Makale

FATIH CAMII VE HAFIZ PAŞA

FATIH CAMII VE HAFIZ PAŞA

Dursun GÜRLEK

Bir akşam kütüphanemdeki eski ciltleri karıştırırken Halil Ethem tarafından yazılan ve 1933 yılında “Kanaat Kütüphanesi” yayınları arasında çıkan “Camilerimiz” isimli kitap dikkatimi çekti. Yıpranmış sayfaları, sararmış resimleri içimde hasret ve hüzün duygularının belirmesine vesile oldu. Özellikle Azapkapı Camii’nin hazin manzarası gözlerime ayrı bir azap verdi. Sokollu Mehmet Paşa’nın eseri olan bu tarihî mabedin içler acısı hâlini, göz yaşartıcı bir tablo şeklinde gösteriyordu.
Efendim, insanlar gibi mabetler de zaman zaman azap çekiyorlar; zulme uğruyorlar, nisyana terk ediliyorlar. Maruz kaldıkları felaketlerden dolayı feryat ve figan ediyorlar. Fakat itiraf etmek gerekir ki, yeryüzünde Allah’ın evleri kabul edilen camiler, en büyük acıyı cemaatsiz kaldıkları zaman tadıyorlar. İstanbul camilerinin büyük bir bölümü, otuzlu kırklı yıllarda terk edilmişliğin ıstırabını olanca dramatik sahneleriyle yaşadılar. Örümcek bağlayan kubbeleriyle, ezan okunmayan minareleriyle, müezzinlerle şereflenmeyen şerefeleriyle, mahzun kalpleri derinden derine yaraladılar.
Her ne ise, asıl söylemek istediğim husus, yukarıda da belirttiğim gibi, camiler esas özelliklerini ve güzelliklerini cemaat sayesinde gözler önüne seriyorlar. Kendilerine mahsus bir lisanla, bizim gerçek ziynetimiz namaz kılan müminlerdir diyorlar. Öyle tahmin ediyorum ki, cemaati az olan camiler, beş vakitte tıklım tıklım dolan camilere âdeta imreniyorlar. Hele cemaatleri üç beş insanı geçmeyen mescitler, yalnızlık duygusunu tam anlamıyla yaşıyorlar. İstanbul’da öyle camiler var ki, meskûn mahallerde bulunmadıkları, iş ve ticaret merkezlerinin aralarında kaldıkları için talihsizliklerine hayıflanıyorlar. Nasıl hayıflanmasınlar ki, buralarda beş vakit değil, genellikle iki vakit namaz kılınıyor. Sabah, akşam ve yatsı namazlarında kapıları kapalı kalıyor.
Efendim, cihan hükümdarı Sultan II. Mehmet Han’ın yaptırdığı Fatih Camii, İstanbul’da cemaati en kalabalık olan mabetlerin başında geliyor. Bilindiği gibi Fatih, İstanbul’u aldıktan sonra, şehrin ortasına, Havariyyun Kilisesi’nin kalıntıları üzerine, bir cami yaptırıyor ve bu mabet kendi adına izafe ediliyor. III. Mustafa zamanında meydana gelen korkunç deprem esnasında, Fatih Camii de, diğer birçok tarihî eserlerle birlikte yıkılıyor. Adı geçen hükümdar bugünkü Fatih Camii’ni yeniden yaptırıyor.
Söylemeye ne hacet, tatlı subaşı, her zaman kalabalık oluyor Fetih yadigârı olan bu cami de o muazzam külliyesiyle birlikte tam bir cazibe merkezi hâline geliyor. İlerleyen zamanla beraber Süleymaniye ve Fatih semtleri, “ulema semti” adını alıyor. Tabii ki Fatih’in şahsiyeti, ilim adamlarına duyduğu büyük sevgi ve saygı, bu konuda büyük bir rol oynuyor. Hayatının en büyük zevkini, ilim adamlarıyla bulunduğu sırada tadan Hazreti Padişah, devrin en büyük ve en meşhur ilim damlarını, edipleri ve şairleri, İran’dan, Turan’dan, Arabistan’dan, Türkistan’dan İstanbul’a davet ediyor. Zamanla bu şehir bir “daru-l ulum” (ilim yuvası) hâline geliyor. Kılıcıyla maddi anlamda fütuhat yapan hükümdar, kalem erbabına gösterdiği olağanüstü ilgiyle de gönülleri fethediyor.
İşte bütün bu ilmî, edebî ve mimari faaliyetlerin merkezini Fatih Camii teşkil ediyor, dolayısıyla mabet gece gündüz dolup boşalıyor. Peygamber müjdesine mazhar olan Fatih Sultan Mehmet Han’ın kerameti, bugün de, her saat, her dakika tezahür ediyor. Şehrin ortasına âdeta nur yağıyor. Sultan II. Mahmut devri âlimlerinden ve zariflerinden Arif Molla, işte bunun için, “Dört halifeden sonra ve vakt-i saadetten beri gelen Müslüman hükümdarları içinde Fatih kadar İslam milletine hizmet etmiş başka bir kimse görülmedi.” diyerek önemli bir tespitte bulunuyor. Aynı zatın menakıpnamesinden öğrendiğimize göre Haremeyn-i Muhteremeyn’in kapı kethüdası olan Hacı Kamil Efendi de, “Ben Tunus’ta Zeytuniye, Mısır’da Ezher, Şam’da Emeviyye camilerini gördüm. İlim ve irfan yuvası olarak ve ruhani güzellik itibarıyla Ebu’l-Feth ve’l-Megazi Sultan Mehmet Han Hazretleri’nin camisinin başta geldiğine şahit oldum.” diyor.
Fatih Camii’yle ilgili diğer bir menkıbe ise, kaynaklarda şöyle yer alıyor:
IV. Murat’ın sadaret kaymakamı ve sadrazamı Hafız Paşa, Fatih’te bir cami yaptırıyor. Bir gece rüyasında Fatih’i görüyor. Padişah, “Niçin benim camimin yanında başka bir cami yaptırıp cemaatimi aldın?” diye çıkışıyor ve boynunu vurduruyor. Hafız Paşa sabahleyin ilk iş olarak rüyasını tabir ettiriyor. Ne garip bir tecellidir ki kısa bir süre sonra rüyası gerçekleşiyor. Hafız Paşa yetmiş gün sonra ölüyor. Gömülürken, mezarının kenarından düşen bir taş, Hafız Paşa’nın başını kılıç gibi kesiyor.
Siz hâlâ Fatih’in Camisi’ni ve türbesini ziyaret etmediniz mi?