşk sıcaklığı dışarıdakinden daha fazla, ben ona, Hz Muhammed’e (s.a.s.) kavuşacaktım. Ben bu yolculukta yalnız da değildim. Sıcağa rağmen akıyordu insanlar ona doğru, sel misali. Katıldık onların içine, ummanda bir damla gibi. Bir müddet sonra ulaştık mescide.
İşte tam bu bekleme esnasında düşündüm. Peygamberimi, Rabbim bize nasıl tanıtmıştı Kur’an’da? O bir beşerdi. “De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana, ilahınızın, sadece bir ilah olduğu vahyolunuyor.” (Kehf, 18/110.) Evet. Bizim gibi beşerdi o. Ama şairin dediği gibi “O bir beşerdir ama beşer gibi değil, bilakis o, taşlar içindeki yakut gibidir.” (Ahmed b Emin eş-Şenkîtî, el-Vasît fi Terâcimi Udebaî Şenkît, I,358, Mısır 2002.) O da daha önceki elçiler gibi insandı, bizim gibi yerdi, içerdi. “(Rasulüm!) Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de hiç şüphesiz yemek yerler, çarşılarda dolaşırlardı…” (Furkan, 25/20.) Ya Rasul, sen de öyleydin. Çünkü sen melek değildin. Ama onlar “Dediler ki: “Bu ne biçim peygamber ki yemek yer, çarşıda, pazarda dolaşır. Ona bir melek indirilseydi de, bu onunla beraber bir uyarıcı olsaydı ya!” (Furkan, 25/7.) Sen melek değildin ama Rabbim övmüştü seni, her hâlinle bize örnek ol diye. Senin hakkında Rabbim şöyle buyurmuştu: “Ey Muhammed! Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 21/107.), “Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.” (Kalem, 68/4.)
Ben yine biliyorum ki o (s.a.s.), çok düşkündü biz ümmetine. Duaları ümmetine olmuştu hep, diğer peygamberlerde olduğu gibi. Örneğin Nuh (a.s.) gece gündüz uğraşmıştı ümmetini kurtarmak için. “Andolsun, biz Nuh’u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik. O da dokuz yüz elli yıl onların arasında kaldı. Neticede onlar zulümlerini sürdürürlerken tufan kendilerini yakalayıverdi.” (Ankebut, 29/14.) “Şüphesiz biz Nuh’u, kavmine, ‘Kendilerine elem dolu bir azap gelmeden önce kavmini uyar.’ diye peygamber olarak gönderdik.” buyurdu Rabbimiz. (Nuh, 71/1-28.) Diğer peygamberler de aynı şekilde kavimlerini çağırmışlardı tevhide, bir olan Allah’a inanıp kul olmaya. Peygamberimiz de ümmetini kurtuluşa davet etmişti, gelin demişti tevhide. Ama kolay olmadı bu iş. Horlandı, kınandı, alay edildi, hakaretlere uğradı. Kendisine deli bile denildi. (Bkz: Enam, 6/10; Tevbe, 9/65; R’ad, 13/32; Hicr, 15/6-7-11;Yasin, 36/30; Zariyat, 51/52; Tur, 52/29; Duhan, 44/13-14; Kalem, 68/1-2.) Bu davetine inanmayanlar için üzülmüştü o (s.a.s.) Rasul! Bu durumu Yüce Rabbimiz şöyle açıklar: “Demek sen, bu söze (Kur’an’a) inanmazlarsa arkalarından üzülerek âdeta kendini tüketeceksin!” (Kehf, 18/6.) “Ey Muhammed! Mümin olmuyorlar diye âdeta kendini helak edeceksin!” (Şuarâ, 26/3.), “(Ey Muhammed!) Onlar için duyduğun üzüntüler yüzünden kendini helak etme! Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını hakkıyla bilendir.” (Fâtır, 35/8.) Çoktur onun (s.a.s.) biz ümmetine düşkünlüğünü anlatan ayetler. Ama burada bunlar geçiverdi zihnimden ziyareti beklerken. Yine hatırıma geldi şu hadisleri: “Benimle sizin benzeriniz, ateş yakan ve yaktığı ateşe pervane (cırcır böcekleri) ve çekirgeler düşmeye başlayınca onları ateşten kurtarmaya (korumaya) çalışan adamın benzeri gibidir. Ben sizi ateşe düşmekten korumak için eteklerinizden tutuyorum. Oysa siz benim elimden kurtulmaya çalışıyorsunuz.” (Müslim, Fezâil, 6/19.) ayrıca bkz: Müslim, Fezâil, 6/16.)
Nice sıkıntılara katlandın, zor durumlarda kaldın, inanmayanların hidayete ermesi için. Örneğin Taif’e gittiğinde yol üzerine dizilmişti/dizdirilmişti ayak takımı. Seni (s.a.s.) taşlayacaklardı. Hakaret ediyorlar sana (s.a.s.), taşlıyorlar, ayakların kan içinde kalıp da yorulunca oturuyorsun, ama seni tekrar kaldırıp yine taşlıyorlardı. Sana (s.a.s.) hiç acımıyorlardı ama sen, onlara beddua etmiyor, merhamet ediyor ve özetle şöyle diyordun: Allah’ım, kuvvetim yetersiz, gücüm tükendi, insanlar beni hor görüyor. Bu hâlimi sana arz ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi, ey kimsesizlerin sahibi olan Rabbim, Sen beni kime bırakacaksın? Bu düşmanların eline mi? Ya Rab! Eğer bana bir kızgınlığın yoksa düşmanlarımın bana yaptıklarına hiç aldırmam. Ben, bana gazabının inmesinden, kızgınlığına düşmekten sana sığınırım. Ben sadece senin rızanı isterim, gerisi benim için önemsiz. Çare sende, güç de ancak seninledir... (Bu duanın tamamı için bkz: Ali Himmet Berki-Osman Keskioğlu, Hazreti Muhammed, 144, DİB. Yay. Ankara 2013.) İstemedin düşmanlarının helakını zor durumda kalmana rağmen. İstediğin sadece Rabbinin rızasıydı. Yine çok ağır hakaretlere uğramıştın, melek yardımına gelmiş, eğer sen istersen bir dağı kaldırıp bu isyankâr kimselerin başına indirebileceğini söylemişti. Ama sen, buna razı olmamış, kaldırarak ellerini şöyle demiştin; ‘Allah’ın, onların neslinden (kıyamete kadar) yalnızca Allah’a ibadet edip O’na şirk koşmayan birilerinin çıkacağını ümit ediyorum’ (Buhari bedu’l-halk 7/41.)
Yine o sevgili (s.a.s.) ağaca sopayla vurarak yapraklarını döken birini gördüğünde böyle yapma, kırıp dökme, sallayarak dök yapraklarını dedi. Kırılmasın diye dalları, tomurcukları, gözenekleri. Merhamet etti ağaca tıpkı diğer canlılara ettiği gibi. Neyse… Geldi Peygamberimizi ziyaret vakti. Ben önde, hacılarım arkamda yöneldik bâbü’s-selama, ziyaret edeceğiz selamlayacağız Efendimizi. Önce de hatırlatmıştım ama yine hatırlattım, aman kimseyi sıkıştırmayın, ziyaretçilere zarar vermeyin diye. Dilimizde salavatlarla “Essalatü vesselamü aleyke ya Rasulallah, essalatü ve’s-selamü aleyke ya Habiballah, essalatü ve’s-selamü aleyke ya Seyyide’l- evvelîne ve’l-âhirîn.” diyerek başladık ziyarete. Bakıyorum çoğunun gözlerinde yaşlar, dilinde salavat ne büyük duygu, ne büyük nimet. Rabbimiz onu (s.a.s.) ziyareti bize nasip etti. Kemal-i edeple ziyaretimizi yapıp toplandık Ravza-yı Mutahhara’nın alt kısmında.
Ya Rabbi, sana sonsuz hamdolsun! Nasip ettin bize peygamberimizi ziyaret etmeyi. Peygamberimizin hayat sürdüğü, ashabıyla sohbetler ettiği, mutlu ve hüzünlü zamanlar geçirdiği bu nurlu şehir Medine’deyiz. Bunun farkında olmayı ve onun ahlakıyla ahlaklanmayı, onu örnek almayı, sünneti üzere yaşamayı bizlere nasip eyle ya Rabbi. Aramızdaki kardeşliği pekiştir. Ülkemize, yurdumuza huzur ihsan eyle. Ashap arasında peygamberimizin tesis ettiği ensar ve muhacir kardeşliğini bize de nasip eyle ya Rabbi. Onun şefaatine bizleri nail eyle. Ona (s.a.s.) gerçek bir ümmet, Sana (c.c.) da gerçek bir kul olmayı nasip eyle ya Rabbi. Hainlere, zalimlere, milletimize düşmanlık besleyenlere fırsat verme ya Rabbi. Kabul eyle dualarımızı. Yapacağımız haccımızı mebrur eyle. Bize merhamet eyle.