Makale

Ahirette Engellilik Olacak mı?

Doç. Dr. İsmail Karagöz
Din işleri Yüksek Kurulu Üyesi

Âhirette
Engellilik
Olacak mı?

İmanın şartlarında biri de âhirete imandır. Âhiret es inancına göre, kıyamet kopunca Allah’ın emri ile mümin-kâfir, ölen bütün insanların çürüyen bedenleri yeniden oluşacak, hatta herkesin parmak izi bile aynen iade edilecektir. (Kıyâme, 3-4), Ruhlar bedenlerle buluşacak, kabirlerinden dirilecekler, mahşer yerinde toplanacaklardır. Dünyada görevlerini yapıp yapmadıklarından sorgulanacaklar, netice müminler cennete, kâfirler de cehenneme gireceklerdir. Bu husus, Kur’an’da onlarca ayette anlatılmaktadır. (Meselâ bk. Nisa, 56-57; Tâhâ, 15; Kasas, 88; Ahzâb, 63; infi- târ, 1-5; Kâri’a, 1-5; Rahman, 26-27) Âhirete iman etmeyen hatta şüphe eden bir kimse iman etmiş olamaz. (Nisâ, 136; Hucûrât, 15) Biz insanların kıyamet kopunca dirileceğine, cennet ve cehennemin varlığına kesin olarak iman ediyoruz.
Dünyada birçok insan görme, işitme, konuşma, ortopedik, spastik veya zihinsel engellidir. Acaba âhirette de bu tür engellilik olacak mı? Veya bedenlerini ve uzuvlarını kullanamayan, onulmaz bir dert ile dünyadan ayrılan kimselerin bu durumları âhirette ne olacaktır? Her konuda bize rehberlik eden yüce kitabımız Allah kelâmı Kur’an ve Peygamberimiz (s.a.s.), bu konuda da bize rehberlik etmekte, bizi bilgilendirmektedir.
Yüce Allah, dünyada insanları iman, ibadet, itaat ve ahlâkî durumlarına göre değerlendirdiği ve itibar ettiği gibi, âhirette de aynı şekilde değerlendirir. Dolayısıyla insanların âhiretteki durumları mümin veya kâfir oluşlarına göre farklı olur. Vâkıa suresinin 1-6. ayetlerinde kıyametin kopacağı haber verildikten sonra, takip eden ayetlerde insanların üç sınıf olacağı bildirilir: Ashab-ı meymene (amel defteri sağ elinden verilecek müminler), ashab-ı meş’eme (ameli sol elinden verilecek olan kâfirler) ve sâbikun/mukarrabûn (iman, ibadet ve itaatte öncü olanlar/Allah’a en yakın olanlar, (bk. Mutaffifîn, 15-36; Inşikâk, 8-15; Câşiye, 1-16) Bu üç sınıftan her birinin âhirette karşılaşacağı mükâfat veya ceza anlatılır ve cennette müminlere verilen eşlerin yeniden yaratılacağı bildirilir: "Şüphesiz biz onları (eşlerini) yepyeni bir yaratılışla yarattık. Onları, âhiret mutluluğuna erenler için, hep bir yaşta, eşlerini çok seven ve gösterişli bakireler yaptık." (ayet, 35-38) Peygamberimiz (s.a.s.), bu yeniden yaratılan kadınların, dünyada kocamış ve buruşmuş kadınlar olduğunu bildirmiştir. (Taberî, XIII, 20/186) Peygamberimize yaşlı bir kadın gelir ve ona: "Ey Allah’ın Elçisi! Allah’a dua et de beni cennete koysun" der. Peygamberimiz (s.a.s.); "Ey falan- canın annesi, cennete asla yaşlı kadın girmez" buyurur. Bunun üzerine kadın ağlayarak dönüp gider. Rasûlullah buyurur ki:
"Ona haber verin cennete yaşlı kadın olarak girmez, çünkü yüce Allah; "Şüphesiz biz onları yeni bir yaratılış ile yarattık" buyurmaktadır. (Yazır, Tirmizî’nin Şemail’inden naklen ilgili ayetin tefsiri) Peygamberimizin bildirdiğine göre yüce Allah, âhirette herkesi âhirete özgü ve bizim mahiyetini tam anlamı ile bilemeyeceğimiz bir biçimde yeniden yaratacaktır: "Cennet ehli, genç, kılsız, tüysüz ve yaratılıştan sürmelidir. Gençlikleri bitmez, Ölümsüzdür." (Dârimî, Rikâk, 104; Tirmizî, Cennet, 8), "Cennete girecek ilk grup, Ay’ın dolunay gecesindeki durumu gibi parlak olacak, ikinci grup gökyüzünde- ki parlak yıldızların en parlağı gibi olacaktır." (Müslim, Cennet, 14-17; Tirmizî, Cennet, 5, 7); "Cennet ehli cennette yer, içer fakat (dünyada olduğu gibi) küçük- büyük abdestleri olmaz ve süm- kürmezler." (Müslim, Cennet, 19; Dârimî, Rikâk, 102, 104), "Bir melek, cennet ehline; sürekli sağlıklı kalmanız ve ebediyyen hasta olmamanız sizin hakkınızdır; daima genç kalmanız ve ebediyen ihtiyarlamamanız sizin hakkınızdır; daima nimetler içinde olmanız ve ebediyyen sıkıntı çekmemeniz sizin hakkınızdır" diye duyurur." (Müslim, Cennet,
22; Dârimî, Rikâk, 103) "Önlerinde ve arkalarında nurları vardır." (Hadîd, 12)
Kâfirlerin ise gözleri düşkündür, yüzleri kapkara ve toz toprak içindedir, (Kalem, 43; Abese, 38-41; Ğaşiye, 2); boyunlarına demir halkalar geçirilmiştir, o halkalar çenelerine dayanmıştır, bu sebeple kafaları kasılmış durumdadır, (Yasin, 8); azı dişleri Uhud dağı kadar büyüktür, dilleri bir- iki fersah yerlerde sürünür, derilerinin kalınlığı kırk iki arşındır, (Tirmizî, Sufatü’l-cehennem, 3-4) derileri cehennemde yandıkça yenileri yaratılır. (Nisa, 56)
Ayet ve rivayetlerden anlaşılan o ki; âhirette insanlar dünyadaki beden yapılarından farklı olacaklardır. Âhirette görme, işitme ve konuşma engelli olunacak mı? Kur’an’da bu hususu ifade eden ayetler vardır. Bu yazımızda bu konu ile ilgili ayetlerden birini tahlil etmeye çalışacağız: "Allah kimi doğru yola iletirse işte o, doğru yolu bulmuştur. Kimi de sapıklıkta bırakırsa, böyleleri için onun dışında dostlar bulamazsın. Onları kıyamet günü yüzüstü körler, dilsizler ve sağırlar olarak dirilteceğiz. Varacakları yer cehennemdir. Cehennemin ateşi dindikçe, onlara çılgın ateşi artırırız." (Isrâ, 97)
Ayette üç hususa vurgu yapılmaktadır:
1. İman veya inkâr etmede kul kendi iradesi ile hareket etmekle birlikte, insanlara hidayeti lütfeden yüce Allah’tır. Bir kul iman etmek isterse Allah bu kulun iman etmesine engel olmaz. "Eğer inkâr ederseniz şüphesiz ki Allah, sizin iman etmenize muhtaç değildir. Ama kullarının inkâr etmesine razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizin için buna razı olur." (Zümer, 7) anlamındaki ayet, bunun açık delilidir. Tahlil ettiğimiz ayette olduğu gibi, Kur’an’da birçok ayette hidayete erdirme ve sapıklıkta bırakma Allah’a izafe edildiği gibi hidayete erme veya sapıklıkta kalma veya sapıtma insanın kendisine de izafe edilmiştir. "(Ey Peygamberim!) Biz sana Kita- bı/Kur’an’ı insanlar için, hak olarak indirdik. Kim doğru yola girerse, kendisi için girmiş olur. Kim de sapıklıkta kalırsa/saparsa, ancak kendi aleyhine sapar. Sen onlara vekil (onlardan sorumlu) değilsin." (Zümer, 41) anlamındaki ayet, bu hususu açıkça ifade etmektedir, iki grup ayetler birlikte değerlendirildiği zaman, Allah’ın dilediğini hidayete erdirdiği, dilediğini de sapıklıkta bıraktığı, ancak kullarından hidayete ermek veya sapıklıkta kalmak isteyenlere de engel olmadığı anlaşılır.
2. Kâfir olarak ölenler kıyamet günü yüz üstü, görme, konuşma ve işitme engelli olarak diriltilir.
Ayette geçen ’"alâ vücûhi- him / yüz üstü" ifadesi, kâfirlerin süratle cehenneme sevk edileceklerini ifade ettiği gibi, yüz üstü sürünerek cehenneme götürüleceklerini de ifade eder. Bir sahâbî, "Ey Allah’ın Elçisi! Kıyamet günü kâfir yüz üstü nasıl diriltilir? diye sorar. Peygamberimiz de, "Dünyada iki ayak üzerine insanı yürütmeye gücü yeten Allah’ın, kıyamet günü yüz üstü yürütmeye gücü yetmez mi?" karşılığını verir. (Müslim, Sı- fatü’l-kıyâme, 54)
Bu ayette kâfirlerin yüz üstü yürümelerinin dışında görme, konuşma ve işitme engelli olarak diriltilecekleri de bildirilmektedir. Tâhâ suresinin; "Her kim de benim zikrimden/Kur’an’dan yüz çevirirse/hak dini kabul etmezse, mutlaka ona "geçim darlığı/sıkıntılı bir hayat/kabir azabı" vardır. Bir de onu kıyamet gününde görme engelli olarak diriltiriz. O; "Rabbim! Ben dünyada gören bir kimse olduğum halde, niçin beni görme engelli olarak dirilttin?" der. Allah, "Evet, öyle, ayetlerimiz sana geldi de sen onları unuttun/inkâr ettin, aynı şekilde bugün de sen unutuluyorsun/nimetten mahrum bırakılıyorsun" der. Haddi aşan ve Rabbi’nin ayetlerine iman etmeyenleri işte böyle cezalandırırız. Şüphesiz âhiret azabı daha şiddetli ve daha kalıcıdır." anlamındaki 124127. ayetlerinde, kâfirlerin dünyada gördükleri halde, kıyamet günü görme engelli olarak diril- tileceği açıkça bildirilmektedir.
Ayetlerde görememe, konuşamama ve duyamama gerçek anlamda mı yoksa mecazî anlamda mıdır? Tefsir kitaplarına baktığımız zaman her iki anlamı verenlerin de olduğunu görüyoruz. (meselâ bk. Taberî, IX, 16/225 vd. Kurtubî, XI, 259 vd) Kur’an’da "umy" (görme engelli), "bükm" (konuşma engelli) ve "summ" (işitme engelli) kelimeleri hem hakiki anlamda, hem de mecazî anlamda yani gerçeği görememe, konuşmama ve duymama anlamında kullanılmıştır. Acaba âhirette hangi anlamda kullanılmıştır? Konu ile ilgili ayetlere baktığımız zaman âhirette kâfirlerin göreceği, duyacağı ve konuşacağını öğreniyoruz. Meselâ "Suçlular (kıyamet günü) cehennem ateşini görünce, onun içine düşeceklerini iyice anlayacaklar ve ondan kurtuluş yolu da bulamayacaklardır." (Kehf, 53) anlamındaki ayette kâfirlerin görecekleri, "Kimlerin tartıları hafif gelirse, işte onlar da kendilerini ziyana uğratanların ta kendileridir. Onlar cehennemde ebedî kalacaklardır. Ateş yüzlerini yalar ve onlar orada sırıtır kalırlar. Allah, "Ayetlerim size okunuyordu da siz onları yalanlıyordunuz, değil mi?" der. Onlar da şöyle derler: "Ey Rabbimiz! Biz azgınlığımıza yenik düştük ve sapık bir toplum olduk. Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer (tekrar günaha) dönersek, şüphesiz kendimize zulmetmiş oluruz." Allah; "Aşağılık içinde kalın orada, artık benimle konuşmayın!" der" (Müminûn, 103-108); "Hayır, onlar/kâfirler, kıyameti yalanladılar. Biz ise o kıyameti yalanlayanlara çılgın bir cehennem ateşi hazırlamışızdır. Bu ateş onları uzak bir mesafeden görünce, onun öfkesini ve müthiş uğultusunu işitirler. Elleri boyunlarına bağlanmış, çatılmış olarak cehennemin daracık bir yerine atıldıkları zaman orada, yok olup gitmeyi isterler. (Kendilerine,) "Bugün bir kere yok olmayı istemeyin, birçok kere yok olmayı isteyin (denir)." (Furkân, 11-14); "Rablerini inkâr edenler için cehennem azabı vardır. Ne kötü varılacak yerdir orası! Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı korkunç uğultuyu işitirler. Neredeyse cehennem öfkeden çatlayacaktır! Oraya herhangi bir topluluk atıldıkça oranın bekçileri onlara, "Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?" diye sorarlar. Onlar da şöyle derler: "Evet, bize bir uyarıcı gelmişti. Fakat biz onu yalanlamış ve ’Allah hiçbir şey indirme- miştir. Siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz’, demiştik; eğer (dünyada) Peygambere kulak vermiş/hak sözü dinleseydik veya aklımızı kullanmış olsaydık, şu alevli ateştekilerden olmazdık." İşte böylece günahlarını itiraf ederler. Artık alevli ateştekiler, Allah’ın rahmetinden uzak olsun!" (Mülk, 6-11) anlamındaki ayetlerde duyacakları ve konuşacakları açıkça bildirilmektedir. Kur’an’da çelişki bulunmadığına göre, acaba iki grup ayet nasıl anlaşılacak? Buna iki şekilde cevap vermek mümkündür. Biri kâfirler görme, işitme ve konuşma engelli olarak diriltilirler, sonra görme, işitme ve konuşma yetenekleri kendilerine iade edilir veya cehenneme girince görme, işitme ve konuşma engelli olurlar, (bk. Kurtubî, X, 333) Diğeri görme, işitme ve konuşma engelliliği mecazî anlamdadır. Kâfirler; sevindirecek şeyleri göremez, duyamaz ve kendilerini ibra edecek delil ile konuşamazlar. Birçok müfessir bu yorumu tercih etmiştir, (bk. Taberî, IX, 16/229 vd. Kurtubî, XI, 333, XII, 154; Beydâvî, IV, 227)
3. Dünyada gerçekleri görmeyen, duymayan ve konuşmayan kâfirler, âhirette misli ile cezalandırılacaklar, ebedî olarak cehennemde kalacaklardır. Cennet nimetlerini göremeyecek, tadamayacak ve cemâlulla- hı müşâhede edemeyeceklerdir. Cehennemin ateşi dindikçe, çılgın ateşleri artırılacaktır. Yiyecekleri zakkum ve dikenli bitki, içecekleri kaynar su ve irin olacaktır. (bk. Kehf, 29; Vakıa, 51-54; Nebe’, 25; Ğaşiye, 4-8)
Tahlil ettiğimiz ayetten sonra gelen ayette cehenneme atılma gerekçesi şöyle beyan edilmektedir: "Bu, onların cezasıdır. Çünkü onlar ayetlerimizi inkâr ettiler ve, "Biz bir yığın kemik, bir kırıntı ve döküntü olduktan sonra mı yeniden bir yaratılışla diriltilecekmişiz, biz mi?" dediler."