Makale

CİHAT’TA ÖNCELİK

CİHAT’TA ÖNCELİK
Prof. Dr. Zekeriya GÜLER | Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Fedale b. Ubeyd’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasulüllah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Mücahit, nefsiyle cihat eden kimsedir."
(Tirmizî, Fezâilü’l-cihâd, 2; Ahmed b. Hanbel, VI, 20-22.)

Açıklama
İsnadı sahih olan bu hadisin bazı tariklerinin sonunda "Allah yolunda (fî sebîlillâh, fî tâatillâh, lillâh, fillâh)" ziyadesi vardır. Diğer bir tariki ise şöyledir: “Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların/insanların selamette olduğu kimsedir. Mümin, malları ve canları hususunda insanların kendisini emin görüp güvende oldukları kimsedir. Muhacir, günah ve yanlışları terk eden kimsedir. Mücahit ise nefsiyle cihat eden kimsedir.”
Bir işi başarmak için çalışmak, çabalamak, ceht ve gayret göstermek anlamına gelen cihat, İslam davasını gereği gibi yüceltmek (İ‘lâ-yı kelimetullah), onun ilke ve değerlerini koruma ve kollama uğrunda elden gelen maddî-manevî imkânları seferber etmek demektir. Kulun nefis ve hevası ile mücadele etmesi, davet, tebliğ, emir bi’l-ma’ruf nehiy ani’l-münker ve düşmanla savaş uğrunda gösterilen ilmî, sosyal, kültürel ve ekonomik her türlü gayret, cihat kapsamında değerlendirilir.
Nefis ve hevaya karşı yapılan cihat
İbn Battal el-Kurtubi, Buhari’nin "Allah’a kulluk yolunda nefsiyle cihat eden kimse" diye verdiği bap başlığı altında şu açıklamayı yapar: "Kişinin nefsiyle cihat etmesi, en zararlı (sinsi/iç) düşmanla savaşmak ve en büyük cihattır. Allah Teala şöyle buyurdu: ’Kim Rabbinin makamından korkar ve nefsini de hevadan uzaklaştırırsa, şüphesiz cennet yegâne barınaktır.” (Naziat, 79/40-41.) Peygamber’in (s.a.s.), cihattan dönen ashabına, ’En küçük cihattan en büyük cihada geldiniz!’ dediği ve ’En büyük cihat nedir ya Rasulallah?’ sualine ’Nefisle cihat!’ diye cevap verdiği (zayıf senetle de olsa) rivayet edildi." (İbn Battâl, Şerhu İbn Battâl alâ Sahîh-i Buhârî, X, 207-209.)
Keza, “Mücahit nefsiyle cihat eden kimsedir.” hadisini dikkate alan İbnü’l-Kayyim (Zâdü’l-meâd, II, 38.), nefis ile mücadelenin dış düşmanlara karşı gerçekleştirilen cihada nispetle asıl olduğunu ve nefisle baş edemeyen kimsenin dış düşmanla baş edemeyeceğini belirtir.
Gerçekten de benlik ve bencillik gösterip kendini aşamayan, istek ve tutkularından vazgeçemeyen bir insanın, cihadın diğer nevilerini tam olarak gerçekleştirmesi, özellikle cepheye koşup düşmanla çarpışması o kadar kolay değildir. Zira sinsi ve kötülüğü emreden bir düşman olarak nefis ile mücadele, açık düşmanla cihat etmekten daha zordur.
Rasul-i Ekrem’in şu hadisi, nefis muhasebesi ve heva ile mücadele konusunda ciddi bir uyarı niteliği taşır: “Akıllı ve zeki kişi, nefsini hesaba çeken ve ölüm sonrası için çalışandır. Âciz kişi ise, nefsini hevasına tabi kılan ve Allah’tan olmadık dileklerde bulunan (boş ümit ve kuruntularla avunan) kimsedir.” (Tirmizi, Kıyamet, 25.) Bu hadisi rivayet eden Tirmizi, Hz. Ömer’in şu sözünü de nakleder: "Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin. Büyük duruşma için hazırlık yapın. Zira kıyamet günü hesap, ancak dünyada nefsini hesaba çekmiş olanlara hafif ve asan olur."
İlmî - kültürel cihat
Bu nevi cihat ilim tahsili, eğitim ve öğretim faaliyeti, davet ve tebliğ yoluyla (ta’lîmî, lisânî) gerçekleşir. Yüce Kur’an (Tevbe, 9/122.), İslam varlığının bekasını iki temel esasa bağlar: Tefakkuh ve cihat. Bu ayetteki, “dinî konuları delilleriyle iyice araştırıp sonuç almak” anlamında tefakkuh, Zemahşeri’ye göre "en büyük cihat (el-cihâd el-ekber)" demektir.
Kâfirlere boyun eğmeyip kendilerine karşı Kur’an ile güçlü bir cihadın yapılmasını emreden ayet ile (Furkan, 25/52.), “Mümin, kılıcı ve diliyle cihat eder.” (Ahmed b. Hanbel, III, 456.) hadisi, kime karşı ve nasıl cihat yapılacağına dair örnek teşkil eder.
Mali - ekonomik cihat
Şu ayet-i kerime, sadakat sahibi müminlerin özellikleri arasında, bir sorumluluk ve duyarlılık göstergesi olarak maddi imkânlarla gerçekleştirilen mali cihadın yer aldığını öğretir: “Müminler ancak Allah’a ve Rasulü’ne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihat edenlerdir. İşte sadıklar ancak onlardır.” (Hucurat, 49/15.) Bu ayetten ilham alan Peygamberimiz de (s.a.s.) şöyle buyurur: “(Size hayat hakkı tanımak istemeyen) Müşriklere karşı mallarınız, canlarınız ve dillerinizle cihat edin!” (Ebu Davud, Cihad, 17; Ahmed b. Hanbel, III, 124.)
Ayrıca şu hadis, bir tasalluta uğrayan malın korunması için mücadele edilmesi gerektiğini öğretir: “Malı uğrunda öldürülen kimse şehittir.” (Buhari, Mezalim, 33.) Zira ekonomik gücün, bir hırsız ve soyguncunun eline geçmesi, onun aile, toplum ve devlet için tehdit unsuruna dönüşmesi demektir. Bu konuda Medine’ye hicret eden ashab-ı kiramın yaşadığı tecrübe önemsenmelidir. Zira onların Mekkeli müşriklere karşı mallarıyla mücadele ettikleri ve onlara adeta ekonomik yaptırım uyguladıkları, meşhur bir siyer bilgisidir. Elde ettikleri gelirleri hep silah olarak kullanan müşriklerin, ticaretleri aksadığından zamanla fakirleşip Müslümanlarla cepheleşmekten vazgeçtikleri görülür.
Askerî – fiili savaş
Vatan savunması için silahlı çatışma, düşman güçlerine karşı cephede verilen askerî-fiilî savaş (kıtal, muharebe), cihadın bir parçasıdır. Rasul-i Ekrem, düşmanlara karşı kuvvet hazırlanmasını emreden ayetindeki (Enfal, 8/60.) caydırıcı kuvvetin “atmak” olduğunu açıklar. Ayrıca Rasul-i Ekrem’in şu hitabı da önem arz eder: “Düşmanla karşılaşmak istemeyin. Allah’tan afiyet; bela ve musibete karşı sizi korumasını isteyin. Düşman kuvvetleriyle karşılaştığında da sebat edip direnç gösterin. Biliniz ki, cennet kılıçların gölgesi altındadır.” (Buhari, Cihad, 112; Müslim, Liân, 19.)
Burada belirtilmelidir ki, Hanefi, Hanbeli ve Maliki fıkıh âlimlerinden oluşan cumhura göre cihadın (savaşın) sebebi, Müslümanlara savaş açılması ve tecavüzkâr olunmasıdır. Şafiiler ile Zahiriler’e göre ise küfür (inkâr), başlı başına bir savaş sebebi sayılır. Bu konuda birinci görüşün daha isabetli olduğu görülür. (bkz. Ahmet Özel, "Cihad", DİA, cilt: 7, sayfa: 527-531.) Bu itibarla, "Sadece Rabbimiz Allah’tır" dediklerinden zulüm ve saldırılara maruz kalan müminlere izin verilen savaşın hedefi, kesinlikle ülkeleri istila edip yeraltı ve yerüstü zenginliklerine el koyup sömürmek değil, aksine hür iradeleriyle Müslüman olmak isteyenler için alan açmak, fitne ve fesadı ortadan kaldırıp dünyanın hak ve adaletle tanışmasını sağlamaktır.