Makale

DİNDE AŞIRILIK

DİNDE AŞIRILIK

Dr. Enver Kaan/ DİB Haseki Dini Yüksek İhtisas Merkezi Müdürlüğü

Dinde aşırılık, “el-legvu fi-ddin” ibaresinin karşılığı olarak Kur’an’da ve sünnette kullanılan bir ifadedir. Bu ifade ile kastedilen, nefsin arzu ve isteklerinin dinin gerçeklerinin önüne geçirilmesi yani enaniyetin hakikate galebe çalması ve dinin sağlam yolundan dönülmesidir. Bu ibarenin geçtiği ayete dikkatlice bakıldığında bu anlam görülecektir. Söz konusu ayette kitap ehli olanlara hitaben, “Dininizde hakkın dışına çıkmayın, haddi aşmayın daha önce sapıtan, birçoklarının da sapmasına sebep olan ve yolun doğrusundan uzaklaşan bir toplumun arzu ve isteklerine uymayın.” (Maide, 5/77.) buyurulmaktadır.
Kur’an’da önceki ümmetlerin aşırılıklarına, Meryem oğlu İsa’nın Hristiyanlarca Allah’ın oğlu kabul edilmesi (Nisa, 4/171.) örnek olarak verilmektedir.
Yine hadiste, dinde aşırılığın öncekileri helak eden bir anlayış olduğuna bu ibare ile dikkat çekilmiştir. Hz. Peygamber, “dinde aşırılıktan uzak durun” buyurarak ümmetini uyarmıştır. Bu uyarıdan anlaşılıyor ki önceki ümmetlerin başına gelen bu ümmetin başına da gelebilir. Bu ümmet de aşırılığa düşebilir. Böyle bir tehlike ihtimal dâhilinde olmasaydı Hz. Peygamber bu uyarıyı yapmazdı.
Dinde aşırılığın birtakım göstergeleri vardır. Bunların başında tekfir gelmektedir. Tekfir, Müslüman olduğu bilinen bir kişinin Müslüman olmadığını iddia etmektir. İslam’da tekfirin çok ağır sonuçları vardır.
Bilindiği üzere tarihte insanları ilk defa küfür ile suçlayanlar Hariciler olmuştur. Bugün İslam coğrafyasında ortaya çıkan kimi gruplar Haricilerin yolunu takip ederek Müslümanları tekfir etmekten çekinmemektedir. Bu grupların İbn Teymiyye’yi büyük bir âlim kabul ettikleri de bilinmektedir. İbn Teymiyye fetvalarının toplandığı “mecmuu’l-fetava” adlı eserinde kendisini takip ettiğini söyleyen bu kişilere cevap olabilecek nitelikte şu açıklamayı yapmaktadır:
“Ehlisünnetin temel ilkesi din ve imanın söz ve amel şeklinde olduğudur. İman itaat ile artar, masiyet ile azalır. Bununla birlikte onlar, ehlikıbleyi büyük günah işlemeleri sebebiyle Haricilerin yaptığı gibi küfür ile itham etmezler. İman kardeşliği büyük günah da olsa devam eder. Zira kısas ayetinde öldüren, kardeşi tarafından bağışlanmışsa kendisine örfe uymak ve bağışlayana güzellikle diyet ödemek gerekir buyrulmaktadır. Fasıktan iman ismi bil külliye alınmaz ve Mutezile’nin dediği gibi cehennemde kalmazlar.” (İbn Teymiyye, Mecmu’, III, s. 151.)
Kur’an’ın açık beyanına göre selam veren kişinin mümin olmadığı iddia edilemez. (Nisa, 4/94.) Bu bağlamda rivayet edilen bir hadiseye göre, kavminde kendisinden başka Müslüman olmayan Mirdas bin Nüheyk, bir seriyyenin geldiğini görünce önce saklanır. Sonra gelenlerin Müslüman olduklarını anlayınca saklandığı yerden çıkar ve onların tekbirlerine eşlik eder. Ancak Üsame bin Zeyt onun samimiyetine inanmaz ve onu öldürür. Olayı haber alan Allah’ın elçisi sinirlenir ve Üsame’ye onu neden öldürdüğünü sorar. Üsame, ya Rasulallah o korktuğu için tekbir getirdi, deyince Rasulüllah “Bunu nereden biliyorsun, kalbini yarıp baktın mı?” diyerek Usame’yi azarlar. (Hüseyin bin Mes’ud el-Bağavi, C: III, s. 94.)
Bu hadisenin bize verdiği ders, özellikle iman konusunda niyet okuması yapmadan sözün asıl kabul edilmesidir. Çünkü mümin olan birisini küfür ile itham etmek çok risklidir. Hz. Peygamber’in “Birisi kardeşine “ey kâfir” derse bu söz onlardan birisine döner.” (Müslim, İman, 60.) buyurmaktadır. Yani küfür ile itham edilen kâfir değilse söz sahibine döner.
Bir kişinin küfür ile itham edilebilmesi için, söylediği sözün veya sergilediği davranışın kendisini küfre soktuğunu bilmesi (İsra, 17/15.), küfre girmeye niyeti ve azminin olması (Ahzab, 33/5.) ve üzerinde her hangi bir baskının olmaması gerekir. Bu şartları bulundurmayan kimseye küfür damgası vurulmaz.
Dinde aşırılığın göstergelerinden bir diğeri, Müslüman topluma ve lidere başkaldırmaktır. İslam âlimleri, zalim olan veya masiyet içinde bulunan birisi de olsa Müslüman devlet başkanına karşı gelmenin doğru bir davranış olmadığını söylemişlerdir. Buna Hz. Peygamber’in “Emirinde kerih olan bir şey gören sabretsin, sabretmez ve bu hal üzere ölürse cahiliye ölümü üzere ölür.” (Buhari, Fiten, 7054.) hadisini delil olarak göstermişlerdir. Müslüman tebaanın devlet adamları ile ilişkilerini belli ölçülere bağlayan İslam âlimleri, marufta yani kamu aklının kabul ettiği ve meşru gördüğü hususlarda devlete ve devlet yetkililerine itaat edilmesi (Nisa, 4/59.), nezaket ölçüleri çerçevesinde saygı gösterilmesi (Ebu Davud, Edep, 4943.) ve usulüne uygun bir şekilde gerekli uyarı ve tavsiyelerde bulunulması gerektiğini söylemişlerdir.
Masum kanı dökmenin mubah olduğunu kabul etmenin dinde aşırılığın başka bir göstergesi olduğunu söyleyebiliriz. Haricilerin, Habbab bin Eret’i ve hamile eşini, Hz. Osman ve Hz. Ali’nin kâfir olduğunu kabul etmedikleri için acımasızca öldürmelerini bunun en çarpıcı örneği olarak zikredebiliriz. Günümüzde aynı zihniyete sahip neo-Haricileri hem ülkemizde hem de yaşadığımız coğrafyada görmekteyiz.
Dinde aşırılığın diğer bir göstergesi ise yorumlardan uç olanını tercih etmektir. Malum olduğu üzere dinin kaynakları sınırlıdır. Buna mukabil olarak karşılaştığımız sorunlar her gün farklılaşmakta ve çoğalmaktadır. Bu da beraberinde dinde yorumu zorunlu kılmaktadır. İslam âlimleri tarafından yapılan yorumların bazısı toplumunun büyük bir kesimi tarafından benimsenirken diğer bazısı fazla rağbet görmemektedir. Çoğunluk tarafından benimsenen yorumu bırakıp uç olanını tercih etmek dinde aşırılığın bir başka göstergesidir.
Dinde aşırılığın bazı sebepleri vardır. Bu sebeplerin başında cehalet gelmektedir. Cehaleti bilgisizlik anlamında değil, bilginin farkında olmamak anlamında kullanıyorum. Çünkü günümüzde bilmeyen insandan daha ziyade bilginin farkında olmayan insanlar ile karşılaşmaktayız. Bunların ortak özellikleri bencil olmaları, sahip olduğu bilginin en doğru bilgi olduğunu düşünmeleri, farklılıklara tahammül edememeleri, duyduğu veya uydurduğu masal türü bilgileri değerli saymaları, korumaları ve başkalarına kabul ettirmeye çalışmaları, yeniliğe ve uzlaşıya kapalı olmalarıdır. En önemlisi ya da en tehlikelisi de hakikati kendi tekeline alarak kendisinin dışında herkesi dışlayan yapılar kurmaya çalışmalarıdır.
Dinde aşırılığın diğer bir sebebi ise gerçek âlimlerin peşinden gitmemektir. Günümüzde “âlim” kavramı tartışılan kavramlardandır. Yukarıda cahili bilmeyen değil, bilginin farkında olmayan diye tanımladığımız gibi, âlimi de bilen değil, bilginin farkında olan, bilgiyi doğru yerde kullanabilen diye tanımlamak gerekir. Bu anlamdaki âlimlerin amacı insanları Allah’a ve Hz. Peygamber’in yoluna davet olmalıdır. Bu amacı taşımayanların Allah’ın ve Rasulünün adını kullanarak kendi gruplarına ve ideolojilerine davet yaptıklarını görmekteyiz. Dini, siyaseti ve ekonomiyi kullanarak bir güç oluşturma peşine düştüklerini, yürüttükleri hizmetlerin zahirde yararlı ve verimli ama aslında gizli emellerini ve kirli bağlantılarını perdeleyen işler olduğuna şahit olmaktayız.
Dinde aşırılıktan kurtulmanın ve korunmanın birtakım yolları vardır. İslami bilinç sahibi olmayı bunların başında sayabiliriz. İnsanın kendisini, çevresini ve olup biteni tanıma, algılama, kavrama, fark etme yetisine bilinç denilir. Bu manada bilgi ile bilinç arasında fark vardır. Günümüzde bilgiye ulaşmak çok kolaydır. Ancak bilincin oluşması o kadar kolay değildir, belli bir süreci gerektirir. Bu bakımdan İslami bilincin oluşması da zamanla olacaktır. İslami bilincin ilk oluşacağı yer ailedir. Aileden sonra sırasıyla okul ve sosyal çevre gelmektedir. Günümüzde yeni yetişen nesillerin sosyal çevresini büyük ölçüde sosyal medya oluşturmaktadır. Eskiden mahallerinin sokaklarında dolaşan gençler, şimdi sosyal medyanın o tehlikeli sokaklarında savunmasız bir şekilde dolaşmaktadır. Sosyal medyanın sokaklarında dolaşanları bekleyen tehlikelerden birisi aşırı gruplardır ki dinde aşırılıktan kurtulma ve korunma yollarından birisi de bu aşırı gruplar ile mücadele etmektir.
Aşırı gruplar ile mücadele tek yönlü değildir. Bu gruplar ile mücadele askerî, fikri ve psikolojik olarak yapılmalıdır. Çünkü aşırı gruplar bu üç yolu da kullanmaktadırlar. Düşmanın silahıyla silahlanmak gerektiğine göre sulh isteyenlerin aynı silahları kullanmaları gerekir. Bir hadiste “münkeri yani kamu aklının hoş görmediği bir olaya şahit olan onu eli ile düzeltsin, eli ile düzeltemiyorsa dili ile düzeltmeye çalışsın, dili ile düzeltemiyorsa en azından kalbi ile buğz etsin.” (İbn Recep el-Hanbeli, Camiu’l-Ulum ve’l-Hikem, Daru İbn Cevzi, Cidde 1999, s. 598.) buyurulmaktadır. Burada bahsedilen ilk madde aslında askerî tedbiri, ikinci madde fikri mücadeleyi, üçüncü madde ise bugün algı operasyonu denilen psikolojik savaşı ifade etmektedir.
Psikolojik savaş insanların duygu ve düşüncelerini esir almayı hedefleyen bir araçtır. Duygu ve düşüncelerin doğru bir şekilde terbiye edilmesi bu tür psikolojik saldırılara maruz kalan genç beyinleri aşırı grupların ağına düşmekten koruyacaktır. Mahatma Gandi’nin ifade ettiği gibi sözler düşüncelere, düşünceler davranışlara, davranışlar alışkanlıklara, alışkanlıklar değerlere, değerler karakterlere, karakterlerin ise kadere dönüştüğü düşünüldüğünde duygu ve düşüncelerin doğru terbiye edilmesinin önemi ortaya çıkacaktır.
Her konuda olduğu gibi dinde de aşırılık zarardır. Müslümanları küfür ile itham etmek ve kanlarının helal olduğunu iddia etmek inançta aşırılığın, Allah’ın helal kıldığını haram kılmak, haram kıldığını helal kılmak amelde aşırılığın, insanları aşırı övmek, onlardan güçlerini aşan taleplerde bulunmak sözde aşırılığın sonucudur. İmanın Müslümanın hayatına katması gereken özelliklerden birisi de dinde aşırılıktan uzak durmasıdır. Nitekim Kur’an Müslümanları “orta ümmet” (Bakara, 2/143.) olarak vasıflandırmıştır. Orta ümmet olmak, aşırılıklardan uzak durmayı gerektirir.
Son olarak Kur’an’ın da ifade ettiği gibi (Maide, 5/105.) hidayet üzere olmak dinde aşırılıktan uzak durmanın en güzel tedbiridir. Dinde aşırılıklardan uzak durulduğu müddetçe insanları hak yoldan çevirmeye çalışanlar emellerine ulaşamayacak, başarılı olamayacaklardır.