Makale

AKLIN İŞLEYİŞİ: TEFEKKÜR

AKLIN İŞLEYİŞİ: TEFEKKÜR

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş/ Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı

Arapçada ‘fikr’ mastarının mücerret fiili fekera ve tefaul babından tefekkera ay-nı manalara gelip bir şey hakkında zihnin çalıştırılması demektir. (Firuzâbâdî, Firuzâbâdî, Muhammed b. Yakub, el-Kâmûsu’l-Muhît, Beyrut 1994, II, 159.) Bilgiden bilinene götüren güce fikr, bu kuvvetin faaliyetine ise, tefekkür denmektedir. Tefekkür gücü canlı varlıklar içerisinde, sadece insanda vardır. Tefekkür, kalpte, şekli hâsıl olan şeyler için söylenir. (İsfehânî, Râgıb, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’an, İstanbul, 1986, s. 578.) Bazıları fikir ve tefekkürün ‘bir şeyi ovmak, ovarak kabuğunu yok edip hakikatine ermek anlamındaki ferk’ten “r” ile “k” harfinin yer değiştirmesiyle meydana geldiğini’ söylemişlerdir. Sözcüğün böyle bir değişim geçirip geçirmemesinden öte, tefekkürde kabuğu aşmak ve içe doğru hareket etme anlamı vardır. Nitekim Kur’an’da da tefekkürün Allah’ın kelimesi, tüm nesneler, olaylar ve oluşlar üzerinde akıl yorup, bir sonuca varmak, ibret almak, bu nesne, olay ve oluşların gizlediği kabuğu delip gizli olan hikmete ulaşmaya çalışmak manasında kullanıldığını görüyoruz. Demek ki, tefekkür, düşünce üretme manasında teemmül ve akli nazar çerçevesinde dolaşan bir kuvvettir. Bir başka ifade ile istenilene erişmek için, eşyanın manaları hakkında kalbin bir tasarrufudur. Kalbin lambası hükmünde olan tefekkür kanalıyla insan, iyi ve kötü, yararlı ve zararlı olanı zann-ı galiple hisseder. (Râzî, Abdülkâdir, Muhammed b. Ebu Bekr, Muhtâru’s-Sıhâh, Kahire, ts., s. 509.)
Tefekkür, bir nevi işleyen akıl olup, fikir yürütme yoludur. Akıl, nazar ve tefekkür yoluna başvurarak, analiz ve sentez görevini yapmaktadır. Nasıl ki mühendisler belli bir arsayı dikkate alarak, kendi tasavvuruna ve zihin yapısına göre bir proje/plan yaparsa, işte onlar gibi hakîmler de kendi akıl arsaları üzerinde bir plan yaparlar ki buna tefekkür/düşünce adı verilir. (Keklik, Nihat, Felsefenin İlkeleri, İstanbul 1982, s. 37.) İnsan düşünme faaliyetini gelişi güzel değil, belli kurallar çerçevesinde yapar. Bundan dolayı “fikir”, bilinmeyenin bilgisine erişmek için, bilinen işleri belli bir düzene göre sistematik hâle getirmek, şeklinde tanımlanmıştır. (Cürcânî, S. Şerîf, et-Ta’rîfât, Beyrut 1987, s. 216.) O hâlde, akli bir inşa olan tefekkür faaliyeti de bu düzen ve kurallar çerçevesinde yapılacaktır. Belli bir düzen ve kurala dayalı olmayan bir eyleme tefekkür denmez. Nitekim İbn Kayyım el-Cevziyye (ö. 751/1350), tefekkürü, aklın, elde edilmesi arzu edilen şeyi inceleyerek araştırması ve istemesi şeklinde tanımlamış ve tefekkürün üç çeşidinden bahsetmiştir. Bunlar; tevhidin bizzat kendisi üzerinde, ayrıca, Allah’ın sanatının, yaratıklarının incelikleri ve hâllerin hakikatleri konusunda tefekkürdür. (İbn Kayyım el-Cevziyye, el-Cevziyye, Medâricü’s-Sâlikîn, Kâhire, ts.I, 164.)
Tefekkür, aklın işleyişi (faaliyet ve çalışması) anlamına gelmektedir. Eğer akıl bir makineye benzetilecek olursa, tefekkür o makinenin çalışması gibidir. Nasıl ki çalışma makineden ayrı düşünülemezse, aynı şekilde, tefekkür de akıldan ayrı düşünülemez. Ne var ki tefekkür, belli kurallara göre yapılır ve felsefenin ayrılmaz bir parçasıdır. Çünkü felsefi tahliller tefekkür boyutunda gerçekleştirilir, tutarlı ve sistemli hâle getirilir; bütün insani bilgiler, felsefi sistemler ve açıklamalar tefekkürün neticesidir. Tefekkür eden kimseye “Mütefekkir/Düşünür” denir. (Erdem, Hüsameddin, İlkçağ Felsefesi Tarihi, Konya 1993, s. 21.) Tefekkür, Allah’ın zatı dışında bütün varlık alanlarını kapsayan, yani kevni ayetlerin kavranmasında bir fikir üretme faaliyetidir. Kur’an’da “fikr” kökünden gelen tefekkür ile ilgili on sekiz ayet mevcuttur. (bkz. Bakara, 2/219, 266; Âl-i İmran, 3/191; En’am, 6/50; A’râf, 7/176, 184; Yunus, 10/24; Ra’d, 13/3; Nahl, 16/11, 44, 69; Rûm, 30/8, 21; Sebe, 34/46; Zümer, 39/42; Casiye, 45/13; Haşr, 59/21; Müddessir, 75/13.) Bir de eş anlamlı olan akletmek, anlamak, ibret almak, bakmak gibi tabirleri ihtiva eden ayetleri de dikkate alacak olursak, beş yüz civarında, yani her on ayetten birinin akıl ve tefekkürle ilgili olduğunu görürüz.
Tefekkür, varlık alanında insan aklının çalışması sonucu ulaşılan bir bilgi biçimidir. Tefekkürün genel ürünü; ilim, hâl ve amellerdir. Bu üç durum birbiriyle iç içedir. Kalpte ilim meydana gelince, kalbin durumu değişir. Kalbin durumu değişince, organların faaliyetleri de değişir. Yani, amel hâle, hâl ilme, ilim de tefekküre bağlıdır. Dolayısıyla, bütün iyilik ve güzelliklerin başı, tefekkürdür. (Gazâlî, Ebû Hâmid Muhammed, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, (thk. Ebû Hafs Seyyid b. İbrahim b. Sâdık b. ‘Imrân), Kahire 1994, V, 8.) Tefekkürde esas olan akıl-kalp bütünlüğünün sağlanmasıdır. Zira kalp, aklın bir araya getirdiği manaları tefekkür neticesinde belli bir sıra ve kurala göre dizer. Zaten manalar arasında bir düzenlilik yoksa onun adı tefekkür değildir. İşte tefekkürün vazifesi, dağınık anlamları belli bir düzene koymaktır.
Tefekkürle ilgili ayetleri incelediğimiz zaman, olgusal âlemdeki varlıkları duyu organları kanalıyla akletme sürecinden geçirdikten sonra tefekkürün ürününü verdiğini anlıyoruz. Olgusal âlem üzerinde yer alan nesneleri düşünmekle yaratanın varlığına ulaşabiliriz. (bkz. En’am, 6/50, 191; Âl-i İmran, 3/190.) Öte yandan, yaratıkların bir kısmının aslını bilemediğimiz için onlar üzerinde tefekkür bizim için muhaldir. Melek, cin, şeytan, arş, kürsi, levh-i mahfuz ve Allah’ın zatı, sadece bunlardan bazılarıdır. Mutlak varlık sahası olan Allah’ın zatı, düşünmekten daha çok inanmayı ilgilendiren bir alandır. Her fırsatta düşünmeyi teşvik eden Hz. Peygamber, Allah’ın zatı konusunda şu sınırlandırmayı getirmiştir: “Allah’ın bütün yaratıklarını tefekkür edin, fakat Allah’ın zatını düşünmeyin.” (Aclûnî, İsmail b. Muhammed, Keşfu’l-Hafâ, Beyrut 1352, I, 310-311.) Bu hadisten anlaşıldığına göre Allah’ın zatı ve yukarıda değindiğimiz bazı konular dışında tefekkür serbest bırakılmıştır. Tefekkür mahsusat alanında, akli çabalarda bulunma sonucu oluşmaktadır.
Mantıkçılara göre tefekkür, kıyas ve istidlal faaliyetidir. Fikir faaliyetiyle bilinen işler düzene konur. Tefekkür, akıl yürütme veya akıl yürütmeler zinciridir. Akıl yürütme ise hükümler arasında bağ kurarak, zihnin, bilinenlerden bilinmeyenleri elde etmesidir. (Öner, Necati, Klâsik Mantık, Ankara 1996, s. 15.) Akıl yürütmenin ilkelerine uygun bir şekilde riayet edilirse, neticede tutarlı bir düşünceye ulaşılır. Buna işaret eden pek çok ayet vardır. (Nahl, 16/68-69.) Tefekkürün görevi, fıtratı ve aklı tahrik ederek, zarar verme yönünü, fayda vermeye üstün getirme çabası olduğu anlaşılıyor. Bu ameliye sayesinde insan fayda ve zarar arasında bir ayırım yapabilir. (bkz. Bakara, 2/219; En’am, 6/50.)
Netice, fiziki bir varlık olan insanın mutlak varlıkla irtibat kurmasını sağlayan tefekkür, imana konu olabilir. Bir ayette gece ve gündüzün gelip gidişinden (bkz. Âl-i İmran, 3/190.), bir başka ayette yakın semanın kandillerle süslendiğinden ve kusursuz oluşundan (bkz. Mülk, 67/3-5.), başka ayetlerde ise, toplumsal yasalar ve evlilik olgusu üzerinde gözlemler yaparak fikir sahibi olmaktan bahsedilir. (bkz. Ra’d, 13/3, Rûm, 30/21.) İnsan kozmik sistemde ve bizzat kendi hayatındaki baş döndürücü harika olay ve güzellikleri tefekkür ettikten sonra bir iman tepkisi ortaya koymak için şöyle der: “Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın.” (bkz. Âl-i İmran, 3/191.) Bu söylem tarzı bir hayret ifadesi olarak doğrudan insanı gayeliliğe geçiriyor. İşte tefekkürde bulunmanın asıl amacı, Allah-insan ve Allah-âlem münasebetini kurdurmaktır. Böylece insan, yaratıcı varlığın bilgisine ulaşır.