Makale

İRFAN MECLİSİ OLARAK “ÜSKÜDAR’DA BİR ATTAR DÜKKÂNI”

İRFAN MECLİSİ OLARAK “ÜSKÜDAR’DA BİR ATTAR DÜKKÂNI”

Hasan Eren Ulu

Osmanlı Devleti’nin Avrupa karşısında zamanla neden güçten düştüğüne yıllar boyu kafa yoranlar; gerileme nedenleri arasında, cehalete işaret kabilinden, okuryazar oranının düşüklüğünü göstererek istatistiki verilerle iddialarını kanıtlamaya çalışmışlardır. Oysa bilgi sahibi olmanın kestirme yollarından birisi de sohbet meclislerinden istifade etmektir. Süheyl Ünver, ‘Emir Sultan’ başlıklı kitaba yazdığı ön sözde, Jean Book’un “İnsan; yüzde yirmi okumakla, yüzde seksen sohbetle yetişir.” dediğini nakletmektedir.
Doğrusu Osmanlı kültür ve medeniyetinin temeli de sözlü kültüre dayanmaktaydı. Camide, konakta, kahvehane ya da bir attar dükkânında kurulan sohbet meclisi; dinleyenleri aydınlatmak için âdeta bir ‘akademi’ işlevi görmüştür.
Böylesi sohbet meclislerinde yetişen Sâmiha Ayverdi Hanımefendi, konuyla alakalı olarak “Osmanlı medeniyeti şifahi bir medeniyetti. Bu şifahi kültür nesilden nesile gürül gürül akar ve cehaleti sürüp götürürdü.” ifadesini kullanmıştır. Tıpkı onun dediği şekilde; yüzlerce kitaptan edinilen bilgi birikimi, bir arının bal özü toplayıp bal yapmak için çalıştığı gibi; ustaca, sohbete katılanların istifadesine sunulurdu. Bu yüzden bizim kültürümüzde sohbet meclisinin bir adı da ‘irfan meclisi’dir. Bilgiye kanat çırpanların kendilerini ve dünyayı tanıdıkları bir meclis…
‘Üsküdar’da Bir İrfan Meclisi’
Üsküdarlıların mazi ile bağ kurmasında önemli bir yeri olan yazımız konusu attar dükkânı, hem bir ticarethane hem de devrini aydınlatanların sık sık sohbetleriyle ısıttıkları bir irfan meclisi olma vasfını taşımıştı. Kubbealtı Lügatı’nda attar; güzel kokular, baharat, şifalı otlar ile iğne, iplik, kâğıt gibi ufak tefek ev eşyasının satıldığı yer olarak anlatılmaktadır.
Üsküdar’ı ve Üsküdar’daki attar dükkânını tüm renkleriyle anlatan Ahmet Yüksel Özemre Hoca; Üsküdarlıların attar kelimesini aktar olarak telaffuz ettiğini ve bu dükkânı işleten Bekir Efendi ile Saim Efendi’nin de Üsküdar’da “Aktar Hocalar” diye anıldığını söylemiştir.
Üsküdar’da Hâkimiyet-i Millîye Caddesi üzerinde, Mimar Sinan Hamamı’nın hemen hemen karşısında yer alan bu dükkânın İstanbul’un dört bir yanından gelen müşterilerce kabul görmesinin sebebi, belki de insani ilişkilere gösterilen özen olsa gerektir. Geçmişten bir sayfanın günümüze ‘değer yargısı’ olarak aktarılması gibi; bu ticarethanede, müşterinin hakkının geçmemesi için çok hassas davranıldığı öteden beri söylenmiştir. Misal vermek gerekirse; tartılması gereken malın darasının alınmasıyla yetinilmediği, tartılan malın daha ağır çekmesine dikkat edildiği; hatta baharat alacaklara, baharatın bayatlayınca kokusunu kaybedebileceği bu yüzden daha az almalarının lehlerine olacağı bile hatırlatılırmış.
Daha fazla para kazanmaya duyulan istek, demek ki ‘fütüvvet ahlakı’ ile böylece ahlaki bir çizgiye çekilebiliyordu attar dükkânında.
Üsküdar’a farklı bir hava katan bu küçücük fakat şirin dükkân neredeyse ağzına kadar dolu olmasına rağmen hafta sonları 7-8 kişinin toplanıp sohbet ettiği bir meclis hâline dönüşürdü.
O dönemde Üsküdar’da benzer sohbetlerin tertip edildiği farklı sohbet meclisleri vardı elbette. İçlerinde Hacı Selim Ağa Kütüphanesi’nin büyük öneme sahip olduğu da bilinmektedir. Fakat Üsküdar Mevlevihanesi’nin son şeyhi Ahmet Remzi Akyürek’in müdürlüğünü üstlendiği bu kütüphanedeki sohbet meclisi bile ‘Aktar Hocalar’ın dükkânına uğrayanlar kadar geniş bir kitle oluşturamamıştır.
Peki attar dükkânına kimler gelirdi?
Ahmet Yüksel Özemre Hoca’ya kulak verelim:
“Buraya Rufaî Şeyhi Sarı Hüsnü Efendi, Sandıkçı Dergâhı Şeyhi Haydar Efendi, Eşref Ede, Özbekler Tekkesi Şeyhi Necmeddin Özbekkangay, Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Câmiî Başimamı Nâfiz Uncu, Necmeddin Okyay, Osmanlı hânedânının son müezzinbaşısı Hâfız Muhiddin Tanık, Abdulbâki Gölpınarlı, Hâfız Âma Tevfik, Ressam Hoca Ali Rıza Bey gelirdi.”
Bir de bu irfan meclisinden yetişenlere göz atalım:
Mustafa Düzgünman, Ahmet Yüksel Özemre, Niyazi Sayın, Sacit Okyay, Nezih Uzel, Ali Alpaslan, Uğur Derman, Güngör Şatıroğlu gibi çok kıymetli isimler ‘Attar Dükkânı’ndaki bu irfan meclisinde yetişmişlerdir.
Hemen burada yine Sâmiha Ayverdi Hanımefendi’nin naklettiği bir konuya dikkat çekmeliyiz: Bağdat Müftüsü Zevahi, geniş bilgi birikimine rağmen neden kitap yazmadığını soranlara ‘Öğreticiliğim beni yazı yazmaktan alıkoydu. Ama pişman değilim. Talebelerimin mecmuundan öyle bir eser meydana getirdim ki bunların her satırı, ilim adına bir müelliftir.’ cevabını vermiştir.
Üsküdar’daki attar dükkânında oluşturulan sohbet meclisinde öğretici konumda olanlar, Zevahi’nin dediği gibi; öyle şahsiyetlerin yetişmesine vesile olmuştur ki kültür tarihimize dair büyük bir kırılmanın önüne geçilebilmiştir.
Neyzen Niyazi Sayın da bu attar dükkânında kavuştuğu maddi ve manevi müktesebata dikkat çekmek için “Biz bu dükkândan geçmemiş olsaydık şimdi yedi dükkân süprüntüsünden beter olurduk.” demiştir.
Yarım asırdan uzun bir süre Üsküdar’ın kültür hayatına etki eden attar dükkânı zamanın başkalaşması, insan profilinin değişmesi nedeniyle ne yazık ki 1991 yılında kapandı.
Attar dükkânında kurulan irfan meclisi olmasaydı; Yahya Kemal’in “Fethi gören Üsküdar” diye övdüğü Üsküdar’ın büyük bir yönü eksik kalacaktı…
Nafiz Uncu Hoca
Attar dükkânının müdavimlerinden ve ‘Aktar Hocalar’ın dostlarından olan Nafiz Uncu; Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Camii’nin başimamıdır. Ahmet Yüksel Öz-
emre’nin “Üsküdar’ın Üç Sırlısı” başlıklı kitabında Nafiz Hoca’nın gençliğinde İstanbul’daki hafızları kıskandıracak kadar güzel bir sese ve musiki bilgisine sahip olduğu yazmaktadır. Zamanın meşhur hafızlarından İdris Efendi’nin kızının Ayasofya Camii’nde hafızlık icazetini aldığı merasimde, Nafiz Hoca’dan Kur’an-ı Kerim okuması istenilir. Hoca, Kur’an okurken camide kendinden geçip çığlık atanlar, bayılanlar olur. Gel zaman git zaman; Nafiz Hoca Ayasofya Camii’nde mukabele okurken halk, akın akın camiye gelir. Fakat bir müddet sonra Nafiz Hoca’nın nefsinde ortaya çıkan benlik onu rahatsız eder. Bunun sebebinin, güzel sesi ve halkın kendisine ilgi göstermesi olduğunu düşünerek pişman olur. Benliğini öldürmek, enaniyetinden kurtulmak için Allah’tan bu güzel sesi kendisinden almasını ister, dua eder; duası kabul olunur ve ertesi güne kısık, çatlak ve boğuk bir sesle uyanır.
Necmeddin Okyay Hoca
Attar dükkânının bir diğer müdavimi Necmeddin Okyay Hoca’dır. Necmeddin Hoca, Üsküdar’daki Gülnuş Valide Sultan Camii’nde imamlık yapmasının yanı sıra birçok sanat dalında ihtisas kazandığı için kendisine ‘hezarfen’ denilmiştir. Necmeddin Hoca; Özbekler Tekkesi Şeyhi Edhem Efendi’den ebru sanatını, Sultan Abdulaziz’in Okçubaşısı Seyfeddin Bey’den kemankeşliği, bunların yanı sıra hattatlığı, ciltçiliği öğrendi. Ebru sanatında daha ileriye giderek kendi adı ile anılacak çiçekli ebrular yapmayı başardı. Evinin bahçesinde yetiştirdiği güllerin namı İstanbul’da yayılan Necmeddin Hoca’nın yaklaşık 400 çeşit gül yetiştirdiği ve bunların isimlerini de tek tek bildiğini Mehmet Şevket Eygi Bey nakletmektedir.
Mustafa Düzgünman
‘Aktar Hocalar’dan Saim Efendi’nin oğlu olan Mustafa Düzgünman, özellikle ebru sanatındaki kabiliyeti ile ön plana çıkmıştı. Ebrunun yanı sıra eski tarz cilt yapımı ve tespihçilikle de uğraşan Mustafa Düzgünman’a, annesinin dayısı olan Necmeddin Okyay özel ilgi göstermişti.
Henüz 20’li yaşlarının başında yaptığı ebrular Güzel Sanatlar Akademisi’nde açılmış olan yıl sonu sergisinde sergilenmiş ve sergiyi gezen İsmet İnönü, Mustafa Düzgünman’ın eserleri karşısında hayranlığını ifade ederek kendisini tebrik etmişti.
Üsküdar’da yoğun şekilde ziyaretçi akınına uğrayan Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri’nin türbedarlığını yaklaşık çeyrek asır kadar yapan Mustafa Düzgünman’a dair Uğur Derman Bey şöyle bir hatıra nakletmektedir: Mustafa Düzgünman, hayatının son yıllarını süren Necmeddin Okyay Hoca’ya yaptığı bir karanfil ebrusunu hediye eder. Hoca, o kadar memnun olur ki; o anda, Mustafa Düzgünman’ın Hüdayi Hazretleri’ne bağlılığını ifade edecek şekilde:
“Hüdâyî türbedârı Mustafa Bey kârı bu ebrû
Kopartıp koklamak ister, gören her bir zen-i hûb-rû*”
beytiyle cevap verir.
* Zen-i hûb-rû: Güzel yüzlü hanım
Ahmed Yüksel Özemre
73 yıllık hayatını Üsküdar’ın geçmişten gelen değerlerini tanıtmaya vakfeden Ahmet Yüksel Özemre Hoca zamanını aşan öyle bir isimdi ki tıpkı İbnü’l-Emin Mahmut Kemal İnal gibi:
“Hezar gıpta o devrin kadîm efendisine
Ne kendi kimseye benzer ne kimse kendisine”
beytini hak edecek bir yaşam sürmüştü.
“Üsküdar’da Bir Attar Dükkânı” başlıklı kitabında bu irfan meclisine 53 sene hizmet ettiğini yazan Ahmet Yüksel Özemre, Türkiye’nin ilk atom mühendisi olmasının yanı sıra kültür tarihimize dair birçok kitaba imza atmış tam bir devr-i kadim efendisiydi. Üsküdar’da “Son
Osmanlı Beyefendisi” olarak anılmasının sebebi de budur.
Ahmet Yüksel Özemre, olağanüstü denilebilecek bir hafıza gücüne sahipti. Böylece çocukluğunda tanıdığı Üsküdar’ı, o dönemin isimlerine dair anekdotları sıcacık üslubu ile anlatarak kaybolmaktan kurtardı.