Makale

OSMANLI TOPLUMUNDA MEVLİT KANDİLİ VE MEVLİT VAKIFLARI

OSMANLI TOPLUMUNDA MEVLİT KANDİLİ VE MEVLİT VAKIFLARI

Prof. Dr. Ali İhsan KARATAŞ | Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi


Peygamberimizin (s.a.s.) örnek alınmasının çok önemli görüldüğü ve dinî bir gereklilik olarak kabul edildiği Osmanlı toplumunda halk, gündelik hayatta sünnete uygun yaşamaya çalışmış, ayrıca her sınıftan insan, her fırsatta ona olan sevgi ve bağlılığını bir şekilde göstermenin yollarını aramıştır. Bilindiği gibi, Sultan Çelebi Mehmet’ten itibaren Osmanlı hükümdarları, “Surre Alayları” düzenlemiş ve Haremeyn bölgesinin ihtiyaçlarının karşılanması ve fukaranın görülüp gözetilmesi maksadıyla Hicaz’a para ve kıymetli hediyeler göndermişlerdir. Yine Mekke ve Medine’de yaşayan muhtaç insanların ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla hayır sahibi halkımız tarafından “Haremeyn Vakıfları” kurulmuş ve bu vakıfların gelirleri hak sahiplerine yüzyıllar boyu gönderilmeye devam edilmiştir. İşte bu uygulamalarda, Müslümanların Hz. Peygamber (s.a.s.) sevgisini görmemek mümkün değildir. Belli gün ve gecelerde “Sakal-ı Şerif”in ziyaret edilmesi, vakfiyelerde her yıl Hz. Muhammed’e (s.a.s.) salat ü selamları ihtiva eden kitapların okunması, dua edilmesi ve Peygamber’in (s.a.s.) ruhu için kurban kesilmesi gibi şartların tescil ettirilmesi, bazı gecelerde Hz. Muhammed’in (s.a.s.) miracını kutlamak amacıyla Miraciyelerin ve Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hayatını manzum şekilde anlatan ve Yazıcıoğlu Mehmet Bican tarafından telif edilen Muhammediyye adlı eserin okunması gibi uygulamalar da yine Rasulüllah (s.a.s.) sevgisine bağlı uygulamalar arasındadır.
Hz. Muhammed’e (s.a.s.) bağlılığı ve sevgiyi ifade etmesi bakımından en fazla dikkat çeken uygulamalardan biri de onun doğum gününün kutlanması amacıyla düzenlenen mevlit merasimleridir. Tarihte Mevlid-i Nebi merasimlerini ilk tertip eden ve tören kurallarını oluşturan şahıs Selçuklulara bağlı Erbil Atabeyi Muzafferüddin Gökböri’dir. Selahaddin Eyyübi’nin damadı olan Gökböri (ö. M.1233) her yıl mevlit merasimleri düzenlemekteydi. Osmanlı Devleti’nde mevlit kutlamaları resmî olarak XVI. asrın sonlarına doğru III. Murat’ın çıkardığı tezkireyle başlamıştır. Bu tezkirede kandil gecelerinde minarelerin aydınlatılması, cami ve mescitlerde mevlit okunması, ibadet yapılması ve dua edilmesi gibi hususlara yer verilmiştir.
Osmanlı Devleti’nde Mevlit Kandili’ni kutlamak amacıyla ilk zamanlar Sultanahmet veya Ayasofya Camii’nde tören düzenlenir ve bu törende padişah da dâhil olmak üzere sadrazam, şeyhülislâm gibi devlet erkânı hazır bulunurdu. Padişahın hünkâr mahfilinden takip ettiği kutlamalar, vaaz verilmesi, Kur’an ve mevlit okunması, akabinde ikramlarda bulunulması ve hediyelerin verilmesi gibi faaliyetlerden oluşmaktaydı.
Diğer İslam toplumlarında olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de çok sayıda mevlit kitabı telif edilmiştir. Ancak bunlardan hiçbiri Bursa Ulucami imamlarından Süleyman Çelebi’nin (ö. M.1422) kaleme aldığı Vesiletü’n-Necat adlı eseri kadar yaygınlık kazanamamış ve meşhur olmamıştır. Süleyman Çelebi’nin bu eseri telif etmesinin hikâyesi de oldukça ilginçtir. Ulucami’de vaaz eden bir vaizin Kur’an’daki “Allah’ın peygamberlerinden hiç biri arasında ayırım yapmayız” (Bakara, 2/285.) ayetini esas alarak Hz. Peygamber’in (s.a.s.) diğer peygamberlerden üstün olmadığı şeklinde bir yorumu üzerine bazı tartışmalar başlamış ve camide bulunan bazı şahıslar “O peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuş, bazılarını da derece derece yükseltmiştir.” (Bakara, 2/253.) ayetini delil getirerek söz konusu yorumun yanlış olduğunu dile getirmişlerdir. Durumdan son derece müteessir olan Süleyman Çelebi de Hz. Peygamber’in (s.a.s.) üstünlüğünü ve diğer meziyetlerini anlatan, kendisiyle birlikte içinde bulunduğu toplumun da duygularını dile getiren ve halk arasında “Mevlit” olarak şöhret bulan “Vesiletü’n-Necat” adlı eserini yazmıştır.
Söz konusu eser, yazılışından itibaren gerek resmî erkân gerekse halk arasında büyük bir hüsnü kabul görmüş, kandil geceleri, açılışlar, evlenme, sünnet gibi önemli törenlerde büyük bir huşu ve coşkuyla okunmuştur. Hatta mevlit okutulması için vakıflar kurulmuştur. Bilindiği üzere Osmanlı toplumunda dünyevi herhangi bir karşılık beklenmeden yalnızca Allah’ın rızasını ve Rasulüllah’ın şefaatini kazanmak amacıyla binlerce vakıf kurulmuştur. Öyle ki sosyal ve ekonomik hayatın her alanında etkin olan vakıfların çokluğu sebebiyle Osmanlı medeniyeti bir vakıf medeniyeti olarak değerlendirilmiştir.
Osmanlı toplumundaki vakıflar mevlit okutulmasında da önemli rol üstlenmiştir. Öyle ki Süleyman Çelebi’nin vefatından hemen sonraki yıllarda bazı vakıflar aracılığıyla her yıl mevlit okunması geleneği başlatılmıştır. Örneğin Bursa Yeşil Camii mimarı Hacı İvaz Paşa, vakfiyesinde her yıl mevlit okutulmasını şart koşmuştur. Söz konusu vakfiyenin düzenlenme tarihinin Süleyman Çelebi’nin vefatından 5 yıl sonra yani 1427 yılı olması mevlidin, yazılışından hemen sonra geniş kesimlerce rağbet gördüğünü göstermektedir. Bu durum günümüzde sınırlarımız dışında kalan bölgeler için de geçerlidir. Nitekim Saraybosna’da Fadıl Paşa vakfınca okutulan mevlit hâlâ her yıl Çar Camii’nde devam etmektedir.
Osmanlı toplumunda mevlit okumaya verilen önem, hiç şüphesiz halkın Hz. Muhammed’e (s.a.s.) duyduğu derin muhabbetten kaynaklanmıştır. Öyle ki insanlar kurdukları mevlit vakıflarıyla mevlit okunmasını kendi hayatlarıyla sınırlı kılmadan ebedîleştirmek istemişlerdir. Nitekim konuyla ilgili kayıtlar incelendiğinde çok sayıda mevlit vakfı bulunduğu ve bunlardan önemli bir kısmının varlığını asırlarca devam ettirdiği görülmektedir. Konunun daha iyi anlaşılması bakımından mevlit okutmak amacıyla kurulmuş bir vakfın vakfiyesinin içeriğini özetlemek faydalı olacaktır. 1782 yılında Bursa’da bir mevlit vakfı tesis eden Cizyedarzade Hacı Hüseyin Ağa, vakfiyesinde Hisar dâhilinde yer alan Nakşibendi Zaviyesi’nde her yıl beş kere mevlit ve her birinin akabinde Kur’an-ı Kerim’in yüzünden tilavet edilmesi şartıyla birer hatim okunmasını şart koşmuştur. Ayrıca okunacak mevlit ve hatimlerin sevaplarının kimlere bağışlanacağını da ayrıntılı bir şekilde şartlar arasında tescil ettirmiştir. Vakfiyeye göre Hüseyin Ağa, ilk okunan mevlit ve hatmin sevabını öncelikle Hz. Peygamber’in (s.a.s), sonra babası merhum Hacı Süleyman Ağa’nın ruhuna, ikincisinin sevabını Hz. Peygamber (s.a.s) sonra annesi merhume Emetullah Hatun’un ruhuna, üçüncüsünün sevabını yine Peygamber Efendimizden (s.a.s.) sonra hanımı merhume Zeynep Hanım’ın ruhuna, dördüncüsünün sevabını Rasulüllah (s.a.s.)’tan sonra oğlu merhum Hacı Mahmut Efendi’nin ruhuna ve son olarak beşincisinin sevabını yine Hz. Peygamber’den (s.a.s.) sonra kızı merhume Emetullah Hanım’ın ruhuna hediye etmiştir. Vakfiyesindeki şartlarının son kısmında Hüseyin Ağa, akide ve baldan şerbet hazırlanması, pilav ve zerde pişirilmesi ve bunların mevlit merasiminden sonra halka ikram edilmesini de şart koşmuştur. İçeriği özetlenen bu mevlit vakfiyesinde de görüldüğü üzere Hüseyin Ağa, kurduğu vakıfla kendisi ölse bile yıllarca mevlit ve hatim okunması imkânını oluşturmuştur. Burada önemli bir husus da şudur. Hüseyin Ağa, her yıl için okunmasını şart koştuğu beş adet mevlidin her birinden hâsıl olacak sevabın öncelikle Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ruhuna, daha sonra babası, annesi ve diğer yakınlarına hibe edilmesini şart koşmuştur. Yani beş hatim ve mevlidin her birini Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ruhuna hibe ederken yakınlarına birer mevlit ve hatim bağışlamıştır.
Daha önce yaptığımız bir çalışmada XVIII. asrın sonlarına doğru Bursa’da 185 vakfın hizmetleri arasında her yıl mevlit okutma şartının olduğu tespit edilmiştir. Bu vakıfların 43’ü doğrudan mevlit okutma amacıyla kurulmuştur. Diğerleri ise mahallelere isabet eden vergi ve benzeri giderlerin karşılanması için kurulan mahalle avarız ve nüzul vakıfları, medrese, cami, mescit, türbe ve zaviye gibi mekânların yağ, mum, hasır gibi mühimmat ve tamiratı için kurulan vakıflar, bu mekânlarda müderris, dersiâm, imam, müezzin ve kayyım gibi gerek hizmet veren görevliler sınıfında, gerekse talebeler gibi hizmet alanlar grubunda bulunanların giderleri için kurulan vakıflar, değişik mahallelerin suyollarının tamiri, farklı esnaf gruplarının giderleri ve mahallelerin ihtiyaç sahibi olan halkının iaşe ve diğer giderleri için kurulan vakıflardan oluşmaktadır. (Osmanlı toplumundaki mevlit vakıfları konusunda geniş bilgi için bkz: Ali İhsan Karataş, “Osmanlı Toplumunda Hz. Peygamber Sevgisinin Tezahürü Olarak Kurulan Mevlid Vakıfları” İSTEM, (İslâm San’at, Tarih, Edebiyat ve Musiki Dergisi), Yıl:6, Sy. 11 (2008), s. 47-77.) Vakıf muhasebe kayıtlarından söz konusu vakıfların her yıl ortalama 300-350 kere mevlit okutturdukları anlaşılmaktadır.
Osmanlıdaki mevlit merasimlerinden sonra halka yemek ikram edilmesi bir gelenek hâline gelmiştir. Nitekim Kanuni Sultan Süleyman’ın Kızı Mihrimah Sultan vakfiyesinde camide her sene Rebiulevvel ayının on ikinci gecesinde Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ruhu ve kendisinin hayrının ziyadeleşmesi için güzel sesli, salih ve muttaki kimselerin “teen-nî ve temkîn ve tegannî-i hazîn” ile Kur’an ve mevlid-i şerifi okumalarını tescil ettirmiş, cemiyetin akabinde dağıtılacak gül suyu, yemek ve güzel koku için yıllık 1300 akçe tahsis ettiğini belirtmiştir. Benzer şekilde 1845 yılında Bursa’da Hacı Ahmet Baba Efendi Zaviyesi için düzenlenen vakfiyede, her sene Kurban Bayramı’nda 75 kuruş değerinde bir koyunun alınarak Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ruhu için kurban edilmesi, ayrıca her yıl tahsis edilecek 300 kuruş ile Rebiulevvel ayında zaviyede mevlit okunması, daha sonra fakir, miskin ve diğer cemaate yemek ikram edilmesi istenmiştir.
Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz. Osmanlı toplumunda hemen her mahfilde mevlit okunmasının en önemli sebebi halkın Hz. Peygamber’e (s.a.s.) olan sevgisi ve Vesiletü’n-Necat’ın bu hususta kendi duygu ve düşüncelerine tercüman olduğunu düşünmeleridir. Bu duygunun sonucu olarak insanlar mevlit okunmasını vefatlarından sonra da devam ettirmek istemişler ve vakıflar kurmuşlardır. Vakıfların birçok hizmetlerinin yanında mevlit okutmaları, toplumsal huzurun ve yardımlaşmanın tesisi bakımından da son derece önemlidir. Zira örneklerden de anlaşıldığı üzere bu faaliyetlerle her yıl belli aralıklarla insanlar bir araya getirilmiş, toplu ibadet ve dualar yapılmış, hep birlikte ikram edilen yemekler yenilmiş ve böylece mahalle halkı arasındaki dostluklar pekiştirilmiştir.