Makale

BİRİ BİZİ GÖZETLİYOR

BİRİ BİZİ GÖZETLİYOR

Sümeyra SAV | Avcılar Vaizi


Panoptikon” sözcüğü 1975 yılında Michael Foucault tarafından gündeme getirilse de evveliyatı 1787 yılında Jeremy Bentham’a dayanır. Bentham esasında kardeşinin yapacağı projeye fikir babalığı yapmış ve bir hapishane tasarlamıştı. Panoptikon’da hapishane hücreleri daire şeklinde dizilmiş ve tam ortada ise kule içindeki gardiyan tarafından mahkûmların tek yönlü izlenmeleri sağlanmıştır. Hücrelerden kuledeki gardiyan görülmeyecek, ancak her zaman içeride birileri tarafından gözetlendiğini bilen mahkûmların tüm hareketleri kontrol altına alınmış olacaktı. Aslında Bentham’ın da Foucault’ın da keşfettiği gerçek şuydu ki gözetlenmek insan davranışları üzerinde önemli bir etki oluşturuyordu.
Felsefecilerin görme, gözetleme ve görünme gibi kavramlar üzerinde oldukça durduğu zamanların bir adım ötesine geldiğimizde teknolojinin tüm paradigmaları tekrar yerinden kıpırdatacak yansımalarını görmeye başladık. McLuhan, “Teknoloji insanın uzantısıdır.” dese de artık teknolojinin uzantısı olan bir insandan bahsediyoruz. Foucault’un modellediği panopticon dünyasında gardiyanların her an gözetlediği hissiyle onlar gözetlemese de gardiyanların gözünden kendisine değer biçen insan, şimdi görünmez denetçinin yerine bizzat kendisini koyarak üstelik gönül rızasıyla ve hoşnut olarak hem gözetliyor hem de kendisini gözetime açıyor.
Bir distopya olarak 21. yüzyılı anlatan Foucault toplumun hatta bütün dünyanın dev bir panoptikon olduğunu bize anlatıyor. Panoptikondaki kule de iktidarları resmetmektedir. “Dev kule” bizlerin asla göremediğimiz biri tarafından sürekli izlendiğimize inandığımız güçtür. Güç kelimesi önemlidir zira izleyen her zaman izlenenden güçlü konumdadır. Hücrelerin birbiriyle iletişim kuramayacak şekilde dizayn edilmesi de toplumdaki bizlerin birbirimizle iletişim kurmaksızın bireyselleşmiş bir şekilde sadece gözetlenme korkusuyla yaşamamızı ifade etmektedir. Mark Poster ise “süper panoptikon” kavramını kullanmaktadır. Süper panoptikona göre gözetlenenler gönüllüdür, gözetlenmekten kaçmazlar hatta haz alırlar. İnsanlar haz aldıkları şeyleri beyinlerinde doğru olarak kodladıklarında yaptıkları eylemde tereddüt etmiyor, her türlüsü ihlal olan mahremiyeti kamuya açık hale getirebiliyorlar.
Aynı şekilde George Orwel’in meşhur yapıtı “1984” Big Brother tarafından ekranlar aracılığıyla her zaman izlenen insanı konu alır. Günümüzde izlenme sadece devlet tarafından yapılmamakta; işveren elemanını, ticari şirketler müşterilerini sürekli takip etmektedir. Akıllı telefon uygulamalarıyla arama motoruna girdiğiniz kelime herhangi bir sosyal medya hesabınıza hemen reklam olarak girebiliyor, bu da her an izlendiğiniz ve kayıt altına alındığınızı siz görmeseniz de dev bir kuleden izlendiğiniz hissini güncel tutmaya devam ediyor. Mail yolladığınız biri, size tanıma ihtimaliniz var mı diye facebook hesabınızdan başka bir zaman gösterilerek yine tüm verilerinizin birilerinin elinde olduğunu anlamanızı sağlıyor. Bu şekilde kişisel harcamalarınız, en son nerede tedavi olduğunuz, hastalık geçmişiniz, sigorta giderleriniz, tatile gittiğiniz yerler, araba taksitleriniz, nerelerde eğlendiğiniz, akrabalarınız, özel ve mahreme dâhil olabilecek, istihbarat elemanlarının uzun süre araştırmak zorunda kalacağı bilgilerin, bazı özel şirketlerin elinde depolanması sağlanıyor.
Yeni dünyayı bekleyen ve fetvaya da yansıyan ciddi sorunlarla karşı karşıya kalmaktayız. Üstelik sosyal medya ve gerçek yaşam çizgisinde sosyal medyadaki bazı şeylerin mubah olacağını düşünen insanlardan gelen sorular artmaktadır. Normal yaşantımızda ayıp, yasak, günah olan her şeyin sosyal ortamlarda da öyle olduğu bilgisi önümüzde durmaktadır. Düne kadar insanlarla paylaşmaktan hayâ edilen birçok şey şimdi herhangi bir çekinme dürtüsü yaşanmadan sosyal medyaya eklenmektedir. Bir yandan Müslüman kimliği ile ayakta kalmaya çalışmak diğer yandan sürekli gösterme ve görünme dürtüsüyle gözetlendiği ağlarda var olmanın tezatlığı tartışılmaya değer bir mevzudur. Öte yandan kendi veri bankalarımıza gönüllü ifşalarımızın başımıza açacağı muhtemel sorunlar da var. Avrupa Birliği, kişisel verilerin korunması direktifine 2010 yılında “Unutulma Hakkı”nı koymuştur. Facebook ve Google gibi şirketlerin elinde bulundurduğu kişisel verilerin istenmesi halinde silinmesini bir hak talebi olarak kabul etmiştir. Yani geçmişi, insanın peşini hiçbir zaman bırakmamaktadır. İlk kez Mario Costeja adlı bir avukat, Google’da ismini arattığında borçluluk durumu ve finansal sıkıntı yaşadığını gösteren verilerden dolayı dava açmış ve kazanmıştır. İşverenlerin CV’den daha ziyade sosyal medya ve Google aracılığıyla başvuru yapanları incelediği de bir gerçektir. Bu manada sosyal ağlar kişi ile ilgili bilgilerin üçüncü şahıslar tarafından ne kadar çabuk ele geçirildiğini bize açıkça göstermektedir. Üstelik yaşamında kendisi için sorun olabilecek bilgilerin öldükten sonra ne olacağı ile ilgili de düzenlemeler yapılmaktadır. Tamamıyla sanal dünyada yaşayan insan için Facebook gibi şirketler, öldükten sonra hesabınızın kime devredilmesini istersiniz diye bir link koymuş ve mahkeme kararıyla yakınlarına son bir mesaj atma hakkını vermiştir. Gmail kullanıcısının ölümü neticesinde mirasçıları e-mail yoluyla ulaşıp hesabı kapattırabilmektedir. Lives on gibi uygulamalar ise öldükten sonra bile internette olma vaadiyle insanı ölümsüz kullanıcıya dönüştürmektedir. Sloganları ise “Kalp atışlarınız dursa bile tweet atmaya devam edeceksiniz.”
Bilgisayar ve sosyal ağ teknolojileri günümüzün panoptikonları olarak kullanıcılarını gönüllü ifşaata davet etmektedir. Peki, sıradan insanlar özelini niçin kamuya açar? Bunun temelinde sıradan olmadıklarını kanıtlama çabası olduğu söylenebilir. Dünya artık yeni uygulamalarla “see it now” anında gör dönemini yaşamaktadır. Bu da gerek gönüllü paylaşımlarla - olsun, gerekse devlet ya da şirketlerin kamera, mobese, mernis, e-devlet, Facebook ve Google bilgi depoları olsun mahremiyet ve özel alan ile kamusal olanın birbirine karıştığını göstermektedir. İsveç’te bir firmanın çalışanlarını kontrol etmek için çip takma uygulaması yapması tüm mahremiyet söylemlerini altüst etmektedir. Amerika’daki 11 Eylül ve Avrupa’daki metro patlamaları olaylarından sonra devletler güvenlik gerekçesiyle insanları fişlemiş ve takibe almıştır. Kişisel verilerimizin en basitinden belediyeler tarafından bile depolandığı, her yede kamera ile gözetlendiğimiz, sanki bizi bizden daha çok tanıyan bir ağ içine sarmalanmış durumdayız. İnsanları rakamlarla ifade etmeye başladığımız yerde, sadece gördüğümüze inandığımız ve mobese ile ispat edemediğimiz hakkın hak olarak kabul edilmediği takdirde güvenden bahsetmek giderek olanaksızlaşır. Mahremiyet ve özel alanın korunması öncelikli olarak kişisel bilinç ve devletin de güvencesinde olmalıdır. Sosyal ilişkilerin kurulmasında bile mahremiyete ihtiyaç vardır. Charles Fried’in söylediği gibi panoptikon benzeri, bireylerin gözetlendiği bir toplumda dostluk, samimiyet ve güven ilişkileri gelişemez. Sürekli izlendiği yerde kişi kendi olmaktan çıkar. Gözetleyenin görmesini istediği şekle bürünür artık.
Çözüm, devletlerin mahremiyet ve özel hayatı koruma konusunda hızla önlemler almasında yatmaktadır. İstenildiği takdirde herkesin gözetlenebileceği bir dünyanın insan onurunu zedeleyeceği ve esas olanın mahremiyet olduğu gerçeğiyle tüm tedbirlerin alınması gerektiği bilinmeli ve vatandaşlarca da bu haklar talep edilmelidir. Güvenliğin sağlanması amacıyla bile yapılsa insanın en temel özelliği olan mahremiyetinin öncelik olarak alınması gerekmektedir.
Söz konusu ihlallerin kişilerin kendi rızalarıyla yapılması da başka sorunları getirmektedir. Dini değerler anlatılırken riya, gösteriş ve kibrin yerildiği, tevazu ve rikkatin tavsiye edildiği İslam anlayışında, kulak, göz ve kalp bunların hepsi sorumludur. Kişi baktığından da duyduğundan da hesaba çekilecektir. Müminlere gözlerini haramdan saklamalarını tavsiye eden İslam, aynı zamanda dillerini de muhafaza etmelerini emreder. Gündelik yaşam içerisinde, söz duyulduktan sonra saklanmalı ve emanet olduğu bilinciyle hareket edilmelidir. Oysa sanal yaşantıda sırlar ifşa olmakta, kişiler takma adla gizliden takip edilmekte, ayıplar araştırılmakta ve kin-haset duyguları ile hareket edilmektedir. Tüm bunlar olurken Müslüman kimliği de yeni sosyal düzene kendini uydurmaya çalışmakta ve en korkunç kırılma da burada yaşanmaktadır. Müslüman, kendisini devamlı Allah’ın izlediği ve her hareketini gördüğü bilinciyle her daim davranışlarına çeki düzen verirken, şimdi bilmediği başka gözlere göre hareket etmekte ve onların görmesini istediği şekilde hareket etmektedir. Hem psikolojik olarak bir kişilik problemine, hem de mümin insan profilindeki kaymaya şahit olmaktayız.
Güncel ders programlarına bilişim teknolojileri, ihtiyaca binaen medya-okur yazarlığı ve insan hakları gibi dersler eklenmiş ancak görünen o ki kişisel verilerin ne kadarını paylaşacağımız, nasıl koruyacağımız ile ilgili de bilgilendirmelere ihtiyaç vardır. Doğduğu andan itibaren en mahrem hâliyle annesi ve babası tarafından kamuya açık hale getirilen çocukları, dijital köyün yerlisi olmaktan kurtaramasak da çok geç olmadan paylaşım sınırlarını kendilerinin çizdiği güvenli bir mahrem ağ oluşturmalarını sağlayabiliriz/ sağlamalıyız.