Makale

DIN VE EĞITIM

DIN VE EĞITIM

Doç. Dr. Ahmet ÇAPKU Kırklareli Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi

İklim kuşaklarının etkisi, mizaç teorileri, genetik yapı, çevre faktörü, beslenme biçimleri, ila-hî takdir/kader gibi hususlar dikkate alındığında insanın eğitilebilir bir varlık olup olmadığı tartışmasını bir kenara bırakıyor ve İbn Miskeveyh’in (ö. 1030) bakışıyla insan eğitime müsait bir varlık olmasa idi peygamberlerin gönderilmesi abes olurdu diye düşünüyoruz. Tarihsel ve gündelik tecrübe, eğitim kurumlarının süregelen varlığı, insan doğasının sürekli daha iyiye/mükemmele yönelişi, eğitimin fiilen imkânına işaret eder. “Herkes kendi mizaç ve meşrebine göre (şâkile) iş yapar.” (Bekir Sadak, “Herkes yaratılışına göre davranır”; H. Basri Çantay, “Her biri kendi aslî tabiatına göre hareket eder”; S. Ateş, “Herkes kendi karakterine göre hareket eder.”) (İsra, 17/84.), “Her kim ne için yaratılmış ise o iş ona kolay gelir.” (Buhari, 82/Kitabu’l-Kader, 2.)
gibi nassa dayalı veriler yaratılıştan getirilen belli yatkınlıkları gösteriyor olsa da bu durum, insanın eğitilebilir varlık olmasına engel teşkil etmez.
Din, akıl sahibi kişilerin kendi iradeleri ile onları dünya ve ahirette kurtuluşa götüreceğine inandıkları ilahî bir kanundur şeklinde kabul görmüş olsa da İbn Halduncu (ö. 1406) bakışla o, en yüce hayrın kendisiyle gerçekleştiği ilke ve kurallar bütünü iken (bkz. Görgün, Tahsin, “İbn Haldun”, -Görüşleri-, DİA, 19/549.), İbn Kemal’in (ö. 1536) perspektifinde din, insanın süfli âlemden ulvi âleme yükselebilmesinin yolunu gösteren bütünlükçü değerler sisteminin adıdır. (bkz. Alper, Ö. Mahir, Varlık ve İnsan, İst., 2010, Klasik Yay., s. 98.) Peygamberleri eğitim konusunda önde gelen muallimler olarak kabul edersek, bu durumda inanç ve ahlak (iman ve salih amel) gibi iki önemli husus karşımıza çıkar. İnsan düşünen canlı olması itibarıyla varlığa dair bilgi edinir. Bu bilgi harici ve dâhili idrak yetileri yanında akletme yeteneğini muhtevidir. Bunlara ilham ve vahyi ilave edebiliriz. Dinî bilgiyi getiren peygamberlerin tebliğ ve temsil gibi iki önemli tavrından söz edilebilir. Tebliğin sağlıklı şekilde işlevsel olabilmesi için temsilin önemli olduğunu izaha gerek yoktur. Hz. Muhammed, peygamber olmadan önce ‘el-emin’dir. Peygamberimizin tebliği ve getirdiği din, denilebilir ki, onun bu vasfı üzerine inşa edilmiş gibidir.
Kur’an, Hz. Muhammed’in yüce bir ahlaka sahip olduğunu (Kalem, 68/4.) ve İslam toplumu için örneklik teşkil ettiğini (Ahzab, 33/21.) ifade eder. Bir Müslüman için (özellikle) din eğitiminde örnek kişinin Hz. Muhammed kabul edilmesi, onun hayatının doğru şekilde bilinmesini gerekli kılar. Eğitim konusu, başta kişinin kendi nefsi olmak üzere insanın en yakınlarından itibaren etrafa yayılan ve Farabi’nin (ö. 950) düşüncesinde olduğu üzere erdemli toplumu (medine-i fazıla) oluşturmayı hedefleyen çabayı içerir. Hz. Peygamber dönemine asr-ı saadet (mutluluk çağı) denilmiş olması, o dönem insanın bilgi ve ahlak donanımlarının kemal seviyesi ile ilgilidir. Bu açıdan erdemli toplum hayali ve arzusunun din ve eğitim ile ilgisi vardır. Zira Farabi’nin siyaset anlayışına göre başında hikmeti kuşanmış bir filozofun olmadığı toplum erdeme ulaşamaz. Demek ki, sözü edilen yönetici hem dinî hem akli verileri en iyi şekilde bilen ve uygulayan biri olmalı ki, doğru bilgi ve güzel ahlakı tebliğ ve temsilde sorun olmasın.
Hz. Peygamber ve dönemine din ve eğitim açısından bakılınca görülür ki, bir din olarak İslam, inanç noktasında insanlara herhangi bir baskı uygulamamıştır. (Bakara, 2/256.) Bu açıdan dileyen inanmış, dileyen inkâr etmiştir. (Kehf, 18/29.) İnanan ise inandığı şeyin ne olduğunu öğrenmek sorumluluğunu üstlenmiş kişidir. Dolayısıyla el-emin olan peygambere güven/inanç ile yola çıkan sahabe, aklen anlamakta zorlandığı konuları çekinmeden sormuş, akıl danışmış, meselenin kendilerine izah edilmesini talep etmiştir. Özellikle Hz. Peygamber dönemi Araplarının, kolay kolay inanmayan ve kılı kırk yaran insanlar olduklarını dikkate alırsak (bkz. İsmail Fennî, Kitab-ı İzâle-i Şukûk, İst. 1928, Orhaniye Matb., sf. 72.) gerek dinî gerek dünyevi pek çok konuda Hz. Peygamber’e sorular sorduklarını, özellikle dünyevi konularda eleştirel bir akletme metodu ile hareket ettiklerini görürüz.
Dini anlatma ve öğretme noktasında Hz. Peygamber’in, insanların akli ihtiyaçlarını gidermede onlara izahlar getirdiğini, eşlerine ve çocuklar/ın/a fevkalade müsamahakâr olduğunu, eğitim ve şiddetin bir arada olmamasına özen gösterdiğini, insan eğitiminin uzun soluklu büyük bir özveri ve sabır gerektirdiğinin bilincinde olduğunu ve her bir sahabenin peygamber terbiyesiyle eğitildiğini göz önünde tutmak gerekir. Bu açıdan her bir insan biriciktir ve özeldir. Aynı şekilde erdemli toplum konusunda İslam’da eğitimin tabandan tavana olacak şekilde pratize edilmiş olduğu söylenebilir. Bir başka önemli husus ise, ashab-ı suffe örneğinde olduğu gibi eğitim sadece okul-hoca-talebe üçgeninde örgün biçimde şekillenen bir yapı değil aksine aile, siyaset, ticaret, askerlik, sanat gibi hayatın hemen her alanını içerecek şekilde yaygın eğitim olarak da örgütlenmiştir. Çünkü Hz. Peygamber’in hayatında sözü edilen durumların hepsinin yerinin olduğunu biliyoruz. Buna göre ilim, eğitim, kemale erme çabası beşikten mezara kadar uzanan bir süreci içerir.
Eğitimde bilgi donanımı açısından hocanın durumu ve duruşunun ayrı bir yeri vardır. Hoca eğer ki, hakikati anlatma konumunda biri ise en başta bilgi ve ahlak açısından güvenilir (emin) biri olmalıdır. Hocanın taşıdığı bilgi insani yetiler çerçevesinde güvenilirlik vasıflarını taşıması yanında onun ahlak açısından da bilgiyi kötüye kullanmayacak bir kişilik sahibi olması beklenir. Bilgiyi kötüye kullanmak şayet şeytanın alamet-i farikası ise hoca olan kişi bu noktada her açıdan güvenilir olmalıdır. Günümüzde hoca/öğretmen merkezli bir eğitim modelinin tartışılıyor olması, bilginin sadece öğretmek şeklinde değil onun ne şekilde pratize edildiğini görmekle de ilgisi hasebiyledir. Bu açıdan temsil, tebliği öncelemiş olmaktadır. Nitekim bunu Hz. Peygamber’in hayatında görmek mümkündür kanısındayım.
Vahiy ve akıl temelli bilgi, insanın kendisini, hayatı, tabiatı ve Yaratıcıyı anlaması, tanıması açısından verilmiş birer nimettir. Öyle anlaşılıyor ki, vahiy verileri, genelde aklın sağlıklı şekilde bilgi ediminde zorlandığı alanlarda bilgi sunarken akıl daha çok mantığın işlediği alanda güvenilir bilgiye ulaşır. Gazali’nin bakış açısıyla akıl şehadet (fizik) âlemi, vahiy ise daha çok gayp/melekût (metafizik) âlemin tanınması ve tanziminde ön plana çıkar. Şu kadar var ki, İbn Sina’nın ansiklopedik eseri eş-Şîfâ’nın içeriğinde de görüleceği üzere ilimler, mantık biliminden başlayarak tabiiyattan/(fizik) ilahiyata/(metafizik) uzanacak şekilde tanzim edilmiştir. Başka bir ifade ile mevcuttan Vücud’a gidilecek şekilde bir metot takip edilmiştir. Onun için fizik olmadan metafiziğin olmayacağı, başka bir ifade ile akli ve dinî verilerin bir arada olacak biçimde bilgi sisteminin inşa edildiği görülür. Öyleyse bugünkü eğitim ve öğretim sistemimizde bu hususun yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini düşünebiliriz. Bu anlayışın zıddına olacak biçimde gerek akli gerek vahyi verilerin tek taraflı olarak öğretilmesi ve bunların ideolojiye, bozuk inanç biçimlerine dönüştürülmesi neticesinde ortaya çıkan tablonun kişi ve toplum adına nasıl sıkıntılı durumlara sebebiyet verdiğini uzak ve yakın tarihimizde görmemiz mümkündür.
Hz. Peygamber, kendisine yöneltilen soruları olgunlukla karşılamış, doğru/haklı eleştirileri yerinde bulmuş, kendi dönemindeki yanlış inanış ve yaşama biçimlerini alabildiğine eleştirmiş ise din eğitiminde bunun dikkate alınması gerektiği açıktır. Dinî açıdan eğitim, talebeyi doğru bilgiye yöneltici, araştıran ve soruşturan bir zihniyetle donatıcı ve güzel ahlaka yöneltici nitelikte olmalıdır. Eğitimde metodun (usul) yeri ve önemi ayrı bir bahistir. Bundan yüz yıl kadar önce ‘Üniversiteli Gençlerle Bir Konuşma’sında Filibeli Ahmet Hilmi (ö. 1914) yeni bir metot olarak tahlil (analiz) metodundan bahsederken Gaspıralı İsmail Bey (ö. 1914) eğitimde usul-i cedide (yeni metot) yer vermiştir. Onun için din eğitiminde anlatım temelli bilgi aktarımını esas alan metot yerine günümüzde pek çok teknik unsurlardan istifade edilebilir. Şu hâlde bir muallim olarak Hz. Peygamber’in hayatının ve metodunun iyi bilinmesi, vahiy ve akıl verilerinin tebliğ ve temsil açısından doğru şekilde yerinde uygulanması, güncel imkânlardan istifade ile uygun yöntemlerin benimsenmesi din ve eğitim açısından gözden uzak tutulmaması gereken hususlardır düşüncesindeyim.