Makale

SABIR VE ŞÜKÜR

SABIR VE ŞÜKÜR
Nagihan AYDIN | Kırklareli Lüleburgaz Kur’an Kursu Öğretici

Canlı olarak dünyaya gelen her nefis için kum saati tersine çevrilmiş, geri sayım başlamıştır artık. Toprağa atılan bir tohumun canlılık seyri yeryüzüne çıkana kadar belli olmasa da varoluş sürecinin başladığı ve toprağı yarıp çıkması gerektiği bilinir. Bir kelebeğin kimselerin içeride neler olup bittiğini hiçbir zaman bilemeyeceği kozasından rengârenk boyalarla boyanıp çıktığında kanatlanıp uçmasındaki sistemi gözlemleriz. Gördükçe zenginleşir miyiz yoksa göremediklerimiz mi bizi daha bilge kılar bilinmez. Ağaçların toprak ve su ile büyümesi, yapraklarının güneşe çanak tutması oluşum ve gelişim sürecinin sadece görünen bir parçasıdır. Her fotosentezin ne için, kim için olduğu gerçeğini anlamak ve tefekkür etmek ise insan-ı kâmile düşer.
“Şüphesiz Allah, taneyi ve çekirdeği yarıp filizlendirendir. Ölüden diriyi çıkarır. Diriden de ölüyü çıkarandır. İşte budur Allah! Peki (O’ndan) nasıl çevriliyorsunuz?” (En’am, 6/95.)
Gece ile gündüz arasındaki dengeyi sağlayan dönence, bir savaş gibi görünse de insan için hepsinde ayrı hikmetler vardır. Bize göre karanlık hep erken gelir. Belki de ömrümüzün üçte ikisi gecedir. Hem en koyu rengini de tanırız gecenin. Güneşin o ilk ışıkları tan yerini kızıllığa boyadığında ise en naçar hâlde beklemelerimiz de gecenin karanlığıyla birlikte o ışıklara teslim olup gider. Bunu her gün yaşarız da gündüzü kovalayan gece bir öncekinden hep farklıdır. Oysa alınacak ders bellidir.
“Ne güneş aya erişip yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörünge de yüzmektedir.” (Yasin, 36/40.)
Diğer canlılardan birçok farklı özellik ve donanımlarda yaratılan insanda varoluş serüveni içindekiler arasındaki yerini alır. Akıl, insanı diğer canlılardan ayıran en önemli nimettir. Göze ışık, kulağa ses dalgası, buruna koku nispetindedir. Bu ise insanın dünya ve ahiret dengesini sağlamada yegâne kılavuzudur. Cümle âlemi mükemmel bir düzen ve ihtişamda yaratan Rabbimiz, zerreden kürreye her yaratılanı insanın hizmetine sunmaktadır.
Ahsen-i takvim olarak yaratılan insanın bu kıvamda kalabilmesi ve kul olabilmesindeki bir sırda iman nimetidir. İman edip de salih amel işleyen insanların bulundukları hâli koruyacakları müjdesini de Rabbimiz Tin suresinde bizlere bildirir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) hadis-i şeriflerinde; iman iki kısımdır, yarısı “sabır’’ yarısı ‘’şükür”dür buyurur.
Mevsimleri andıran bir yapısı vardır insan hayatının. Aynı renk ve yoğunlukta asla sürmez. Daha türlü renkteki çiçeklerini seyre doyamadan elimizden kayıp gider ilkbahar. Sonbahar, düşen her bir yaprağın ömrümüzde daima bir yenilik ve gelişimin olacağının ve her başlangıcın bir sona gittiğinin kanıtıdır âdeta. İşte, insanın bu değişim sürecinde canlı kalmasını sağlayan ve hüsrana uğramasına engel olacak donanımı yine imandır. O hâlde imanı bir terazi olarak düşünürsek bu teraziyi dengede tutacak iki kefedeki ağırlıkta, kuşkusuz sabır ve şükür olacaktır.
İnsan yaşamı boyunca birçok imtihanın muhatabıdır. Sabır ise sadece zorluklar karşısında değil aksine hayatın her anında yaşanan bir ahlak özelliği olmalıdır. Sabır gerektiren hâller için Kur’an-ı Kerim de İnsana başına gelene sabretmesi gerektiği bildirilir.
“Yavrucuğum! Namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret, kötülükten sakındır. Başına gelenlere sabret, çünkü bunlar, kesin olarak emredilmiş işlerdir.” (Lokman, 31/17.)
Kur’an pek çok sabır örnekleriyle, Rabbimizin verdiği bütün nimetlere karşı şükre giden yolun anahtarlarını bize vermektedir. Yakup (a.s.)’un oğlu Yusuf (a.s.)’u kaybetmesinde göstermiş olduğu ilk andaki sabr-ı cemil’i zorlu sabır tünelinin aydınlık geçilmesini ve akıbeti de nice paslanmış dimağların cilalanıp ağarmasını sağlamıştır. Eyüp (a.s.)’ün hastalığına karşı sabrı, Rabbine niyazı yine sabır davranışının şükre giden istikametinin başka bir güzelliğini bizlere anlatır. Hz Musa’nın Hızır A.S ile yaşadığı sabır testi de, bize sabrın çok yönlü olduğunu ve yaşanan hiçbir şeyin asla görünenden ibaret olmadığını vurgulamaktadır.
Teraziyi dengede tutup insan-ı kâmil kalabilmenin bir diğer tezahürü de Rabbimizin verdiği nimetlere karşı hakkıyla şükredebilmekten geçer. Kur’an da insan nefsinin çokça nankör olduğu hatta başına gelen tüm sıkıntı ve kötülükleri Rabbinden, mükâfat ve iyilikleri ise kendi çabası karşılığı yaptıkları yüzünden verildiği bildirilir.
“İnsana bir sıkıntı dokunduğunda bize yalvarır, sonra ona tarafımızdan bir nimet verdiğimizde, ‘Bu, bana ancak bilgim sayesinde verilmiştir’ der. Hayır, o bir imtihandır. Fakat onların çoğu bilmezler.” (Zümer, 39/49.)
Şükür, insana bahşedilen nimetlerin farkında olma, bu nimetleri vereni tanıma ve ona hem kalben hem de davranışlarıyla teşekkür etmesi şeklinde açıklanabilir. Şükür sayesinde nimetlerin artacağı ve hatta bu davranış sayesinde insanın Rabbiyle arasındaki bağının kuvvetleneceği de ümit edilmektedir. Ne yana dönse Rabbinin bir nimetiyle buluşan insan için Kur’an’da Rabbimiz buyuruyor ki,
“Hani Rabbiniz şöyle duyurmuştu: ‘Ant olsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir’.” (İbrahim, 14/7.)
Nimetlerin darlığında ise Rabbimize karşı nankörlük etmekten kaçınmamız gerektiği bildirilir.
“İnsan ise, Rabbi onu deneyip de kendisine ikramda bulunduğunda, ona bol bol nimetler verdiğinde, “Rabbim bana ikram etti.” der. Ama onu deneyip rızkını daraltınca da, “ Rabbim beni aşağıladı, önemsemedi” der.” (Fecr, 89/15, 16.)
Dünyada iken ahretteki akıbetini düşünen, Rabbinin rızasını ve cennet mükâfatını uman bir kimsenin iman terazisinde dengeyi sağlaması ise sabır ve şükür davranışlarını aynı oranda göstermesi ve her işte olduğu gibi bu hususta da mutedil olması gerekmektedir. Unutulmaması gereken bir diğer husus ise çeşitli sabır ve şükür gerektiren, varlık ve yokluk imtihanlarına tabi tutulan insanın, dua ve teslimiyet çizgisinden ayrılmaması gerektiğidir. Ayrıca imtihan vesilelerinin kıskacından kurtulabilmesi ve Rabbine karşı nankörlük bataklığına düşmemesi için bu dünyanın ahirete açılan bir kapı olduğu idrakiyle yaşamasıdır. Yavuz Sultan Selim Han bu gerçekliği şöyle dile getiriyor,
Gamına gamlanıp olma mahzun,
Demine demlenip olma mağrur,
Ne dem baki, ne gam baki, ya hu!
Gökte asılı duran ve yörüngesinden hiç sapmayan güneş, ay ve yıldızları seyre daldığında, toprağa atılan bir tohumun oluşum ve yok olma sürecine tanık olduğunda, mevsimlerin insan hayatındaki türlü imtihanları anlatan iyi bir hatip olduğunun idrakine vardığında insan, sabrı ve şükrü sayesinde kendisine takdim edilen vakti tam anlamıyla yaşamış kabul ediliyor. Vakit tamam olup kum saatinde tek bir kum taneciği kalmadığında, Rabbine kavuşan insanın dünyada iken ahiret yurduna gönderdiği sabır ve şükür yükleri artık onun için birer hediye, kaçınılmaz son ve mutluluk olarak kendisine sunuluyor.
“Bu sonuç da Adn cennetleridir. Atalarından, eşlerinden ve çocuklarından iyi olanlarla beraber oraya girerler. Melekler de her bir kapıdan yanlarına girerler ve şöyle derler; ‘Sabretmenize karşılık selam sizlere. Dünya yurdunun sonucu olan cennet ne güzeldir.” (Rad, 13/23, 24.)
Bizler için saklanan belki tahayyül edemeyeceğimiz kadar güzellikte ve bolluktaki nimetlere doğru yürüyerek, “Selam sizlere” denilenlerden olabilmemiz dua ve niyazıyla…