Makale

İNSANIN MANEVİ VE ZİHİNSEL BOYUTUNU İFADE EDEN DÖRT KUR’AN TERİMİ: KALP, RUH, NEFİS, AKIL

İNSANIN MANEVİ VE ZİHİNSEL BOYUTUNU
İFADE EDEN DÖRT KUR’AN TERİMİ:
KALP, RUH, NEFİS, AKIL


Prof. Dr. Mustafa ÇAĞRICI | İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi KURAMER Bilim Kurulu Üyesi
İslam öncesi Arap dilinde de kalp, ruh, nefis ve akıl kelimeleri bulunmakla birlikte, bunlar o kültürde dinî-tasavvufi anlam taşımıyordu. İlk defa Kur’an-ı Kerim’de -iman, İslam, tevhit, takva vb. kavramlar gibi- kalp, ruh, nefis ve akıl kelimeleri de hızlı bir dönüşüme uğramış, dinî ve ahlaki yoğunluğu yüksek olan yeni içerikler kazanmıştır. Kadim dinî ve entelektüel kültürlerin İslam hâkimiyetine girmesiyle Müslümanlar bu coğrafyalardaki kültürlerle buluştular. “Hikmet müminin yitik malıdır; bulduğu yerden alır.” (İbn Ebî Şeybe, el-Musannef (nşr. K. Y. el-Hût), Riyad 1409, VII, 240; İbn Mâce, Sünen (nşr. Şuayb el-Arnavut ve dğr.), 1430/2009, V, 269; Tirmizî, Sünen, Kahire 1395/1975, V, 51.) anlamındaki hadiste özetlenen anlayışın verdiği güvenle bu kültürlerden pek çok bilgi ve değerleri -gerektiğinde değiştirip dönüştürerek- benimsediler. Bu çerçevede konumuz olan dört kavram da felsefi ve tasavvufi muhtevası giderek zenginleşen bir anlam genişlemesi yaşadı.
Söz konusu dört terimin temel İslami anlamlarını kavramak için bunların Kur’an-ı Kerim’deki içeriklerine bakmak gerekir. İnsanın manevi kimliği ve özü için en sık kullanılan terim ‘kalp’tir; ayrıca belirtilen kullanımıyla bu kavramın diğer üç terimle büyük ölçüde aynı anlamı ifade ettiği düşünülür.
Kur’an-ı Kerim’de
kalp, ruh, nefis, akıl
a) Kalp
Kur’an’da yüz kırka yakın ayette geçen (“Kalp” kelimesinin geçtiği ayetler için bk. M. F. Abülbaki, el-Mu‘cemu’l-müfehres, “klb” md.) kalp (kalp; çoğulu kulûp) kelimesinde sözlük anlamıyla “değişme, ters dönme” manası vardır. İnsanın manevi-ruhani boyutunun sıklıkla değişebilmesi sebebiyle ona ‘kalp’ adı verildiği belirtilir. (Râgıb el-Isfahânî, Müfredât, “klb” md.) Bu anlamın Kur’an’da da korunduğu söylenebilir. Ancak Kur’an’da kalbin tanımı verilmeyip, genellikle işlevleri ve nitelikleri üzerinde durulmuştur. Yine de ilgili ayetleri dikkate alarak Kur’an açısından kalp teriminin “insanın bilme, anlama, kavrama, özellikle varlık ve olayların hakikatini bilme melekesi” anlamında kullanıldığı söylenebilir. Dolayısıyla Kur’an bakımından insanın diğer varlıklardan farklı olmasını sağlayan unsur kalptir. Bu sebeple bütün İslam âlimleri mümin olmanın temel şartının kalbin tasdiki olduğunda ittifak etmişlerdir. (Mesela bkz. Gazzâlî, İhyâ, Kahire 1332, I, 121; Teftâzânî, Şerhu’l-Makāsıd, İstanbul 1305, II, 249.)
Kur’an-ı Kerim’de insanın manevi kişiliğini ifade etmek üzere en sık kullanılan terimin ‘kalp’ olduğu görülür. Birçok ayette kalp hem olumlu hem de olumsuz özellikleriyle anılır. Söz gelimi İslam kaynaklarında en yüksek dindarlık ve ahlakı ifade eden takva kalpte bulunur. Peygamber’in kalbi, ilahî mesajı alacak kadar yetkinleşmiş kalptir. Bir de Hz. İbrahim’in yakarışı sırasında kullandığı kalbiselim (sağlıklı, temiz kalp) vardır. Bu ayette, “O gün ki, kimseye serveti de oğulları da fayda vermeyecek; yalnızca kalbiselim ile gelenler kurtulacak.” denilir. (Şuara, 26/88.) Hidayet bulmuş kalpten, şefkat ve merhamet yüklü kalpten de söz edilir. Birbiriyle kaynaşmış kalplere sahip olmanın ilahî bir lütuf olduğu, insanların ancak böyle kalpler sayesinde barış içinde yaşayabileceği belirtilir. (Âl-i İmran, 3/103.) Bu ayet, İslam’ın hedeflediği yepyeni bir toplum inşasının “kalpler arasında ülfet ve kardeşlik bağlarının kurulması” sayesinde başarıldığını göstermektedir. Tabiin müfessirlerinden Katade, ayetin ilgili kısmını şöyle açıklamıştır: “Yani siz o dönemde birbirinizi boğazlıyordunuz; güçlüleriniz zayıflarınızı yiyordu. Nihayet İslam geldi ve aranızda kardeşlik ilişkisi kurdu; sizi birbirinize bağladı.” (Taberî, Câmi’u’l-Beyân, , nşr. A.M. Şakir, 1420/2000, VII, 77.)
Kur’an-ı Kerim’de kalbin olumsuz hâllerinden de söz edilir. Bazı ayetlerdeki ‘donuklaşmış kalp’, “entelektüel olarak hakikat, hikmet ve irfan yeteneğini, ahlaki olarak şefkat ve sevgi duyarlılığını kaybetmiş kalp” diye anlaşılabilir. Bir de ‘anlamayan kalp’ vardır ki, bu da “geçici ve yanıltıcı görüntülerin arkasındaki asıl ve değişmeyen hakikati görme duyarlılığını kaybetmiş kalp” demektir. Dolayısıyla Kur’an asıl körlüğün, “insanların içlerinde bulunan kalplerin körlüğü” olduğunu belirtir. Âl-i İmran, 3/159’da ‘rahmet’in zıddı bir bağlamda kullanılan ‘katı kalp’, insanlara karşı ilgisizlik ve merhametsizliği ifade eder. Birçok ayette ‘hastalıklı kalpler’den, ‘mühürlenmiş kalpler’den söz edilir. Mesela “Allah her kibirli ve zorba insanın kalbini mühürler.” buyurulur. (Mü’min, 40/35.)
İslam âlimleri, özellikle mutasavvıflar bu tür ayetleri dikkate alarak insanların fiillerini bedenin ve kalbin fiilleri olarak ikiye ayırmışlar; ilkine “zahirî ameller”, ikincisine “bâtıni ameller” demişler; arkasında kalbin niyet, ihlas, huşu gibi bâtıni amelleri olmadıkça zahirî amellerin değer taşımayacağını belirtmişlerdir.
b) Ruh
Kur’an-ı Kerim’de ruh kelimesi yirmi bir yerde geçer. (“Ruh” kelimesinin geçtiği ayetler için bk. M. F. Abülbaki, el-Mu‘cemu’l-müfehres, “rvḥ” md.) Bunların birinde Hz. İsa, ikisinde vahiy, birinde Kur’an kastedilmiştir. İslam âlimlerine göre dört ayette geçen ‘ruhu’l-kuds’ ile ‘er-ruhu’l-emin’ ve diğer bazı ayetlerdeki ‘ruh’ vahiy meleği Cebrail’dir. Üç ayette Allah’ın ilk insan bedenini yarattığında ona “kendi ruhundan üflediği”, bir ayette de ruhun “Rabbin emrinden” olduğu bildirilmiştir.
Bu son ayetlerde Allah Teala’nın ruhu kendi zatına nispet etmesi, insanı insan yapan hakiki varlığının bedeni değil ruhu olduğunu gösterir. Gazali’nin, İhya’nın, insandaki mevki tutkusunun doğal ve metafizik kaynaklarını incelediği bölümde (İhyâ, III, 278 vd.) yer alan ruhla ilgili muhteşem tahlilinde şu ifadeler de bulunur: “Ruh, ilahî bir gerçekliktir (emrun rabbaniyyün). Çünkü yüce Allah, ‘Senden ruh hakkında bilgi istiyorlar. De ki: O rabbimin emrindendir.’ (İsra, 17/85.) buyurmuştur. Bundan dolayı her insan, tabiatı gereği kemalde eşsiz olmak ister. “Ruh rabbimin emrindendir.” beyanının gösterdiği rububiyet ilişkisinden dolayı kölelik ruha ağır gelir, efendilik ise insanın doğası gereği sevilir. İnsan, varlıkta eşsizleşme ve tekleşmeyi istemesi yanında, diğer bütün varlıklar üzerinde hâkimiyet kurmayı da bir yetkinlik olarak düşünür ve ister.”
c) Nefis
Kur’an-ı Kerim’de üç yüzü aşkın ayette geçen (“Nefs” kelimesinin geçtiği ayetler için bk. M. F. Abülbaki, el-Mu‘cemü’l-müfehres, “nfs” md.) nefis (çoğulu enfüs) kelimesinin en sık kullanıldığı anlamını “insanın kendisi, zatı, kişiliği, ruh ve beden bütünlüğü” şeklinde özetleyebiliriz. Mesela Allah’ın bütün insanları bir tek ‘nefis’ten yarattığını bildiren ayetlerde kişi, insan (Âdem) kastedilmiştir. Bazı ayetlerde nefis “can” anlamını ifade eder. “Allah nefse fücurunu da takvasını da ilham etti.” (Şems, 91/8.) ayeti, nefsin iyilik ve kötülük işleme eğilimlerinde yaratıldığını gösterir. Kur’an’daki “nefs-i emmare” kötülük eğilimine, “nefs-i levvame” de iyilik eğilimine işaret etmektedir. Allah’ın, uyku halindeki insanın nefsini aldığını, keza ölümünden sonra Firavun’un bedenini geride bıraktığını bildiren ayetlerde insanın nefis (ruh) - beden unsurlarından oluştuğuna işaret edilmiştir.
Kur’an’da nefsin kötü arzuları genellikle heva kelimesiyle ifade edilir. Nitekim ilgili kaynaklarda bu kelime “nefsin, akıl ve din tarafından yasaklanan kötü arzulara karşı eğilimi” ve “haktan ve faziletten saparak haz ve menfaatlere yönelen nefis” şeklinde açıklanmıştır. (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “hvy” md.; et-Ta‘rîfât, “hevâ” md.; Tehânevî, Keşşâf, II, 1543.) Kur’an’da, bayağı arzularına esir olan insan “hevasını ilah edinen” diye tanıtılmıştır. (Furkan, 25/43; Câsiye, 45/23.) Gazali bu konudaki yorumunda ‘ilah’ kelimesinin “mabut” anlamına geldiğini, mabudun da “buyruğuna uyulan” demek olduğunu, buna göre bedenî arzularına uyanların hevalarını ilah edinmiş sayılmaları gerektiğini belirtir. (İhyâ, III, 28.)
d) Akıl
Kur’an-ı Kerim’de elliye yakın ayette fiil kalıplarıyla geçen akıletme kavramı (“Akıl”dan türetilmiş fiillerin geçtiği ayetler için bk. M. F. Abülbaki, el-Mu‘cemü’l-müfehres, “akl” md.) genellikle “aklı kullanarak doğru düşünme” anlamında kullanılmıştır. Bu ayetlerde akıl kavramının “bilgi edinme gücü”nü ve “bu güçle elde edilen bilgi”yi ifade ettiği söylenebilir. (bk. Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “akl” md.) Kur’an ancak bilenlerin akledebileceğini söyler. Bu gücü ve bu bilgiyi kötü kullandıkları için kâfirleri, sağır, dilsiz ve kör olmakla, bu yüzden akledememekle niteler. Aklını kullanmayanlara kötü bir azap verileceği, akıllarını kullananlarınsa azaptan kurtulacakları bildirilir. “Allah ayetlerini akledesiniz diye açıklamaktadır.” (Bakara, 2/242.) ayetinden, aklın eşyadaki düzeni anlama, ilahî hakikatleri sezme, kavrama ve onların üzerinde düşünüp yararlanma güç ve yetkisine sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Tasavvuf kültüründe ‘rabbani latifeler’ olarak kalp, ruh, nefis, akıl
İnsanın manevi-ruhani kişiliğini oluşturan boyutunu ifade etmek üzere tasavvufi kültürde daha çok kalp terimi kullanılır; ancak diğer üç terime de zaman zaman bu bağlamda yer verilir ve hepsine birden latife veya latife-i rabbaniye denilir. Gazali, kalp, ruh, nefis ve akıl kavramlarının biyoloji ve psikoloji açısından farklı anlamlarda kullanıldığını, ancak dinî-tasavvufi bağlamda hepsinin de “rabbani-ruhani latife”yi ifade ettiğini belirtir. İnsanın asıl özü, ondaki “bilen ve idrak eden güç” anlamındaki bu ilahî ‘latife’dir. (İhyâ, III, 4.)
Sözlükte “ince, yumuşak şey” anlamına gelen latife, tasavvufta “kelimelerle anlatılamayan, yaşanarak öğrenilen bilgiler” ve “insanın Allah vergisi özü” anlamlarını içerir. Bu öz kendini, yaratıcısını ve evreni idrak edebilir. Bu özellikleriyle buyruk ve yasaklara muhatap kılınan da odur. Nitekim Kur’an’da bu öz kastedilerek “Ey huzura ermiş nefs! Dön Rabbine; sen ondan memnun o senden memnun olarak.” (Fecr, 89/27-28.) buyurulmuştur. Birçok ayette insanın nefis kelimesiyle anılması, onun asıl insani boyutunun bu manevi özü olmasındandır. Çünkü beden sonuçta herhangi bir organik yapıdan farksızdır. Buna karşılık yine Kur’an’ın bildirdiğine göre (Şems, 91/7-10.) arındırıldığında insanı kurtaracak, kirletildiğinde zarara uğratacak olan onun nefsidir.
Tasavvufi ve ahlaki eserlerde, her insanda yaratılıştan mevcut olan bu ilahî latifenin, işlevini yapabilmesi için ahlak eğitiminin şart olduğu belirtilir. Bu eğitimden geçmemiş insanlar, tasavvufçuların nefs-i hayvani dedikleri olumsuz egolarının esiri olup, manevi alanda ilerleyemezler. Biraz önce Gazali’den aktardığımız gibi, bedenî arzularının peşinden koşanlar hevalarını ilah edinmişler demektir. Çünkü insan neyin peşinde koşuyorsa kendini ona adamış demektir. Hz. Peygamber, maddeperestler için “paranın kölesi” (abdü’d-dinar) (Abdullah b. Mübârek ez-Zühd ve’r-Reḳâiḳ (nşr. Ḥ. el-A’zamî), Beyrut ts., s. 197; Buhârî, el-Câmi’u’s-Ṡahîh (nşr. M. Zuheyr.) deyimini kullanır. Buna göre ahlaki alanda negatif içgüdülerine teslim olmuş insan da köle sayılabilir. Tasavvuf düşüncesine göre ‘rabbani latife’nin çağrısına uyarak ruhlarını özgür kılmayı başaranlar, içlerindeki sevgilerini ve dışlarındaki mallarını paylaşma erdemini de kazanmış olurlar. Fudayl b. İyaz anlatıyor: “Eski peygamberlerden biri, ‘Ey Rabbim! Senin beni sevdiğini nasıl anlayabilirim?’ deyince Yüce Allah, ‘Fakirlerin senden memnun olup olmadıklarına bakarsan anlarsın’ buyurmuştur.” (Gazzâlî, İhyâ, II, 207.)