Makale

MEVLİT SADECE MEVLİT MİDİR?

MEVLİT SADECE MEVLİT MİDİR?

Doç. Dr. Dursun Ali TÖKEL | Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekan Yardımcısı


Sana şair diyen, oğlum, seni gördüm yalnız!
Kimi mevlidci diyor...
— Ah olabilsem, nerede!
Yetişilmez ki Süleyman Dede yükseklerde.”
M. Akif Ersoy


Mevlit, Hz. Peygamber’in şanını yüceltmek maksadıyla kaleme alınmakla kalmamış, milletimiz onu doğumda, düğünde, cenazede, nişanda, nikâhta, evlilikte, askere uğurlamada, ölünün yedisinde, kırkında, öğrenci mezuniyetinde yani kendince önem atfettiği her törende okumuş ve onunla anı kutsi bir havaya bürümüştür. Diğer Müslüman toplumlarında böylesi mevlit geleneğinin olmayışı peygamber sevgimizin bize has bazı özelliklerinden kaynaklanmaktadır.
Bu özelliğin en başında da, Türklerin İslam’ı benimsemelerinin, medreseden ziyade tekke ve tasavvuftan kaynaklanmasını zikredebiliriz. Bizim ilk hocamız Ahmet Yesevi’dir ve o da mühim bir tasavvuf erbabıdır. Müslüman olan Türklere inançlarını Hikmet adı verdiği şiirlerle anlatmıştır. O zaman rahatlıkla şunu diyebiliriz: Bizim dinî kaynağımız yoğun olarak tasavvufi inançla beslenmiştir, bu inanç kendini şiirle ifade etmiştir, şiir de akıldan ziyade gönlün çocuğudur ve kelimelerin hakikatinden çok mecazına değer verir. O zaman bizde mecazi düşüncenin ağır basacağı baştan bellidir. Bu mecazi düşüncede Hz. Peygamber’in Allah’ın kulu ve rasulü olmasının yanında, evrenin onu yüzü suyu hürmetine yaratıldığı düşüncesi de vardır, yaratılan ilk şeyin Hz. Peygamber’in nuru olduğu inancı da vardır.
Mevlitle ilgili düşüncelerimizi ifade ederken, sıradan edebî bir eser olarak değil aşkın bir dizgede yer alan bir metinden bahsetmekte olduğumuzu hesaba katmak gerekir. Süleyman Çelebi’nin kaleme aldığı ve milletimizin asırlarca kısaca mevlit diye andığı Vesiletü’n-Necat’ın yazılmasının hemen akabindeki yüzyıl içinde hangi gözle görüldüğüne ve nasıl yüce bir konuma yükseldiğine Gelibolulu Âlî’nin şu sözleri şahittir:
“Hakikaten öyle güzel bir kitap yazmıştır ki, kalemden sayfalara dökülmesi, yıldızların uğurlu saatlerine ve uğursuzluktan uzak, mübarek bir vakte denk gelmiş olmalı ki, yıllardır nice yüce meclislerde okunur durur. Gerçekten çok dokunaklı bir edayla şiirleştirilmiştir. Bu kitap dışında nice mevlit kitapları yazılmış olmasına rağmen bunları ne kimse eline alır ne de bunlara bakar. Sanki bir insan tarafından değil de kutsal meleklerin telkiniyle yazılmıştır." (Mustafa İsen, Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı, AKM. Yay., Ankara 1994, Süleyman Çelebi maddesi.)
Mevlit sadece mevlit midir?
Mevlit, törenlerde okunan bir metin olma ve törene bir ruhaniyet katma dışında millet için hangi önemli toplumsal değerlere işaret etmektedir? Bu konuda pek çok araştırma yapmak gerekiyor. Daha geçenlerde okumuş olduğum bir yazı, bu konunun ne kadar bakir bir alan olduğunu gösteriyor. Osmanlı döneminde Mevlit Vakıfları varmış. Bu vakıflar belli zamanlarda, belli kişilerin mevlit okuması/okutması amacı ile kurulurmuş:
“Mevlit vakıflarının dikkat çekici özelliği yalnızca mevlit okutturmak amacıyla kurulmuş olmalarıdır… Mevlit için tahsis edilen paranın nasıl işletileceği, mevlidin nerede, ne zaman ve kimler tarafından okunacağı, okunacak her bir mevlit için ne kadar harcama yapılacağı, mevlitten hâsıl olacak hesabın kimlere bağışlanacağı gibi ayrıntılar vakfiyeye kaydedilirdi.” (Ali İhsan Karataş, “Osmanlı Toplumunda Mevlid Vakıfları –Bursa Örneği-“, Süleyman Çelebi ve Mevlid: Yazılışı, Yayılışı ve Etkileri, (Editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli), Bursa-Osmangazi Belediyesi Yayınları, Bursa 2016, s. 37.)
İşte o vakıflara bir örnek: “Şeyhülislam Hoca Saadettin Efendi, 1568 yılında vakfettiği evinin kirasından hasıl olan gelirin bir kısmıyla Hz. Peygamber (sav)in doğum günü olarak kutlanan Mevlit Kandili’nde yemek pişirip fukaraya dağıtılması ve mevlit okutulmasını şart koşmuştur.” (Ali İhsan Karataş, agm. s. 35-36.)
Prof. Dr. Şahin Köktürk tarafından yapılan bir araştırmaya göre Süleyman Çelebi’nin Vesiletü’n-Necat’ı (Mevlit) bir kutsal metinmiş gibi pek çok anma töreninde okunmanın dışında, asırlarca toplumumuzda çocuklara isim verilirken kullanılan kaynaklardan biri olmuştur.
Bizzat mevlit (mevlit, mevlüt) ve mevlüde kelimelerinin bir erkek ve kız adı olarak asırlarca ve hâlâ yaşaması bile bu meselenin önemini izaha kâfidir.
Hayata, insana, günümüze bu kadar dokunan bir metne biz tutup da sadece basit bir metin gözüyle bakabilir miyiz? Eğer bakarsak pek çok hakikati de gözden kaçırmış olacağız. Mevlit, yukarıdakilere ilaveten daha pek çok hayati işlevleri üstlenmiş bir şiir-metindir. Bunlardan biri de mevlidin Balkan Müslümanları arasında oynamış olduğu benzersiz roldür.
Mevlit ve isimler
sayesinde kurtulduk
Büyük şair ve düşünce insanımız Yahya Kemal Beyatlı’nın vefatının 50. yılı anma törenleri münasebetiyle Üsküp’e gitmiştik. Resmî programlar dışında yaptığımız civar gezilerinde birinde gözlerimiz muhteşem bir konağa takılmıştı. Hakikaten harika bir sanat eseriydi. Konağı süzerken bir yandan da etrafımızda soru soracak birilerini arıyorduk. Az sonra iki çocuğun bize doğru geldiğini fark ettik. Acaba Türkçe biliyorlar mıydı? Merakımız fazla uzun sürmedi. Türk’tüler, adlarını sordum erkek olan Mustafa Ahmet Necati, kız olan da Ayşe Hatice dedi. İsimlerin hem klasik hem de arka arkaya gelmesine şaşırdım. Çocuklar o konağın çocuğuymuş. Biraz sonra babaları geldi, tanıştık. Bizi evine kahve içmeye davet etti.
Merakım galip gelerek, kuyumcu olan ve aynı zamanda medrese usulü tahsil görmüş beyefendiye sordum: “Çocukların isimleri garibime gitti. Hem klasik hem de arka arkaya üç ismi bir çocuğa vermişsiniz. Bunun sebebi nedir?”
Beyefendi gururla cevapladı: “Uzun süren komünizm zamanında bizi iki şey korudu: 1. Mevlit, 2. İsimlerimiz. Bize sadece mevlit okumak serbestti. Bu yüzden aklımıza gelen her törende onu okuduk (O günlerde Yahya Kemal için de camide mevlit okunmuştu.) Çocuklarımıza da asla yeni isimler koymadık. Aidiyetlerini bilsinler diye daima eski isimleri, mümkün oldukça da arka arkaya birkaç ismi koyduk. Bu isimleri onları korudu, bizi korudu.”
Şimdi ben soruyorum: Mevlit bir milleti nasıl korur? İsim konusunda vahim facialar yaşadığımız bu günlerde daha da derin düşünelim, çocuklara verilen isimler bir milleti nasıl korur? Mevlidin ve isimlerin hangi hakikati onları bir kurtarıcı kılmıştır/kurtarıcı göstermiştir? Bu sorular başka yazıların ve araştırmaların cevabıdır.
“Futbol sadece futbol değildir” denildiği gibi, aslında hiçbir şey sadece kendisinden ibaret değildir ve dolayısıyla da mevlit sadece mevlit değildir! Mehmet Akif’in dediği gibi Süleyman Çelebi çok yükseklerdedir ve onu alçak irtifadan anlamak hayli zordur.