Makale

AH KUDÜS!

AH KUDÜS!

Gül Sena GÖKDUMAN

Ah Kudüs!
Ah benim yüreğim,
Heybemden dökülen kırık ve eksik kelimelerim,
Ah benim ümmetim ve kimsesizliğim!

Ümmet ve kimsesizlik… Filistin topraklarına değdiği andan itibaren yüreğime hançer gibi saplanan iki kelime oldu bunlar. Benim için Filistin’i ve Kudüs’ü, bundan da öte sol yanıma çöken iki cihanlık ağırlığı anlatan o iki kelime... Kimsesizlik, ümmetin yanına yakışmaz gibi geliyor insana. Garip şey ki, ruhu ve gözyaşları ile tanıdıkça bu toprakları anlıyor insan. Anlıyor ki, Filistin’de her şey daima kendisi ve tezatı ile yan yana duruyor. Şan zillet ile zulüm mazlumiyet ile hatırlayış derin bir nisyan ile ama en çok da ümmet, ümmet ardında kalan her şeyi yok eden delici ve kapkaranlık bir kimsesizlik ile yan yana duruyor. Bu yüzden bu hikâye bu kadar ağır hece hece düşüyor önümüze. Bu yüzden, kelamın mürekkebi söz Filistin’e gelince hep susuyor. Bu yüzden eksiliyor kelimeler. Çünkü Filistin terk edilişimizden önce kendimizi, kendi yüreğimizi terk edişimizin öyküsünü fısıldıyor bize.
Filistin annemin henüz ufacıkken avuçlarıma bıraktığı bir dua ve yakarıştı bana. Ben Filistin’i değil en önce kendi yüreğimi ve çocukluğumu bulmaya gitmiştim bu yüzden. Hafıza-yı beşer nisyan ile maluldü ya benim de hatırlamaya ihtiyacım vardı çünkü. Mazlum ile zalimin, ak ile kara ve yerle gökler kadar aşikâr olduğu bir davada, mazlum olmanın bir zamanlar nasıl hissettirdiğini hatırlamaya ihtiyacım vardı. Ruhum felaha kavuştu mu demeliyim? Zira Filistin’de gücün ve kibrin altında ezilmiş Müslümanlar bulamadım. Elhamdülillah ki (!) Filistin hâlâ mazlum ve masumdu. Bulduğum şey bana Filistin’e dair aslında neyi hiç fark etmeden, usulcacık kaybettiğimizi hatırlattı bana. Derin ve sarsılmaz bir tevekkül buldum çünkü o topraklarda.
Aksa’nın güzel yüzlü mahcup çocuklarından, Kudüs’ün perişan, yıkık dökük sokaklarına dek Filistin hep Filistin’di aslında. Dimdik ve hep orada. Bizim ve dahi kimsenin olmayışına rağmen hem de. Kırgın ve yorgundu ama ince ve narin boynu zulme asla eğilmemişti. Bu tevekkül ve direnişin karşısında yaşadığım şaşkınlık bir duvar gibi çarpacaktı sonra yüzüme. Nasıl ve niçin diye sorarken bulacaktım kendimi defalarca. Nasıl bu kadar dirayetli olabildiklerini havsalam almayacaktı. Hayatın olağanca seyrinde akıp gidişi hayrete düşürecekti beni. Nasıl gülüp eğlendiklerine, geleceğe dair planlar yapabildiklerine, çiçeklerin kendi ülkemin çiçekleri gibi umarsızca açışına, baharın tıpkı bahar gibi Filistin semalarını dolduruşuna… Tüm bunlara hayret edecektim birer birer. Sonra hayretim ağır ağır çökecekti vicdanımın üstüne. Çünkü o an anladım. Anladım ki bizim kendi sağ salim ülkelerimizde meydanlarda çığlık çığlığa haykırdığımız o cümle dilimizden değil belki ama yüreğimizden düşeli çok olmuş.
“Birruh biddem nefdike ya Aksa! (Kanımız ve canımız sana feda olsun ya Aksa!)” Bu sloganı Filistin için yürüyüşe katılmış hemen hemen herkes bilir. Oysa anladım ki yüreğimizde feda edilen kanımız ve canımız değil Filistin davasının kendisi olmuş. Hem de bu feda ediş öyle usulcacık ve sessiz olmuş ki, sloganlar atmaya devam ederken hâlâ, tek yürek bu davanın arkasında olduğumuzu sanırken daha Filistin’in yitikliğine dair zımni bir kabullenişin, en fazla on dakika için yüreğimizi meşgul eden bir hüznün içinde kaybolduğu bir konformizmin esiri olmuşuz. Filistinli bir hukuk öğrencisi bana neden tek devlet istediklerini, barışın onlar için niçin her zaman adalet demek olmadığını anlatırken fark ettim kendimin de bu davayı içimde nasıl yitirdiğimi. Zira ‘tek devlet’ benim için o kadar İsrail’i temsil eden bir mefhuma dönüşmüştü ki bu kişinin Filistin’den bahsettiğini anlamam zaman almıştı. Sonra bir de utanmadan ‘ama bu dediği gerçekçi mi şimdi’ diye sorgularken bulmuştum kendimi. Sanki hak olan mümkünün çerçevesine sığmak zorundaymış gibi. Sanki İsrail cebir ve zulüm ile namümkünü bir gün mümküne çevirmemiş gibi. Şimdi tüm bunları, Filistin’i Filistin’de değil ama yüreğimizde yitirdiğimizi hatırlarken ne acı ki başımın üstündeki gök artık Filistin topraklarını örtmüyor. Ve belki bir daha da hiç örtmeyecek. İsrail Devleti’nin pasaportuma kondurduğu barkodun devletin güvenliği için üst seviye tehdit oluşturduğum manasına geldiği ile müjdelendim çünkü. Filistin’den sürgün edilmek de bana o topraklardan hatıra kalan bir kader ortaklığı olacak gibi duruyor şimdilik. Gözyaşlarım gözlerimi mani olamadığım bir hızla ıslatırken Kudüs’te doğmadığı için ömrü boyunca Kudüs’e belki bir ya da iki kez girmesine izin verilen tüm o Filistinliler birer birer geçiyor zihnimden. Otobüsümüzün Aksa’ya çok ama çok uzaktan bakan bir tepenin başında durup, ufukta altın kubbesi belli belirsiz ışıldayan Kubbetü’s-Sahra’yı gösterişini hatırlıyorum. Sonra yüreğimi delen o cümle düşüyor bu güzel günün tam ortasına. İşte diyorlar, bir Filistinlinin Kubbetü’s-Sahra’yı görebildiği en yakın nokta bu. O an bu acının derinliğine vakıf olamıyorum. Ancak ve ancak Filistin’den sürgün edilişimin haberinin tüm ağırlığı ile omuzlarıma çöktüğü şu vakitlerde bu tarifsiz zulmün ve acının idrakine bir parça daha yaklaşabiliyorum. Bir ah dökülüyor dudaklarımdan istemsiz. Ah yüreğim!
Yürek… her şey yürekte başlayıp bitmiyor mu zaten. Bir ders varsa bana kalan Filistin’den o işte sadece budur. Bana deseler ki Filistin’i tek bir kelime ile anlat ben size yürek derim. Yüreği olan insanlar…Ve bundan gayri, Allah şahidim ki, başka hiçbir ama hiçbir şeye sahip değiller. İnanan bir yüreği hiçbir bomba parçalayamaz yazmıştım bir zaman bir yerlerde. Şimdi Filistin’i görmeden yazılmış bu cümle ne naif ve eksik geliyor kulaklarıma. Ümmet Filistin’de yanına bizim kondurduğumuz derin bir kimsesizlikle öylece duruyor. Ve artık bütün şiirler ve sözler Filistin’den bahsediyor bana. Şeriati’den bir cümle düşüyor önce zihnime. "Bir zulmü durduramıyorsanız en azından herkese anlatın" diye haykırıyor, acizliğimize bir tokat savurur gibi. Sonra bir başka şairin bir dizesi daha düşüyor aklıma. Bir kalbiniz vardı diyor onu hatırlayın. Bir kalbiniz vardı sizin, bir yüreğiniz... Uzak coğrafyalarda unuttuğunuz bir Kudüs’ünüz vardı.
Hatırlayın!
Yalnızca muhabbeti değil, öfkeyi ve zulmü de hatırlayın. Unutulan yitirilir çünkü.
Nisyan derin ve azap dolu bir hatırlayış ve bitmek bilmez bir özleme dönüşüyor benim için artık.
Bir ah daha dökülüyor dudaklarımdan:
Ah yüreğim!
Ah Kudüs!