Makale

HEIDEGGER'DE KORKU

HEIDEGGER’DE KORKU

Ali Aygün

Heidegger okumaya karar vermişseniz zihin performansınızı iyice zorladığınız bu okumada dünya içinde var olmanızla entelektüel mevcudiyetinizin dayanıklılığının sınanacağı meşakkatli bir işe girişmişsiniz demektir. Mezar taşında, “Hayatım boyunca yıldızlara yürüdüm, hepsi bu…” yazan Heidegger, yaşamı boyunca hakikati aramıştır. “Varlığın anlamı nedir?” sorusuyla varoluşu felsefenin konusu haline getirmiş, felsefenin yaşamın dışında olmadığını, bilakis yaşamın içinde olduğunu anlatmıştır. Heidegger, varlığın anlamını “Dasein”ın varoluşunu yorumlamakla açıklayabileceğini düşünmüştür. Dasein, varlığın anlamını anlayan ve bunu soru hâline getirmiş bir var olan olarak diğer var olanlardan ayrılmaktadır. Buradaki anlama, epistemolojik anlamadan ziyade ontolojiktir.
Dasein, hem kendi başına hem de diğerleriyle birlikte vardır.
Heidegger’e göre insan “burada olan” ve gerçek var olandır. Bu var olana Heidegger kendi terminolojisinde “Dasein” der. Varlığın anlamını “Dasein” sorabilir. Dasein varlığın anlamını kavramayı sağlayacak bir araç değil, ontolojisinin temelini kuracak bir özdür. Çoğu zaman günlük yaşamda herkes gibi olup varoluşunu sahici olana kapatsa da Dasein, herkesleşmekten uzaklaşır kendi varoluşunu diğer insanlardan ayırır ve onların önüne geçerse kendisi olur. Dasein’i anlamak için temel yapısını çözümlemek gerekir. Dasein her zaman ve halde kendini kendine konu edebilen bir varlıktır. Dasein’in varlığının özü, onun varoluşunda bulunur. Onun varlık olarak ne olduğu, onun varoluşu açısından açıklanmalıdır. Daisen’in temel yapısı, her tür varoluşunda, her durumda kendisi olan varlıktır. Dasein, “dünya içinde varlık” olarak dünyası ve başkalarıyla birlikte vardır. Günübirlik yaşamda Dasein’ in kim olduğu onun diğer insanlarla birlikteliği ve onlardan biri oluşuyla ortaya çıkar. Dünya her zaman onun diğer varlıklarla paylaştığı yerdir. Dasein’in dünyası, birlikte olunan bir dünyadır. Çünkü Dasein tüm varlıklarla birlikte olur. Bütün diğer varlıklarla karşılaşan Dasein kendini “ben burada” olarak ifade eder. Ben buradayım ifadesi onun varlığını önceleyen bir ifadedir. Heidegger’in varlık anlayışında özne-nesne ayrımı yoktur. İnsan, bütün varlıklarla birlikte vardır. Kendisi diğer varlıkların bilgisel nesnesi değildir. Dasein, dünyaya, diğerlerine ve çevresine ilgisiyle “dünya içinde varlık” olarak varoluşunu her zaman diğerlerinden kendini ayırır ve kendisi olmak ister. (bkz. Kadir Çüçen, Heidegger ’de Varlık ve Zaman, Asa Yayınları, Bursa 1997.)
Kendi varlığı içinde kendisini mesele eden var olanlar korkabilir sadece.
Heidegger, korkuyu bulunuşun bir hâli olarak niteler ve “havf”tan ayırır. “Havfın nedeni, korkunun nedeninden fenomenal olarak nasıl ayırt edilir?” sorusunu şöyle cevaplar:
Havfın nedeni dünya-içinde bir var olan değildir. Bu yüzden onunla özsel bir ilintilik içinde olmaz. Havfın nedeni tümüyle belirsizdir. Dünya içinde el-altında-olan ve mevcut-olan hiçbir şey, havfın nedeni olma işlevini göremez. Tehditkâr olanın hiçbir yerde oluşudur havfın nedenini karakterize eden. (Martin Heidegger, Varlık ve Zaman, Çev: Kaan H. Ökten, Agora Kitaplığı, İstanbul 2008, s. 197.)
Heidegger’e göre korkunun kendisi tehditkâr olan şeyin ya da olayın Dasein’ın ilgisinde olacak biçimde serbest kalarak açığa çıkmasıdır. Yani öncelikle bu durumda, kötülüğün tespiti ve ardından bu tespit edilen kötülükten korkma söz konusu değildir. Korkmanın kendisi korkunç olanı teyit eden değil, korkunç olanı korkunçluğu içinde önceden keşfedendir. O halde korkma, dikkati korkulan şeye yönelterek “korkunçluğun” açığa çıkmasıdır. Şöyle ki: Bulunuş içindeki dünya içinde var olmanın saklı duran imkânı olarak korkma, dünyayı peşinen öylesine açımlamıştır ki böylece ondan hareketle korkunç olanlar bize yanaşabilmektedir. Yanaşabilmenin bizatihi kendisi, dünya içinde var olmanın özü gereği egzistansiyal mekânsallığı tarafından bırakılmıştır. Korku, korkan var olanın yani Dasein’ın kendisi hakkındadır. O halde korku, dünyada bulunuşun bir hali olarak karşımıza çıkar.
Korku ya da korkma yalnızca Dasein’ın kendisine değil, başkalarına yönelik de olabilir. Fakat başkaları için korkma, onların korkularının Dasein tarafından devralınması demek değildir. Heidegger’e göre başkaları için korkma aslında kendimiz için korkmadır. Çünkü bir başkası için endişeleniyor olsak da birlikte olduğumuz ve birlikteliğin tehlikede olduğu durumlarda bir başkası için endişeleniyoruzdur. Başkası için korkuyor olduğumuzda korktuğumuz kişinin fiili olarak bizimle birlikte olması gerekmez. Önemli olan korktuğumuz kişi ile “birlikte Dasein” sayesinde kendisi için korktuğumuzla ilgileniyor oluşumuzdur.
Varlık bütünlüğü ile kayıp eridiği için havf bizi boşlukta dolaştırıyor.
Heidegger havf ile korku hâlini kastetmemektedir. Heidegger’e göre korku, dünya içinde karşılaşabileceğimiz herhangi bir şeyden korkmaktır. Havf ise bundan daha asli bir yapıya sahiptir. Korku Dasein’ın hergünkülüğüne dair iken havf, Dasein’ın gündelik varoluştan gerçek var oluşa geçmesini sağlayan asli bir fenomendir.
Havf temelde korkudan farklıdır. Biz daima, bizi, bu veya şu bakımdan tehdit eden muayyen bir şeyden korkarız. “...den korku” daima muayyen bir şeyden korkudur. Böylece korkunun nesnesi ve sebebi esaslı bir surette sınırlandırılmış bulunduğundan korkak ve ürkek olan kendisini, duyduğu muayyen hissin içinde hapsedilmiş bulur. Bu, “muayyen olandan” kurtulmaya çabalayarak, korkunun nesnesine karşı emniyeti kaybeder, şaşırır. Havf, böyle bir şaşkınlığın ve bozgunluğun doğmasına meydan vermez. Daha ziyade hususi türden bir huzuru doğurur. Gerçekten, havf daima ...dan duyulan havftır, fakat “bundan veya şundan” duyulan havf değildir. Bununla beraber havftaki “neden ve niçin”in muayyen olmayışı “belliliğin” sade bir yokluğu değildir; belki “belli edilmenin” temel bir imkânsızlığıdır. Bu “belli olmayış”lık pek bilinen bir ifade tarzında görülür. Havf anında insana ne olur diye sorulunca: “İnsana bir şeyler olur.” denir. Bu “şeyler” ve bu “insana” kelimeleri de ne demektir? Bir insana neden bir şeyler olduğu söylenemez. İnsana bütünlüğü ile bir şeyler olur. Bütün şeyler ve bizzat biz bir kayıtsızlık içine batarız. Bu batma; bir kaybolma değildir. Ortadan kaybolan varlık tekrar geri döner. Havf anında bizi bütünlüğü ile kaplayan varlık bu sefer bizi sıkmağa başlar. Hiçbir tutacak kalmaz. Varlığın erimesi içinde sadece üstümüze abanan bu hiçlik kalır. Havf hiçliği ifşa eder. Havf içinde, boşlukta yüzüyoruz. Daha açıkça: Varlık bütünlüğü ile kayıp eridiği için havf bizi boşlukta dolaştırıyor. Biz de birlikte kendimizden sıyrılıyoruz. Bu suretle bizzat biz –var olan insanlar- var olanın ortasında kendimizden geçip eriyoruz. Bunun içindir ki esas bakımdan, “sana” ve “bana” değil “birisine” bir şeyler olur. Hiçbir şeye tutunulması mümkün olmayan boşlukta kalmanın sarsıntısı içinde yalnız var olmak, daha mevcuttur. Havf içinde dil tutulur. Çünkü var olan bütünlüğü içinde erir ve hiçliğin baskısı kendini hissettirir ve onun varlığı karşısında “dır” demek susar. Havf içinde bize bir şeyler olduğu zaman, çok vakit boş sükûtu, gayesiz kelimelerle ihlal etmeyi aramaklığımız, sadece hiçliğin mevcudiyetinin bir delilidir. (Martin Heidegger, Metafizik Nedir?, Çev. Mazhar Şevket İpşiroğlu-Suut Kemal Yetkin, Kaknüs Yayınları, 2003 İstanbul, s. 42-43.)
Korkuyla yüz yüze geldim, ondan korku içinde kaçmayacağımı gayet iyi bilirim.
Kierkegaard korkuyu teolojik açıdan ele alır. “Korku” ve “titreme” gibi iç karartıcı kavramlarla, İbrahim’in hikâyesi üzerinden imanı açıklamaya çalışır. Bireylerin “Tanrı korkusu” ile imana ulaşıp bu durumu kalıcı hâle getirip inanç sapması yaşamayacaklarını düşünür. Karamsar bir konuyu ele almasına rağmen, tanrı sevgisine ulaşılabileceğini gösteren “Korku ve Titreme”de Kierkegaard’ın pişmanlıklarını, acılarını, vazgeçişlerini ve imanını görürüz. Kierkegaard’a göre bireyler imana ulaşırken bir inanç sıçraması yaşarlar ve bu inanç sıçraması imana dönüşürken bireyin bu uğurda vazgeçmek zorunda olduğu şeyler mutlaka olacaktır. Eserde İbrahim’in biricik oğlu İshak’tan, Agemmenon’un Tanrılar için kızından, Havmanden’in Agnete’den vazgeçişini görürüz. Bu vazgeçişlerin sebebi ister imana ulaşıp İman Şövalyesi olmak, isterse Trajik Kahraman olmaya çalışmak olsun, kitabının ardında gizli olan, bahsettiği bu karakterler gibi fedakârlık yapan bir Kierkegaard bulunmaktadır. Bu fedakârlık imanını gösterebilmek için vazgeçtiği nişanlısı ve biricik aşkı Regine Olsen’den vazgeçişidir. Trajik Kahraman ve İman Şövalyesi ayrımını yaptığı bölümlerde bu belirgin bir şekilde görülür. Kierkegaard’ın gizli olarak bizlere anlatmak istediği de, imanın tanımını ve gelişimini anlattığımız gibi, imanın salt korku ya da salt sevgi ile mümkün olamayacağıdır. Kierkegaard’ın nişanlısından vazgeçişi de bu sebepledir. Sevgi ile olan “inanç sıçraması” eksik, korkuyla olan “inanç sıçraması” daima yanlış olarak kalacaktır. Bu sebeple İbrahim imanı için oğlundan vazgeçmek zorunda kalmış, Kierkegaard ise hayatını adadığı felsefenin içinde imanını anlamlandırmaya çalışırken, hayatının aşkı olan Regine’den vazgeçmek zorunda kalmıştır. Çünkü Kierkegaard için sadece sevgi ile yaşayıp, Regine’yle mutlu bir hayat geçirmek hayatın ardında kalan gizli korkuları ve Tanrı’nın bu dünyada düzgün yaşam için verdiği buyrukları anlamlandırmada eksik kalacaktır. Kierkegaard bir seçim yapmış, Regine’ye olan sevgisini içinde yaşatmış, hayatın içinde var olan “korku”ları görmeye çalışmıştır. (Bkz. Umut Gök, Kierkegaard’ın "Korku ve Titreme" Kitabı Doğrultusunda İman ve Ahlak, Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir 2015.) Şöyle der Kierkegaard:
Yaşamdaki değişmeleri ve tehlikeleri bilmiyor değilim. Korkmuyorum ve cesaretle karşı koyuyorum bunlara. Korkunç şeyler konusunda deneyimden yoksun değilim; belleğim sadık bir eş ve hayal gücüm bana hiç benzemiyor… Hayal gücüm bütün gün işinde akıllı, uslu çalışan cesur, küçük bir kız; akşamları benimle tatlı tatlı konuşan ve beni de sadece çizdiği resimlere bakmak zorunda bırakan… Bu resimler her zaman manzara, çiçek resimleri ya da pastoral şiirleri andıran çalışmalar olmayabiliyor. Korkunç şeyleri kendi gözlerimle gördüğüm de oldu ama hiçbir zaman korkup geri çekilmedim; ancak çok iyi biliyorum ki bunlarla korkmadan yüz yüze gelmiş olsam da cesaretimin inancın verdiği cesaretle bir ilgisi yok ve hiçbir biçimde o cesarete benzemiyor. İnancın yapabileceği şeyi yapamam ben, gözlerimi kapatamam ve başımı eğerek kendimi güven içinde anlamsızlığın kucağına atamam; bu benim için imkânsız ama övünmüyorum bununla. (Kierkegaard, Korku ve Titreme, Çev. İsmail Yerguz, Say Yayınları, İstanbul 2015, s. 34.)
Budur / işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku (İsmet Özel, Amentü)
Dasein, içinde bulunduğu dünyanın, bu dünyaya fırlatılmışlığının ve düşkünlüğünün farkında olan ve bu düşkünlük karşısında havf ile kendi asli var oluşunun peşine düşen, kendi varlığını arayan insandır. Heidegger’in dediği gibi insan, kendi varlığı için kendisini mesele ederek korktuğu sürece var oluşunu sürdürmeye çalışacaktır ve Kierkegaard’ın ifade ettiği gibi insanın düzgün yaşaması için imana, imana sahip olabilmesi için de korkusuzca risk alabilme duygusuna sahip olması gerekmektedir.