Makale

TOPYEKÛN KURTULUŞ REÇETESİ: İSAR

TOPYEKÛN KURTULUŞ REÇETESİ: İSAR

Mustafa AKPINAR | Etimesgut Vaizi

Bütün insanlığa dünya ve ahiret saadeti bahşeden yüce dinimiz İslam’ın ortaya koyduğu itikadi, ameli, hukuki ve ahlaki prensipler incelendiğinde; her birinin insanlığın kurtuluşu ve saadeti için ne denli vazgeçilmez olduğu görülecektir. Müslümanlar tarih boyunca bu prensiplere sıkı sıkıya bağlanmış, aralarında sıkı bir irtibat kurmuş ve bu prensipleri birbirlerinin tamamlayıcısı olarak kabul etmişlerdir. İman, salih amele vesile oldukça kuvvetli; salih amel güzel ahlaka dönüştükçe makbul görülmüştür. İmanın salih amale, salih amelin güzel ahlaka dönüştüğünü gösteren en güzel örneklerden biri; İslam ahlakının zirvesinde bulunan isardır.
Günümüz toplum düzenlerine baktığımızda; ötekileştirme, ayrımcılık, ırkçılık, dışlama vb. tutum ve davranışlar körüklenirken; ruhi ve manevi dünyamız, fert, aile ve toplum arasındaki ilişkiler, akrabalık bağları, yardımlaşma ve fedakârlık gibi toplumun temelini oluşturan değerler yok edilmeye çalışılmaktadır. Zulme uğrayan Müslümanlar, mülteci sorunları, kıyıya vuran ölü çocuk bedenleri içtimai hayatın ve insani değerlerin ne denli yozlaştığının göstergesidir. İşte, İslam dini insanı ve insanlığı bu duruma düşürmemek için başta isar olmak üzere nice ahlaki değerleri bir reçete misali tüm insanlığa armağan etmiştir.
İsar nedir?
’Esr’ mastarından müştak olan isar kavramı daha ziyade mal ile yapılan fedakârlık esas alınarak tarif edilmiştir. Lügatte tercih etmek manasına gelen isar ıstılahi manada; bir kimsenin kendisi ihtiyaç içinde bulunsa bile sahip olduğu imkânları başkalarının ihtiyaçlarını karşılamak üzere kullanması, başkasının yararı için fedakârlıkta bulunması demektir. Kur’an-ı Kerim’de beş yerde geçen bu kavram, sadece bir yerde ıstılahi manada geçmektedir: (DİA, Îsar Maddesi) "Onlardan önce bu yurda yerleşmiş ve gönülden inanmış olanlar, kendilerine göç edip gelenleri severler, onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar; kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin bencilliğinden korunmayı başarırsa işte kurtuluşa erecekler onlardır." (Haşr, 59/9.) Hasan Basri Çantay bu ayetin tefsirinde isarı, kişinin kendisi muhtaç iken, âharın ihtiyacını daha önde görerek onun yardımına şitap etmesi demektir şeklinde tarif etmiştir. (ÇANTAY, Hasan Basri, Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, III, 1024.) Sadaka ve hediye kabulünde önceliği başkasına tanımak (Osmanlıca-Türkçe Büyük Lügat, Heyet, îsar maddesi.) şeklinde de tarif edilen bu kavram aslında fedakâr insan modelini ortaya koymaktadır. Başkası için fedakârlıkta bulunmak, kardeşini öncelemek, karşılık beklemeden iyilik yapmak da isar kavramı içinde mütalaa edilebilir.
Mal ile isar
Yüce dinimiz İslam düşkünleri, fakirleri ve toplumun zayıf kesimlerini ayakta tutabilmek için mali fedakârlığın canlı tutulmasını istemiştir. Zekât, sadaka, infak, karz-ı hasen ve kefaretlerle ilgili Kur’an ayetleri hep bu gayeye matuftur. İşte bütün bunların zirvesinde mal ile isar bulunmaktadır. Şu kadar ki, zekât ve infak gibi mali yükümlülükler zenginle fakir, tokla aç arasında bir yakınlaşmaya, kardeşliğe vesile olurken; isar kimseyi dışarıda tutmadan bir barışa, kardeşliğe ve mutluluğa vesile olur. Sadece zenginle fakir arasında değil, zenginle zengin arasında da hatta fakirle fakir arasında da isar tezahür edebilir. Anne ile evlat arasında, kardeşle kardeş arasında, komşular arasında, renk, dil ve din ayrımı yapmaksızın bütün insanlar arasında da isar tezahür edebilir.
Geleneğimizde isarın toplumsal barışı ve güveni sağlamada ne kadar etkili olduğunu gösteren nice güzel örnekler vardır. Bir adam Rasulüllah’a gelerek şöyle dedi: Ey Allah’ın Rasulü! Ben çok aç ve fakir düştüm. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.s.) hanımlarından birine, yanında bir şey olup olmadığını sormak üzere adam gönderdi. Hanımı: “Seni hak ile gönderene yemin olsun ki, yanımda sudan başka bir şey yoktur.” dedi. Sonra diğer hanımına adam gönderdi. O da aynı şeyi söyledi, bütün hanımları aynı şeyi söylediler. Bunun üzerine Rasulüllah: "Bu adamı kim bu gece misafir ederse Allah ona merhamet etsin." buyurdu. Ensar’dan Ebu Talha isimli bir şahıs kalkıp, "Ben Ey Allah’ın Rasulü!” dedi ve adamı evine götürdü. Hanımına dedi ki: “Bu, Rasulüllah’ın (s.a.s.) misafiridir. Hiçbir şeyi bundan esirgeme ve bu misafire ikramda bulun.” Kadın: “Bende, çocukların yiyeceğinden başka bir şey yok.” dedi. Adam: “Onları bir şeyle avut ve uyut. Misafirimiz içeri girdiğinde, bizim yemek yediğimizi ona göster. Sonra lambayı düzeltmek için kalk ve söndür.” dedi. Kadın bunları yaptı. Oturdular, misafir yedi, onlar geceyi aç geçirdiler. Sabah olunca adam Rasulüllah’a gitti. Rasulüllah ona bakınca gülümsedi. Sonra: "Bu gece misafirinize yaptığınızı Allah çok beğendi." dedi ve Yüce Allah’ın: "Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile, mümin kardeşlerini kendilerine tercih ederler." ayetini nazil buyurduğunu söyledi. (es-Suyuti, Lübâbü’n-Nukûl fi Esbâbi’n-Nüzûl, Haşr, 9; Buhari, Menâkibu’l - Ensâr, 10.) Kaynaklarda "yedi evin hikâyesi "olarak anlatılan şu kıssa da gerçekten ibretlik bir kıssadır. Bir gün Allah Rasulü’nün sahabilerinden birine bir koyun başı hediye edildi. O da: "kardeşim falan ve ailesi buna bizden daha fazla muhtaçtır." dedi ve hediyeyi ona gönderdi. O da bir başkasına derken bu suretle tam yedi ev dolaştı ve nihayet yine öncekine dönüp geldi." (ELMALILI, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur’ân Dili, VII, 503.) Bu ne büyük bir meziyettir ki kendisi ihtiyaç içindeyken dahi komşusunu ve çevresindekileri düşünmeyi ihmal etmiyor. Mutlu bir azınlık yerine topyekûn mutluluğu hedefleyen İslam’ın ilk neferleri olan bu güzîde insanlar duyarlılığın zirvesine ulaşmışlardı. "Onlar kendileri istedikleri hâlde, yiyeceği yoksula, öksüze ve yetime yedirirler. Biz sizi ancak Allah rızası için doyuruyoruz derler." (İnsan, 76/8, 9.) ayeti ile "sadakanın en faziletlisi, ihtiyaç hâlindeyken yapılanıdır." (Ebu Dâvud, Zekât, 40.) hadisi bu davranışları övmektedir. Yine malının tamamını Allah yolunda tasadduk eden Hz. Ebu Bekir’e sevgili Peygamberimiz: "Ya Eba Bekr, ailen için ne bıraktın?" buyurduğunda, Ebu Bekir Sıddik’ın (r.a): "Onlara Allah ve Rasulünü bıraktım." (İbn Kesir, Tefsîru’l- Kur’âni’l-Azîm, IV, 338.) demesi mal ile isarın en güzel örneklerindendir. Aslında mal ile isarın mahiyetinin ne olduğu Hz. Ebu Bekir’in cevabında saklıdır: Allah ve Rasulünü her şeyin üstünde tutmak.
Bu örnekleri bugün de yaşayıp çoğaltabilirsek toplumumuzda bencilliğin de cimriliğin de önüne geçmiş oluruz. Herkesin diğerini öncelediği, başkalarıyla sofrasını paylaştığı, başkasının sevinciyle mutlu olduğu bir toplum gerçek saadeti, barışı ve huzuru yakalamış olur.
Can ile isar
Kişinin sevdiği bir kimse için hayatını feda etmeyi göze alması şeklinde anlaşılan can ile isarın mal ile isardan daha faziletli olduğu belirtilmektedir. (DİA, Îsâr Maddesi.) Zira insan için feda edilebilecek en kıymetli şey, kendi hayatıdır. İnsanın malı ile gösterişe meyletmesi kolaydır ancak, canı ile gösterişe meyletmesi pek kolay değildir. Bu ancak ulvi bir inancın neticesi olabilir. Vatan ve millet için şehit olmak, Allah yolunda ölmek, bir başkasının hayatını kurtarmak için kendi canını siper etmek, mazlumun hakkını korumak için canı pahasına onu savunmak gibi ulvi davranışların hepsi de can ile isarın içinde mütalaa edilebilir. Rasulüllah’ın katıldığı savaşlarda ashabın Onu korumak için kendilerini siper etmeleri; Çanakkale’de, Kurtuluş savaşında Türk askerinin vatanı ve milleti için şehit düşmesi can ile isarın en güzel örneklerindendir.
Huzeyfe el-Adevi anlatıyor: "Yermük harbinde yaralılar arasında amcam oğlunu araştırıyordum. Yanımda biraz su vardı. Kendi kendime: "O’nu canlı bulursam su verir ve su ile yüzünü yıkarım." diyordum ki kendimi onun yanında buldum. "Su vereyim mi?" dedim. Eliyle evet diye işaret etti. Tam bu sırada biri ah! dedi. Amcazadem suyu ona götürmemi işaret etti. Ben de götürdüm. Tam bu esnada bir başkasının ah! dediği duyuldu. Hişam suyu ona götürmemi işaret etti. Ben de götürdüm. Fakat adam ölmüştü. Tekrar koşarak Hişam’a götürdüm, o da ölmüştü. Amca zademe koştum, onu da ölmüş buldum. Allah onlardan razı olsun. (M. Akif, Safahat, 408.)
Neydi, bu insanları, ölmek üzereyken bile başkalarını düşünmeye sevk eden şey? Bu insanlar nasıl bu kadar fedakâr davranabiliyorlardı? Bir defa dünyanın geçiciliğini çok iyi biliyorlardı. Öyle bir imanları vardı ki hiçbir sevgileri Allah ve Rasulü’nün sevgisi üstünde değildi. Öyle bir kardeş olmuşlardı ki Mevlana’nın ifadesiyle sıkılmış üzüm şırası gibiydiler.
İnsanın nasıl yaşadığı kadar nasıl öldüğü de önemlidir. Onurunu kaybedip, şahsi çıkar odaklı bir hayat yaşamaktansa, sahip çıktığı değerler uğruna hayatını feda edip şeref ve izzetini koruması daha hayırlıdır. Sıra dışı ama bir o kadar da ulvi olan bu erdemli davranışı anlayamayan Çanakkale’de kınalı Muratları, yaralı Fransız askerini tedavi eden Türk askerini anlayamaz. (bkz. Diyanet Aylık Dergi, sayı 291.) Aziz milletimiz 15 Temmuz’da tanklara meydan okuyabilmişse bu, medeniyetimizdeki isar ruhunun bir tezahürüdür.
Dua ile isar
Kur’an-ı Kerim’deki dua ayetlerini incelediğimizde kolektif bir şuurun hedeflendiğini görüyoruz. Talim-i mesele diye de isimlendirilen (ELMALILI, age. I, 28.) Fatiha suresi bunun en güzel örneğidir. "Bizi doğru yola ulaştır." ayet-i kerimesinde müminlere "ben" yerine "biz" denilmesi öğretiliyor. İşte bu dua ile isardır. İslam büyüklerinin dilinden çeşitli vesilelerle sadır olan böyle dua örneklerine tasavvuf çevrelerinde rastlanmaktadır. Ebu’l-Hüseyin en-Nuri buna güzel bir örnektir. O şöyle dua ederdi: "Allah’ım, bazı kişilere mutlaka azap edeceksen onların yerine cehennemde beni yak!" (Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, 272.) Fuzuli’nin şu yakarışı da dua ile isara güzel bir örnektir:
Bin can olaydı kâş men-i dîl şîkestede
Tâ her biriyle bin kez olaydım fedâ sana. (Uludağ, Sözlük, 273.)
(Keşke şu kırık gönlümde bin can olsaydı da, her biriyle bin defa feda olsaydım sana.)
Bazen bir dua, bazen bir yakarış, bazen de bir temenni olarak karşımıza çıkabilen dua ile isar, sevgi ve muhabbetin en büyük tezahürlerindendir.
Söz konusu ayet-i kerimede (Haşr, 59/9.) övülen ve özellikleri zikredilen kimseler, muhacirleri kardeş kabul eden ve onun gereğine göre hareket eden ensar-ı kiram olmakla birlikte ayet-i kerime; toplumda huzur, barış ve kardeşliğin tesis edilmesini sağlayacak ilkeleri de ortaya koymaktadır. (Mevdûdî, Tefhîmü’l-Kur’ân, VI, 210.) Bu ilkelerden birincisi; iman etmenin tabii sonucu olarak ortaya çıkan bir sevgidir. Ensar-ı kiramın muhacirleri kardeş bilip sevmeleri gibi Müslümanlar da birbirlerini sevmelidir. İkincisi; hasetten, kinden ve nefretten uzak durmaktır. Zira iman esası üzerine inşa edilmiş kardeşlik ve sevgi bunu gerektirir. Üçüncüsü ise; cömertlik ve fedakârlıktır. Gerektiğinde aynen ensarın yaptığı gibi yoksul ve ihtiyaç sahibi kardeşlerini kendilerine tercih etmektir.
Kur’an-ı Kerim’de isar kavramın konu edilmesi, bir başka ifadeyle Müslümanlar için bir hedef olarak gösterilmesi oldukça manidardır. Bu hedefin bir mecburiyet kapsamında olmayıp teşvik sadedinde zikredilmesi de ayrı bir öneme haizdir. Zira her insanın bu yüceliğe ermesi mümkün olmayabilir. Ancak her toplumda bu değerlere sahip fedakâr insanların bulunması gerekliliği, o toplumun bekası ve kurtuluşu için zaruridir. İnsanlığın daha ziyade darlıkta, kıtlıkta ve savaş zamanlarında ihtiyaç duyduğu bu fedakârlık anlayışının, hayatı bütünüyle kapsayacak ölçüde yaygın hâle getirilmesi ve insanlığın gündeminde kalması Müslümanların hedefi olmalıdır.
İsar, her türlü ayrımcılığın panzehridir. İsar, kardeşliğin, birlik ve beraberliğin çimentosudur. İsar, cimriliğe, fakirliğe ve duyarsızlığa karşı bir sigortadır. İsar, mutlu ve huzurlu bir toplumun reçetesidir. Mümin malıyla, canıyla, duasıyla kardeşini önceleyebilirse; Mekkeli muhacirlere kucağını açan Medineli ensar gibi Kur’an’ın övgüsüne mazhar olur, asrısaadeti kendi zamanına taşımış olur.