Makale

GÜVEN DUYGUSU

GÜVEN DUYGUSU

Prof. Dr. Zekeriya GÜLER | Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Ebu Hüreyre’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasulüllah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Müslüman, dilinden ve elinden insanların selamette olduğu kimsedir. Mümin ise malları ve canları hususunda insanların kendisini emin görüp güvende oldukları kimsedir."
(Ahmed b. Hanbel, II, 379; Nesai, İman, 8.)

Açıklama
Ahmet b. Hanbel’in Müsned’i ile Nesai’nin Sünen’inde “sıfatü’l-mü’min” konu başlığı altında yer alan bu sahih hadisin yaygın diğer tariklerinde, “insanlar (en-nas)” yerine “Müslümanlar (el-müslimun)” kelimesi geçer. Nesai, “sıfatü’l-müslim” konu başlığı altında hadisin bu tarikini şöyle verir: “Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların selamette olduğu kimsedir. Muhacir ise Allah’ın yasakladığı şeyleri terk eden kimsedir.” (Nesai, İman, 9.) Ayrıca, “Hangi Müslüman daha faziletlidir?” sualine Peygamberimiz (s.a.s.), “Elinden ve dilinden Müslümanların zarar görmedikleri kimsedir.” cevabını verir. (Buhari, İman, 4; Müslim, İman, 64.)
Hadis ve fıkıh âlimi Hattabi bu hadisleri, “En faziletli Müslüman, Allah’ın hakları (hukûkullah) yanında insanların haklarını (hukûkunnas) yerine getiren kimsedir.” diye açıklar.
“Kötülükten arınmak, barış ve esenlik” anlamındaki silm (selm) kökünden türemiş olan İslam kelimesi, “isteyerek boyun eğmek suretiyle selamet yolunu seçmek ve barış ortamına girmek” demektir.
Kur’an-ı Kerim’de “Allah katındaki hak dinin karşılığı ve özel adı” olarak zikredilen “Müslümanlara din olarak İslam’ın uygun görülmesi, hidayete erme yönünde Allah’ın yardım ve desteğinin en üst düzeyi” şeklinde nitelenen İslam (Maide, 5/3.), Ragıb el-İsfahani tarafından “kalpteki inancı dille ifade edip fiillerle gereğini yerine getirmek suretiyle Allah’a takdir ve hükmettiği her hususta boyun eğip teslimiyet göstermek.” diye tarif edilir.
“Güven ve huzur içinde bulunmak, güvenilir ve korkusuz olmak” anlamındaki emn (eman) kökünden türemiş olan iman kelimesi ise, “güven duygusu içinde doğrulamak ve inanmak” manasına gelir.
Güven vermek ve güvenilir olmak, “kavimlerine gönderilmiş emin elçiler” olarak bütün peygamberlerin öne çıkan vasıfları arasındadır. Nitekim cahiliye devrinde “en doğru sözlü” ve “en güvenilir” kimse olarak tanınan Peygamberimiz (s.a.s.), içinde yaşadığı toplumda “Muhammedü’l-Emin” diye meşhur olur. (Ahmed b. Hanbel, III, 425.)
Peygamberimiz (s.a.s.) ilk vahyin ardından evine geldiğinde, duyduğu korku üzerine Hz. Hatice kendisini teselli ederken onun herkese güven veren mükemmel ahlakını dile getirir: “Korkma! Yemin ederim ki, Allah hiçbir zaman seni mahcup etmez. Zira sen akrabalık bağlarını gözetirsin, dosdoğru konuşursun, işini görmekten aciz olanların işlerini görürsün, fakire yardım eder, misafiri ağırlarsın, hak yolunda ortaya çıkan meselelerde halka yardım edersin.” (Buhari, Bed’ü’l-vahy, 3; Müslim, İman, 252.)
Yaratılışı itibarıyla “zayıf ve aceleci” bir varlık olarak insanın en temel ihtiyaçlarından birisi, kendini güvende hissetmesidir. Gerçekten de insan, bir ömür boyu hep güvenli yerde yaşamak ister. Özellikle Müslüman, hiçbir zaman korumakla yükümlü olduğu beş temel değere; can, akıl, din, nesil ve mala yönelik bir saldırı endişesi içinde yaşamak istemez. Bu sebeple “Komşusu kötülüğünden emin olmayan kimse cennete giremez.” hadisi (Müslim, İman, 73.) oldukça anlamlı görülmelidir.
Doğrusu, en içten duygularıyla “sözümüz senettir” diyerek muhatabına güven veren bir kişilik, olgun ve erdemli insanın ruh hâlidir. Bu ruh hâline sahip olan müminden asla zarar gelmez ve ondan kuşku duyulmaz. Aksine onun yanında güven duyulur ve ondan fayda umulur. İşte insanların güvenip saygı gösterdikleri kimse olarak bir Müslüman için en büyük mutluluk budur. Zira o, Yüce Kur’an’ın kendisini “müminlere inanıp güvenen bir rahmet elçisi” (Tevbe, 9/61.) olarak tanıttığı son peygamberin ümmetidir. Ayrıca Yüce Kur’an, kurtuluşa erişecek müminleri “emanetlerine ve ahitlerine riayet edenler” (Mü’minun, 23/8.) diye nitelerken, buna riayet etmeyenleri ise, ipliğini iyice eğirip katladıktan sonra söküp bozan kadının durumuna benzeterek (Nahl, 16/92.) yermektedir.
Bireysel ve toplumsal hayatta esas olan güvendir. Her şeyden önce mümin, güven duyulan bir kişiliğe sahip olmalıdır. Sosyal ilişkilerde güven, insana duyulan sevgi ve saygı neticesinde meydana gelir. İlişkilerin sürdürülebilir olması da sevgi, saygı ve güven üçgenine bağlıdır. Mümin, “Allah’ın emrine saygı, yaratıklarına sevgi ve şefkat (et-ta’zîmu li emrillâh ve’ş-şefekatü alâ halkıllâh)” ilkesine sadakat oranında güven ahlakına sahip olur. “Güven duyulmayan kimsenin imanı yoktur. Ahdine sadakat göstermeyen kimsenin dini yoktur.” (Ahmed b. Hanbel, III, 135, 154.) hadisi bu noktaya işaret eder.
Bilinmelidir ki, yalan, iftira, nifak, tefrika, aldatma, vefasızlık gibi yaşanan hayal kırıklıkları ilişkilerin kırılma noktası demektir. Bu ise güven eksikliğine veya kaybına yol açar. Bir duygu olarak güven zor kazanıldığından güven eksikliğinin veya kaybının telafisi de güç olur.
Bu itibarla, Müslümanların yaşadıkları coğrafyada “güvenlik toplumu” yerine “güven toplumu” oluşmalıdır. Esasen, güven toplumu oluşturmak, bir devlet için en büyük hedef olmalıdır. Yeryüzünde güvenin şahidi ve temsilcisi olarak mümin, yakından uzağa doğru; bir güven ailesi, güven toplumu, güven devleti ve güven dünyası inşa etmek için çaba sarf etmelidir. Ne var ki bunu gerçekleştirebilmek için İslam’ın evrensel çağrısına ve kardeşlik anlayışına halel getirebilecek her türlü taassuptan kaçınmak son derece önemlidir.
Sahip olduğu güven duygusu ile güven toplumunu inşa yolunda vasıflarıyla dikkat çeken pek çok sahabe örneği vardır. Mesela Rasul-i Ekrem’i koruyup gözeten cengâver sahabi Ebu Dücane, en çok hoşlanıp güvendiği iki amelinden birisinin, faydasız söz ve lüzumsuz işleri (malayani) terk etmek, diğerinin ise gönlünde Müslümanlara karşı asla kötü bir duygu beslememek olduğunu belirtir. Bu vasıflarıyla o, Rasul-i Ekrem’in “Allah’ım, ben nasıl ondan razı isem, sen de razı ol!” diye duasına mazhar olur. Esasen, onu bu duaya mazhar kılan vasıflar, şu kadim tecrübede mevcuttur:
“Sende gördüğümüz bu yüksek ahlak ve fazilete seni eriştiren nedir?” sualine muhatap olan Hz. Lokman, “Doğru sözlü olmak, güven vermek, faydasız söz ve lüzumsuz işleri terk etmek.” (Muvatta’, Kelam, 7.) diye cevap verir.

Hadisten öğrendiklerimiz

λ İman, tasdik, güven duygusu ve iç tutarlılığıdır. İslam ise boyun eğmek ve teslimiyettir.
λ Müslüman/mümin, başkalarına güven veren, ahde vefa ve sadakat gösteren kimse demektir.
λ Kur’an ve sünnet, sulh ve selametin, huzur ve sükûnun hâkim olduğu bir güven toplumunu hedefler.