Makale

KUDÜS’TE GERÇEKLEŞEN MUCİZE İSRA VE MİRAÇ

KUDÜS’TE GERÇEKLEŞEN MUCİZE İSRA VE MİRAÇ
Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi


İsra ve Miraç hadisesinin özü
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) İsra ve Miraç mucizesi Kur’an’da açık olarak sadece İsra kısmıyla yer alır. Hadislerde ise hem başlangıcında birtakım ilave bilgiler hem de devamında yani Kudüs durağı sonrasında göklere doğru gerçekleşen bir Miraç hadisesinden bahsedilir.
Buhari-Müslim ortak rivayetini eksen alarak Miraç hadisesini şöyle özetlemek mümkündür: “Peygamberimiz (s.a.s.) Mekke’de uyku ile uyanıklık arasında bir hâlde iken Cebrail ve bazı melekler geldiler göğsünden itibaren iç bölgesini açtılar, zemzem ile yıkadılar ve hikmet ve imanla doldurdular. (bk. Erdinç Ahatlı, Peygamberlik ve Hz. Muhammed’in Peygamberliği, Ankara 2007, s. 150-170.) Burak adı verilen bir binekle Kudüs’e götürdüler. Peygamberimiz orada bütün peygamberlere namaz kıldırdı. Bazı rivayetlerde burada peygamberimize süt, su, bal sunuldu ve bunlardan birini tercih etmesi istendi. Peygamberimiz sütü tercih etti. Bunun üzerine Cebrail fıtratı ve hikmeti tercih ettiğini müjdeledi. Ardından yedi kat göğü kapsayan Miraç yolculuğu başladı. Bazı rivayetlerde bu yolculuk miraç adı verilen bir araçla gerçekleşti.
Birinci gökte Hz. Âdem, ikinci gökte Hz. İsa, üçüncü gökte Hz. Yusuf, dördüncü gökte Hz. İdris, beşinci gökte Hz. Harun, altıncı gökte Hz. Musa, yedinci gökte ise Hz. İbrahim ile karşılaştı ve selamlaştı.
Ardından binlerce meleğin her yıl ibadet yaptıkları el-Beytü’l-Ma’mur’a uğradı, buradan kendisinden başka kimsenin geçemeyeceği durak olan es-Sidretü’l-Münteha’ya yükseltildi. Miraç esnasında namaz farz kılındı.
Aynı gece içerisinde Peygamberimiz Mekke’ye döndü ve o günün sabahında bu olayı halka anlattı. Bütün müşrikler bunu yalanlayıp reddettiler hatta daha ileri gidip alay konusu yapmak istediler. Çünkü o günün şartlarında Mekke-Kudüs arası 40 günlük bir mesafe idi ve bir kişinin bir gecede oraya gidip gelmesi muhtemel ve mümkün değildi. Bunu öyle bir algı operasyonuna dönüştürdüler ki, netice bazı zayıf iradeli Müslümanlar dinden döndü. Müşriklerin bütün umudu Hz. Ebubekir’i de ikna etmekti. Derhal onun yanına koştular ve olayı müstehzi bir şekilde anlattılar ve kendilerine göre şu can alıcı soruyu sordular: Buna da inanabilir misin? Hz. Ebubekir’in cevabı “Ben ondan daha fazlasına inanmışım, onun göklerden haber almasını tasdik etmişim, buna mı inanmayacağım?” şeklinde oldu. Bir rivayete göre Hz. Ebubekir bir başka rivayete göre ise müşrikler içinden Kudüs’ü daha önce görmüş olanlar Hz. Peygamber’den bilgi istediler. Peygamberimiz gözünün önüne gelen Kudüs manzarası ile sorulan bütün sorulara doğru bir şekilde cevap verdi. Ancak müşrikler söylenenleri doğru bulmalarına rağmen, gerçekleşen bu olayı, açık bir sihir olarak niteleme yoluna gittiler. (bk. Mukatil b. Süleyman, Tefsîr, II, 246; Hud b. Muhakkem el-Huvvârî, Tefsîru Kitabi’l-lahi’l-Aziz, II, 397-407; Zemahşerî, el-Keşşâf, II, 705-706; Fahreddîn er-Razî, et-Tefsîru’l-Kebîr, XX, 146-147; el-Mufaddal Felevânî, es-Sîratü’l-Müyesserâ Sîretü İbn Hişam, Kahire 1434/2013, Daru’s-Selâm, s. 155-161.)
Sebep ve hikmeti
Ayette İsra’nın sebebi, Yüce Allah’ın azamet ve kudret ayetlerini göstermek şeklinde bildirilir. İlk siyer müelliflerinden İbn İshak’a göre İsra ve Miraç hadisesinin sebebi, İslam’ın Mekke ve civar kabileler arasında yayıldığı bir sırada hem Müslümanları hem de inanmayanları çetin bir sınamaya ve samimiyet testine tabi tutmak için Hz. Peygambere böyle bir mucizenin verilmesidir. Nitekim bu olay inananlar için bir hidayet ve rahmet vesilesi olmuştur. (İbn İshâk, Sîretü İbn İshâk, nşr. Muhammed Hamidullah, Konya 1401/1981, s. 274.) Kâdî İyaz’ın naklettiğine göre ise olayın hikmeti Yüce Allah’ın insanı hayretler içinde bırakan azametini ve celalini göstermek, Hz. Peygamber’i onurlandırmak ve ona İsra ile bir ikramda bulunmaktır. (Kâdî İyâz, eş-Şifâ, s. 151.)
Hadisenin hicretten bir yıl önce vuku bulduğu hesaba katılırsa, Hz. Peygamber’in en zor döneminde bunun bir teselli ikramı olduğu söylenebilir. Çünkü o yıllarda Hz. Peygamber en büyük hâmisi olan amcası Ebu Talip’i ve yegâne sığınağı ve hayat arkadaşı Hz. Hatice validemizi kaybetmiş, müşriklerin ambargosuna maruz kalmış ve Mekke’den çıkış için bir yer bulma arzu ve arayışındadır. Hicret için ilk düşündüğü yer olan Taif’ten büyük bir üzüntü ve eziyete maruz kalarak dönmesi bu zorluklara âdeta tuz-biber olmuştur.
Zamanı ve mekânı
İsra ve Mirac’ın zamanı ve mekânı konusunda oldukça fazla ihtilaf bulunmaktadır. Sahabeden Hz. Enes ve tabiinden Hasan el-Basri, hâdisenin peygamberlikten önce olduğunu ileri sürerken çoğunluk, olayın Mekke döneminde hicretten bir yıl önce vuku bulduğu bilgisini vermektedir. Öte yandan İsra ve Mirac’ın bir değil birkaç kez gerçekleştiğini iddia edenler de bulunmaktadır. Bu olay ile ilişkilendirilen beş vakit namazın farz kılınması göz önüne alındığında hicretten bir yıl önce olduğu şeklindeki kanaatin daha isabetli olduğu aşikârdır. (Zemahşerî, el-Keşşâf, II, 706; Mansur Ali Nasıf, et-Tâc, I, 257-263; Muhammed Fuad Abdulbaki, el-Lü’lü ve’l-Mercân, I, 35-39.)
Mekân konusunda genel kanaat bu hâdisenin Hz. Peygamber (s.a.s.) Mescid-i Haram içerisinde iken vuku bulduğu yönündedir. Çoğunluk rivayetler Hz. Peygamber Kâbe’nin yanında Hicr bölgesinde uyurken yolculuk gerçekleşmiştir. Hz. Peygamber’in amca kızı olan Ümmü Hânî’den gelen bir rivayete göre ise, hâdise onun evinde uyuduğu bir gece gerçekleşmiş ve sabahleyin bizzat Peygamberimiz bunu ona anlatmıştır. Ümmü Hânî’nin evi zaten Harem sınırları içinde bulunduğu için hâdisenin geçtiği yer yine de Harem bölgesidir.
Hâdisenin ilk durağı yani İsra kısmının varış noktası, Kudüs’teki Mescid-i Aksa’dır. Fahreddin Razi’nin dikkat çektiği bir husus da: ‘Acaba Hz. Peygamber Mescid-i Aksa’nın içine girmiş midir girmemiş midir?’ Çünkü ayette “Mescid-i Aksa’ya kadar” ifadesi Mescid’e kadar gittiği, ama içeri girmediği izlenimini vermektedir.
Öte yandan burada kastedilen yer, İliya bölgesinde bulunan Beyt-i Makdis’tir. O dönemde orada Mescid’in olup olmadığı tam belli değildir. Nitekim sahabeden Huzeyfe b. Yeman Hz. Peygamber’in Mescid-i Aksa’ya girmediği görüşündedir. Zemahşeri ise orada mescit bulunmadığından Kur’an’da geçen Mescid-i Aksa’nın Beyt-i Makdis olduğunu ileri sürer. Ancak bu konudaki hadislerin neredeyse tamamında Hz. Peygamber’in diğer peygamberlere namaz kıldırdığı bilgisinden hareketle, en azından orada namaz kılınacak bir yerin bulunduğunu var saymak gerekir. Bu yerin de Hz. Süleyman’ın yaptırdığı mescidin kalıntıları veya eskiden mescidin bulunduğu yer olması kuvvetle muhtemeldir. (İbn İshâk, Sîretü İbn İshâk, s. 274; Zemahşerî, el-Keşşâf, II, 706; Fahreddîn er-Razî, Tefsîr, XX, 146-147.)
Mirac’ın diğer durakları ise hadislerde geçtiği ve yukarıda ifade edildiği şekliyle yedi kat göktür. Yedinci kat gökte Hz. İbrahim’in duvarına yaslanmış vaziyette oturduğu Beyt-i Mamur denilen yere Hz. Peygamber uğramıştır. Beyt-i Mamur, hadislerdeki tasvire göre her gün 70 bin meleğin ziyaret ettiği meleklere ait bir ibadet ve zikir mekânıdır. Buradan es-Sidretü’l-Münteha’ya yükseltilmiştir. es-Sidretü’l-Münteha, müttefekun aleyh rivayetlerde yedinci kat gökte, bazı rivayetlerde ise altıncı kat göktedir. (Buharî, “Bed’ü’-Halk” 6; Müslim, “İmân” 103; Ebü’l-Leys es-Semerkandî, Tefsîru’s-Semerkandî, nşr. Ali el-Mevhud, Ali el-Muavvad, Beyrut 1427/2006, III, 290; Kadî İyâz, eş-Şifâ, s. 142. Ayrıntılar için bk. Yaşar Kandemir, Şifa-i Şerif Şerhi, I, 370-384.)
Hz. Peygamber’in tüm hayatını mucizelere boğmak, her hâl ve hareketinde olağanüstülükler aramak, Kur’an’da üsve-i hasene olarak nitelenen Hz. Peygamber’i insanlara örnek olmaktan uzaklaştırır. Bunun tersi olan hayatındaki mucizeleri yok saymak ise, peygamberliğini gölgeler. Zira Hz. Âdem’den Hz. Muhammed Mustafa’ya (s.a.s.) kadar tüm peygamberler için birtakım olağanüstülükler Kur’an ve sünnette bildirilmiştir. Kelam âlimleri de mucizeyi, peygamberin ilahî buyruk ile görevlendirildiğinin en önemli delili saymışlar ve peygamberi mucize ile desteklenmiş kişi şeklinde tanımlamışlardır. Kaldı ki bir peygamberin hayatındaki bütün mucizeler yok sayılsa bile, ilahî alandan vahiy alması başlı başına bir mucize olarak yeterlidir. Hz. Ebubekir’in müşriklere söylediği “Ben bundan daha fazlasına inanmışım. Onun göklerden haber almasını tasdik etmişim, buna mı inanmayacağım?” sözü, tam da bunu ifade eder.
İsra ve Miraç, Hz. Peygamber’in hayatında gerçekleşmiş olağanüstü bir hâdisedir. Bunun mümkün olduğu aklen kabul edilebilir, gerçekliği ise İsra suresi 1. ayeti ve birçok sahih hadisle de sabittir, dolayısıyla ne imkânında ne de gerçekliğinde şüphe bulunmaktadır. Âlimlerin genel kanaati, Kur’an’da açık olarak geçmesi sebebiyle İsra’ya iman vacip, sübut bakımından katiyet ifade etmediği için zannî delil sayılan ahad haberlere dayanması sebebiyle Mirac’a iman vacip değildir. Ancak ümmetin çoğunluğunun kanaati Mirac’ın da hak olduğu yönündedir. Nitekim ümmetin zihninde ve söyleminde Miraç öne çıkmış, İsra ise içerisinde değerlendirilmiştir. Nitekim ülkemizde halk bu olayı Miraç kelimesi üzerinden bilir ve konuşur.