Makale

MÜMİNİN SINAV KÂĞIDI KUDÜS

MÜMİNİN SINAV KÂĞIDI KUDÜS

Nermin TAYLAN


Tarihin içine sığmayan
Tüm coğrafyaların ötesinde
Masivanın kandili
Gök kubbenin asumanı çınlatan ahdi
Şimdilerde ise Ümmet-i Muhammed’in gözyaşı

Birçok kutsala ev sahipliği yapmış, tevhit dinlerinin merkezi olmuş, İslam’a bakıldığında Mirac’ın ilk basamağı, Hristiyanlığın çıkış ve tebliğ yeri, Yahudilikte Davut Peygamberin bin yıl önce gönlüne ve ömrüne düşen şehir. Süleyman peygamberin başkenti, Hz. Zekeriya’nın çilesi, Hz. Meryem’in çığlığı, Hz. Yahya’nın hüznü ve elbette Hz. Ömer’in adalet anahtarı…
Selahaddin’in gözbebeği, Yavuz’un duası, Kanuni’nin hayratı, Selim’in infakı, II. Abdülhamit’in çiniyle işlenmiş Kur’an aşkı…
Kudüs ki; Hürrem Sultan’ın asırları aşan şefkat eli...
Bilindiği üzere Yahudiler Hz. Musa’nın arkasında Mısır’dan çıkmış, önce Ürdün’e oradan da Kudüs’e birkaç km uzaklıkta olan Nebi Dağı civarına ulaşmıştı. Hz. Musa, Hz. Yûşa ve Talut’un hükümdarlığı döneminde, babasının ordusunda bir asker olan Davut’un iri cüsseli, güçlü-kuvvetli, herkesin karşısında korkup titrediği Kudüs lideri Golyat’ı attığı bir taş ile yere düşürmesi ve bizzat Golyat’ın kılıcı ile yenilmez görülen Golyat’ı öldürmesiyle Kudüs Yahudilerce fethedilmiştir. Böylece Davut peygamber, MÖ 1003 yılında babası Talut’un ölümüyle kral seçilir ve Hebron’da (el-Halil) krallığı başlamış olur.
Hz. Davut yedi yıl Hebron (el-Halil) kentinde, 33 yıl da Kudüs’te krallık yapar. Kral Davut’un ölümüyle Yahudilerin başına oğul Süleyman geçer. Hz. Süleyman’ın Kudüs’teki 40 yıllık krallığı sırasında buraya uzunluğu 25, genişliği 9 ve yüksekliği 13 metre olan Süleyman mabedini inşa eder.
Süleyman vefat edince Kudüs 587 yılına kadar Yahudiliğin başkenti unvanını korur. Fakat MÖ 587 yılında Babilonya Kralı Buhtun Nasr Kudüs’ü alır, Süleyman mabedini yıkar. Şehri talan edip Yahudilerin büyük kısmını kılıçtan geçirir. Kalan 40.000 Yahudi’yi de Babilonya’ya sürgüne götürür. Yahudilerin sürgüne götürülmesi ve Kudüs’ün yakılıp yıkılması gibi olaylardan sonra Yahudilerin bağımsızlığı artık bitmiş olur.
MÖ 142 yılında tekrar bağımsızlıklarını kazanıncaya kadar geçen sürede Yahudiler Babillerin, Perslerin, Makedonya Kralı Büyük İskender’in, Mısır Pilolama ailesinin, Grekselefkosların ve Evkitler gibi birçok milletin hâkimiyeti altında yaşarlar.
MÖ 538 yılında Kudüs’e dönmelerine izin verilip 142 yılında Haşmanaim sülalesi sayesinde kazandıkları bağımsızlıkları ise MÖ 63 yılında Roma İmparatorluğu tarafından sonlandırılır. MS 70 yılında Titus Roma ordusuyla bölgeye gelir, şehri yakıp-yıkar. Kudüs’ü kan gölüne çevirip tarihte görülmemiş derecede büyük bir zulüm uygular. Dönemin yazarları Titus’un katliamını anlatırken “insan cesetlerinden dolayı şehirde dolaşmanın mümkün olmadığını, Süleyman mabedi civarında atların üzengilerine kadar ceset ve kanla dolu olduğunu” kaleme almışlardır.
Titus’un yaşattığı bu acı olaydan sonra ise Kimon Barkofya isimli bir Yahudi önderliğinde Kudüs Yahudilerinin ayaklanmasıyla Roma İmparatoru Hadriyanus bizzat şehre gelerek Mesih iddiasında bulunan isyancı başı Kimon Barkofya’yı öldürüp şehri adeta insan mezbahanesine çevirir. 132-135 yılları arasında yaşanan olaylarda Hadriyanus’un emri ile şehirde taş üzerinde taş bırakılmaz. Süleyman Mabedini temellerine kadar söktürür ve bugün Kubbetü’s-Sahra’nın bulunduğu Muallak Kayası’nın üzerine putperestlik inancının kutsalı Jupiter adına bir Pagan tapınağı yaptırır. M.S 380 yılında Roma Hristiyanlığı kabul ettiğinde bu tapınak yıkılır ancak yerine hiçbir şey inşa edilmez. Süleyman tapınağı yeniden yapılmaz çünkü Hristiyanlar Yahudileri o bölgeye sokmaz.
Nihayet 633 yılında Hz. Ömer’in Kudüs’ün anahtarını bizzat Patrik Sophronius’un elinden almasıyla Kudüs’te İslam hâkimiyeti başlamış olur. Hz. Ömer’in bölgede yaşayanlara gösterdiği adalet ve hoşgörü bölge insanına asırlar sonra biraz olsun huzur ortamı sağlar. Verdiği emanname ve kiliselerine gösterdiği saygı nice gayrimüslimin Müslüman olmasıyla neticelenir. Emevi, Abbasi, Karmati, Fatımi, Selçukluların döneminde zaman zaman kargaşa çıkmış olsa da büyük ölçüde sükûn ortamı yaşayan Kudüs, bu kez 1099 yılında bir haçlı seferiyle sarsılır ve haçlıların bölgeye hâkim olması neticesinde Müslüman ve Yahudilerin feryadı tabir yerinde ise şayet “asumana ulaşır.”
1187 yılında Eyyubi Hükümdarı Selahaddin Eyyubi’nin Hıttin Savaşı ile yeniden Müslümanların eline geçen Kudüs, bu tarihten sonra nihayet 1517 yılında artık Osmanlı hâkimiyetine girecek ve tarihte gördüğü zulümleri unutturmak istercesine hemen hemen tüm Osmanlı padişahları ve dahi bazı valide sultanlar bölgeyi imar etmeyi vazife bileceklerdi.
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Kudüs’ü anlatırken; “Mescid-i Aksa’ya 800 kişi hizmet etmektedir. Bu muazzam teşkilatı, Osmanlı devletinin serveti sağlamış. Dört mezhebin birer hatibi ve imamı vardır. Elli müezzini bulunur. Sair hizmet erbabını ona göre kıyas ediniz.” diyordu.
Osmanlı Dönemindeki
Kudüs varlığı
1517 yılında Kudüs’e hâkim olan Osmanlı, bölgeyi tam 401 yıl idaresi altında barış ve huzur içerisinde tutmayı bilmiştir. Bilindiği üzere Yavuz Sultan Selim Mercidabık Savaşı’nda Memluk’leri yendikten sonra tüm Şam bölgesini Osmanlı topraklarına katmış ve birkaç gün sonra Kudüs şehrine gelerek Mescid-i Aksa ve diğer mukaddesatı ziyaret etmiştir. Kudüs’e girdiğinde Rum Patriği Atali’ye Hz. Ömer dönemindeki uygulamaların devam edileceğine kilise ve manastırlarında ol-üslûp üzere ayinlerini yapabileceklerine dair bir emanname vermiştir. (BOA. A. DVN. KLS.d 08/7.)
Yavuz Sultan Selim’den sonra tahta geçen Kanuni Sultan Süleyman, 1542 yılında evvela şehrin surlarını yeniletti. Ağlama Duvarı ismiyle anılan duvarı imar edip, Yahudilerden gelen talep üzerine onların harem dışında kalan duvarda ağlamalarına müsaade etti. Kudüs Kalesi’ni büyük ölçüde onardı. 18 çeşme yaptırıp Kubbetü’s-Sahra’nın yer döşemesini, Mescid-i Aksa’nın surlarını ve kapılarını yenilettirdi.
Hz. Meryem kapısını açtı, Silsile kubbesinin fayanslarını yenilettirdi ve Bab-ı Zehebi kapısını da kapattırdı. Vakıf bilgilerinden anlaşıldığı üzere, Kanuni Sultan Süleyman Kudüs’e 40 milyon akçe, bugünkü rayiçle yaklaşık 1 trilyon 500 milyar lira vakfederek burayı bayındır kılmıştır. Kanuni ile birlikte eşi Hürrem Sultan da buraya bir imarethane yaptırmış ve her gün 999 fakirin karnı doyurulmuştur. Hürrem Sultan’ın bu asırları aşan merhameti hâlâ devam etmekte, 450 yıl önce yaptırdığı imarethane her gün fakir-fukara, garip-gurebaya yemek vermektedir.
Kanuni Sultan Süleyman Kudüs’e öyle değer veriyordu ki; oranın temizliğiyle alakalı bazı sıkıntıları öğrendiğinde derhal bir ferman gönderiyor ve bizzat kendi lisanı ile şöyle diyordu: Kudüs-i Şerîf beyine ve kadısına hüküm ki: Molla Siyami gelip haber verdi ki; Kudüs-i Şerif’te bulunan Mescid-i Aksa, Sahratullah-ı Müşerref (Kubbetü’s-Sahra) ve Hz. İsa’nın kabri gibi kutsal mekânlara ibadet ve ziyaret için gelen bazı kadınlar o mekânları kirletip, edebe aykırı davranıyorlarmış. Bu haber üzerine buyurdum ki: Emrim oraya vardıktan sonra bu gibi davranışlara kesinlikle izin vermeyin. Şayet bunun aksini duyarsam bilesiniz ki görevden alınmakla kalmazsınız. Sen ki kadısın bu emrimi sicile kaydet ki senden sonra gelen kadılar da bu emrime uysunlar. (BOA. A.DVNS. MHM. d. 5/191.)
687 yılında Emevi Halifesi Abdülmelik b. Mervan tarafından peygamberimizin Mirac’a yükseldiği kaya üzerine Mısır’dan alınan vergilerle yaptırılan Kubbetü’s-Sahra’yı Kanuni Sultan Süleyman 1546 yılında büyük ölçüde restore etmiş ve dış cephesini çini ve mermerle kaplatmıştır. Yine Kanuni döneminin Kudüs valisi olan Kasım Paşa, 1525 yılında avluya bir şadırvan yaptırmıştır. Bu şadırvanın suyu da yine bir Osmanlı eseri olan sultan havuzundan sağlanmaktadır.
XVIII. yy. sonunda Napolyon Gazze, Yafa ve Ramla şehirlerini işgal etmiş ve Akka valisi Cezzar Ahmet Paşa’ya para teklif ederek kaleyi teslim etmesini istemişti. Cezzar Ahmet Paşa ise Napolyon’a cevap dahi vermeye tenezzül etmeden taarruza geçmiş ve Napolyon’u ebediyen geri püskürtmeyi başarmıştı. Kudüs bundan sonra 1820 yılında Şam eyaletine bağlandı. 1831’de Mısır Prensi İbrahim Paşa Kudüs ve Şam bölgesini işgal etti ancak Osmanlı 1841 yılında bölgeye yeniden hâkim oldu.
Osmanlı tahtına geçtikten sonra Kudüs’te hâkimiyeti yeniden sağlayan Sultan Abdülmecit, 20.000 altın harcayarak Mescid-i Aksa’yı restore ettirdi. Bu dönemde Kudüs’ün nüfusu artmış, 1858 yılında insanlar Kudüs surları dışına yerleşmeye başlamıştır.
Sultan Abdülaziz döneminde 1867 tarihinde, Kudüs çok gelişmeye başladı ve birçok yol ve çarşı inşa edildi. (Kudüs-Yafa ve Kudüs-Nablüs şehri arasındaki yol) Kudüs’ün yolları mermerlerle döşendi. Mermer döşemelerin bazıları günümüze kadar ulaşmıştır. Sultan Abdülaziz 30.000 altın harcayarak Mescid-i Aksa’nın restoresini yaptırdı. Umeri Camii’ni inşa ettirdi.
Sultan II. Abdülhamit Kubbetü’s-Sahra’nın dış cephesine çinilerle Yasin-i Şerif yazdırdı. Zeminini İran halılarıyla döşettirdi. Şimdi Mescid-i Aksa’nın içinde duran büyük avizeyi Kubbetü’s-Sahra’nın içerisine, Muallak Taşı’nın üzerine doğru astırdı. 1892’de Kudüs-Yafa şehri arasında tren yolu 1909 yılında el-Halil kapısının yanına büyük kale inşa edildi ve yanına çeşme yaptırıldı.
Bu ve daha sayamadığımız pek çok hizmet, tazim ve hürmet ile Kudüs şehri Osmanlı hâkimiyetinde olduğu 401 yıl boyunca barış ve huzur içinde yönetildi. Fakat 9 Aralık 1917 yılına gelindiğinde 401 yıllık adaletli bir yönetim artık nihayete ermiş ve cephelerdeki mağlubiyet Filistin’de sonun başlangıcı olmuştu. Filistin ve Sina cephesi mağlubiyeti Osmanlı’yı derinden yaralamış ve 5200 Mehmetçik bu bölgede toprağın kara bağrına düşmüştü.
9 Aralık 1917 günü Kudüs’ün yönetimi Osmanlı idaresinden çıkarak İngiliz mandasına geçti ve 1948 tarihinde İsrail Devleti Batı Kudüs’te kuruldu. 1967 tarihinde İsrail Kudüs’ün tamamını işgal etti. Sonrası malum zulüm, acı, işkence ve gözyaşı yüzyıldır o topraklarda hiç dinmiyor.
Tarihî geçmişine baktığımızda her vakit insanlıktan nasibini almamış, asla kendisinden başkasına yaşam hakkı tanımayan Yahudi ve Hristiyanlar, Müslümanların idaresi altında kazandıkları hakları şimdilerde unutmuş. Hz. Davut’un elinde zorbaya karşı atılan sapan taşı şimdi Filistinli çocukların ellerinde. Zorbalar ise tıpkı Golyat gibi zırha bürünmüş vaziyette.
Süleyman devletini tekrar kurmak isteyen ve bu uğurda her yolu kendilerine kutsal bilen Siyonistler, yeryüzünü tüm diğer din mensuplarından temizleyip cennetin krallığını yaşamak isteyen evanjelistler, Kudüs’e hâkim olma gayesi ile dünyayı kan gölüne çevirmeye devam ediyor. Tüm bu zulme karşı duran tek devlet ise yine Türkiye… Çünkü bizler biliyoruz ki “Kudüs düşerse, İstanbul düşer.”
Unutmamak gerekir; 1099’da Kudüs’e girdiler, 1204 yılında İstanbul’a girdiler. 1917 yılında Kudüs’ü aldılar, 1918 yılında İstanbul’u işgal ettiler. 1917’de Kudüs’e giren İngiliz Orduları Kumandanı General Allembi iki gün geçmeden Şam’daki Selahaddin Eyyubi’nin türbesinde sandukasını tekmeliyor ve “Kalk Selahaddin biz geldik.” diyordu, 1920’de İzmir’i işgal eden Yunan orduları komutanı Venizelos’un oğlu Sofokles Osman Gazi’nin türbesine gidiyor, sandukasını tekmeliyor ve “Kalk ey koca sarıklı seni yenmeye geldim.” diye bağırıyordu.
Hasılıkelam tarihî gerçekler ortada. Haçlı ordusu ile siyonistlerin oyunları gün gibi bedihi. Mekke ve Medine İslam’ın nasıl ruhu ise Kudüs ve İstanbul da damarında dolaşan kanıdır. Kudüs düşerse İstanbul düşer. Ümmet sendeler, yetim kalır. Bu hep böyle bilinmeli ve Kudüs’e her dem sahip çıkılmalı.
Duam odur ki dinsin artık İsa’nın bitmeyen elem yolu, kesilsin Meryem’in gök kubbeyi ağlatan acı çığlığı, Zekeriya’nın feryadı sürura gark olsun. Asumanı inletsin Ömer’in adalet nameleri, Musa’nın hedefi yeniden Kudüs olsun, Golyat’a galip gelsin yine Davut.
Ve Mirac’ın ilk basamağı merdiven olsun Ümmet-i Muhammed’in baki huzuruna...