Makale

HAFIZ EFENDİ’NİN ARDINDAN

HAFIZ EFENDİ’NİN ARDINDAN
Prof. Dr. Kaşif Hamdi OKUR | Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Hafız Efendi… Yakınları kendisinden bahsederken bu ifadeyi kullanırlardı. Bu tabiri ilk defa Ahmet Sezikli Hoca’dan duymuştum ve çok hoşuma gitmişti. Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde kırk yılı aşkın bir süre görev yapmış olan ve bu sürenin otuz yılını Çorum Ulu Camii İmam-Hatibi olarak geçiren Hacı Hafız Recep Camcı, 20 Kasım 2016 tarihinde Hakk’a yürümüştür. 1933 yılında Çorum’da dünyaya gelen Recep Camcı, küçük yaşta babası Hafız Ahmet Efendi’den hıfzını ikmal etmiş, ilk tashih-i huruf, tecvit ve talim eğitimini yine Çorum’da almıştır. Babasının teşvikiyle bir müddet medrese usulüyle Arapça ve İslami ilimler tahsil etmiştir. Ders aldığı hocalar arasında Müftü Mehmet Tevfik Ergun, Vaiz Hakkı Adıgüzel, Server Efendi, Servet Ahıska, Hakkı Bilal Efendi gibi yörenin tanınmış simaları yer almaktadır. Kur’an dersi aldığı hocalar arasında ise Bursa ve Çorum Ulu camilerinde imamlık yapmış olan Batumlu Hafız Yusuf Efendi ve Hasan Akkuş Hoca Efendi’nin talebelerinden Hafız Halil Ayhan yer almaktadır. Daha sonraki yıllarda da Hafız Bahattin Efendi’den ilm-i vücuh, aşere ve takrip okumuştur. Bir müddet İstanbul’da Abdurrahman Gürses Hoca Efendi’nin derslerine de devam etmiş, bu arada Üsküdar İskele (Mihrimah Sultan) Camii’nde açılan imamlık imtihanını kazanmış ise de göreve başlayamadan Çorum eşrafının ısrarlı talepleri neticesinde 1956 yılında memleketine dönerek Bahçelievler Camii’nde görev almıştır. Aynı zamanda yeni açılan Çorum İmam-Hatip Okulunda Kur’an-ı Kerim, din ve akait dersleri hocalığına başlamıştır. 1965 yılında yapılan kanuni düzenlemeyle iki görevi bir arada yürütme imkânı ortadan kalkınca, İmam-Hatip Okulundaki görevinden ayrılmıştır. 1968 yılında tayin edildiği Ulu Cami İmam-Hatipliği görevini 1998 yılında emekli oluncaya kadar sürdürmüştür. TRT Diyanet ekranlarında yer alan “Bir Asır Bir Çınar” programının onuncu bölümüne konuk olan Recep Camcı’nın hafızlığı ve musikişinaslığı, Bâd-ı Sabâ programında da gündeme getirilmiştir. (Recep Camcı’nın hayatı hakkında bk. Ubeydullah Sezikli, “Çorumda Bir Musikişinas: Hafız Recep Camcı”, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2010, sayı: 22, s. 267-284; Ali Ilıca, Çorum Ulu Camii ve Vakıfları, Ankara 2006, s. 283-286.)
Hafız Efendi’nin birçok özelliği yanında bilhassa üç yönü üzerinde durulmalıdır: İmam-Hatip Okulundaki öğretmenliği, hafızlığı ve musikişinaslığı, Ulu Camii İmam-Hatipliği. Çorum İmam-Hatip Okulundaki hocalığı sırasında Ali Bardakoğlu, Süleyman Uludağ, Ahmet Lütfi Kazancı, Erhan Yetik, Bayraktar Bayraklı gibi isimler başta olmak üzere bilahare Diyanet İşleri Başkanlığının muhtelif kademelerinde, ilahiyat fakültelerinde, Milli Eğitim Bakanlığına bağlı eğitim kurumlarında görev yapmış olan çok sayıda talebe yetiştirmiştir. Bu dönemdeki mesaisinden bahsederken bir sohbetimizde “Süleyman Uludağ, Ahmet Lütfi Kazancı ve emsalleri gibi dışarıdan ders okumuş olan talebelere hocalık yapabilmek için Halebi, Mültekâ, Tahtavi gibi eserleri inceler, meseleleri çıkarırdım. Gösterdiğim o mesai beni yetiştirdi.” ifadelerini kullanmıştı. Öğrencilerden kurduğu kırk kişilik ilahi ve mevlit ekibi, yeni açılan İmam-Hatip Okulunun tanıtılmasında önemli bir rol oynamıştır. Bilhassa Samsun’da Recep Camcı idaresindeki İmam-Hatip Okulu öğrencileri tarafından okunan mevlit sonrasındaki süreçte, henüz İmam-Hatip Okulu açılmamış çevre illerden çok sayıda öğrenci Çorum İmam-Hatip Okuluna yazılmıştır. Öğrencilerden kurduğu mehter takımı ve düzenlediği Mevlana İhtifali de Recep Camcı’nın İmam-Hatip Okulundayken yaptığı iz bırakan faaliyetlerdendir. Bu faaliyetler sırasında gerekli dekor ve kıyafetleri öğrencileriyle, birlikte tamamen kendi çabaları ve mahalli imkânlarla bizzat kendileri hazırlamışlardır. Resmî görevi sona erdikten sonra da İMVAK (Çorum İmam-Hatip Lisesi ve İlahiyat Fakültesi Vakfı) üyesi olarak bu okulun gelişimiyle yakından ilgilenmiştir. Kendisi İmam-Hatip Okulundaki hizmetlerini anlatırken, bu dönemde sarf ettiği çabaları af ve mağfiretine vesile olabilecek yegâne ameli olarak gördüğünü, bu ümidini taşıdığını ifade ederdi.
Hafızlığı ve musikişinaslığına gelince Kur’an-ı Kerim’i, mevlid-i şerifi ve diğer cami musikisi formlarını İstanbul tavrına uygun olarak başarılı bir şekilde icra ederdi. “Yeşil pop” tabir edilen köksüz ezgilerin, Arap ülkelerindeki okuyucuların etkisinde kalarak icra edilen taklit okuyuşların oldukça ilgi çektiği günümüzde Recep Camcı’nın bulunduğu çevrede, sık sık vurgu yaptığımız medeniyetimizin ürünü olan İstanbul üslubunun liyakatli bir temsilcisi olarak ömrünü tamamladığını söyleyebiliriz. Okumuş olduğu aşr-ı şerifler TRT kayıtlarında mevcuttur. Ayrıca hatm-i şerifi de kayda alınmıştır. Hafızlığının ve musiki bilgisinin yansıması, imamlık görevini icra ederken de hissedilirdi. Bunun en bariz örneği kıldırdığı teravih namazlarıdır. Çorum’a yeni geldiğim dönemlerde, 1995 yılı ramazan ayında teravih namazlarını, vaazlarım vesilesiyle Ulu Cami’de kılmıştım. Hafız Efendi iki rekâtta bir selam verir, yirmi rekâtı da acemaşiran makamında kıldırır, teravihin akabinde bir ilahi ve bir naat okuduktan sonra vitir namazını kıldırırdı. Genelde ilk on beş gün “Şükür Yine Geldi Mah-ı Mübarek”, son on beş gün ise “Yöneldi Gitmeye Yoktur Kararı” güfteleri aynı acemkürdi beste ile okunurdu. Ama bunların dışında hicaz, rast ve hüzzam makamlarında ilahiler okunduğu da olurdu. Üçüncü ve beşinci tervihalardan sonra ise müezzinler salat-ı ümmiye okurdu. Hafız Efendi bu usulün Çorum Ulu Camii’nde eskiden beri takip edilen usul olduğunu ifade ederdi. Ancak emekliye ayrılmasından sonra bu usul varlığını koruyamadı. Mamafih bu usul fıkha da uygundur. Nitekim müstehap olan uygulama, teravih namazında iki rekâtta bir selam verilmesidir. Her dört rekâtta bir ve teravih ile vitir arasında terviha (dinlenme) yapmak da müstehaptır. (Tahtâvî, Hâşiye alâ Merâkı’l-felâh, Beyrut 1997, s. 414.) Bu sürenin nasıl değerlendirileceği ise her beldenin kendi örfüne bırakılmıştır. (Bedrüddîn Mahmud b. Ahmed el-Aynî, Minhatü’s-sülûk fî şerhi Tuhfeti’l-mülûk, Katar 2007, s. 150; Ebü’l-Leys Muharrem b. Muhammed ez-Zîlî, Hediyyetü’s-su‘lûk şerhu Tuhfeti’l-mülûk, Kazan 1289, s. 71.) Yani dinlenme aralığının hangi tervihadan sonra nasıl kullanılacağı noktasında yerleşmiş gelenek ve tatbikat etkili olmuştur. Anadolu halkı da dinî hissiyatını ifade eden ilahiler ve naatlar okuyarak bu tervihaları değerlendirmiştir. Bu hususta gerek İstanbul’da gerekse Anadolu’nun muhtelif bölgelerinde farklı usuller ortaya çıkmıştır. Maalesef zamanımızda bu geleneklerin terkedilmeye ve unutulmaya yüz tuttuğu görülmektedir. Öte yandan Enderun teravihi ve Cumhur müezzinliği uygulamasını ihya teşebbüsleri bu bağlamda, kayıpların telafisi için umut verici bir gelişme olarak dikkat çekmektedir.
Recep Camcı’nın musikiyle ilgili diğer bir yönü de bizzat dergâhlarda öğrendiği tekke musikisine olan aşinalığı idi. Tasavvufla ilgisi küçük yaşlarda başlamıştı. Sultan Abdülhamid zamanında zaviyedar olarak atanan Hıdırlık Şeyhi Abbas Külahi’ye yirmi beş sene hizmet ettiğini ve kendisinden İmam Rabbani’nin Mektubat’ını okuduğunu ifade ederdi. Başta Çorum’da ramazan ayında sahurlarda okunan bestenigâr temcit olmak üzere, kaynak kişisi olduğu cami ve tekke musikisine ait çok sayıda eser Yrd. Doç. Dr. Ubeydullah Sezikli tarafından notaya alınmıştır. Bu bağlamda gerek kendisinden derlenen eserler, gerekse kendi bestesi olan eserler albüm çalışmalarına konu olmuştur. (Yönetmenliği Ubeydullah Sezikli tarafından üstlenilen İlahi Anadolu Çorum İlahileri 1-2-3 albümleri ve İlahi Anadolu Bestekârlar-1Hafız Recep Camcı başlıklı albüm.) Recep Camcı’nın 1960’lı yıllarda makaralı teyplere okunmuş yüksek performanslı icraları Ubeydullah Sezikli’nin arşivinde bulunmaktadır. Bu arşivden faydalanarak Hafız Efendi’nin icracı yönünü temsil edebilecek bir albüm hazırlaması kendisinden beklenmektedir. Recep Camcı’nın görevdeyken ve emekli olduktan sonra çalıştırdığı amatör korolarla verdiği Türk Tasavvuf Musikisi içerikli konserlerin kayıtları da mevcuttur.
Ulu Camii imam-hatipliği Recep Camcı’nın kimliği ile özdeşleşmiş bir görevdi. Bu görevi icra ederken her şeyden önce temsil yeterliliğini gözetirdi. Giyim tarzının uygunluğu, kılık ve kıyafetin düzenliliği, konuşma ve üsluba özen göstermek gibi hususlar kendisinin titizlikle riayet ettiği, aynı zamanda mesai arkadaşlarını da bu hususta motive ve kontrol ettiği noktalardı. Bir şehrin Ulu Camii’nin İmam-Hatibi olmanın ağırlığını hem taşımış hem de hissettirmiştir. Başta valiler olmak üzere mülki erkânın zaman zaman kendisini Cami meşrutasında ziyaret ettiği, kendisinin de misafirlerini gerekli ihtimam ve hürmeti göstererek ağırladığı müşahede edilmiş bir husustur. Halk üzerindeki tesir ve etkisini, kendi tatbik etmediği hiçbir hususu minber ve kürsüden cemaate tavsiye etmemiş olmasına bağlardı. Görev yaptığı dönemde Çorum’da cenaze, doğum, düğün, nişan vb. vesilelerle hizmetinde bulunmadığı hane neredeyse yok gibiydi. Bu hususu cenazesini teşyi ederken emekli il müftülerimizden İbrahim Acar Hoca dile getirmiştir. Aynı zamanda diğer vilayetlerde Çorum dendiğinde hemen akla gelen değerli bir şahsiyet olabilmeyi de başarmıştı. Coğrafi intisabın çok ötesine geçmiş bir değeri ifade eden “İstanbul Beyefendisi” ve “Osmanlılık” özelliklerini yaşamayı başarmış bir şahsiyetti.
Sonuç olarak Türkiye’de dinî eğitimin inkıtaa uğradığı, bir anlamda yer altına indiği dönemin kıt imkânları içerisinde kardelen misali kendini yetiştirmiş, sonraki süreçte de imam-hatip ve ilahiyat neslinin yetişmesine destek vermiş Hoca efendiler kuşağına çok şey borçluyuz. Bugün “din görevlisi” değil, “din gönüllüsü” olabilme sırrının peşinde koşuyorsak, o dönemlerde maddi bir istikbal vadetmeyen bu görevleri rıza-yı Bari için, aşkla ve şevkle icra eden hocalarımızın hayat çizgisinde bize yol gösterecek işaret taşları bulabiliriz. Kısa bir süre önce kaybettiğimiz Hacı Hafız Recep Camcı da bu kervanın bir mensubu idi. Cenab-ı Hak rahmetiyle muamele eylesin. Din gönüllüsü olabilmeyi hedefleyen genç nesiller, Hafız Efendi’nin hayat çizgisinde kendilerine numune-i imtisal teşkil edecek çok şey bulacaklardır.