Makale

“DOĞRULANABİLİRLİK” İLKESİ AÇISINDAN FIKIH LİTERATÜRÜNDEKİ İSTİHÂLE ÖRNEKLERİ VE GÜNCEL BAZI TESPİTLER

“DOĞRULANABİLİRLİK” İLKESİ AÇISINDAN FIKIH LİTERATÜRÜNDEKİ İSTİHÂLE ÖRNEKLERİ VE GÜNCEL BAZI TESPİTLER·[1]

THE CANONİCALLY LAWFUL (ISTIHALAH) IN THE FIQH TEXTS FROM THE VERIFIABLE PRINCİPLES OF THE POİNT OF VIEW AND CURRENT FINDINGS

ABDURRAHMAN CANDAN

DOÇ. DR.

DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU UZMANI

ÖZET

Necis/haram maddelerin tabii ortamlarında veya müdahale ile farklılaş(tırıl)arak farklı bir maddeye dönüş(türül)mesine genellikle istihâle denilmektedir. Genel bilgi vermesi için fıkıh ekollerinin esas aldıkları bazı ortak örnekler ve değerlendirme yöntemleri ortaya konulmaya çalışılmıştır.

İstihâle terimi için ortaya konulan tanımlar birbirine yakın olmakla birlikte necis bir maddenin tâhire dönüşmesi ve kullanılabilirliği ile ilgili detaylarda ihtilafa düşülmüştür. Fakihlerin önemli bir kısmı istihâle geçiren bütün necis maddelerin tâhir olacağını belirtirken diğer bir kısmı, yapısı necis olan bir maddenin hiçbir şekilde tâhir olamayacağını belirtmişlerdir. Neticede fürua taalluk eden konularda farklı sonuçlar ortaya çıkmıştır.

Fıkıh metinlerinde yer alan bazı istihâle örnekleri, dönemin imkânları ve yaklaşımlarına bağlı olarak verildiği için zaman zaman gelişmiş laboratuvar verileri ile uyuşmadığı dile getirilmektedir. Bundan dolayı konuyla ilgili örneklerin yeniden değerlendirilerek ilgililere sunulmasının faydalı olacağı düşüncesi hasıl olmaktadır.

İstihâle daha çok gıda, sağlık ve hijyen gibi konularla ilgili olduğu için günümüz şartlarında kimya, tıp, fizik, gıda mühendisliği ve fıkıh bilim dallarından uzman kişilerin oluşturacakları ortak platformlarda, gelişmiş laboratuvar imkanlarından yararlanılarak ortak sonuçların elde edilmesi gerektiği kanaatine ulaşılmıştır.

ABSTRACT

The term of transformation is generally used for impure matters in order to be altered to a different matter whether in its natural environment or by the way of interference. In this article to give general information, the common examples and evaluation methods all of the fiqh sects are tried to put forward.

Although the jurisprudents’ definitions for the transformation are being close to each other with regard to transformation of the impure matter to pure matter and availability of an item the jurisprudent disagreed in details for several reasons.

While a significant number of the jurisprudents stated that all the impure matters have been gone under transformation would be pure and the other part of them stated that an item that structure is impure will not be pure in any way. Thus different results have emerged on issues related to details.

In general that is mean that transformation is rather everyone’s concern of empirical conditions in common issues such as food, safety and hygiene. Therefore this article came to the conclusion that in current conditions the experts intervened in issues on chemistry, medicine, physics, engineering and fiqh can establish a common platform. Then the article consider that by taking advantage of the advanced laboratory facilities common results must be obtained.

Keywords: transformation, impure, pure, fiqh, jurisprudent

GİRİŞ

Nüfusun artması, kaynakların azalması, beslenme alışkanlıklarının değişimi vb. nedenlerden dolayı yeni ve ucuz beslenme imkânlar araştırılmaya başlanmış ve neticede zengin ürün çeşitliliği oluşmuştur. Din, ahlak ve ortak değerlerin gereği olarak gıda ve ilaçlar ile ilgili yapılacak çalışmaların, insanların inanç ve sağlık kurallarına uygun olması beklenmektedir. Ancak ortaya çıkan ürünlerin bir kısmında bu hassasiyetlerin gözetilmediği görülmektedir. Bunun arka planında gıda çeşitliliğini sağlamak, gıdaların ömrünü uzatmak, maliyetleri azaltmak vb. olumlu düşünceler etkili olabildiği gibi dine bağlılık hassasiyetlerinin köreltilmesi veya kapitalist bir dürtüyle ilaç ve katkı maddelerine bağımlılık oluşturularak bir kazanç kapısı oluşturma amacı da etkili olabilmektedir.

Gıdaların korunması ve hijyen şartlarının oluşturulması için ortaya konular gerekçeler incelendiği takdirde düşüncenin masum olduğu zannı oluşur. Ancak kullanılan malzeme, insan sağlığı ve dini hassasiyetler göz önünde bulundurulduğu takdirde durum farklılaşabilmektedir. Kullanılan katkı maddeleri ve oluşturulma aşamaları dikkatle incelendiği takdirde Müslümanların dini hassasiyetlerine aykırı birçok husus tespit edilebilmektedir.

Hayatın sade ve imkânların sınırlı olduğu dönemlerde ele alınan konular bu çerçevede sade ve sınırlı iken, karmaşıklaşan hayat şartları ve ihtiyaç duyulan maddeler artınca da çok farklı ve karmaşık konular ve durumlar ortaya çıkmıştır.

Müslümanların ilk dönemlerden itibaren gıda ve temizlik konularında hassasiyetleri çok güçlü olmuştur. Yeni çıkan gelişmeler ve imkânlardan istifade etmek artık kaçınılmaz bir hal aldığına göre, ilk dönemlerden itibaren konunun temel esaslarından olan istihâlenin ele alınış şekli ve günümüz şartlarında nasıl değerlendirileceği hususu önem arz etmektedir. Anılan hassasiyetin günümüzde de devam etmesinin temini amacıyla makalede fakihlerin istihâleye bakış açışı ve ortaya koydukları örneklerin günümüzdeki karşılığı incelenmeye çalışılacaktır.

I. İstihâle Kavramı

İstihâle (استحالة ) lafzı حال / ح و لkökünden türemiş ve “masdar” / “ism-i merre” olarak kullanılan bir terimdir. Bu kalıpta gelen fiillerde talep, değişim ve mütavaa anlamları baskındır.[2] Lügat alimleri istihâle lafzını, yapı ve vasıfların değişmesi[3], bir şeyin bulunduğu durumdan başka bir duruma dönüşmesi, bilinen halden farklı bir hale geçmesi anlamında kullanmaktadırlar.[4] “Rengi i(sti)haleye uğradı” denildiğinde de kararma ve renk değişimi kastedilir. Aynı şekilde değişiklik söz konusu olan durumlar için de i(sti)haleye uğradı tabiri kullanılır.[5] İstihâleye uğrayan bir durum için “müstehil oldu” ifadesi kullanılarak eski haline dönmesinin muhal, yani geri dönüşün imkânsız olduğu anlamı kastedilir.[6] Bu yaklaşımlardan, yapısı ve özellikleri değişen, önceki durumdan yeni bir duruma intikal eden veya ettirilen her şey için etimolojik olarak istihâle kavramının kullanıldığı anlaşılmaktadır.

Fıkıh kaynaklarında da “istihâle”nin tanımı olarak kabul edilebilecek ifadeler yer almamakla birlikte kelimenin etimolojik anlamıyla örtüşen açıklamalar yer almaktadır. Kişisel tecrübe veya toplum içinde var olan yaygın kabullerden hareketle bir şeyin diğer bir şeye dönüşmesi, hakikatinin farklı bir şeye kalb olması, vasıflarının değişmesi vb. anlamlar esas alınarak bazı açıklamalar yapılmıştır. Tanıma benzer açıklamalar genel anlamda bu şekilde olmakla birlikte örnekler verildiğinde istihâlenin mahiyet ve şekli hususunda farklı anlaşılabilecek yaklaşımların da olduğu görülecektir. Aşağıda fıkıh kaynaklarında yer alan etimolojik ve semantik yaklaşımlar verildikten sonra yaklaşım farklılıklarına işaret edilecektir. Tanıma benzer bazı ifadeler şu şekildedir:

Takiyuddin el-Hısnî eş-Şafiî’ye (v.804/1401) göre istihâle, “herhangi bir şeyin bir sıfattan başka bir sıfata dönüşmesidir.”[7] Yine Şâfiî fakihlerden Remlî (v. 844/1441) de buna benzer bir yaklaşım sergilemiştir: “İçkinin sirkeleşmesiyle sarhoş edici vasfının kaybolmasında olduğu gibi, necis bir aynın özelliklerinin başka bir maddeye dönüşecek şekilde değişmesidir.”[8]

İbnü’l-Hümam (v.861/1456)’a göre istihâle, “mahiyetinin/aynının değişmesiyle terettüb eden vasfın/hükmün değişmesini gerektiren durumdan” ibarettir.[9]

Hattab el-Malikî (v.954/1547) de istihâle hususunda şöyle bir yaklaşım geliştirmiştir: “Bir maddenin bütün özelliklerinin dönüşmesi neticesinde isminin de kazanılan yeni özelliklere binaen değişmesidir.”[10]

İbn Abidin’e (v.1252/1836) göre istihâle, “Sadece bir vasfın diğer bir vasfa dönüşmesinden ibaret olmayıp bir hakikatin başka bir hakikate dönüşmesidir.”[11]

Buhutî el-Hanbeli’ye (v.1051/1641 göre istihâle: “bir maddede mevcut olan vasfın zail olmasıdır”[12]

Hanbeli alimlerden Muhammed Muhtar Şinkîtî’ye (v.1974) göre ise istihâle: “Bir maddenin diğer bir maddeye dönüşmesi veya (farklı bir yapıya) intikal etmesidir.”[13]

İfadelerden istihâlenin bir maddenin diğer bir maddeye dönüşmesi, mahiyetinin değişmesi, aynının/özünün farklılaşması şeklinde ele alındığı anlaşılmaktadır. Zikredilen tanımların ekseriyeti konuyu vasıf ekseninde değil, mahiyet, ayn ekseninde değerlendirmektedir. Bir maddenin vasfının ya da şeklinin değişmesi genel itibariyle istihâle olarak kabul edilmemektedir. İstihâleye uğrayan bir maddenin yeni bir hal alması ve önceki özelliklerinin yerine yenilerinin baskın olması kastedilmektedir.

Bunun dışında ateşte kızartmak, öğütmek ve parçalara ayırmak, unu hamur haline getirerek şekil değiştirmek, necis susamdan yağ çıkarmak ve mekan değişikliği istihâle olarak değerlendirilmemektedir.[14]

Fıkıh metinlerinde necis maddeleri temizleme yöntemleri arasında istihâleye de yer verilmiş; ilk asırlardan itibaren kullanımı, yenilip içilmesi haram olan bir maddenin başka bir maddeye dönüşmesi halinde haramlık hükmünün devam edip etmeyeceği ayrıntılı biçimde ele alınmış ve ortaya zengin bir doktrin çıkmıştır.[15]

Bu terim, usûl eserlerinde ise daha farklı bir şekilde imkansız, olumsuz, bir araya getirilemeyen hususlar için kullanılmaktadır. “Meydana gelmesi mümteni olan” veya “kişinin takatinin üzerinde bir sorumluluk yüklenmesinin müstehil olması” gibi bazı kullanım şekilleri bulunmaktadır.[16]

Furû’ eserlerinde yer alan istihâle örnekleri ve temel yaklaşım tarzları birbirine yakın olmakla birlikte istihâleye uğrayan maddelerin tâhir olup olmadığı hususunda farklı değerlendirmeler yapılmıştır.

II. İstihâle Konusunun Alanı

İstihâle genellikle taharet bölümlerinin necis maddeler, necasetten kaçınma, necasetin giderilmesi gibi meseleleri ile yiyecekler bahsinde necis maddeler ile beslenen hayvanların (cellâle) et ve sütlerinden yararlanılıp yararlanılamayacağı, içki ve diğer yenilip içilmesi yasak olan maddelerin farklı bir maddeye dönüşmesi konuları kapsamında söz konusu edilmektedir. Bu şekilde necis veya haram olan maddelerin temiz ve helal hale dönüşerek kullanılabilme durumları ortaya konulmaya çalışılmaktadır. Fıkıh metinlerinde söz konusu olan istihâle örnekleri insan müdahalesi veya müdahale olmadan tabii olaylar çerçevesinde meydana gelen durumlarla ilgilidir. Fakihler istihâleyi anlamaya yönelik başvurulabilecek temel araçlarla yetinerek içtihatta bulunmuşlardır. Bir maddenin topraklaşması, hayvanın tuz havuzuna düşmesi, necasetin yakılması, suyun buharlaşması, şarabın sirkeye dönüşmesi, sütün, misk ve amberin oluşum süreci, necis yağdan sabun yapılması gibi dönüşümler istihâle kapsamında değerlendirilen bazı örneklerdir.

İstihâlenin mahiyeti ile ilgili görülen farklı yaklaşımlar içtihat pratiğine de yansımıştır. istihâleyi mahiyette meydana gelen köklü değişim olarak değerlendiren fakihler, terettüp eden helal ve haram hükmünün de değişeceğini, vasıfta meydana gelen değişiklik olarak gören fakihler ise helal ve haram hükmünün de değişmeyeceğini belirtmişlerdir.

Necis kabul edilen maddeler ile ilgili nihai bir sonucun elde edilebilmesi ancak itibari vasıflarının tespit edilmesiyle mümkün olabilir. Bu da tecrübi veya deneysel verilerle mümkün olabilir. Yapısı veya bileşenleri tam olarak ortaya konulamayan maddelerle ilgili bir sonuca ulaşmak ise çok güçtür. Fıkıh kaynaklarında yer alan sonuçlar o gün ulaşılan tecrübi bilgilerle sınırlı olmuştur.

İstihâle meselesinin öncelikle necis maddelerle ilgisi olduğu için bu konuya işaret edilmesi gerekir. Necis maddelerin tespitinde, “eşyada asıl olan ibâhâdır” ilkesini esas kabul ederek yeryüzünde var olan sayısız maddenin içeriğinde naslarda belirtilen haram maddelerden biri bulunmadığı takdirde helal dairesine alınması gerektiğini belirtenler olduğu gibi necaset kavramını geniş tutarak birçok maddeden sakınılması gerektiğini belirtenler de olmuştur. Necasetin tanımı ile ilgili yaklaşımlar gözden geçirildiği takdirde konu ile ilgili değerlendirmeler daha iyi anlaşılabilecektir.

Babertî (v. 786/1384) ve ondan sonra gelen birçok Hanefi fakih necaset için “tiksinti uyandıran her türlü pislik”[17] tanımını kullanırken, İbn Nüceym (v. 970/1563) bu yaklaşımı biraz daha daraltarak “şer’i ölçülere göre tiksinti uyandıran her kötü madde”[18] tanımını kullanmayı tercih etmiştir. Bu şekilde insan tabiatının muhtemel sübjektif yaklaşımları şer’i ölçülerle sınırlandırılarak belirli bir standart oluşturulmaya çalışılmıştır.

Nevevî (v. 676/1277) ve diğer bazı Şâfiî fakihlere göre ise necaset: “Kullanılması haram olan her madde” dir.[19] Tanımda özellikle “haram” vurgusu ön plana çıkarılarak herhangi bir maddenin necaset durumunun tespiti önceki yaklaşımda olduğu gibi şer’i ölçülerle sınırlandırılmıştır. Özellikle pis ve tiksindirici olma niteliklerine değinilmemesi haddi zatında tiksindirici ancak necis olmayan bazı maddelerin bu kapsamda olmadığına işaret olarak yorumlanabilir.[20] Hanefi fukahanın ikinci tanımında da bu hassasiyet gözetilerek özellikle şer’ilik vasfının sonraki dönemlerde ilave edildiği anlaşılmaktadır.

Maliki fakihlerden İbn Arafe (v. 803/1401)’ye nispet edilen ve ardından gelen mezhep fakihleri tarafından benimsendiği anlaşılan necaset tanımı da şu şekildedir: “Üzerinde veya içinde bulunan kişinin namaz kılmasına engel olan hükmi bir sıfattır.”[21]

Hanbeli Fakihlerden Merdâvî (v. 885/1480) de necaseti: “bizatihi kendisi ve cinsinin taşınmasıyla namazın bozulduğu maddedir”[22] şeklinde tanımlamıştır.

Necis olan maddenin belirlenme ölçüsünün şer’i naslar olduğu, insan tabiatının veya tiksindiricilik vasfının bir maddeyi necis olarak belirlemede yeterli olamayacağı bütün tanımlardan anlaşılmaktadır. Fakihlerden bazıları bunu doğrudan necaset çerçevesinde değerlendirirken bazıları da namazı bozan hususlar üzerinden tanımlamaya çalışmışlardır. Tanım oluşturulurken fakihlerin yaklaşım tarzı etkili olmakla birlikte ulaşılan veya vurgulanmak istenen hususların birbirine çok yakın olduğu görülmektedir. Şâfiî fakihlerin konuyu ayrıntılı hatta detay sayılabilecek şekilde sınırlandırmaya çalışmaları ise taharet ve necaset konularındaki geleneksel yaklaşımlarıyla örtüşmektedir.

Bütün fıkıh kaynaklarında bir şeyin temiz olmasının asıl, necis sayılmasının ise arizî bir durum olduğu, bu nedenle dinen necis sayılanlar ortaya konulduğu takdirde geride kalanların tâhir olarak kabul edileceği vurgulanmıştır. Kan, domuz eti ve türevleri, içki, insanların idrarı ve dışkısı, irin, mezi, vedi, ağız dolusu kusmuk, yenilmesi haram olan hayvanların etleri, dışkısı ve idrarı ve dinî usûle göre boğazlanmadan ölen hayvanların etleri fakihlerin ittifakı ile necis kabul edilmektedir. Necis kabul edilen bu ve diğer ihtilaflı maddeler ayrıntılı bir şekilde fıkıh kaynaklarında yer aldığı için bu çalışmada detaylara yer verilmeyecek, istihâleye konu olan necis maddelere kısmen değinilecektir.

III. Necasetlerin İstihâleye Uğraması

İslam’da insanın saygınlığı ve sağlığının korunmasına paralel olarak taharete önem verilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de “Allah tövbe edenleri ve içi dışı temiz olanları sever”[23], “Orada temizlenmeyi sevenler vardır. Allah da tertemiz olanları sever”[24] ayetleri buna matuftur. Hz. Peygamber de Allah’ın övgüsüne mazhar olan Kubâ halkının, suyla taharetlenmeleri sayesinde Tevbe suresinde zikredilen (9/108) şerefe eriştiklerini söylemiştir.[25] Beden temizliği ruhî temizliğin hedeflendiği bazı ibadetler için ön şarttır. Bu anlamda Rasulullah (s.a.v)’ın “Temizlik imanın yarısıdır”[26] hadisi bu konunun temel prensibidir.

Temizliğin ibadetlerle ilgili boyutu olduğu gibi yiyecek ve içeceklerde de yakın bir irtibatı bulunmaktadır. Kişinin ibadetlerde temizliğe verdiği önemin aynısını, kullanmak zorunda kaldığı gıda, ilaç ve diğer ürünler için de göstermesi gereklidir. Özellikle günümüzde necis kabul edilen bazı maddelerin ilaç, gıda, giyim ve kozmetik ürünlerinde kullanılması bu konuda hassas davranılmasını zorunlu kılmaktadır.

İçerdiği necasetten dolayı haram vasfı kazanan maddelerin ortaya konulması, ihtiyaç halinde bunların kullanılabilmesi için başvurulacak “tathir” yöntemlerinin belirlenmesi önem arz etmektedir. Makalede söz konusu edilen istihâle yöntemi kaynaklarımızda bu kapsamda değerlendirilen yöntemlerden biri kabul edilmektedir. Genel anlamda bakıldığı takdirde istihâlenin necaset vasfını ortadan kaldırıp necis olan maddeyi tâhir olana dönüştürdüğü ve kullanılabilir olma durumunu kazandırdığı yaygın bir kabul görmekle birlikte necis olan bir maddenin hiçbir şekilde tâhir olamayacağını belirtenler de olmuştur. Konu ile ilgili örneklere geçmeden önce istihâlenin hükmü ile ilgili yaklaşımların verilmesi uygun olacaktır:

Necis olan maddenin istihâle sonucunda tâhir olup olmayacağı ile ilgili iki temel yaklaşım bulunmaktadır.

Birincisi: istihâle geçiren madde temiz ve tâhir olur. Aralarında İmam Muhammed’in (v. 189/805) yer aldığı Hanefi fakihlerin büyük çoğunluğu[27] ile Maliki fakihlerin mutemet görüşüne[28] göre birçok madde, İbn Teymiyye (v. 728/1328)[29] İbn Kayyım (v. 751/1350)[30] ve diğer bazı fakihlere göre de bütün maddeler istihâle ile tâhir vasfı kazanır. Bu görüşü savunanların temel gerekçeleri istihâleyi uğrayan maddenin “ayn”ının değişmesinden dolayı terettüp eden vasfın da değişecek olmasıdır. Bu alimler istihâle ile dönüşen maddenin öncekinden farklı olduğu, yeni bir “ayn”ın ortaya çıktığı, dolayısıyla terettüp eden vasfın da değişeceğinden hareketle yeni maddenin helale dönüşeceğini belirtmişlerdir.[31] Bunun için de içkinin sirkeleşerek[32], ölü hayvan derisinin ise tabaklanma sonucunda tâhir vasfı kazandığına işaret[33] eden rivayetleri de referans kabul etmişlerdir.

İkincisi: Nasta belirtilenler hariç necis olan maddeler tâhir olmaz. İmam Şâfiî (v. 204/820)[34], Ahmet b. Hanbel (v. 241/855) [35] ve Hanefi fakihlerden İmam Ebu Yusuf’a (v.182/798) göre naslarda açık bir şekilde belirtilenler hariç, necis maddeler istihâle ile tâhir olmaz[36]. Necaset maddenin ‘ayn’nına taalluk ettiği zaman farklı işlemlerle tâhir olamaz. Sadece nasta belirtilen istihâle örnekleri bunun dışındadır. Şâfiî fakihler, rivayetlerde geçen kendiliğinden sirkeye dönüşen içki, kandan dönüşen misk ahusu ve ölü hayvan derisinin genel kaidenin dışında[37] olduğunu belirtirken, Hanbeli fakihler ise kandan dönüşen misk ahusu ile içkinin istihâle ile sirkeye dönüşmesi halinde tâhir olacağını kabul etmişlerdir[38]. Bu fakihlere göre bir maddenin “ayn”ı bizatihi necis olduğu takdirde dönüşerek tekrar helal olması mümkün değildir. Necaset “ayn”ın kendisinde olduğu için bu durum hiçbir işlemle ortadan kalkmaz. Çünkü dönüşüm bir bölümde gerçekleşse bile diğer bölümlerde varlığını korumaya devam eder.

Şâfiî fakihler zikredilen “ayn”a taalluk eden necasetin değişmeyeceği konusundan istisna ettikleri sirkenin kendiliğinden dönüşmesini maddenin kendisinden değil de aklı gideren vasfa bağlayarak bir bütünlük düşüncesini korumaya çalışmışlardır. Necis deriler ile misk ahusunun tâhir oluşunu ise açık bir şekilde nasta zikredilmelerine bağlamışlardır.[39].

istihâle, anlam alanı ve fakihlerin bazı yaklaşımları zikredildikten sonra fıkıh kaynaklarında yer alan bazı istihâle örnekleri ve ilgili değerlendirmelere geçebiliriz.

IV. Fıkıh Kaynaklarında Yer Alan İstihâle Örnekleri

1. Necis Suların İstihâleye Uğraması[40]

Tadı, rengi ve kokusu değişmeyen akan sular temiz kabul edilmiştir. İçine necaset düşmüş durgun suların temizlenebilmesi için de genel kıstaslar belirlenmiş, fıkıh ekolleri içinde konuyu azlık/çokluk çerçevesinde değerlendirenler olduğu gibi zahiri özelliklere göre değerlendirenler de olmuştur. Detaylara girilmeksizin suların tekrar kullanılabilmesi sadece konumuzla ilgili bilgilere yer verilecektir. Suların temizlenebilmesi belirlenen temel yöntemler de şu şekildedir:

Birinci Yöntem: Suyun azaltılması veya tamamen boşaltılması: Bu görüşe göre herhangi bir şekilde necis olan suyun, temizlendiği kanaati oluşana kadar azaltılması esası benimsenmiştir. Bunun için bir miktar belirleyenler olduğu gibi konuyu suyun azlık veya çokluğuna göre değerlendirenler de olmuştur. Azaltmanın yanında suyun necasetine neden olan maddenin izale edilmesi, suyun renk, tat ve kokusunun düzelmesi ve belirli bir miktarda olması gerektiği de genel olarak kabul edilmiştir. Bu miktarın en az iki kulle (yaklaşık 206 lt) olması gerektiğini belirtenler olduğu gibi daha fazla olmasını gerekli görenler de bulunmaktadır.[41] Verilen ölçülerde temel belirleyici faktörün fakihin esas aldığı rivayetler ile bulunduğu çevrede hakim olan örf ve kabul edilen gelenek olduğu söylenebilir.

İkinci Yöntem: Necaset bulunan suyun çoğaltılması. Yukarıda belirtilen ilave şartların yanında herhangi bir şekilde necaset bulaşan suyun tadı, rengi ve kokusu değişinceye kadar temiz su ilave edilerek temizlenebileceği de kabul edilmiştir.[42]

Üçüncü Yöntem: Tabiî yöntemlerle temizlenmesi. Suyun içine karışan necis maddelerin zaman içinde güneş ışınları ve rüzgârın etkisiyle veya toprak, kireç, sirke gibi dışarıdan bazı maddelerin katılmasıyla temizliğin temin edilebileceği de belirtilmiştir.[43]

Hayatın temel gereksinimlerinden olan temiz suyun kullanılma şartlarını ortaya koyan fakihlerin naslara bağlı kalarak bireysel ve sosyal tecrübelerden hareketle çözüm üretme amacına matuf yöntemleri önerdikleri anlaşılmaktadır. Çözüm önerilerinin şekillenmesinde ilgili rivayetler ile birlikte fakihin yaşadığı toplumun kabulleri ve tecrübeleri etkili olmuştur. Bunun yanında suyun temininde yaşanan zorluklar, suya bulaşan necasetin miktarı ve mahiyeti de ortaya konulan çözüm önerilerinin şekillenmesinde belirleyici olmuştur. Fakihler uygulanabilir yöntemleri sunma yönünde temel referans metinleri dikkate alarak mümkün olabilen en yüksek gayreti göstermişlerdir. Sağlıklı yaşam için aranan temizlik şartının ibadetlerin yerine getirebilmesi için de gerekli olduğu göz önünde bulundurarak suların temizliği için azami gayret gösterilmiş ve mümkün olan bütün durumlar göz önünde bulundurarak çözüm önerileri geliştirilmiştir. Netice itibariyle anakronik bir duruma düşülmeksizin ortaya konulan çözüm önerilerinin nas, zaman, mekân ve kişisel deneyimlerle örülü olduğu hakikati gözden kaçırılmadan gözden geçirilmesi ve yeni değerlendirmeye tabi tutulması uygun olacaktır. Ev sularının elde edilebilmesi için gelişmiş laboratuvar imkânlarından yararlanılarak istihâle boyutunun değerlendirilmesi artık bir gereklilik halini almıştır.[44]

2. Hayvan Derilerinin Tabaklanarak İstihâleye Uğraması

Tabaklama, deri üzerindeki rutubet, kan gibi her türlü necis maddenin izale edilmesi işlemidir.[45] Derilerin tabaklanma suretiyle kullanılabilir bir hale getirilme işlemi kadim dönemlerden itibaren başvurulan bir yöntemdir. Sahabiler de tabaklanmasıyla ilgili problemleri Hz. Peygamber’e (s.a.v) sormuş ve gerekli bilgileri öğrenmişlerdir. Eti yenilebilir hayvanların normal kesim sonucunda elde edilen derilerinin tabaklanma öncesinde ve sonrasında kullanımının helal olduğu hususunda fukahanın ittifakı bulunmaktadır. Eti yenilebilir hayvanlardan ölü olanlarının (meyte) tabaklanmış derileri hususunda ise ihtilaf etmişlerdir. Hanefi[46] ve Şâfiî[47] fakihler tabaklanma işleminden geçirilen derilerin tâhir vasfını kazanacağını belirtirken, Maliki fakihlerin büyük çoğunluğu ise tabaklanan ölü hayvan derilerinin zahirinin tâhir, batınının ise necis olduğunu, çünkü yüzeyin temizlenmesiyle ölü hayvan derisinin “ayn”ının necaset durumunun ortadan kalkmadığını, hadiste geçen ‘deri tabaklandığı vakit temiz olur’[48] ifadesinin de zahir ile ilgili olduğunu belirterek, bu şekilde işlem yapılan derilerin sadece kuru bir şekilde kullanılabileceğini belirtmişlerdir. Bunun için sadece kuru maddelerin saklanmasında kullanılabileceğini, su vb. sıvı maddeler için kullanılamayacağını belirtmişlerdir. Bu değerlendirmeyi yaparken nezafet (النظافة ) ile taharet (الطهارة) lafızlarının birbirinden farklı olduğunu her lafzın aynı anlamı ifade etmeyeceğini öne sürmüşlerdir.[49] İmam Ahmed b. Hanbel’den nakledilen en sahih görüşe göre ise necis olan deriler tabaklanma ile tâhir olamaz.[50] Fakihlerin büyük çoğunluğu domuzun, Şâfiîler ilave olarak köpek derilerinin genel tabaklanmadan istisna olduğunu belirtirken, Hanefi fakihlerden Ebu Yusuf ise domuz dahil bütün derilerin tabaklanarak tâhir olacağını belirtmiştir.[51] Makalemiz konunun istihâle boyutu ile ilgili olduğu için detaylara girilmemiştir. Konunun değerlendirme esaslarının başında derilerin aynının veya vasfının necisliği durumu gelmektedir. Derilerin değişmeyecek şekilde necaset vasfını taşıdığını belirtenler tabaklanma ile de temizlenemeyeceğini, vasıf itibariyle necis olduğunu söyleyenler ise tabaklanma neticesinde tâhir olacağını belirtmişlerdir. Tabaklanmanın mahiyeti değiştireceğini belirtenler domuz, köpek ve diğer bazı kaynaklarda fil derisi hariç bütün derilerin tabaklanarak tâhir olacağını belirtmişlerdir. Konu ile ilgili rivayetlerin bağlam ve senet zincirleri ile ilgili problemler, yaklaşım tarzlarının yöresel ve kişisel amillerle ilişkili olması sonuçların da farklı olmasına neden olmuştur. Örneğin, ölü hayvan derilerinden istifade edilebileceğini belirten Hanefi fakihlerden Tahâvî’ye (v.321/933) göre bu görüşü destekleyen rivayetler tevatür derecesine ulaşmıştır. İstifade edilemeyeceğini belirtenlerden Şevkânî’ye göre ise (ö. 1250/1834) “Murdar/kendiliğinden ölmüş hayvanın ne derisinden ne de sinirlerinden faydalanın”[52] hadisi, Hz. Peygamber’in (s.a.v) irtihaline yakın bir zamanda rivayet edildiği için önceki bütün rivayetleri nesh etmiştir.[53] Konuyla ilgili rivayetler ve tartışmalar için fıkıh kaynaklarının ilgili bablarına bakıldığı takdirde birçok farklı değerlendirmenin yapıldığı görülebilecektir. İlgili rivayetlerin kabul şartları ve yaklaşım tarzlarının erbabınca değerlendirmeye tabi tutulmasının uygun olacağı durumu da gözden ırak tutulmadan taabbudilik vasfı taşımayan bu konuyla ilgili tecrübî ve ilmî verilerden istifade edilerek ortak bir kabulün tespiti yönünde çabaların artırılması uygun olacaktır.

3. İçkinin İstihâleye Uğraması

Sirkeye dönüşen içki fıkıh kaynaklarında istihâle için zikredilen örneklerin başında gelmektedir. Birçok rivayette bu örnek zikredildiği için konu ile ilgili etraflıca değerlendirmeler yapılmış, dönüşümün nasıl olduğu, hangi şartlarda gerçekleşen dönüşümün kabul edilebileceği, söz konusu maddenin tâhir vasfını nasıl kazandığı ile ilgili olarak geniş bir müktesebat oluşmuştur. Fıkıh ekollerinin geliştiği yörenin kabulleri ve istinbat metotlarına muvafık olarak konunun detaylandırıldığı ve bunun üzerine genel hükümlerin inşa edildiği görülmektedir. Genel hatlarıyla, içkinin kendiliğinden veya bir şey ilave edilmek suretiyle müdahale edilerek sirkeye dönüştürülmesi şeklinde iki genel başlık oluşturulmuştur.

a-Herhangi bir şey ilave edilmeden içkinin kendiliğinden sirkeye dönüşmesi halinde tâhir olacağı, necislik durumunun ortadan kalkacağı hususunda fakihler ittifak etmişlerdir.[54] istihâleyi esastan kabul etmeyen fakihler de konuyla ilgili rivayetleri esas alarak bunu diğer örneklerden ayırmışlardır.

Sirkeye dönüşen içki örneği istihâle için verilebilecek en iyi örnek olarak önümüzde durmakta ve bütün fakihlerin bir şekilde bunu kabul etmiş olmaları konu ile ilgili farklı ufukların aydınlanmasına vesile olmaktadır. Konuyla ilgili deliller incelendiği takdirde öncelikli olarak rivayetler esas alınmakla birlikte kıyas ve diğer şer’i delillere de başvurulduğu görülmektedir. Konunun esasını oluşturması bakımından ilgili deliller detaylandırılmadan zikredilecektir: 1- “Sirke ne güzel katıktır.”[55] Bu anlamda rivayet edilen diğer hadis de şu şekildedir: “Bir gün Rasulullah (s.a.v) Aişe validemize: Öğle yemeği için bir şey var mı? diye sordu. Aişe (r.a): Yanımızda ekmek, kuru hurma ve sirke var, dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v): Sirke ne güzel katıktır. Allah’ım sirkeyi bereketlendir. Çünkü sirke benden önceki peygamberlerin katığı idi. İçinde sirke bulunan bir ev fakirleşmez, buyurdu.”[56] Bu anlamda rivayet edilen bütün hadislerde Hz. Peygamberin (s.a.v) mutlak olarak bütün sirkeleri övdüğü için her türünün helal olacağı belirtilmiştir. 2-Ümmü Seleme’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “tabaklama ölü hayvan derisini helal kıldığı gibi sirke(leşme) de içkiyi helal kılmaktadır.”[57] 3-İçkinin haram kılınmasının temel nedeni sarhoş etme vasfıdır. Farklı bir necaset durumu oluşmadan bu vasıf zail olunca; necis olan su uzun bir süre bekleyerek tekrar eski vasfını kazandığı gibi bu içki de yeni bir vasıf kazanarak tâhir olur.[58] 4-Üzüm suyu genellikle tahammürden sonra sirkeye dönüşür. Tâhir olduğu kabul edilmediği takdirde icma ile helal olduğu bilinen sirke kullanılamayacaktır.[59]. 5-İçkinin haram ve necis olmasının illeti sarhoşluk vasfıdır. Bu vasıf ortadan kalktığı takdirde haramlık ve necislik durumu da kalkar. Çünkü ikisi arasında deveran ilişkisi vardır.[60]

b-İçkinin bir işlemden geçirilerek sirkeleş(tiril)mesi: Fıkıh kaynaklarında içkinin içerisine tuz, sirke, soğan vb. şeylerin ilave edilmesi ile veya gölgeden güneşe alınması, güneşten gölgeye alınması gibi fiziki şartları değiştirilerek sirkeleştirilmesinden bahsedilmektedir. Bu şekilde sirkeleşen içkinin tâhir vasfını kazanıp kazanamayacağı ile ilgili olarak farklı yaklaşımlar ortaya konulmuştur. Hanefi fakihler iki durum arasında herhangi bir fark gözetilmeksizin içkiden dönüşen sirkenin helal vasfı kazanacağını belirtmişlerdir. Maliki fakihler de genel olarak sirkeleşen içkinin tâhir ve helal olduğu hususunda Hanefi fakihlerle aynı kanaatte olmakla birlikte bu sirkenin içilip içilemeyeceği hususunda farklı düşünmüşlerdir.[61] Onlardan bir kısmında içkinin satın alınmaması için sirkeleştirilmemesi gerektiği yönünde eğilim oluşmuştur. Bu şekilde içkinin satın alınarak günah işlenmesinin önüne geçmek için bu içtihatta bulundukları anlaşılmaktadır. Onlar sirkede bir problem görmemiş ancak içkiye bulaşmamak, satın alınarak bir masiyet işlenmemesi için sedd-i zeria babında bir içtihatta bulunmuşlardır. Açık bir şekilde dönüşen sirkenin helal ve tâhir vasfı kazandığını belirterek de Hanefi fakihlerle aynı noktada bir araya gelmişlerdir.[62]

Şâfiî[63] ve Hanbeli fakihler[64] ise bu şekilde dönüşen sirkenin helal ve tâhir vasfını kazanamayacağını, buna gerekçe olarak da rivayetlerde sadece kendiliğinden sirkeleşen içkiden bahsedildiğini belirtmişlerdir. Diğer şekillerin helal ve tâhir vasfı kazanmasında etkili olamayacağını, hatta Hz. Peygamberin, elinde bulunan içkiyi sirkeleştirmek isteyenlere bile müsaade etmediğine dair delilleri esas almışlardır. Enes b. Mâlik’den rivayet edildiğine göre; Ebû Talha Hz. Peygamber (s.a.v)’e (bir miktar) şaraba vâris olan yetimlerin elinde bulunan içkiyi sormuş, Hz. Peygamber de “Onu dök” cevabını vermişti. Ebû Talha: Onu sirke de yapmayayım mı? diye sorunca (Hz. Peygamber): “Hayır!” cevabını vermiştir.[65] Buna ilave olarak, içkinin haram ve necis olduğunu, içine atılan maddenin de bu vasfı kazanacağı için tâhir ve helale dönüştürmede etkisinin olamayacağını belirtmişlerdir. Bir işlemden geçirildikten sonra sirkeleşen içkinin haram oluşunu murisini öldüren kişinin mirastan mahrum bırakılmasına da kıyaslamışlardır. Vaktinden önce miras almak için acele eden kişi mahrum bırakıldığı gibi kendiliğinden sirkeleşmesi beklenilmeden işlem yapılarak gerçekleştirilen sirkeleşmenin de tâhir olma vasfını kazandırmayacağı belirtilmiştir. [66]

Günümüzde bilimin ulaştığı verilere göre tüm alkollü içkiler (bira, şarap, şampanya, vermut, rakı, kımız vb.) ile endüstriyel amaçlı ürünler (biyoetanol, ispirto ve saflaştırılmış absolü alkol vb.) sirkenin kaynağı olabilir. Özellikle zengin aromatik profilleri sebebiyle meyve şarapları bu amaçla değerlendirilmektedir. Alkollü içkilerin sirkeye dönüştürülmesinin birçok yöntemi vardır. Metanol karbonilasyonu, asetaldehit oksidasyonu, etilen oksidasyonu, anaerobik fermantasyon uygulamaları gibi endüstriyel uygulamalar olduğu gibi aktif bir sirkeden mayalama yapılarak ev tipi üretim de yapılabilmektedir. Sirke, her türlü etil alkole sahip içkinin, sirke bakterilerinin mevcudiyetinde havalı şartlarda oksidasyonu sonucu meydana gelir. Biyokimyasal süreçler sonucu etil alkol oksitlenerek asetik aside dönüşür ve etil alkolün sarhoş edici ve diğer olumsuz etkileri ortadan kalkar. [67]

Fıkıh müktesebatımızda yer alan örnekler ve hassasiyetler göz önünde bulundurulduğu takdirde her birinin ulaşmak istediği temel hedefin helal ve temiz gıda temin etmek olduğu açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Fakihler kendi şartlarında içkiden elde edilen sirkelerin helal ve tâhir vasfı kazandığına dair görüş beyan ederken ileri derecede hassasiyeti korudukları anlaşılmaktadır. Zikredilen maddelerin ilave edilmesiyle sirkeleştirilmek istenen içkinin tâhir ve helal olup olmaması hususunda her birini farklı sonuçlara ulaştıran değişik rivayetler, görüşlerinin esasını oluşturmuştur. Ancak şu husus ifade edilebilir ki konuyla ilgili rivayetler içkinin haram kılınma süreciyle ilgilidir. İçkinin sirkeye dönüştürülmemesi gerektiğini ifade eden rivayetlerin, haram kılınması sürecinde olabilecek istismarların önüne geçmeğe yönelik olduğu, sirkeleştirilebileceğini belirten rivayetlerin de haram kılındığı kesin bir şekil şekilde öğrenilen içkiden bu şekilde yararlanılabileceğini ifade etmeye yönelik olduğu belirtilmiştir. Bunun yanına bazı fakihler hadisler arasında zaman sıralaması yaparak tercihte bulunmuş, diğer bazıları da nehiy içerikli rivayetlerin sirke yapımına değil de içkinin bizatihi kullanımına yönelik olduğunu belirtmişlerdir.[68]

Hadislerin vürut tarihleri ve öncelik durumlarının tespitinin muğlak oluşu mezheb hassasiyetleri göz önünde bulundurularak değerlendirildiği takdirde bütün Müslümanlar tarafından kabul edilebilecek kriterlerin tespiti hayli zor olacaktır. İstenilen anlamda bir sonucun ortaya çıkmasını temin edebilmek için artık çok ileri bir safhaya ulaşan, içerik analizlerinin de ötesinde, tat, lezzet ve sertlik derecelerinin tespit edilebildiği bilimsel yöntemlerden istifade etmek bütün anlayışların ulaşmak istediği sonuç ile çelişmeyecektir.

Kaldı ki fıkıh kaynaklarının bir kısmında içkinin içine balık, tuz vb. maddeler katılarak sirkeleşmenin gerçekleşeceği veya gölgeden güneşe, güneşten gölgeye götürülerek sirkeleşmenin sağlanabileceği şeklindeki yaklaşımlar[69] sorgulanmaktadır. Bu şekilde sirkeleşmenin mümkün olmadığını belirtenler olduğu gibi, sertlik ve dönüşme oranının iyice tespit edilemediğini belirtenler de vardır. [70]

4. Necis Yağların İstihâleye Uğraması

Fıkıh kaynaklarında bu konu genellikle, necis yağların aydınlatma ve sabun imalatında kullanılması ile ilintili olarak zikredilmektedir.

Aralarında Hanefi[71], Maliki[72] ve Hanbeli[73] fakihlerin bulunduğu Cumhura necis yağların aydınlatma amacıyla kullanılması caiz değildir.

Şâfiîlere göre ise mescit dışındaki mekânlarda aydınlatma vb. durumlar için necis veya müteneccis[74] fark etmeksizin bütün yağların kullanılması caiz ancak alış-verişi caiz değildir.[75] Domuz ve köpekten elde edilen yağların necasetinin ağır olmasından dolayı hiçbir şekilde kullanılmasına cevaz verilmezken mescitlerde ise zaruret halinde necis olan değil, diğer müteneccis yağların kullanılabileceğini belirtmişlerdir.[76]

Cumhur, Rasulullah (s.a.v)’den rivayet edilen şu hadisi esas almıştır: “Allah ve Rasûlü; içki, kendiliğinden ölmüş hayvan, domuz ve put satışını haram kılmıştır.” Bunun üzerine “Ey Allah’ın Rasûlü: Gemilerin yağlanması, derilerin boyanması ve kandillerin aydınlatılmasında kullanılan ölü hayvanların iç yağları hakkında ne dersiniz? Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Hayır o haramdır.” “Allah Yahudileri kahretsin Allah onlara iç yağını haram kılmıştı da onu eritip satarak parasını yediler”[77] Şâfiî fakihler ise “Rasûlllah’a içerisine fare düşen yağın durumu sorulunca, aydınlatmada yararlanın ama yemeyin”[78] hadisini esas almışlardır. Hadiste müteneccis olan yağların kullanılabileceğinin açık bir şekilde anlaşıldığı, diğer necis yağların da buna kıyasen sınırlı bazı durumlarda kullanılabileceğini belirtmişlerdir. İmam Şâfiî’ye bu konuda cevaz verdiği halde satışına neden cevaz vermediği sorulunca, darda kalan kişilerin murdar hayvanların etinden ihtiyaç kadar yiyebildikleri halde satamadıkları gibi bu durumda da ihtiyaç olduğu için istifade edebileceklerini ancak satamayacaklarını belirttiği nakledilmiştir.[79]

Necis yağların kullanımı ile ilgili fakihlerin genel yaklaşımı bu şekilde olmakla birlikte sonradan bir şeyin karışması ile necis olan (müteneccis) yağlar ile ilgili görüşleri ise farklıdır. Hanefi[80] ve Maliki[81] fakihlere göre ölü hayvan yağları gibi bizatihi necis yağların kullanılması haramdır. Sonradan bir şeyin karışması ile müteneccis olan yağların alış-verişi yapılamaz ancak aydınlatma vb. durumlarda kullanılabilir. Şâfiî fakihlerin hem necis hem de müteneccis yağların bazı maksatlarla kullanılabileceğini belirtikleri nakledilmişti. Hanbeli fakihlerden nakledilen sahih görüş de bu şekildedir.[82] Buna göre müteneccis yağların alış-veriş dışında zikredilen maksatlarla kullanılabileceği hususunda bir ittifak bulunduğu anlaşılmaktadır.

Necis yağların sabun imalatında kullanılması ile ilgili olarak da Hanefi fakihlerden İmam Muhammed[83], Maliki[84] ve Şâfiî[85] fakihler kullanılabileceğini, çünkü necis yağların sabuna dönüşmesiyle asli özelliklerinin kaybolduğunu belirtmişlerdir. Hanefi mezhebinin müfta bih görüşü bu şekildedir. İbn Abidin de buna binaen, sabun kazanına düşen insan veya köpeğin bile sabuna dönüşmesi halinde hakikati değiştiği için kullanılabileceği kanaatindedir.[86] Şâfiî fakihler necis yağların bu şekilde kullanılabileceğini ancak istihâle ile ilgili genel anlayışlarına göre necis olma durumu devam ettiği için bu sabun ile yıkanan beden veya elbisenin tekrar su ile yıkanması gerektiğini belirtmişlerdir. Onlara göre ikinci yıkama sadece necaset durumunun kaldırılması içindir. [87] Maliki fakihler ise bizatihi aynı necis olan yağları bu kapsamdan çıkararak sadece müteneccis olan yağların sabuna dönüştürülmesi halinde kullanılabileceğini, necis yağların kullanılamayacağı şeklinde bir sınırlandırma getirmişlerdir. Maliki fakihler de tıpkı Şâfiîler gibi müteneccis yağ ile yıkanan elbise ve bedenin tekrar temiz su ile durulanması gerektiğini ve muhataba sabunun müteneccis yağdan oluşturulduğunun bildirilmesi gerektiğini belirtmişlerdir. [88]

5. Topraklaşma ve Tuzlaşma

Topraklaşma, ziraat biliminde kullanılan teknik bir terim olmamakla birlikte, dönüştürme yönüyle değerlendirildiğinde mineralizasyon kavramına karşılık gelmektedir. Mineralizasyon toprağa katılan bitkisel ya da hayvansal kökenli doku artıkları olan ve toprak organik maddesi olan yapıların ayrışması olayıdır. Bu süreç sonunda elementlerin bağlanmasıyla oluşan organik bileşikler, bitkiler tarafından besin maddesi olarak kullanılan ve besin zincirinin ilk hali olan inorganik formlara dönüştürülürler. Toprak mineralizasyonu olayı toprak canlıları ve özellikle mikroorganizmaları sayesinde olmaktadır. Toprağa katılan tüm organik yapılar hızlı bir süreçten geçtikten sonra mineralizasyona uğrar ve topraklaşırlar. Böylece toprağa katılan tüm organik yapılar hızlı ya da yavaş inorganik formlara dönüşürler. İnorganik formlar besin zincirinin ilk halkası olan bitkilerin besinlerini oluştururlar. Bitkiler topraklaşmış ve inorganik forma dönüştürülmüş maddelerin ilk kullanıcıları olmaktadır.[89] Toprağa düşen ölü hayvanlar veya necaset mikroorganizmalar tarafından parçalanır. Parçalanma neticesinde oluşan gazlar uçuşurken geriye kalan inorganik maddeler tekrar bitkiler tarafından kullanılarak tabiattaki döngüsel düzen devam etmektedir.

Fıkıh kaynaklarında ayrıntılardan bahsedilmeden toprağa düşen ve kaybolan maddelerin tâhir olduğu bilgisi yer almaktadır. Topraklaşma ile ilgili fazla örneğin yer almaması, konuyla ilgili tereddüdün olmamasıyla ilintilidir. Zikredilen örnekler de doğrudan topraklaşma şeklinde değil de üzerine düşen necis maddeler bağlamında zikredilmektedir.

İstihâle ile ilgili en sık ve çarpıcı örnekler tuz havuzuna düşen necaset veya hayvanlar üzerinden verilmektedir. Hemen hemen bütün fıkıh kaynaklarında bu örnekler yer almaktadır.

Hanefi fakihlerden İmam Muhammed’e göre domuz dahil tuzluğa düşen her şey dönüşümden sonra tâhir vasfı kazanır. Çünkü bu durumda istihâle gerçekleşmiştir. Ona göre istihâle geçiren herşey başkalaştığı için vasfı da değişir. İmam Ebu Yusuf ise ‘ayn’ı necis olan bir şeyin hiçbir şekilde tâhir vasfı kazanamayacağı görüşünü benimsemiştir. ‘Ayn’ı necis olan bir maddenin bu özelliği kalıcıdır. Bu hususta verdiği çarpıcı örnek şu şekildedir. Yanan necasetin külü bir kuyuya düştüğü takdirde bu su necis olur. Aynı şekilde tuzluğa düşüp tuza dönüşen necis bir madde de kullanılmaz. Çünkü bizatihi ‘ayn’ı necis olan bir şey tâhir olamaz.[90]

Maliki fakihlere göre de istihâle geçiren necis bir maddenin hükmü değiştiği için vasfı da değişerek tâhir olur. [91] Tuza dönüşen necaset de tâhir olur. Şâfiî[92] ve Hanbeli[93] fakihlerin tercih edilen görüşüne göre ise ‘ayn’ı necis olan bir madde veya hayvan tuza dönüşse bile vasfını kaybetmez. Necis olma durumu devam eder.

Fıkıh kaynaklarında yer alan tuzlaşma ile ilgili değerlendirmeler, istihâle ile ilgili yaklaşımlarına paralellik arz etmektedir. istihâle geçiren bir maddenin hükmünün de değişeceğini kabul edenler tuzlaşan bir hayvan veya necasetin de tâhir vasfını kazanacağını, istihâleyi kabul etmekle birlikte değişim ve dönüşümün necis olma durumunu değiştirmeyeceğini belirtenler ise tuzlaşma neticesinde de vasıfta bir değişikliğin olmayacağını belirtmişlerdir.

Hakikatte tuz, kimyada, bir asitle bir bazın tepkimeye girmesi neticesinde meydana gelen madde olarak tanımlanır. Tuz, bazdaki artı yüklü iyonla asitteki eksi yüklü iyondan meydana gelir. Asitle baz arasındaki tepkime nötrleşme tepkimesi olup bu esnada tuz ve su ortaya çıkar.[94]

Tuzlaşma konusunda verilen örneklerin faraziye olduğu varsayımı her zaman makbul bir gerekçe olmakla birlikte, yeni ortaya çıkan durumlara örneklik misal etmesi için günümüz şartlarında bir karşılığının olup olmadığı dikkatle incelenmelidir. Helal gıda, istihâle, istihlak vb. konularda örnek çalışmalar yapan bazı bilim insanları tartışmalı bir oturumda tuz havuzuna düşen hayvanların tuza dönüşeceği örneğinin kimya kurallarına göre uygun olmadığını belirtmişlerdir.[95] Yine tuzlaşma ile ilgili ortaya konulan bilimsel araştırmalarda, tuzların içinde değişmeden varlığını koruyan % 1-10 oranında yabancı maddenin bulunabileceği bilgisi yer almaktadır.[96] Bu verilerden hareketle tuzlaşan bir necasetin tamamen dönüşeceği varsayımından hareket ederek domuz dâhil her şeyin tâhir vasfı kazandığını belirten görüş ile yanıp kül olma dâhil her ne şekilde olursa olsun ‘ayn’ı necis olan bir maddenin tâhir vasfı kazanamayacağını belirten görüşün de tekrar değerlendirilmesi gerektiği durumu ortaya çıkmaktadır.

6. Yakılmak Suretiyle Bazı Maddelerin İstihâleye Uğraması

Bir şeyin yanması denilince, oksijen ile etkileşerek alev, hararet ve ışık yayarak tükenmesi, kül olması, ateş veya sıcaklık tesiriyle farklı bir hale gelmesi kastedilir. Kaynaklarda da bir maddenin yanmasından sonra geriye kalan kül ve ortaya çıkan buhar ile ilgili fikhî hükümlerden bahsedildiği için bu mananın kastedildiği anlaşılmaktadır.

Necis bir maddenin yanma işleminden sonra tâhir olup olmayacağı ile ilgili olarak genel itibariyle iki görüşün ortaya konulduğu görülmektedir. Hanefilerin müfta bih görüşü[97] ve Malikilerin mu’temet olan görüşüne göre[98] tâhir olur.

Hanefi fakihlerden İmam Ebu Yusuf[99], Malikilerin diğer görüşü, Şâfiî fakihler[100] ve Hanbelilerin mu’temet görüşüne[101] göre necis maddeler yanma neticesinde tâhir olmadıkları gibi geriye kalan kül vb. artıklar da tâhir olmaz. İmam Şâfiî’nin kadim görüşüne göre ateş necaseti tâhir yapar. Cedit görüşüne göre ise yukarıda belirtilen şekilde necis ‘ayn’ külleşse bile temiz olamaz. Bunun için fıkıh kaynaklarında hammaddesi toprak olan çanak çömlek vb. toprakta pişen kapların imalat aşamasında tezek vb. necis maddeler ile karıştığı takdirde hiçbir şekilde tâhir olamayacağı belirtilmiştir. Mezhep imamlarından Kaffâl eş-Şaşî (v. 365/976) ateşte pişen necis maddelerin yüzeyi yıkandığı takdirde temiz olacağını belirtse de bu görüş mezhep içinde kabul görmemiştir.[102]

Yanma neticesinde istihâlenin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği hususundaki ihtilaf, konunun esasında var olan tartışma ile paralellik arz etmektedir. Naslarda açık bir şekilde belirtilen hususların dışında istihâleyi kabul etmeyen fakihlerin aynı çizgiyi bu konuda da takip ettikleri görülmektedir. Kül olan veya yüksek derecedeki ısıya maruz kalan yanıcı necis bir maddenin bileşenlerinden hiçbir eser kalmadığı halde “ayn”ının necis olduğu iddiası, yöntemde tutarlılık ve bütünlük anlayışının bir neticesidir. Hakikatte yanma değişim ve dönüşümün en üst zirvesidir. Yanma işlemine maruz kalan yanıcı bir maddenin, geçirdiği kimyasal değişimden sonra eski halinden bir eser kalmaz. Burada bir ayrışmadan ziyade başkalaşma, asli vasfını kaybetme ve külleşme söz konusudur. Kaldı ki yanmayı istihâle vasıtası kabul etmeyen Şâfiî fakihlerin sahih görüşleri[103] ile bazı Hanbeli fakihlerin[104] necis maddeden tevellüt eden buhar ve dumanın tâhir olduğunu belirtmeleri de hakikatte buna benzer istihâleyi bir şekilde kabul ettiklerine işaret etmektedir.

7. Kanın İstihâleye Uğraması

Kaynaklarda istihâle neticesinde kanın tâhir ve mükerrem bir şeye dönüşmesi ile necis bir şeye dönüşmesi arasında ikili ayırım yapılmıştır. Örneğin, kanın istihâle geçirerek süte dönüşmesi tâhir ve mükerrem kapsamında değerlendirilirken, irine dönüşmesi ise necis olarak değerlendirilmiştir.

Kan ve irinin necis oluşu ile istihâle sonucu oluştuğu belirtilen sütün temiz olduğu hususunda ittifak bulunmaktadır. Aynı şekilde kandan dönüştüğü kabul edilen miskin tâhir olduğu hususunda da ittifak bulunmaktadır. Ancak birçok kaynakta kandan istihâle geçirerek oluştuğu belirtilen meninin necis olup olmadığı hususunda ihtilaf bulunmaktadır. Fıkıh bahislerinin ilgili bölümlerinde meni, süt ve miskin istihâle geçirerek oluştuğuna dair yaygın bir kabul bulunmaktadır. Bu örnekler istihâlenin değerlendiriliş şekli ile dönemin algıları ve yaklaşım tarzı hususunda somut bilgiler vermektedir.[105] Kanın istihâleye uğraması neticesinde oluştuğu belirtilen bu maddelerle ile ilgili yapılan araştırmalar şöyle özetlenebilir:

Misk ahusunun oluşumu ile ilgili araştırma yapan Tıbbi Biyokimya uzmanlarından bilim adamı Mehmet Aköz konu ile ilgili şu değerlendirmede bulunmuştur: “İslam hukuku kaynaklarında istihâle (kimyasal değişim) kavramı anlatılırken misk ahusu kanının misk-i anbere dönüşmesi örneği verilir. Aslında kan misk-i anbere dönüşmemektedir. Çünkü kan tek bir madde değil, bir maddeler grubudur. Dolayısıyla başka bir maddeye dönüşemez. Kanın içindeki mikro besinler ve moleküller kullanılarak yeni bir madde sentezlenir. Nasıl kan içerisindeki bazı moleküller kullanılarak süt sentezlenmekteyse, diğer bazı moleküller kullanılarak da misk-i anber sentezlenmektedir. Tıpkı çimento, demir, tuğla vb. malzemeler kullanılarak bir bina yapıldığı gibi.”[106] Konunun devamında da şu ilaveleri yapmaktadır: “ ‘Misk ahusunun kanının miske dönüşmesi’ ifadesi istihâle kavramı anlatılırken örnek olarak verilmektedir….. Bu olayı bilgilerimiz ışığında yakından incelediğimiz zaman, aslında bir değişim veya dönüşüm görmüyoruz. Bir değişimden ziyade, yeni bir sentez, yeni bir madde oluşumu veya üretimi söz konusudur. Şöyle ki; öncelikle hayvanın özelleşmiş olan o dokusunun misk salgısını üretebilmesi için gerekli maddeler kendisine ulaşmalıdır. Bunun için gıdalarla selüloz, nişasta, protein, mineral ve vitamin gibi besin öğeleri ağızdan alınarak sindirim sisteminde parçalanmalı, bağırsaklardan emilerek karaciğere, oradan da kan ile ilgili doku veya organa ulaşmalıdır. Bu üretim sırasında gıdalarla alınan selülozun temelini oluşturan karbonhidrat molekülleri karbondioksit ve suya kadar yıkarak enerji elde edilir. Açığa çıkan karbondioksit solunumla atılır. Elde edilen enerji metabolik faaliyetlerde, sentez olaylarında veya canlılık aktivitelerinde kullanır. Bu olaylar sırasında birçok hormon, enzim, kofaktör vb. eşliğinde biyokimyasal reaksiyonlar gerçekleşir. Kimyasal reaksiyonların oluşabilmesi için ayrıca iklim, mevsim şartları, psişik şartlar da gerekmektedir ki salgı oluşsun. Misk adlı parfümün helal veya caiz olarak addedilmesini “kan helal değildir fakat helal olmayan kan istihâleye uğrayarak helal ve güzel hale gelmiştir” şeklinde değerlendirmemek gerekir. Burada bir dönüşüm gerçekleşmemekte, bir sentez gerçekleşmektedir. Kanın kendisi bir madde değil, bir maddeler grubudur. Bir madde diğer bir maddeye dönüşmemekte, kan içindeki bir grup madde kullanılarak yeni bir madde üretilmektedir…. Kanın misk-i anbere dönüşmesi yerine kandan misk-i anber sentezlenmesi demek daha doğrudur. Ancak burada kastedilen kandan, yani dinen pis kabul edilen bir maddeden, misk-i anber gibi güzel ve temiz bir madde üretildiğidir. Yani özelliğin tamamen değiştiği vurgulanmak istenmiştir.”[107]

Sütün oluşumu ile ilgili araştırma yapan Hamid Atiyye Muhammed de sütün birçok safhadan teşekkül eden oluşum sürecini ayrıntılı bir şekilde anlatmaktadır. Makalesinde sütün temel iki oluşum süresinin olduğunu, birincisinde sütün yapısında yer alacak bazı maddelerin dolaşım sistemi yoluyla meme bezlerine getirilip hücrelere aktarımının gerçekleştiğini, ikincisinde ise metabolizma vasıtasıyla diğer süt bileşenlerinin meme bezleri vasıtasıyla oluştuğunu belirtmektedir. Birinci aşamada hayvan tarafından alınan yiyeceklerin mekanik, kimyevi ve mikrobik olarak parçalara ayrıldıktan sora uçucu yağ asitlerine dönüştüğünü, sindirim sistemi duvarı içinde dağılmış olan kılcal lenf damarları vasıtasıyla, bu yağ asitlerinin bağırsaklardan emilerek önce lenf yoluna geçtiğini, daha sonra kan dolaşımına dâhil edilerek kan yoluyla meme bezlerine ulaştığını belirtmektedir. Buna ilave olarak sütte yağ asitlerinin, proteinlerin, vitamin ve minerallerin oluşumunun mucizevi bir süreçle gerçekleşmesi ile ilgili diğer detaylı aşamaları verdikten sonra bir litre sütün içime hazır hale gelmesi için gerekli olan protein, karbonhidrat vitamin ve hormonların aktarımının gerçekleşmesi için memelerden yaklaşık 500 lt kanın geçmesinin gerekli olduğuna dikkat çekmektedir.[108] Buradan kanın dönüşümünden veya istihâle geçirmesinden ziyade bir taşıyıcı fonksiyonu gördüğü, sütün oluşumu için gerekli olan bazı protein ve yağların kandan alındığı diğer birçok elementin de memeler vasıtasıyla oluştuğu anlaşılmaktadır.

Değerlendirme

Gelişmiş laboratuvar teknolojilerinden yararlanılarak istihâle geçirdiği iddia edilen maddeler hususunda söz konusu olan derin ihtilafların önüne geçilebilir. Yapılacak ayrıntılı içerik analizleri ile maddelerin yapısı ortaya konulacak ve temel referanslarda belirtilen ölçüler çerçevesinde değerlendirme yapılabilecektir. İstihâle konusunda fıkıh kaynaklarımızda çoğu yöresel ve kişisel tecrübeye dayalı içtihatlar referans gösterilerek farklı sonuçların ortaya konulması yerine fakih, hekim, kimyager, gıda mühendisi, fizikçi ve diğer ilgili bilim adamlarının ortak çalışması ile bütün ümmet için referans olabilecek sonuçlar elde edilebilir. Bu konuda fıkıh müktesebatımızı dikkate alarak örnek çalışmalar yapan, ilgili ilim adamlarında güzel ufukların belirmesine vesile olan, “Helal ve Sağlıklı Gıda Platformu” nun çalışmalarının kurumsal hale gelmesi için ilgililer tarafından desteklenmesi hayırlı çalışmalara vesile olacaktır.

İlk dönemlerden itibaren önemli fakihlerin özellikle tıp ve kimya ile ilgili konularda ehline sorulması gerektiğine işaret etmeleri de konunun bu şekilde değerlendirilmesinin daha isabetli olacağına işaret etmektedir. Örneğin, güneşte ısıtılan sular ile ilgili olarak İmam Şâfiî’den nakledilen görüş tıbbi boyutu bulunan konularda ilk dönem fakihlerinden bazılarının yaklaşımı ile ilgili olarak bilgi vermesi açısından önemlidir. Güneşte ısıtılan suyun kullanımının mekruh olup olmamasıyla ilgili olarak şöyle görüş beyan etmektedir: “Ben güneşte ısınan suyu sadece tıbbi gerekçelerle mekruh görüyorum.”[109] Râfiî ve Nevevi de İmam Şâfiî’nin konuyla ilgili görüşünün güneşte ısınan suyu kullanmanın mekruh olmadığı yönünde olduğunu ancak tıp otoriteleri tarafından zararlı olduğu yönünde bir görüş geldiği takdirde görüşünü değiştireceği şeklinde yorumlamışlardır[110]. Konuyla ilgili olarak Kaffâl eş-Şaşi’nin şöyle bir görüşünün olduğu aktarılmıştır: “Tıb ehlinden iki adil hekim güneşte ısınan suyun alaca hastalığına neden olmadığını belirtirse mekruh olmaz, ancak neden olduğunu belirtirse mekruh olur.”[111] Konuyla ilgili örnekler artırılabilir.

İstihâle ile ilgili konularda ortaya konulan çözüm önerilerinden de anlaşıldığı gibi tıbbi veya kimyevi yönü bulunan konularda görüş beyan edilmeden önce ilgili uzmanların tespitleri gözden geçirildikten sonra fıkhi boyutunun açıklanması isabetli olacaktır. Çünkü ifade edildiği gibi sınırlı imkanlardan istifade edilerek ulaşılan istihâle ile ilgili örneklerin önemli bir kısmının günümüz imkanlarıyla tekrar gözden geçirilmesi gerektiği hususu hasıl olmuştur.

Hakikatte kadim fukahanın farz-ı muhal örneklerinden sarf-ı nazar edilip sadece ortaya koydukları genel kurallar bile uygun çözümü ortaya koymaya yeterli olacaktır. İmamü’l-Haremeyn Cüveynî’nin (v. 478/1085) istihâle ile ilgili değerlendirmesi her zaman geçerliliğini muhafaza edecek niteliktedir. Ona göre: “istihâle vasıtasıyla bir halden diğer bir hale dönüşen bir maddeye istihâleden önceki hüküm verilmez.”[112] Önceki haline itibar edilmez. Aynı şekilde İbn Abidin’inin istihâleyi “maddenin bir hakikatten diğer bir hakikate dönüşmesi”[113] şeklinde tavsif etmesi de konuyu son derece isabetli bir şekilde değerlendirdiklerini gösterir niteliktedir. Konuyu izah bağlamında verdikleri doğrulanabilir örnekler ortaya koydukları genel kural ve kaidelere bir halel oluşturmaz. Fıkhın, geleneği muhafaza ederek güncellenen bir mektep olduğu göz önünde bulundurulduğu takdirde yapılan ve yapılacak olan hassas çalışmalar bütün konularda olduğu gibi istihâle konusunda da en uygun çözüm önerisini ortaya koyabilecektir.

SONUÇ

İstihâle, necis maddenin bir şekilde farklılaşarak farklı bir maddeye dönüşmesi anlamında kullanılmıştır. Fakihlerden bir kısmı naslarda açık bir şekilde ifade edilen sirke, tabaklanmış deri ve misk dışında necis bir maddenin istihâle ile tâhir olamayacağını belirtirken bazı Hanefi fakihler her şeyin tâhir olacağını belirtmişlerdir.

İstihâle konusu fıkıh kaynaklarında kapsamlı ve anlaşılır bir şekilde ele alınarak, yöresel kabuller ve fıkıh metinlerinin oluşturulduğu döneme muvafık örnekler üzerine bina edilmiştir. Bu örnekler ortaya konulduğu dönem itibariyle uygun olmakla birlikte günümüz şartları göz önünde bulundurulduğu takdirde çoğunun tekrar değerlendirilmeye muhtaç olduğu görülmüştür. Özellikle İmam Muhammed’in domuzun tuz havuzuna düştükten sonra istihâle geçirerek tuzlaşması halinde tâhir olacağını belirtmesi bir varsayım olup taşlaşmaya uğradığı varsayımına dayandığı kuvvetle muhtemeldir. Tuza dönüşmediği hususunda bilim adamları tarafından kuvvetli itirazların bulunduğu bu örneğin günümüzde katkı maddelerinin önemli kaynaklarından olan domuz ve türevlerinin helalliğine medar gösterilmesi çok ciddi problemlere kapı arayabilecektir.

Günümüzde istihâleye uğradığı belirtilen birçok maddenin domuz menşeli olup olmadığı artık büyük oranda tespit edilebilmektedir. Dolayısıyla domuz konusunun diğer bütün katkı maddelerinden ayrı olarak özel bir çalışma ekibi tarafından ele alınması, sivil kuruluşlar ve devlet birimleri tarafından oluşturulacak müstakil enstitü ve özel çalışma ekiplerinin temel konusu olması elzemdir.

Bunun dışında verilen diğer istihâle örneklerinin de laboratuvar sonuçlarıyla uyumlu olup olmadığının tespiti için detaylı, uzun vadeli, temkinli bir şekilde konuyla ilgili bütün ilim adamlarının katılacağı kurumsal araştırmaların yapılması gereklilik haline gelmiştir.

KAYNAKÇA

Abderî, Muhammed b. Yusuf b. Ebi’l-Kasım, et-Tâc ve’l-iklîl li muhtasari Halil, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1994.

Altıntaş, Arif, Asitler, Bazlar, Tuzlar, Ankara Üniversitesi Yay. 2013.

Âmidî, Seyfuddin, Ebu’l-Hasan Ali b. Ebu Ali b. Muhammed, thk.: Abdurrezzak Afif, el-İhkam fi Usûli’l-ahkâm, el-Mektebü’l-İslâmi, Beyrut, ts.

Aynî, Ebu Muhammed Mahmud b. Ahmed Bedreddin, el-Binâye şerhu’l-hidâye, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2000.

Babertî, Muhammed b. Ekmeluddin Ebu Abdullah er-Rumî, el-İnaye şerhü’l-hidaye, Darü’l-Fikr, ts, Beyrut ts.

Battâl, Ahmed b. Süleyman b. Battal er-Rekbî, en-Nazmü’l-müztez’ab fi tefsiri garibi elfazi’l-mezheb, thk.: Mustafa Abdulhafız Salim, el-Mektebetü’t-Ticariyye, Mekke, 1988.

Bekrî, Osman b. Muhammed Şata ed-Dimyati, İanetü’t-tâlibîn ala halli elfazi fethi’l-müin, thk.: Osman b. Muhammed Şata Dimyati, Darü’l-Fikr, Beyrut, 1997.

Buhûtî, Mansur b. Yunus b. Salahuddin b. İdris, er-Ravzü’l-mürbi’ şerhu zâdi’l-müstenki’, Darü’l-Müeyyed, Beyrut, ts.

-Keşşâfü’l-kına’ an metni’l-ikna’, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, ts.

Büceyrimî, Süleyman b. Muhammed b. Ömer, Tuhfetü’l-habib ala şerhi’l-hatib Hâşiyetü Büceyri ala’l-Hatib, Darü’l-Fikr, Beyrut, 1995.

Cürcânî, Ali b. Muhammed ez-Zeyn eş-Şerif, et-Ta’rifât, Darü-l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1983.

Cüveynî, Ebü’l-Meali Abdulmelik b. Abdullah, Nihâyetü’l-matlab fi dirayeti’l-mezheb, thk.: Abdulazim Mahmud ed-Dib, Darü’l-Minhâc, 2007.

Çeker, Orhan, İstihâle, Güncel Dini Meseleler İstişare Toplantısı IV, DİB Yay. Afyonkarahisar, 2011.

Dusûkî, Muhammed b. Ahmed b. Arefe, Hâşiyetü’s-dusûkî ala’ş-şerhi’l-kebir, Darü’l-Fikr, Beyrut, ts,

Döndüren, Hamdi, Kur’an ve Sünnete Göre Helal-Haram Gıdalar ve Kimyasal Değişim, (İstihâle ve Tegayyür), VI. İslâm Hukuku Anabilim Dalı Koordinasyon Toplantısı ve İslâm Fıkhı Açısından Helâl Gıda Sempozyumu, Bursa, 2009.

Ebu Bekir b. Muhammed b. Haris Hüseynî Takiyuddin eş-Şâfiî, Kifayetü’l-ahyâr fi halli gayeti’l-ihtisâr, Darü’l-Hayr, Dımeşk, 1994.

Ebu Ceyb, Sa’di, el-Kamûsu’l-Fıkhî, Darü’l-Fikr, Dımeşk, 1988.

Ensârî, Cemalüddin Ebu Muhammed Ali b. Yahya Zekeriyya, el-Lübâb fi’l-cem’ beyne’l-kitab ve’s-sünne, thk.: Muhammed Fazl Abdulaziz Murad, Darü’l-Kalem, Beyrut, 1994.

Erdoğan, Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, Rağbet Yay. İst. 1998

Feyyûmî, Ahmed b. Muhammed b. Ali, el-Misbâhü’l-münîr fi garibi’şerhi’l-kebîr li’r-Râfiî, Darü’l-Fikr, Beyrut, ts.

Gazzâlî, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, el-Vesît fi’l-mezheb, thk.: Ahmet Mahmud İbrahim, Muhammed Tamir, Darü’s-Selam, Kahire, 1417.

Hattab, Şemsuddin Ebu Abdullah b. Abdurrahman Ruaynî, Mevâhibü’l-Celil li şerhi muhtasari Halil, Darü’l-Fikr, Beyrut, 1992.

Heyet, İstihâle Örneklerinin Katkı Maddelerine Yönelik Değerlendirilmesi, 1. Ulusal Helal ve Sağlık Gıda Kongresi, Ankara, 2011.

Heytemî, Ahmet b. Muhammed b. Ali b. İbn Hacer, Tuhfetü’l-muhtac fi şerhi’l-minhâc, el-Matbaatü’t-Ticariyyetü’l-Kübrâ, Mısır, 1983.

Haraşî, Muhammed b. Abdullah, Şerhu muhtasari Halil, Darü’l-Fikr, Beyrut, ts.

Haccâvî, Musa b. Ahmet b. Musa b. Salim Şerafuddin Ebu’n-Neca, Zâdü’l-müstankı’ fi İhtisari’l-mukni’, thk.: Abdurrahman b. Ali b. Muhammed el-Asakir, Darü’l-Vatan, Riyad, ts.

İbn Abidin, Muhammed Emin b. Ömer, Reddü’l-muhtâr ala’d-dürri’l-muhtâr, Darü’l-fikr, Beyrut, 1992.

İbn Kayyim el-Cevziyye, Muhammed b. Ebi Bekr b. Eyyub Şemsuddin, İ’lamü’l-muvakkiin an Rabbi’l-Alemin, thk.: Muhammed Abdusselam İbrahim, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1991.

İbn Kudâme, Ebu Muhammed Muvaffakuddin b. Ahmed b. Muhammed, el-Kafi fi fikhi’l-İmam Ahmed, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1994.

-el-Muğni, Mektebetü’l-Kahire, Mısır, 1968.

İbn Manzur, Cemalüddin Muhammed, Lisânü’l-Arab, ta’lik: Tahkiku’t-Türas, Darü’l-Kütübi’l-Arabi, Beyrut, 1993.

İbn Mâze Ebu’l-Meâli Burhanuddin Mahmud b. Ahmed el-Buhârî, el-Muhitu’l-Burhânî fi fıkhi’n-Nu’mânî, thk.: Abdulkerim Sami el-Cündi, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2004.

İbn Müflih, Ebû İshak Burhânuddin İbrahim b. Muhammed, el-Mübdi’ fi şerhu’l-mukni’, el-Mektebu’l-İslâmi, Beyrut, 1997.

İbn Nüceym, Zeynüddin b. İbrahim b. Muhammed, el-Bahru’r-râik şerhu kenzi’d-dakâik, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, ts, Beyrut.

İbn Rüşd Ebü’l-Velid Muhammed b. Ahmet, el-Mukaddimât ve’l-mümehhidât, thk.: Muhammed Hacci, Darü’l-Garbi’l-İslami, Beyrut, 1988.

-el-Beyân ve’t-tahsil, thk.: Muhammed Hacci vd., Darü’l-Garbi’l-İslami, Beyrut, 1988.

İbn Teymiyye, Takiyuddin Ebu’l-Abbas Ahmet b. Abdulhalim el-Harrânî, el-Fetâvâ’l-Kübrâ, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1987.

İbnü’l-Hümam, Kemalüddin Muhammed b. Abdulvahid, Fethü’l-Kadir, Darü’l-Fikr, ts, byy.

Kal’acî, Muhammed Ravvas, Hamid Sadik Kuneybî, Mu’cemu Lugati’l-Fukaha, Darü’n-nefâis, Beyrut, 1988.

Karâfî, Ebu’l-Abbas Şihabuddin Ahmet b. İdris, ez-Zehîre, thk.: Muhammed Hacci vd. Darü’l-Garbi’l-İslami, Beyrut, 1994.

Kâsânî, Alauddin Ebu Bekr b. Mesut b. Ahmet, Bedaiu’s-Senai’ fi tertibi’ş-şerâi’, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1986.

Makdisî, Şemsuddin Ebu’l-Ferec, Abdurrahman Ahmed b. Kudâme, eş-Şerhü’l-Kebîr, thk.: Abdulmuhsin et-Türki, Hecr li’t-Tibaa, Mısır, 1995.

Mâverdî, Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed, el-Hâvî, thk.: Ali Muhammed Muavvad, Adil Ahmed Abdulmevcud, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1999.

Merdâvî, Alauddin Ebu’l-Hasan Ali b. Süleyman, el-İnsaf fi marifeti’r-racih mine’l-hilaf, Darü’t-Türasi’l-Arabi, Beyrut, ts.

Münâvî, Zeynüddin Abdürrauf Ali b. Zeynülabidin Haddadî, et-Tevkif ala mühimmati’t-taârîf, Alemü’l-Kütüb, Beyrut, 1990.

Münzir Mahmud b. Muhammed, et-Tahrir şerhu’d-delil, el-Mektebetü’ş-Şamile, Mısır, 2011.

Necdî, Abdurrahman b. Muhammed b. Kasım, Hâşiyetü ravzi’l-mürbi’ şerhu zadi’l-müstenki’, byy. 1397.

Nefrâvî, Ahmet b. Ganim b. Salim b. Mihna Şehabüddin, el-Fevâkihüd’devânî ala risaleti İbn Ebi Zeyd el-Keyrevânî, Darü’l-Fikr, Beyrut, 1995.

Nevevî, Ebu Zekeriyya Muhyiddin Yahya b. Şeref, Ravzatu’t-tâlibîn, thk.: Züheyr eş-Şaviş, el-Mektebü’l-İslamî, Beyrut, 1991.

- el-Mecmu’, Darü’l-Fikr, Beyrut, ts.

Okur, Kaşif Hamdi, “İstihâle”, DİA, EK-1.

Râfiî, Abdulkerim b. Muhammed, Fethu’l-aziz bi şerhi’l-veciz, Darü’l-Fikr, Beyrut, ts.

Remlî, Şemsuddin b. Ebi’l-Abbas Şihabüddin, Nihâyetü’l-muhtac ila şerhi’l-minhâc, Darü’l-Fikr, Beyrut, 1984.

Serahsî, Muhammed b. Ahmed Şemsü’l-Eimme, el-Mebsût, Darü’l-Ma’rife, Beyrut, 1993.

Sibeveyh, Amr b. Osman b. Kanber Ebu Beşir Harisî, el-Kitab, thk.: Abdüsselam Muhammed Harun, Mektebetü’l-Hanci, Kahire, 1980.

Şâfiî, Ebu Abdullah Muhammed b. İdris, el-Ümm, Darü’l-Marife, Beyrut, 1990.

Şevkânî, Muhammed b. Ali b. Muhammed, Neylü’l-evtâr, thk.: İsamuddin Sebabiti, Darü’l-Hadis, Mısır, 1993.

Şeyhizâde, Abdurrahman b. Süleyman Damad Efendi, Mecmeü’l-enhür fi şerhi mülteka’l-ebhür, Darü İhyai’t-Türasi’l-Arabi, Beyrut, ts.

Şinkîtî, Muhammed b. Muhammed Muhtar, Şerhu zadi’l-müstenki’ fi ihtisari’l-mukni’, Riyad, Suudi Arabistan, 2007.

Şirâzî, Ebu İshak İbrahim b. Ali b. Yusuf, el-Mühezzeb fi fıkhi’l-İmam eş-Şâfiî, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, ts.

Şirbînî, Muhammed b. Ahmed el-Hatib, Muğni’l-muhtâc, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1994.

Tahtâvî, Ahmet b. Muhammed b. İsmail, Hâşiyetü Tahtâvî ala meraki’l-felah şerhu ruri’l-izah, thk.: Muhammed Abdulaziz el-Halidi, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1997.

Ucaylî, Süleyman b. Ömer b. Mansur el-Ma’ruf bi’l Cemel, Fütühatü’t-Vehhâb bi tavzihi şerhi’l-menhec el-ma’ruf bi hâşiyeti’l-cemel, Darü’l-Fikr, Beyrut, ts.,

Umrânî, Ebu Hüseyin Yahya b. Ebil-Hayr, el-Beyân fi mezhebi’l-İmam eş-Şâfiî, thk. Kasım Muhammed Nuri, Darü’l-Minhâc, Cidde, 2000.

Zebîdî, Ebü’l-Feyz Muhammed b. Muhammed b. Abdurrezzak Hüseynî, Tacü’l-Arûs, Darü’l-Hidaye, Beyrut, ts.

Zerkeşî, Şemsuddin b. Muhammed b. Abdullah, Şerhü’z-Zerkeşî, Darü’l-Ubeykan, S. Arabistan, 1993.

Zeylaî, Osman b. Ali b. Mihcen Fahruddin, Tebyinu’l-hakâik şerhu kenzi’d-dekâik, Mektebetü’l-Amiriyye el-Kübrâ, Kahire, 1313.


· CANDAN, Abdurrahman, (Doç. Dr.) DİB, Din İşleri Yüksek Kurulu Uzm.

[1] Doğrulama: Bir varsayım ya da önermenin doğruluğunu denetlemek için, deney ve mantıksal kanıtlama yoluyla yapılan işlemlerin tümü.

[2] Sibeveyh, el-Kitab, II, 222.

[3] Ebu Ceyb, el-Kamûsu’l-Fıkhî, s.105.

[4] Battal, en-Nazmü’l-müztez’ab, I, 48; Feyyûmî, el-Misbahü’l-münir, I, 157; İbn Manzur, Lisanü’l-Arab, III, 400.

[5] Zebîdî, Tacü’l-arus, XXVIII, 373.

[6] Münâvî, et-Tevkif ala mühimmati’t-taarîf, I, 47.

[7] Ebu Bekir Takiyuddin eş-Şafii, Kifayetü’l-ahyar fi halli gayeti’l-ihtisar, I,73.

[8] Remlî, Nihayetü’l-muhtac, I,248

[9] İbnü’l-Hümâm, Fethü’l-Kadir, I, 201, 239, 327.

[10] Hattâb, Mevahibü’l-Celil, I, 97

[11] İbn Abidin, Reddü’l-muhtar, I, 316.

[12] Buhûtî, Keşşafü’l-kına’ an metni’l-ikna’, I, 187 (Buhûtî’nin doğrudan bu şekilde bir tanımı bulunamamış, ancak konuyla ilgili değerlendirmelerinden bu sonuca varılmıştır.)

[13] Şınkitî, Şerhu zadi’l-müstenki’ fi ihtisari’l-mukni’, s.357

[14] Çeker, Orhan, İstihâle, , s.133; Döndüren, Hamdi, Kur’an ve Sünnete Göre Helal-Haram Gıdalar ve Kimyasal Değişim, (İstihâle ve Tegayyür), s. 67

[15] Okur, Kaşif Hamdi, “İstihâle”, s.674

[16] Bkz. Âmidî, el-İhkam fi Usûli’l-ahkam, I, 134,

[17] Babertî, el-İnaye şerhü’l-hidaye, I, 190; Aynî, el-Binaye şerhu’l-hidaye, I, 699

[18] İbn Nüceym, el-Bahru’r-raik şerhu kenzi’d-dakaik, I, 231

[19] Nevevî, el-Mecmu’’, II, 546; Heytemî, Tuhfetü’l-muhtac fi şerhi’l-minhac, I, 287; Bekrî, İanetü’t-tâlibîn, I, 98

[20] Bkz. Nevevî, a.g.y.

[21] Hattab, Mevahibü’l-Celil, I, 43; Haraşî, Şerhu muhtasari Halil, I, 60

[22] Merdavî, el-İnsaf, I, 26

[23] Bakara, 2/222

[24] Tevbe, 9/108

[25] Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 9; İbn Mâce, Tahâret, 28

[26] Tirmizî, Deavât, 86

[27] İbn Nüceym, el-Bahru’r-raik, I, 239; Tahtavî, Haşiyetü Tahtâvî ala meraki’l-felah şerhu ruri’l-izah, s.126.

[28] Nefrâvî, el-Fevakihüd’devani, II, 288; Hattab, Mevahibü’l-Celil fi şerhi muhtasari’l-Halil, I, 98

[29] İbn Teymiyye, el-Fetava’l-Kübra, I, 415

[30] İbn Kayyim el-Cevziyye, İ’lamü’l-muvakkiîn, I, 297.

[31] Bkz. İbnül-Hümâm, Fethü’l-Kadir, I, 201; Şeyhizade, Mecmeü’l-enhür fi şerhi mülteka’l-ebhür, I, 61.

[32] Beyhaki, es-Sünenü’l Kübrâ, VI, 61, (H. No: BS11380)

[33] Müslim, Hayız, 105, ( H. No: 812)

[34] Heytemî, Tuhfetü’l-muhtac fi şerhi’l-minhac, I, 303.

[35] Haccâvî, Zadü’l-müstankı’ fi İhtisari’l-mukni’, s.35

[36] Tahtavî, Haşiyetü Tahtâvî, s.161

[37] Büceyremi, Tuhfetü’l-habib, I, 108.

[38] Hicâvî, Zadü’l-Müstankı’, s.35

[39] Mâverdî, el-Hâvî, V, 334.

[40] Bu konunun istihâle ile ilgili olmadığı düşüncesi ilk etapta zihne gelebilir. Hakikatte de necis suların istihlak vb. bir konu ile ilgisi de bulunmaktadır. Ancak suya karışarak ‘ayn’nına nüfuz etmiş maddelerin tespiti ve ayrıştırılması da yapısal bir etkileşme olduğu için bu konu tarafımızdan çerçevesinde değerlendirilmiştir. istihâle ile istihlak arasında geçişli ortak konular bulunabilmektedir. Bu itibarla her iki başlık altında da incelenebilecek konunun burada zikredilmesi uygun görülmüştür.

[41] Serahsî, el-Mebût I, 58; Kâsânî, Bedai’, I, 77; Hattâb, Mevahibü’l-Celil, I, 83; Haraşî, Şerhü Muhtasari’l-Halil, I, 79; Nevevî, Ravzatu’t-tâlibin, I, 26; İbn Müflih, el-Mübdi’ fi şerhu’l-mukni’, I, 40

[42]Mâverdî, el-Hâvî, I, 339; Nevevî, el-Mecmu’’, I, 148; İbn Müflih, el-Mübdi’ fi şerhi’l-mukni’, I, 29; İbn Kudâme, el-Muğni, I, 27

[43] Mâverdî, el-Hâvî, I, 339-340; İbn Kudâme, el-Muğni, I, 27-28

[44] Klasik fıkıh metinlerinde yer alan necis suların temizlenmesi yöntemi zikredildi. Asıl konumuz olmadığı için modern arıtma yöntemlerine yer verilmedi. Bu konu ile ilgilenenler içinde şu bilgiler verilebilir: İçme suyu tasfiyesi aşağıdaki amaçlardan biri veya birkaçı için yapılır: Su sıcaklığının düşürülmesi veya yükseltilmesi, renk, bulanıklık, tat ve koku giderimi, mikroorganizma giderimi, demir ve mangan giderimi, amonyum (NH4 + ) giderimi , oksijen konsantrasyonunun yükseltilmesi, suya bazen CO2 verilmesi, bazen giderimi, hidrojen sülfür (H2S), metan (CH4) gibi gazların sudan uzaklaştırılması yani gaz transferi, asitlerden temizleme, su sertliğinin düşürülmesi, korozif özelliğin giderilmesi, tuzluluğun giderimi, zararlı kimyasal maddelerin giderimi.

İçme suyu tasfiyesinde yukarıdaki amaçlara ulaşmak için çeşitli temel işlemler yapılır: Gaz transferi veya havalandırma: Suya oksijen veya CO2 kazandırmak veya CO2, H2S, CH4 gazları sudan uzaklaştırmak için kullanılır. Izgaradan geçirme: Yüzücü ve iri maddeleri tutmak için uygulanır. Mikroeleklerden geçirme: Süspansiyon halindeki maddeleri veya algleri tutmak için kullanılır. Biriktirme Su kalitesini iyileştirmek, konsantrasyondaki salınımları dengelemek için kullanılır. Çöktürme Çökebilen katıları gidermek için yapılır. Yüzdürme: Yağları ve sudan hafif yüzücü maddeleri sudan ayırmak için uygulanır. Suyun pH‟sını ayarlama: Suya asit veya baz ilave edilerek suyun pH‟sının istenilen değere getirilmesi için yapılır. Hızlı karıştırma ve yumaklaştırma: Alüminyum ve demir tuzları gibi yumaklaştırıcı maddeleri ham suya ilave etmek suretiyle çökemeyen kolloidal maddeleri, çökebilen yumaklar haline getirerek sudan ayırmak amacıyla yapılır. Filtrasyon Suyu: Daneli malzeme ile teşkil edilmiş filtrelerden geçirmek suretiyle sudaki kolloid ve süspansiyon maddelerin tutulması sağlanır. Kimyasal stabilizasyon: İstenmeyen maddelerin zararsız hale getirilmesi işlemidir. Adsorpsiyon Aktif karbon gibi maddelerle sudaki koku ve tat veren maddelerin tutulması için yapılır. İyon değiştirme Suyun iyon değiştiricilerden geçirilmesi suretiyle istenmeyen iyonların bir başka iyonla yer değiştirilmesi işlemidir. (Ayrıntılı bilgi için Bkz: http://cevre.beun. edu.tr/dersnotu/icmesulari/icme-sularinin-aritilmasi.pdf)

[45] Cürcanî, et-Ta’rifat, s. 103; Kal’acî, Mu’cemu Lugati’l-Fukaha, s.206.

[46]Serahsî, el-Mebût I, 202.

[47] Mâverdî, el-Hâvî, I, 58.

[48] Konuyla ilgili olarak İbn Abbâs’tan rivâyet edilen hadis şu şekildedir: Meymune’nin azatlı cariyesine bir koyun tasadduk edilmiş, koyun da ölmüştü. Rasûlullah (s.a.v) onun yanından geçerken, ‘bu hayvanın derisini alsanız da tabaklayıp ondan faydalansaydınız ya!’ buyurmuştu. Hazır bulunanlar, ‘o ölüdür’ deyince de ‘onun ancak yenmesi haramdır’ buyurmuştu.[48] Bunun yanında ‘deri tabaklandığı vakit temiz olur’ (Müslim, Hayız, 105 (H. No: 812); Tirmizî, Libas, 7 (H. No: 1728); Nesai, Fera ve Atiyre, 4 (H. No: 4246)

[49] Abderî, et-Tac ve’l-iklil li muhtasari Halil, I, 146

[50] Necdî, Haşiyetü ravzi’l-mürbi’ şerhu zadi’l-müstenki’, I, 109.

[51] Bkz., Serahsî, el-Mebût, I, 202; Mâverdî, el-Hâvî, I, 202.

[52] Ebu Davud, Libas, 39 (H.No:4128); İbn Mâce, Libâs, 26 (H.No:3613).

[53] Şevkânî, Neylü’l-evtâr, I, 84

[54] Bkz. Kâsânî, Bedai’, V 113; Nevevî, el-Mecmu’’, II, 575; İbn Kudâme, el-Muğni, IX, 173 .

[55] Müslim, Eşribe, 168 (H.No:5354); Tirmizi, Et’ime, 35 (H.No:1839); Ebu Davud, Eti’me, 39 (H.No: 3821)

[56] İbn Mâce, Et’ime, 33 (H.No: 3318) Benzer rivayetler için Bkz.: Darimi, Et’ıme, 18 (H.No: 2080); İbn Hanbel, III, 371 (H.No:15048); Beyhaki, es-Sünenü’l Kübrâ, VII, 439 (H.No: 14989)

[57] Beyhaki, es-Sünenü’l Kübrâ, VI, 61 (H.No: 11379)

[58] İbn Kudâme, el-Kâfî fi fikhi’l-İmam Ahmed, I, 158; Necdî, Haşiyetü ravzi’l-mürbi, I, 351

[59] Remli, Nihayetü’l-muhtac, I, 248; Heytemî, Tuhfetü’l-muhtac I, 303

[60] Hıraşî, Şerhu Muhtasari Halil, I, 88

[61] İbn Rüşd, el-Beyân ve’t-tahsil, XVIII, 619; Haraşî, a.g.e., I, 88

[62] Bkz. İbn Rüşd, el-Mukaddimât ve’l-mümehhidât, I, 443.

[63] Nevevî, Ravzatü’t-tâlibîn, IV, 72.

[64] Şinkitî, Şerhu zadi’l-müstenki’, I, 361

[65]Ebu Davud, Eşribe, 3 (H.No:3675); Diğer bir rivayet de Müslim tarafından nakledilmektedir: Enes b. Malik’ten rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber’e (s.a.v) içkiden sirke yapılır mı? diye sorulmuş da: O da: “Hayır” diye cevap vermiştir. (Müslim, Eşribe, 11 H.No:5140)

[66] Şirâzî, el-Mühezzeb fi fıkhi’l-İmam eş-Şafii, I, 94.

[67]Elgün Adem, Şarabın Sirkeye Dönüşümü , 1. Helal Kongresi: Gıda katkı maddeleri: Sorunlar ve çözüm yoları, Kongre Kitabı, s. 50-55

[68] Ensârî, el-Lübab fi’l-cem’ beyne’l-kitab ve’s-sünne, I, 77

[69] Serahsî, el-Mebsût, III, 8; XXIV, 22

[70] Heyet, İstihâle Örneklerinin Katkı Maddelerine Yönelik Değerlendirilmesi, s.106.

[71] İbn Abidin, Reddü’l-muhtar ala’d-dürri’l-muhtar, V, 73.

[72] Dusûkî, Haşiyetü’s-Dusûkî ala’ş-şerhi’l-kebir, I, 38.

[73] Zerkeşî, Şerhü’z-Zerkeşi, VI, 704.

[74] Müteneccis: Özü itibariyle necis olmayıp, sonradan pisliğe bulaşmış olan şeydir ve bunların temizlenmesi mümkündür; pis olan elbise gibi. Necis: Özü itibariyle pis olup temizlenme imkanı bulunmayan pislik; sidik, dışkı, kan, laşe, domuz gibi. Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s.364.

[75] Nevevî, el-Mecmu’, IV, 448

[76] Ucaylî, Fütühatü’t-vehhab bi tavzihi şerhi’l-menhec el-ma’ruf bi haşiyeti’l-cemel, II, 87

[77] Buhari, Büyu’, 112 (H.No:2236); Tirmizi, Buyu, 61 (H.No: 1297)

[78] Beyhaki, es-Sünenü’l Kübrâ, IX ,586 (H.No: 20182)

[79] Mâverdî, el-Hâvî, XV, 160.

[80] Bkz. İbn Abidin, Reddü’l-muhtar, V, 73

[81] Bkz. Dusûkî, a.g.y.

[82] Buhûtî, Keşşafü’l-kına’, III, 156.

[83] İbn Abidin, Reddü’l-muhtar, I, 316.

[84] İbn Abdilber, el-Kâfî, I, 440.

[85] Nevevî, el-Mecmu’’, IV, 448.

[86] İbn Abidin, Reddü’l-muhtar, I, 316.

[87] Remlî, Nihayetü’l-muhtac, II, 385.

[88] Nefrâvî, el-Fevakihü’d-devani, I, 389; Kevkeb, Abid, Fıkhü’l-ibadat ala’l- mezhebi’l-maliki, I, 44.

[89] Başyiğit, Topraklaşma, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi Gıda Katkı Maddeleri ve Çözüm Önerileri, s. 34-44.

[90] İbnü’l-Hümâm, Fethü’l-Kadir, I, 200; Aynî, el-Binaye şerhü’l-hidaye, I,733.

[91] Karâfî, Ebu’l-Abbas Şihabuddin Ahmet b. İdris, ez-Zehire, thk.: Muhammed Hacci vd., IV, 119.

[92] Cüveynî, Ebü’l-Meali Abdulmelik b. Abdullah, Nihayetü’l-matlab fi dirayeti’l-mezheb, thk. Abdulazim Mahmud ed-Dib, II, 323.

[93] Buhûtî, Mansur b. Yunus b. Salahuddin, er-Ravzü’l-mürbi’ şerhu zadi’l-müstenki’, s.51.

[94] Altıntaş, Arif, Asitler, Bazlar, Tuzlar, s.37. http://acikders.ankara.edu.tr/pluginfile.php/1069/mod_resource/content/1/10.%20Asit-Baz-Tuz.pdf

[95] Heyet, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi, s.106.

[96] Heyet, Tuzun Oluşumu, C. XIII, Sayı: 5, s. 3. http://www.maden.org.tr/resimler/ekler/9141aff1412dc76_ek.pdf

[97] Kâsânî, Bedai’, I, 85; Tahtâvî, Haşiyetü’t-Tahtâvî ala meraki’l-felah, I, 161

[98] Nefrâvî, el-Fevakihu’d-devani, II, 286

[99] Kâsânî, Bedai’, I, 85; İbn Maze, el-Muhitu’l-burhani fi fıkhi’n-Nu’mani, I,190

[100] Umrânî, el-Beyân fi mezhebi’l-İmam eş-Şafii, I, 428; Nevevî, el-Mecmu’, II, 579

[101] İbn Kudâme, el-Muğni, II, 72; Makdîsî, eş-Şerhü’l-Kebir, II, 299.

[102] Cüveynî, Nihayetü’l-matlab, II, 323.

[103] Umrânî, el-Beyân, I, 428

[104] Minyâvî, et-Tahrir şerhu’d-delil, s.17

[105] Mâverdî, el-Hâvî, II, 252; Zeylaî, Tebyinu’l-hakaik şerhu kenzi’d-dekaik, I, 71 ; Gazzâlî, el-Vesit fi’l-mezheb, I, 161; Nefrâvî, el-Fevakihud’devani, II, 286.

[106] Aköz, Mehmet, Kandan Misk-i Anber Oluşumu, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi, s. 48.

[107] Aköz, a.g.m.

[108] Hamid Atiyye İşarat i’caziyye fi tekvini lebeni’l-en’am, I, 17. http://www.eajaz.org/index.php/Encyclopedias/Research-Scientific-Miracles-Encyclopedia/Medicine-and-Life-Sciences/75

[109] Şâfiî, el-Ümm, I, 16.

[110] Râfiî, Fethu’l-aziz bi şerhi’l-veciz, I, 135; Nevevî, el-Mecmu’, I, 87.

[111] Umrânî, el-Beyân, I, 13. Aynı görüş Mâverdî tarafından da aktarılmıştır. Fakat bu görüşün zayıf olduğu belirtilmiştir. Bkz. Mâverdî, el-Hâvî, I, 43.

[112] Cüveynî, Nihayetü’l-matlab, I, 148 .

[113] İbn Abidin, Reddü’l-muhtar, I, 316.