Makale

GÖRME ENGELLİLERLE DERS YAPMANIN MUHTEŞEM HUZURU

GÖRME ENGELLİLERLE DERS YAPMANIN MUHTEŞEM HUZURU

Rasimegül Usta TOKUR | Samsun Müftülüğü Kur’an Kursu Öğreticisi


Mevla "keşke" diye başlayan, aslında dilimden değil gönlümden çıkan sözlerime olumlu cevap verir çoğunlukla. Yıllar önce yüksek lisans arkadaşlarımdan birinin proje çalışması görme ve işitme engellilere dinî danışmanlık ve rehberlik üzerineydi. Ve gittiği bir görme engelli derneğinde azıcık sitemle karşılaştığını, bizlerin görme engellileri ihmal ettiğimizi, onların da Kur’an öğrenmek isteğinde olduklarını söylediğinde, keşke onlara ait bir öğretim yöntemi olsa da göstersem demiştim. Bunu söylerken Braille alfabesi konusunda tam anlamıyla cahildim. Bu konuşmadan yaklaşık bir yıl sonra seminere gideceğimi tebliğ ettiler. Rize’de görme engellilere Kur’an eğitimi vermek için eğitim almaya gidiyordum. 10 günlük bir eğitim olacaktı ve ben bu alanda hiçbir bilgiye sahip değildim. İlk günlerde bu kadar kısa sürede öğrenmenin imkânsızlığına inanmıştım. Eğitim bittiğinde öğrendiklerime ben bile inanamıyordum. Eve döndüğümde Braille cüzüme baktım ve dedim ki bu ilmi Allah lütfetti öyleyse ben de elimden geleni yapmalıyım. Ayrıca gözlerimin zekâtını vermem için de bir fırsat çıkmıştı. Kur’an eğitimi almak isteyen görme engellilerle böylece yollarımız kesişmiş oldu. Altınokta Körler Derneği üyesi olup Kur’an öğrenmek isteyenlerin Samsun İl Müftülüğüne dilekçelerini vermeleri sonucu dernek binasında derslere başladık. İhtiyaç odaklı eğitim sisteminin güzelliklerinden olan mesai sonrası eğitim hizmetini sunacaktım zira görme engelli öğrencilerim çalışıyorlardı. Yaz dönemine gelindiğinde de görme engelli çocukları olan veliler onların çocuklarıyla da ders yapmamı istediler. Tabii geri çevirmeyip yaz kursumuzu da açtık.
İlk yılı bitirdiğimizde çok güzel kazanımlarımız oldu. Onlar hayalini kurdukları Kur’an-ı Kerim’i öğrendiler. Benimse hayata bakışım değişti. Gözlemlediğim kadarıyla onlar kendilerini engelli gibi görmüyorlardı. Ama engelleniyorlardı. Sadece onlar değil aileleri de onları anlamayan ve dahası hayatlarını zorlaştıran kimseler yüzünden bunalmışlardı. Evlatları için dimdik görünmeye çalışan ama aslında birileri bize yardım etsin diye gözünüze bakan ana babalar… O zaman anladım engelli kursunda sadece öğrencilerimle değil onların anne babaları, kardeşleri, eşleri veya çocuklarıyla da diyalog hâlinde olmalıydım. Böylece manevi destek için belli aralıklarla bir araya gelmeye başladık. Hatta dernek üyesi olup Kur’an derslerine girmeyenlerle de bu sayede görüşmelere başladım. Günah olacağı ya da ayıplanacakları fikriyle kimseye soramadıkları sorularını, sorunlarını paylaştılar benimle. Öyle ilginç hayatlar dinledim ki, yardımcı olmaya çalışırken sözcüklerin boğazıma dizildiğini hissettim.
Kur’an kursları özellikle kırsal kesimde yaşayan kadınlar için rehabilitasyon merkezleri gibidir. Her tür sıkıntılarını terapist gözüyle baktıkları hocalarına anlatırlar ve aldıkları yorumlar doğrultusunda hareket etmeye çalışırlar. Ancak engelli öğrenciler farklıdır. Onlar sanki sıkıntılarını söylerlerse engellerine isyan etmiş gibi algılanacakları düşüncesiyle içlerine atarlar dertlerini ve kolayca anlatamazlar. İşin aslı dertleri engelli oluşlarından değildir. Onlar engellerini ilk kabul edenlerdir. Ama en yakınları bir türlü bu durumlarını kabul edemezler. Bir de çevre vardır tabii ki, vah vahlar, tüh tühler yaralar onları. Kendilerini toplumla iç içe olmaya alıştırırken, toplum tarafından engellenirler aslında. Ve çevrelerindeki, sözüm ona yardım amacında olan, engellilerin de birey olduklarını kabul edemeyen kişilerin olumsuz yönlendirmelerine maruz kalan engelli yakınları…
Mert’ten hayat dersi
Sabır ve şükür konusu işlendikten sonra öğretmen sıfatıyla derse giren ben, onlar görmese de gözümde yaş, başım önde, dersimi almış bir şekilde çıkarım sınıftan. "Ne kadar da az şükrediyorsunuz!" ayeti çınlar kulaklarımda...
Yaz kursu sırasında sabır ve şükür konusunu işlediğimiz bir derste, adı gibi mert olan o zamanlar 9 yaşında yakışıklı öğrencim Mert parmak kaldırdı. Aramızda şöyle bir diyalog geçti:
_ Öğretmenim, ben bir şey sormak istiyorum ama Allah bana kırılırsa diye çekiniyorum!
_ Allah kalplerimizden geçeni bilir ve soru sorulmasına kırılmaz.
_ Sizden öğrendiğim kadarıyla, iyi bir insan olursam, kalp kırmazsam, ibadetlerime dikkat edersem görme engelli olsam da cennete giderim değil mi?
Elbette ki Mert.
_ Ama ben cennete gidenlerin Allah’ı göreceklerini duymuştum. Ben de bu durumdayım nasıl görecem Allah’ı?
_ Bak şimdi Mert diyelim ki ikimiz de cennete gittik. Allah’ı görme zamanı geldi, ilk önce senin Allah’ı görmene izin verilecek, hem de sen benden de daha iyi göreceksin.
_ Gerçekten mi öğretmenim, gözlerim açılacak mı yani cennette, sabrettiğim için açılacak değil mi? Öğretmenim çok heyecanlandım beni annemin yanına götürür müsün?
Beraber diğer odada olan annenin yanına gidiyoruz. Ve Mert hayat dersini veriyor hepimize.
_ Anneciğim biliyor musun ben iyi insan olursam cennete gidince gözlerim açılacakmış ve Allah’ı öğretmenimden bile önce ve daha güzel görecekmişim. Ben ne zaman öleceğimi bilmiyorum ama ölümden sonra gerçek hayatın olduğunu biliyorum. Cennete gitmek için de elimden geleni yaparım. Onun için lütfen artık beni doktordan doktora gezdirme. Ben hâlimden memnunum, Allah beni böyle yaratmış, öğretmenimin dediği gibi özel bir çocuğum belki de, hem cennette de özel olacakmışım, sen de artık üzülme benim bu durumuma.
Sözün bittiği, dillerin lâl gözyaşlarının sel olduğu anlar. Teslimiyetin de dersini alıyoruz kendi minik yüreği kocaman olan Mert’ten.