Makale

OSLO NOTLARI

OSLO NOTLARI
Doç. Dr. Fatih ERKOÇOĞLU | Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi

29 Nisan-1 Mayıs 2017 tarihleri arasında Vikingler’in ülkesi Norveç’te idim. Aslında yıllar önce arkadaşım Mehmet Altuntaş orada iken kendisini ziyaret etmeyi çok istemiş, fakat uygun bir vakit bulamamıştım. Bir hafta önce görüştüğüm arkadaşım Mehmet bu süre zarfında daha kuzeye, önemli fiyordların ve Bergen kentinin olduğu bölgeye gidemeyeceğimi söylemişti. Bundan dolayı da bu yolculuğumu sadece Oslo ile sınırlı tuttum.
Yolculuğumdan sadece bir ya da iki ay önce THY’den promosyon biletimi almıştım. Cuma günü sabah İstanbul’dan uçağa binmiş, takriben üç buçuk saat sonra Oslo Gardermoen Havalimanı’na inmiştim. Schengen Bölgesi’nde serbestçe seyahat etme hakkına sahip olan Norveç, Avrupa Birliği üyesi değildi. Bundan dolayı da havalimanında euro bozdurarak Norveç kronu almak istedim. İlk etapta bir miktar bozdurmayı düşündüm, zira havalimanları her zaman para bozdurmak için pahalı oluyordu. 100 euro’da 50 kron komisyon alındı. 1 euro 8.32 kron olup, gerisini siz hesap ediniz. Ülkeye girer girmez ilk golü yemiştim. 93 krona şehir merkezine gidecek trene bindim. 20 dakika sonra merkez istasyonunda idim. Burada da bir banka şubesinde 200 euro bozdurdum. Bu sefer 100 kron komisyon alındı. Daha işimiz vardı.
İstasyondan çıkıp etrafı gezerken şehir bana oldukça sakin ve sessiz göründü. Doğru düzgün insan bile yoktu. Sahile gittim. Hava kapalı idi. Norveçliler sahili doldurarak yeni binalar yapıyorlardı. Her yerde inşaat alanı dikkat çekiyordu. Bavulla fazla hareket etme imkânım yoktu. Haritadan otelimin yerini, Mehmet Altuntaş arkadaşımın daha önce görev yaptığı Türk Camii’nin yerini görmüştüm. Bu yeri bulmam hiç de güç olmadı. Aynı caddede iki cami vardı. Yalnız ilk önce Pakistanlıların camisine gitmişim. Arkadaşın biri sağ olsun, Türklerin camisine kadar bana eşlik etti. Namaz henüz bitmiş olmalıydı. Camii odasında Musa Gelici Hoca ile aynı zamanda Oslo Türk Derneği Başkanı olan Yılmaz Kutluca Bey ile tanıştık.
Musa Bey, hemen karşıda yer alan Türklere ait Şifa Lokantasında bir çorba ikram etti. Akabinde yine orada tanıştığımız Abdullah Bey’le otelime kadar eşlik ettiler. Storgata Caddesi üzerinde bulunan otelimi internetten bulmuştum. Norveç’in oldukça pahalı bir ülke olması bir yana otelimin fiyatı oldukça makuldu. Üç gece kalacağım Anker Otel, şehir merkezine ve aynı zamanda Türk Camii’ne de çok yakın bir mesafede idi. Odam 5. katta bulunuyordu. Küçüktü, fakat rahat ve bir o kadar ferahtı. Manzarası da fena değildi. Küçük bir dere geçiyordu, ağaçların arasında bir kilise çan kulesi görünüyordu. Derenin etrafı mesire yeri gibi düzenlenmiş, insanlar spor yapıyorlardı. Otele gelirken de bu derenin bir kısmını görmüştüm. Dere yer yer apartman binalarının yanından akıyordu. Ama bizim bir zamanlar Hacı Bayram’ın eteklerinden akıp giden Hatip Çayı’na yaptığımız gibi yer altına indirilmemiş, modern yaşamın hizmetinde, beton binaların arasında bir vaha misali yerini alıyordu.
Oslo’da tuvalet girişlerinde bile post cihazı görünce, kredi kartı kullanımının oldukça yaygın olduğunu fark etmiştim, fakat Musa Bey ve Abdullah Bey artık euro bozdurmamamı, sadece kredi kartımı kullanmamı, bunun daha uygun olacağını söyleyince diğer günler harcamalarımı kredi kartı ile yaptım. En azından artık komisyon vermiyordum.
Ertesi günü ilk olarak merkez istasyonunda yer alan turizm bürosuna gittim. 595 krona iki günlük Oslo Pass aldım. İki gün boyunca ulaşım ve onlarca müze ücretsizdi. Artık zamanla yarışmaya başlamıştım. Girmem gereken çok sayıda müze bulunuyordu. İstasyonun önünden citysightseeing otobüsleri kalkıyordu. Bu esnada bunu da değerlendirmek istedim. Hemen bütün gezi noktaları, bu otobüslerin güzergahında yer alıyordu. 285 krona bir bilet aldım. Bu arada kredi kartı ile bu rakam. Eğer peşin para verirseniz, rakam 300 krona çıkıyordu. Görüldüğü gibi devletin ciddi bir şekilde kredi kartı kullanımını yaygınlaştırmaya çalıştığı fark ediliyordu. Hemen herşey kayıt altına alınıyor ve devlet bütün parasal işlemlerden ücretini alıyordu. Kara para başta olmak üzere usulsüz paraların sisteme dahil edilmesinin de önüne geçiliyor olmalıydı.
Otobüsle belirli bir güzergâhta bir tur attım. Oslo fiyordu içerisinde yer alan Frognerkilen körfezini dolaşarak Bygdaynes bölgesine ulaştık. Bu kısımda birbirlerine oldukça yakın bir mesafede birçok müze vardı. İlk günü tamamıyla buraya ayırdım. Yan yana üç adet denizcilikle ilgili müze sizi bekliyordu. İlk ziyaret yerim Kon-Tiki adı verilen ahşap sal üzerinde 1947 yılında Pasifik Okyanusu’nu geçerek büyük şöhret kazanan, Norveçli bilim insanı Thor Heyerdahl’ın (1914-2002) anısına yapılmış olan Kon-Tiki Müzesi idi. Bunun ardından kamıştan yapılmış olan Ra ve Tigris botları ile yapılan seferler takip etti. Bu müzede orjinal sallar ve tekneler ile Heyerdahl’ın kütüphanesi görülebilir, 30 metrelik bir mağara turu ile bir katil balinanın teşhir edildiği su altı turu yapılabilir.
İkinci müzemiz ise Fram Müzesi idi. Ortaçağlarda Endülüs’ten Hazar kıyılarına kadar dönemin önemli pek çok bölgesini ve şehrini yağmalayan Vikinglerin torunlarını, müteakip dönemlerde -her ne kadar denizcilik faaliyetlerini sürdürdükleri anlaşılsa da- daha çok kendi coğrafyalarının kuzeyine doğru yani kuzey kutbuna yönelik araştırma ve keşif faaliyetlerinde görmekteyiz. Bu araştırmalarda kullanılan bir geminin adı olan Fram, kuzey kutbu araştırmalarının hikayesini anlatan bir müzeye ev sahipliği yapmaktadır. Kon-Tiki ve Fram müzeleri, geleneksel Viking evleri gibi dik çatılı bir mekanın içerisinde değerlendirilmişlerdi. Bu müzeleri gezerken, daha önce New York’da ve Genova’da gördüğüm müze gemiler hatırıma geldi. Neden biz de Haliç’te ya da başka bir yerde bu şekilde bir gemi müze oluşturmuyoruz? Bir yerde okumuştum, rahmetli Ekrem Hakkı Ayverdi, Yeni Camii’nin Marmara denizinden gelen bir geminin Haliç’e dönüldüğünde görülmesi için yapıldığından bahsetmekte idi. Bu limana demirlemiş bir müze gemi İstanbul’a gelecek turistler için bir cazibe merkezi olabilecektir. Bu kısımdaki üçüncü ziyaret yerimiz ise Denizcilik müzesi idi. Deniz ve denizcilikle alakalı muhtelif tablolar, objeler ve gemi maketleri ile bir kütüphanenin yer aldığı bu müze de kısa sürede gezilebilir. Bu arada eğer Oslo Pass kartınız yoksa bu üç müzeye vereceğiniz ücret 300 kron olacaktı. Her halükarda Oslo Pass’ın, turistler için oldukça kullanışlı bir kart olduğu anlaşılmaktadır.
Dördüncü müzemiz ise buraya birkaç kilometre mesafede yer alan Viking Gemisi Müzesi’dir. Vikinglerin, gemileri ile geniş bir coğrafyada yağmalar yaptığından yukarıda bahsetmiştim. İşte bu müzede Oseberg, Gokstad, Tune ve Borre gemi mezarlığından bulunmuş, dünyanın en iyi korunmuş eşsiz eserleri sergilenmektedir. Bu gemilerin gömülmek için karaya çıkarılmadan önce okyanusa uygun gemiler olarak kullanıldıkları belirtilmektedir. Müzede ayrıca Oseberg’de bulunan bir tören arabası, at yuları, hayvan başlıkları gibi gemilerde bulunan bir kısım malzeme de teşhir edilmektedir. Takriben 10 dakika süren tanıtım filmi ise izlenmeye değerdi. Konuşmanın yer almadığı, görsel ve müzik eşliğinde Vikinglerin faaliyetlerini izleyiciye önemli detaylar ile sunmaktaydı. Öğrencilerim için bunu kaydetmiştim, fakat son kısmında makine otomatik olarak kapanmış ve gemilerin karaya çekilip, üzerlerinin toprakla örtüldüğü kısmını kayıt altına alamamıştım. Müze’nin satış yerinden Vikingler hakkında Gareth Williams’ın The Viking Ship, James Graham-Campbell’in Viking Art, Marianne Vedeler’in Silk for the Vikings, Jayne Carroll, Stephen H. Harrison, Gareth Williams’ın birlikte hazırladığı The Vikings in Britain and Ireland ve Kon-Tiki isimli kitapları satın aldım.
Müzelerin kapanmasına fazla bir zaman kalmamıştı. Durakta bekleyen bir otobüse atladım ve fazla uzakta olmayan Norsk Folke Müzesi’ne gittim. Burası 1500’lü yıllardan günümüze Norveç yaşamına anlatan, günlük hayatın değişen objelerinin teşhir edildiği önemli bir açık hava müzesi idi. Altındağ Belediyesi’nin yaptırdığı Altınköy Açık Hava Müzesi genel itibariyle bir köy yaşamını bize anlatıyor. Bu müze ise hemen hemen 500 yıllık Norveç ve Semi kültürünü bize sunmaktadır. Bugün benim için oldukça verimli geçmişti. Tam beş müzeyi ucu ucuna gezebilmiş ve fotoğraflayabilmiştim.
Gezi sonrasında Türk Kültür Merkezi’ne gittim. Musa Hocam, akşamdan cemaatine bu akşam için bir sohbet olacağını söylemişti. Akşam namazlarını kıldıktan sonra, caminin hemen yanında yer alan Türklere ait lokalde bir vatandaşımızn sorusu üzerine şekillenen "İslâm ve Musiki" üzerine bir konuşma yaptım. Yatsı namazı sonrasında ise aynı lokalde Anadolumuzun muhtelif yörelerinden türküler okuduk. İki arkadaşımız saz çalıyordu. Ben de yer yer eşlik ettim ve saat ikiye doğru ancak sohbet ve müzik programımız bitmişti.
Pazar günü ise programım yine yoğundu. İlk olarak Vigeland Heykel Parkı’nı ziyaret ettim. Geniş bir park alanında, hayatın muhtelif vechelerinin temsil edildiği yüzlerce heykel teşhir ediliyordu. Parkın hemen yanında ise Oslo Şehir Müzesi bulunuyordu. Burası küçük bir mütevazı bir müze idi ve aynı zamanda ücretsizdi. Fazla durmadım, hiç vakit kaybetmeden kraliyet sarayına yakın bir yerde yer alan Tarih Müzesi’ne gittim. Müzeyi gezerken birkaç tane Somalili görevli ile karşılaştım. Amerika’da yaşarken evimi bir Somalili arkadaş ile paylaştığımdan, gördüğüm bir kişinin Somalili olup olmadığını hemen ayırt edebiliyordum. Hatta yıllar öncesinde "Somali Diasporası ile Minnesota" başlığından bir de gezi notu yayınlamıştım. Konuştuğum Somalililer’in, Türkleri çok sevdikleri ifadelerinden ve gözlerindeki ışıltıdan hemen fark ediliyordu. Unutmadan söyleyelim, Norveç’in nüfusu takriben 5 milyon ve bunun nerdeyse üçte birini yabancıların oluşturduğu belirtildi. Pakistanlılar, Somalililer ve Türkler benim kısa süreli gezimden yoğun olarak karşılaştığım Müslüman topluluklardı.
Oslo şehrinin kalesi olan 1300’lü yıllarda yapılmış olan Akershus Kalesi de ziyaret ettiğim önemli mekanlardandı. Herhalde şehir kalelerini en az değerlendiren milletler arasında birinciliği elimizde tutuyor olabiliriz. İçerisinde müzelerin yer aldığı ve sportif aktivitelerin yapıldığı hoş bir mekana dönüştürülmüş bu kale.
Dernek başkanımız Yılmaz Kutluca Bey, Oslo’nun 55 km güney batısında yer alan, liman ve nehir kenti olan Drammen’de bir kutlu doğum programının olduğunu söylemiş ve beni de davet etmişti. Türk kültür merkezinden bir otobüs yolcu ile hareket ettik.