Makale

HZ. PEYGAMBER VE MEVLİT KANDİLİ GELENEĞİ

HZ. PEYGAMBER VE MEVLİT KANDİLİ GELENEĞİ

Dr. Emine GÜMÜŞ BÖKE | İstanbul Şişli Müftülüğü ADRB Vaizi

Milletimiz ve bütün İslam âlemi her yıl yeni bir heyecanla Allah’ın bütün insanlığa rahmet elçisi olarak gönderdiği ve peygamberler zincirinin son halkası olan Hz. Muhammed’in (s.a.s.) getirmiş olduğu ilahî mesajı anlamak, ortaya koymuş olduğu eşsiz örnek ahlakını özümsemek, ona duyulan engin ve içten sevgiyi gönüllerden sözlere ve toplumsal bilince aktarmak düşüncesiyle asırlardır onun dünyaya gelişini Mevlit Kandili olarak kutlamaktadır .
Mevlit, doğum zamanı ve doğum günü, "mevlid-i nebi" ise Hz. Muhammed’in doğumu veya doğum günü demektir. Peygamber Efendimiz, Fil yılında, 20 Nisan 571’de (Rebiulevvel ayının 12. gecesi) Mekke’de Dâru’t-Tebâbia denilen evde dünyaya gelmiştir. Âmine Hatun’un, gördüğü rüyayı kayınpederi Abdülmuttalip’e anlatması üzerine Abdülmuttalip torununu kucağına alıp Kâbe’ye gitmiş, Allah’a şükretmiş ve ona, “en çok övülmüş, övülecek özellikleri çok olan, en çok arzu edilmiş” anlamında “Muhammed" adını vermiştir. O, torununun doğumu şerefine verdiği bir ziyafette: “Ona Muhammed adını verdim; dilerim ki gökyüzünde Hakk (Allah), yeryüzünde halk onu pek çok övsün.” demiştir. Peygamberimizin diğer bir ismi de Ahmet’tir. “Allah’ı öven, en çok hamd eden, övülmeye en layık olan” anlamındadır. Her iki isim de Kur’an-ı Kerim’de geçmektedir. (Âl-i İmran, 3/144; Ahzab, 33/40; Muhammed, 47/2.)
Hz. Peygamber kendisinin en önemli isimleri arasında şunları saymıştır: “Ahmet, Muhammed, Mâhî (küfrü imha eden), Hâşir (kıyamette insanların kendisiyle haşrolunacağı kimse), Âkıb (son peygamber.)” (Buhari, Menakıb, 17.) Peygamberimizin başka bir ismi de seçilmiş anlamına gelen Mustafa’dır. (Müslim, Fedail, 1.) İslam tarihçilerinin kaydettiğine göre, peygamberimizin doğumu sırasında, aynı anda, dünyanın birçok yerinde olağanüstü olaylar görülmüştür. Doğumu esnasında Busra saraylarından Şam bölgesine ve batıdan doğuya kadar her tarafı aydınlatan bir nurun yükselmesi, özellikle Yahudilerin o gece Ahmet’in yıldızının parladığını fark edip beklenen peygamberin doğduğunu anlamaları vb. haberler bunlar arasındadır. Biz, Kur’an’da hiç temas edilmediği gibi, muteber hadis kaynaklarında da yer almayan bu konudaki rivayetleri ihtiyatla karşılamaktayız.
Esasen Hz. Peygamber’in sağlığında onun doğum yıl dönümü kutlanmadığı gibi Hulefa-yı Raşidin dönemiyle Emevi ve Abbasi devirlerinde de mevlitle ilgili bir uygulamaya rastlanmamaktadır. İlk iki halife zamanında fetih hareketleriyle uğraşılması, son iki halife döneminde iç karışıklıkların hüküm sürmesi ve Emevi ile Abbasi yönetimlerinde de Rasulüllah soyuna destek anlamına gelecek olması sebebiyle böyle bir kutlamaya şartlar uygun değildi. Mısır’da Şii Fatımi Devleti kurulunca, soyundan geldiklerini söyledikleri Hz. Peygamber’in doğum yıl dönümü Muiz-Lidinillah döneminden (972-975) itibaren resmen kutlanmaya başlanmıştır. Bu kutlamaların üst düzey görevlilerin katıldığı bir devlet töreni çerçevesinde yapıldığı ve halkın geniş bir katılımının olmadığı anlaşılmaktadır. Fatimiler, Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın da doğum günlerinde de mevlit merasimleri tertip ederlerdi.
Ancak çok geçmeden Eyyubiler tarafından da mevlit geleneği benimsenerek Hz. Peygamber’in doğumunu anma ve kutlama törenleri yapılagelmiştir. Âlim, şair, din ve devlet işlerinde yararlık gösterenlere hilatler giydirilmiş ve hediyeler verilmiştir. Daha sonra mevlit törenleri İslam dünyasında yaygınlık kazanarak günümüze kadar devam etmiştir. Esasen Rasulüllah’ın doğum yıl dönümünü kutlama maksadıyla başlayan mevlit geleneği giderek, Kadir, Miraç, Regaip ve Berat gecelerinde veya sünnet, evlenme, ölüm, deprem gibi önemli olaylar vesilesiyle yapılmaya başlanmış ve toplumsal geleneğimizde yer alan önemli bir dinî-kültürel öğe olmuştur.
Sünni İslam dünyasında devlet düzeyinde ilk mevlit töreni 1207 yılında Fatımiler döneminde, Selahaddin Eyyubi’nin eniştesi ve Erbil atabeyi Melik Muzafferuddin Gökbörü tarafından tertiplenmiştir. Uzun hazırlıklarla düzenlenen merasimler, bütün halkı kapsayan bir şekilde düzenlenirdi. Daha sonraları Mekke’de ve diğer İslam ülkelerinde de benzeri merasimler yapılmış, bu merasimler Osmanlıların bir döneminde doruk noktasına ulaşmıştır.
“Mevlit Alayı” diye anılan bu görkemli törende üst düzey devlet erkânı yerlerini alırlardı. Padişahın teşrifinden sonra vaazlar verilir, mevlithanlar tarafından Süleyman Çelebi’nin Mevlit’i okunurdu. Bu vesileyle Medine-i Münevvere’den gelen hurmalar ikram edilirdi. Süleyman Çelebi’nin “Vesiletü’n-Necat” adı ile yazdığı ve kısaca Mevlit diye bilinen bu manzumenin mevlit kandillerinde okunması ve dinlenmesi günümüze kadar devam eden bir gelenek olmuştur.
Mekke’de, Mekkeliler, her sene Rebiulevvel ayının 12’sinde akşam namazını Mescid-i Haram’da kıldıktan sonra, cemaatle birlikte peygamberimizin doğum yeri olan Mescit’e gidip, yatsı namazını burada kılmayı âdet edinmişlerdir. Mevlit gecesi münasebetiyle Mekkeliler birbirleri ile tebrikleşir; misafirlerine tatlı ikram ederler. Medine ahalisi de mevlit gecelerini Mescid-i Nebevi’de geçirirler, birbirlerine ikramda bulunurlar. Halk o gün temiz ve yeni elbiselerini giyerek bir bayram havası içinde geçirirler. Zamanımızda mevlit kutlamaları birçok İslam ülkesinde kutlandığı gibi, ülkemizde de bu amaçla özel programlar uygulanmaktadır.
Hz. Peygamber zamanında ve ondan sonraki birkaç asır boyunca kutlanmayan mevlidin dinî açıdan meşruiyeti İslam âlimleri arasında tartışılmıştır. Mevlit okuma ve okutmanın bidat olduğu şeklinde birtakım iddialar gündeme getirilmiştir. Zira Rasulüllah devrinde ve ona son derece bağlı olan ashap ve tabiin (Selef) zamanında kutlanmadığını, dolayısıyla bidat olduğunu söyleyenler mevcut uygulamalara şiddetle karşı çıkmıştır. Esasen mevlit kutlamasının bizzat kendisine değil bu vesileyle işlenen kötülüklere karşı çıkılmıştır. Mevlide karşı olan âlimlerin bu yaklaşımlarında kendi zamanlarındaki kutlamalarda görülen olumsuz davranışların rolü vardır.
Bazı âlimler ise Hz. Peygamber’in dünyaya gelmesi sebebiyle sevinmenin, onun doğum günü münasebetiyle muhtaçlara yardımda bulunmanın, Rasul-i Ekrem’e dair şiirler okumanın, güzel elbiseler giyerek sevinç gösterisinde bulunmanın birer güzel amel olduğunu, dolayısıyla mevlit geleneğinin bidat-i hasene sayılması, halk arasında görülen ve dinen hoş karşılanmayan davranışların bundan ayrı düşünülerek önlenmesi gerektiğini belirtmişlerdir. Burada hatırlanması ve hatırlatılması gereken önemli bir husus vardır; o da Kur’an okumakla mevlit okumayı birbiriyle mukayese etmek veya birini diğerine alternatif göstermek yerine ikisini ayrı ayrı ve her birini kendi yeri ve amacı doğrultusunda değerlendirmek ve yaşatmak daha doğru olur. Zira mevlit gibi dini eğitim ve coşkuyu içeren sosyal ve geleneksel töreler asli ibadetlerin yerine geçmediği gibi bu tür sosyal ödevlerin kişiler üzerine bizzat gerekli olan namaz, oruç, infak ve yardım gibi dinî yükümlülüklerden muaf tutmadığı unutulmamalıdır.
Şunu ifade edelim ki, mevlit geleneği, peygamberimize bağlılığın tazelenmesi, onun genç kuşaklara gerektiği biçimde tanıtılması ve ona layık bir ümmet olma muhasebesinin yapılması açısından Müslümanlar tarafından iyi değerlendirilmesi gereken güzel bir vesile kabul edilir. Âlemlere rahmet olarak gönderilen peygamberimizin şefaatini umarak bu gece münasebetiyle onu daha iyi tanımaya ve mesajlarını anlamaya gayret edilmelidir.
Yüce Allah, insanlığa lütuf ve merhametinin bir tecellisi olarak, insanı insan yapan bütün değerlerin ve ahlaki erdemlerin kendisinde toplandığı Hz. Muhammed’i son peygamber olarak göndermiştir. "Allah, inananlara, kendi içlerinden onlara ayetlerini okuyan, onları temize çıkaran ve onlara Kitab’ı ve hikmeti öğreten bir elçi göndermekle iyilik yapmıştır. Oysa onlar önceleri apaçık şaşkınlık içinde idiler." (Âl-i İmran, 3/164.) mealindeki ayet de bu ilahi ikramı ifade eder. Hz. Peygamber’i bize en iyi bir biçimde tanıtan Kur’an, onun hayatını "yaşanabilir en güzel model" olarak takdim etmekte ve kendisini örnek almamızı istemektedir. O, "bizim içimizden bize gelmiş" (Tevbe, 9/128.) ve "Âlemlere rahmet olarak" (Enbiya, 21/107.) gönderilmiş bir elçidir. "İçimizden biri" olması, onun örnek olmasının imkânına işaret içindir. Onu sevmek ve örnek almak, yalın bir taklit ve sünnetinin belirli şekillere hapsedilmesi değil, sünnetinin ve siretinin bütün yönleriyle tanınması, insanlığın huzur ve mutluluğu için yaptığı çağrının güncelleştirilerek hayatımıza yansıtılması, güzel ahlakının ve öğretilerinin davranışlarımızın mihveri ve rehberi yapılmasıdır.
O rahmet peygamberi, "İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerçek manada iman etmiş olamazsınız." (Müslim, İman, 93.) buyurarak birbirimizi sevmeyi imanın bir gereği olarak ifade etmiş, sevgi ve imanı toplumsal barışın temel direği yapmıştır. O, bütün hayatı boyunca, bizlere Yüce Yaratıcı’ya iman edip onu içtenlikle sevmeyi, ona bağlanarak ibadetlerle hayatımızı anlamlı kılmayı, dürüstlüğü, emaneti korumayı, insan haklarına uymayı, zayıf ve muhtaçlara yardım etmeyi, yetim ve kimsesiz çocuklara kol kanat germeyi, herkesin ve her şeyin hakkını gözetmeyi, komşuluk ve akrabalık bağlarına riayet etmeyi, kimseyi kırmamayı, iyilikte yarışmayı, yararlı insan olmayı öğütlemiştir.
Mevlit Kandili, Hz. Peygamber’in bizlere sunduğu değerleri ve yol gösterici öğütlerini anlama ve bu anlayışla yaşama ve yenilenme zamanıdır. Bu değerleri fark etmek ve onları bir davranış bilincine ve yaşanan bir hayat hâline getirebilmek, dindarlığımızın temel hedefi olmalıdır.
Bu duygu ve düşüncelerle Mevlit Kandili’nin tüm insanlığa sevgi, barış ve huzur getirmesin, kandilin, Sevgili Peygamberimizi daha iyi tanımamıza vesile olmasını Yüce Allah’tan niyaz eder, tüm İslam âleminin Mevlit Kandili’ni tebrik ederim.