Makale

BU VATAN SİZE MİNNETTAR

BU VATAN SİZE MİNNETTAR

Yasemin Çatı
Malatya Müftülüğü Kur’an Kursu Öğreticisi


İri ve güzel gözleri yere bakıyordu. Elini tuttum, usulca sokuldum yanına. Saçlarını tıpkı babası gibi okşayacak bir el arıyordu belki de dokunduğu her yürekte...
Emniyet teşkilatı ile ilçe müftülüğümüzün ortaklaşa yürüttüğü şehit evi ziyaretlerinden birine Diyanet mensubu olarak benim refakat etmem istendi. Oldukça duygulanmış ve kendimi bu görev için manen hazırlamaya çalışmıştım.
Emniyet görevlisi Kadriye Hanım bize şehit ailemizle ilgili gerekli bilgileri verdi. “3 çocuklu bir şehit evine gideceğiz.” dedi arabada. Çocuklar için hazırlanan hediyeleri kontrol ettik. Millet olarak çetin bir sınavdan geçtiğimiz şu günlerde yapmamız gereken en önemli şey vatanımız uğruna şehit düşen kahramanlarımızın ailelerinin yanında olmak ve onlara sahip çıkmaktı. Bu düşüncelerle kısacık yolda derin ummanlara daldık. Ziyaretine gideceğimiz aileye odaklanmış ve onları hayalimizde tasvir etmeye başlamıştık bile.
Eve ulaştık, bizi kapıda karşıladılar. Salonlarına buyur ettiler. Daha salona adımımızı atar atmaz içerdeki manevi atmosferin sükûneti etkisi altına almaya başladı bizleri. Kırmızı beyaz tonlarının hâkim olduğu salonda, huzurun ve dinginliğin dalga dalga yayıldığı hemen hissediliyordu. Buram buram şehadet tüten evde, ay yıldız ve hilal figürü her köşede yer edinmişti. Grubumuzun, salonu ve hane halkını keşfetmeye çalışan gözlemleri devam ederken, ailenin hâlini hatırını sorarak sohbete girizgâh yaptık. Jest ve mimiklerimizi kontrol etmek için büyük uğraş veriyorduk. Matem, tebessümü yüzümüze çok görüyordu. Fakat bakışlarımızda şefkat arayan üç yavru yanı başımızdaydı.
Şehit eşi ve çocuğu olmanın ayrı bir sorumluluğu, farklı bir duruşu olmalıydı. Onurlu ve hüzünlü ruh hâlinin bakışlarına yansımasıyla, sözcükleri güç bela bir araya getirip “Hamdolsun iyiyiz, vatan sağ olsun.” diyebildiler.
Sonra evin küçüğü, "Babasının prensesi" yaklaştı, annesinin yanına usulca ilişiverdi. İsmini, okulunu, karnesini sorduk. Buğulu gözleri, ürkek bakışları ile cevapladı sorulanları. Ece’ymiş adı.
Hediyeleri takdim ettik. Küçük kız başta olmak üzere çocukların yüzlerinde gezinen hüzün az da olsa aralandı. Gözleri halelendi. Ece, ”Bu dönem karnemi babamın eline veremedim.” dedi sessizce, “Mezarına koştuk annemle. Toprağının üzerine koydum. Bakmıştır değil mi?” diye ekledi. Kalbimi delen bu cümlelerini güçlükle yutkunarak destekledim. “Aferin sana baban seninle gurur duyuyordur.” diyebildim.
Kur’an okumak için müsaade istedik. Tilavetin ardından Ece’nin annesinin özenle hazırladığı şehit köşesine takılı kaldım bir süre. Şehidimizin, vatanın hemen hemen her karışında, görevi başında çekilen fotoğrafları özenle dizilmişti duvardaki panoya. Hepsinde aynı vakur bakış, aynı mağrur duruş vardı. “Ben burdayım, vatanıma gözüm gibi bakıyorum. Düşmana göz açtırmam, geçit vermem.” diye okunuyordu bütün o fotoğraflar.
Bakışlarıma tercümanlık yapmak için yanıma geldi Ece, “Bak burada Diyarbakır’dayız, şurası Mardin, bu da Bingöl…” Şu kısacık hayatında yurdun birçok yerinde babasıyla, el ele, gönül gönüle karşı koymuş düşmana. Minik bedeni diyar diyar gezmiş, her türlü zorluğu görmüştü. “Özlüyorum onu, bakıyorum her gün pencereden, her geçen polis arabasında onu arıyorum. Telsiz sesini bile özlüyorum.” dedi.
Ece’nin bu sözleri hepimizin yüreğine taş gibi oturmuştu. Vatanı ve milletinin güvenliği için hayatını veren, fedakârlığın ve kahramanlığın en yücesine sahip bir babanın, bu nazlı evladı da en az vatan kadar değerli, vatan kadar kutsal, vatan kadar onurluydu. Bu yük sadece onun omuzlarında olmamalı diye düşündüm. Omuzuna dokunup saçlarını okşadım.
Annesi söze girdi. “Vatanın her karışını memleket bildik dolaştık.” diye devam etti. “Allah devletimize milletimize zeval vermesin, iki çocuğuma devlet kadrosu verildi, minik kızımın eğitim masrafları karşılanıyor. Maddi gelecek kaygımız yok hamdolsun, Yusuf’umun eksikliğinden başka.”
Yusuf Polis de o şanlı vatan cengâverlerindendi. Bu şanlı vatanda herkesin bir kahramanlık hikâyesi var, acısı var, hüznü var, onuru var, vakarı var, Ece’nin yanında hepimizin de saygı ve minnettarlıkla yâd edeceği Yusuf polisimiz var.
Ziyaretimizin sonuna gelmiştik. Her türlü ihtiyaç ve sıkıntılarında çekinmeden aramalarını salık verdik. Ece ve annesi, “Yine gelin.” dedi. Bu anlamlı ziyaretten hissemize düşenleri uhdemize aldık, minnettarlığımızı bir bohça yapıp kapıda bırakarak vedalaştık.
Biz sizin yanınıza ne kadar gelsek azdır, dedim içimden. Omuzlarına yalnızlık yükü ilişmemeliydi. Zira vatan uğruna kara toprağa şehit düşen kahraman polisin emanetleri de tıpkı vatan gibi kutsal ve baş tacı olmalı değil miydi? Mübarek ve asil şehitlerimizin hatıraları önünde saygıyla bir kez daha eğilirken biliyorum ki; şehadetleri ile hayat bulan bu kutlu destanı, bu millet asla unutmayacak, asil ve temiz kanları ile sulanan her karış toprak muhafaza edilecek. Bu milletin ruh kodlarına işlenen vatan, millet ve bayrak aşkı, dün olduğu gibi bu gün de istikametle muhafaza edilecek.
Ülkenin birliği ve beraberliği, milletin onuru ve izzeti için toprağa düşen şehitlerin yakınları, gazi ve gazi yakınları ile bir araya daha sık gelmeliyim, diye gönlüme şerh düştüm.