Makale

İYİ VE KÖTÜNÜN MÜCADELE ALANI: NEFİS

BAŞMAKALE
İYİ VE KÖTÜNÜN MÜCADELE ALANI: NEFİS
Prof. Dr. ALİ ERBAŞ
En güzel şekilde yaratılan insanın varlık bütünlüğünü kâmil manada tanıyıp tanımlamak için fizyolojik boyutunun yanı sıra, enfüsi yönünü de bilmek gerekir. Nitekim akıl, irade, sorumluluk gibi, bilinen ve tezahürleriyle yaygın kabul gören nitelikler yanında, insanın varlık dünyasında “nefis” olarak maruf bir gerçeklik vardır. İnsanın inanç ve düşünce boyutundan, dış dünya ile kurduğu iletişim biçimlerine kadar, bütün yaklaşımlarına şekil veren, onu Yaratıcı ve insanlar nazarında değerli ya da değersiz kılabilen en güçlü etken, nefis gerçeğidir.
“İnsanın özü, ilahî latife, kötü huyların ve süfli arzuların kaynağı” gibi çok farklı mana içeriklerine sahip olan nefs kavramına Kur’anî perspektiften yaklaşıldığında, onun temel olarak ruh (En’am, 6/93.), zat ve öz varlık (Âl-i İmran, 3/28, 30.) anlamlarında kullanıldığı görülmektedir. Bu doğrultuda, Yüce Allah tarafından insanın yaratılışında, iyiliği ve kötülüğü gerçekleştirme kuvvesi olarak var olan nefsin; kıskançlığa, cimriliğe ve bencil tutkulara elverişli olduğu, süflî duygulara kaynaklık ettiği, iradesini iyilik için kullananı cennete, kötülüğe yönelteni ise cehenneme götüreceği yine Kur’an’da belirtilmektedir. Bu sebeple Rabbimiz, nefsinin arzu ve isteklerinin peşinden koşan kimseleri, nefislerine zulmedenler şeklinde nitelendirmekte (Âl-i İmran, 3/117, 135; Nisa, 4/64, 97.); Hz. Peygamber (s.a.s.) de veda haccında mümini vasıflandırırken, Allah’a itaat yolunda nefsinin dünyevi tamahları ile mücadele eden kimseleri “mücahit” olarak isimlendirmektedir. (Buhari, İman, 3; Ebu Davud, Cihad, 2; İbn Mace, Fiten, 2.) Diğer taraftan, İslam düşünce geleneğinde akaid, tasavvuf ve felsefe sahasının önemli bir umdesini oluşturan ve üzerinde epeyce i’mâl-i fikr edilen nefs konusu, günümüzde de önemini muhafaza eden bir mevzudur.
Varlık âleminin seçkin unsuru insanın yeryüzündeki diğer canlılardan ayrılan en temel özelliği, vahye muhatap kılınmasıdır. Dolayısıyla insanın dünya hayatında sınanması, varlığının zorunlu bir gereğidir. Bu durumu, insanı merkeze alarak ifade eden Kur’an; Allah’ın, emanet konusunda göklere, yere ve dağlara teklifte bulunduğunu, fakat nihayetinde bu ağır emaneti insanın kabul ettiğini (Ahzab, 33/72.) bildirmektedir. Hâl böyleyken, söz konusu emaneti yüklenmenin gereği olarak insan, yeryüzünde iyiliği hâkim kılmak ve kötülüklerle en doğru şekilde mücadele etmek durumundadır. Bu noktada dünyanın, insanlık tarihinin başlangıcından bugüne süregelen iyi ve kötünün karşılaşmasına ev sahipliği yaptığını; bahse medar olan nefsin de sözü edilen mücadelede belirleyici unsur olduğunu ifade etmek gerekir.
Kendisine bahşedilen akıl nimeti sayesinde doğruyu yanlıştan ayırt edip, nefsinin kötü eğilimleriyle mücadele eden insanın, bu uğurda en büyük imkânı, hiç şüphesiz vahiydir. Böylece insan, iyilik mücadelesinde akıl ve bilginin yanında, kişinin iradesini eğiten, aklı doğru kullanmayı öğreten, bilgiye rehberlik eden vahiyle de desteklenmiştir. Zira insanın duygu, düşünce ve davranışlarında vahyi esas alarak saf aklı kılavuz, bilgi ve hikmeti rehber edindiği durumlarda nefsin ve yardımcı unsurların, ona galebe çalamayacağı her yönüyle aşikârdır. Öte yandan nefsin, iyi ve kötü potansiyeli bünyesinde barındırmasıyla merkezi bir konum elde ettiğini vahiy teyit etmiştir. (Şems, 91/8.) Bu açıdan nefsin mahza bir tehlike veya düşman olarak telakki edilmesi, nefis hakkındaki sahih bilgi elde etme çabalarını akamete uğratacaktır. Dolayısıyla burada vurgulanması gereken husus, nefsin bünyesinde barındırdığı kötüyü işleme meylini muhasebe yoluyla kontrol altında tutmak ve münkere fırsat tanımamaktır.
İnsanın irade sahibi olması neticesinde, eşya ve hadiseyle müspet/menfi ilişki kurma hürriyetini elde ettiği bilinen bir realitedir. Binaenaleyh imtihan gerçeği bağlamında, iyi ve kötünün ayrışma noktası kabul edilen nefis, zikredilen bu yönüyle stratejik bir konuma sahiptir. Zira insan nefsi, tabiatı gereği dünyevi hazlara, beşeri arzu, istek ve ihtiraslara meyyal bir konumdadır. Bu meyanda, insanın en büyük sorumluluklarından birinin, nefsin arzuları konusunda hassas, bilinçli ve dirayetli bir tavır sergileyerek iradesini, nefsini kontrol etmek amacıyla kullanması olduğunu belirtmek gerekir. Nefsin bilinçli bir yaklaşımla kontrol edilmediği takdirde, şeytanın da saptırmasıyla beşerdeki; dünyaya aşırı meyletme, kibir, arzularının ardından sürüklenme gibi duyguları tahrik ederek insanı, çevreyi ve toplumu ifsat etmesi imkân dâhilindedir. Bu sebeple, nefsin söz konusu gücü karşısında sürekli uyanık olmak, insanın maslahatına muvafık bir durumdur. Nitekim Mevlana’nın anılan hususu tasvir eden; “Ey insanoğlu; senin nefsin de bir ejderhadır! Ölmüş görünse bile ölmemiştir; günah işlemek için eline fırsat geçmediğinden ötürü, gamdan uyuşmuş bir hâlde, donmuş gibi beklemektedir! Nefs güçlense, fırsat bulsa hemen Firavunluğa başlar; yüzlerce Musa’nın, yüzlerce Harun’un yolunu keser!” (Mevlânâ, Mesnevî, Çev.: Veled Çelebi İzbudak, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1968, III, 81.) sözü, konuyu izah sadedinde önemli bir referanstır.
Neticede arzularının esiri olmuş ve disipline edilmemiş bir nefsi taşımanın karşılığı; inancı ve samimiyeti göz ardı eden söz ve eylemler, güzel ahlaka dayanmayan şeklî dindarlıklar, ilkel gerekçelerle başkalarını ötekileştirme, kibir, çıkar ilişkileri gibi birçok menfi bireysel, sosyal, dinî ve ahlaki travma olarak tebarüz etmektedir. Buna mukabil, Yaratıcımızın bizlere Hz. Peygamberin örnekliği yoluyla bildirdiği, kardeşlik, yardımlaşma diğerkâmlık, isar gibi olumlu beşerî idealler ise nefislerimizi arındırıp iyiliğe doğru yol almanın ve neticede Kur’an ahlakı ile hemhal olmanın güzel sonuçlarıdır.
Bu vesileyle, nefisle olan yolculuğumuzda her daim iyilik ve güzelliklerle buluşup kötülüklerden uzak kalmayı diliyor, bu konuda Yüce Rabbimizin inayetini bizlerden esirgememesini niyaz ediyorum.