Makale

İSLAM SANATI / Prof. Dr. Selçuk MÜLAYİM

KİTAPLIK

İSLAM SANATI

Prof. Dr. Selçuk MÜLAYİM

Ali AYGÜN

Prof. Dr. Selçuk Mülayim, “İslam Sanatı”nda İslam kenti ve mimarisine ilişkin konularla başlayıp üretilen eşyanın plastik ifadesine kadar eserinde olabildiğince etraflı bir bütün sunmaya çalışıyor. Geniş okumalar için kitabın, bibliyografya ve görsel malzemeyle zenginleştirildiğini görüyoruz. Mülayim; İslam sanatının, aynı inanç sistemini benimsemiş uluslar ve kültür çevreleri için geçerli bir üst kimlik olduğunu, Endülüs’ten Hindistan’a kadar uzanan İslam ortak paydasının bütünleştiremediği çeşitliliklerin oldukça fazla olduğunu dile getiriyor.
İslam sanatı, Türk sanatı ve Türk-İslam sanatı gibi başlıkların kavramsal ve terminolojik tartışmasıyla konuya giriş yapan yazar; sanat dönemlerinin, mevsimler gibi periyodik biçimde birbirini izleyen süreçler olmadığını bu dönemlerin aniden ve durduk yerde doğmuş olabileceklerini kabul edemeyeceğimizi belirtiyor, itici güçler, ilişki ve etkileşimlerin üzerinde öncelikle duruyor. Yapıların süslenmesinde ve eşyanın işlenmesinde ülke, toplum ve tarih devrelerinin farklı diller oluşturduğunu dile getiren Mülayim, ne Afrika’nın ne de Sibirya’nın bu kuralın dışında kaldığını vurguluyor. Bunun gibi her İslam ülkesinde özel bir değişim sürecinin yaşandığını, toprağın fiziki ve ekolojik koşulları, hammadde kaynakları ve insan kapasitelerinin farklılık gösterdiğini kabul etmemiz gerektiğini söylüyor. Ülkeler ve eserler arasındaki çekim farklılıklarını belirtmek için bir kesit olarak Anadolu örnekleri üzerinde durmamızın bile yeterli olacağını ifade ediyor.
İslam kültürünün yayıldığı bölgelerdeki mimarinin, daha eski yerel kültürlerden gelen inşa teknolojileriyle İslami akaidin o gün için gerektirdiği ihtiyaçların kavşak noktasında ortaya çıktığını belirtiyor Mülayim. Gayrimüslimlerin oturdukları mahallelerin ayrı olması, suya duyulan ihtiyaç, ayrı bir mezarlık alanı ve beş vakit toplanılan cami, şehir gelişmesinde başlıca belirleyiciler olmasına rağmen Roma ya da Rönesans yerleşmelerinden farklı, hatta aynı kültür çevresinde bile çeşitliliklere açık bir gelişme söz konusu olduğunu vurguluyor. Yapı türlerindeki çeşitlilik, hanedan veya devletlerin hüküm sürdükleri şehirlerin siluetlerinde beliren girinti ve çıkıntılar, belirli toplumsal ideallerin yerel teknolojilerle birleşebildiği ölçüde zenginlik kazanmıştır diyor. Minare, kubbe ya da konutların çatıları, insanların hangi kültür çevresinde yaşadıklarını anlatırken mimari dokuya yaklaştıkça beliren kemer formları, taç kapılar, eyvanlar ve diğer unsurlar, hangi şehre ya da dönemin üslubuna yakınlaştığımızı açıkça fark ettiren göstergeler olduğunu, buna göre formların kimliğine göre Kahire ya da Kerbela’da olduğumuzu anlayabileceğimizi söylüyor yazar.
Eserin sonunda yazar, “Yarınki İslam Sanatı” başlığıyla çağdaş İslam sanatçılarına önemli bir eleştiride bulunuyor. Onların, hem geçmiş hem de geleceğe ilişkin sorunlardan uzak durmaya çalışarak “sanat dışı” saydıkları konuları yapay bir sınır çizgisiyle ayırıp çevrelerinde gelişmekte olan insanlık durumunun temel dinamiklerinden sıyrılmaya çabaladıklarını belirtiyor. Oysa onların anlamlı bir sanat kültürünün desteğinde, sağlam bir vizyonla yola çıkma zorunlulukları olduğunun altını çiziyor. Gelişen, büyüyen ve yükselen değerlerin yeni oluşan sanat çevresinde yerini alması, sanatın gelişme halindeki topluma yeni seçenekler sunmasının ancak bu şekilde mümkün olabileceğini vurguluyor.