Makale

YARATTIKLARININ AZIKLARINI DA YARATAN: MUKÎT

YARATTIKLARININ AZIKLARINI DA YARATAN: MUKÎT
Fatma BAYRAM

Mukît ismi sözlükte iki anlama geliyor: Koruyup besleyen ve gücü yeten... Râgıb el-İsfahani de bu ismin “koruyup himaye eden” anlamını tercih ediyor. Ona göre zaten hayatiyeti sürdürecek gıdayı vermek birini koruyup yaşatmanın vazgeçilmez sonucudur. Koruyup kollamak, besleyip geliştirmek elbette güç yetirmeyle olacak işlerdir. Böyle baktığımızda bu iki anlamın birbiriyle ilişkisi açıktır. Kur’an-ı Kerim’de bu ismin geçtiği tek ayet olan Nisa suresi 85. ayet-i kerimede şöyle buyrulur: “Kim iyi bir işe aracılık ederse onun da o işten bir nasibi olur. Kim kötü bir işe aracılık ederse onun da ondan bir payı olur. Allah her şeyin karşılığını vericidir.” Müfessirlerin çoğunluğu bu ayetin sonunda yer alan Mukît ismini güç yetirmeyle yorumlarlarsa da ayetin gelişini dikkate alan Elmalılı, “Allah her şeye muktedirdir ve her şeyi layıkıyla gözetir.” dedikten sonra “iyiyi iyiliğinden, kötüyü de kötülüğünden ölçüsüne göre hissedar eder.” diyerek iki anlamın birbiri ile ilişkisine işaret eder. İyilik yolu açan o nispette iyilikle; kötülük yolu açan da sebep olduğu miktarda kötülükle azıklandırılacaktır.
Esmayıhüsna üzerine çalışan ulema bu ve benzeri kullanımlara dayanarak bu ismin daha ziyade "ruh ve bedenlerin ihtiyaç duyduğu gıdayı veren” şeklindeki sözlük anlamına uygun biçimde açıklamışlardır. Efendimiz (s.a.s.)’den rivayet edilen bazı hadislerde de Mukît ismi "azık veren, yedirip içiren" anlamında kullanılmıştır. Bu manaya göre Mukît, Rezzak manasınadır. Oysa biliyoruz ki Yüce Allah’ın isimleri arasında birbiriyle tamamen aynı anlama gelen iki isim yoktur. Bunu dikkate alan ulema Rezzak ismindeki kuşatıcılığa mukabil Mukît isminin daha hususi olduğunu belirtmişlerdir. Onlara göre Rezzak ismi, azık olsun olmasın her türlü ihtiyacımızı vereni tanımlarken Mukît, Rabbimizin maddi manevi azığımızı veren olduğunu bildirir. Âlemlerin Rabbi olan Allah Teala bu kâinattaki düzeni hayatın devamına hizmet edecek şekilde kurmuş ve ömür devam ettiği sürece her canlının ihtiyacını karşılayacak azığını yeter miktarda var etmiştir: “O, dört gün içinde (dört evrede), yeryüzünde yükselen sabit dağlar yarattı, orada bolluk ve bereket meydana getirdi ve orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar takdir etti.” (Fussılet, 41/10.) Kâinatı yaratan kudret orada öyle bir nizam kurmuştur ki gözle görünmeyen mikro organizmalardan devasa yıldızlara kadar her varlık bu sistem içinde bir birine bağlıdır ve birbirinin varlığını destekleyecek şekilde kurgulanmıştır. Bu sistem dışarıdan bir müdahale ile bozulmadıkça her varlık diğerinin azığı olacak şekilde düzenlenmiş ve hiçbir varlık -ölümünden sonra dahi- zayi edilmemiştir.
İnsana her tür ihtiyacını karşılama becerisi verildiği gibi bu ihtiyaçların giderileceği unsurlar da yaratılmış, hatta bununla bırakılmayarak her bir ihtiyacın giderilmesi sırasında ruhun arayışları da gözetilerek kâinat baştan sona güzellik ve zarafetle donatılmıştır. Bedenlerimizin azığı olacak gıdaların elde edilmesinin her aşaması insana manevi bir zevk verecek surette yaratılmış ve hem azığını elde etme hem de ondan zevk alma imkânı tanınmıştır. Tam bu noktada esmayıhüsna şarihi Ali Osman Tatlısu der ki: "Allah insanlar için geçim sebepleri yaratmış ve maişetini temin etmek için herkesi bir sebep ucuna yapışmakla mükellef tutmuştur. Ancak bu sebeplerin meşru olması şarttır. Sebepler rızık yaratmaz, rızık vermez, rızıkı Allah yaratır ve Allah verir. Sebepler birer yoldan başka bir şey değildir. Eğer sebepler insana rızık vermiş olsaydı, en kuvvetli kazanç sebebi akıl olduğu için, akıllıların çok zengin, ahmakların çok fakir olması icap ederdi. Hâlbuki nice ahmakların merzuk, nice akıllıların mahrum olduğu görülüp duran hâdiselerdendir." Bir kez bu bakış açısına ulaşan kişi ihtiyaçları konusunda panik yapmaktan kurtulur.
Kuşeyri’ye göre bu isim Cenab-ı Hak her bir varlığı yaratmakla kalmayıp onun ihtiyaç duyduğu gıdayı da var ettiğini gösterir. Ona göre insanların ve diğer canlıların gıdası çeşitli yiyecek ve içecekler, meleklerin gıdası taat ve tespih, ruhların gıdası nesne ve olayların mahiyetine vâkıf olup onları akletmektir. Sadece yeme içme derdinde olup eşyanın tabiatına sırtını çeviren, olan bitenin arkasındaki hikmete eğilmeyip, ruhunun azığını aramayan insan adeta ruhunu aç, susuz bırakmıştır. İlim ve hikmet ruhu zenginleştirip kanatlandırırken, bunlardan mahrumiyet onu azıksız bırakıp gücünü köreltir.
Bu bahiste sufilerin önemle üzerinde durduğu hususlardan biri de gıdalarımızın karakterlerimiz üzerindeki etkisidir. Onlara göre lokmanın ve hırkanın helal olması şarttır. Çünkü onlara göre haram lokma ile gönül nuru hâsıl olmadığı gibi haram giysi ile de ibadetten zevk alınmaz. Duygu, düşünce ve davranışın temiz olması için gıdanın maddi ve manevi açıdan temiz olması şarttır. (Her yemekten önce çekilen besmele yiyeceklerimizin manevi açıdan da gıdamız olması için niyetleri uyanık tutmaya yarayan bir farkındalık oluşturur.) Kur’an-ı Kerim de bu konu üzerinde ısrarla durur ve yenilen her lokmanın sadece helal olmakla kalmayıp aynı zamanda nezih olması gerektiğini vurgular. (Bakara, 2/168, 172; Maide, 5/88; Araf, 7/160; Enfal, 8/69; Nahl, 16/114; İsra, 17/70; Taha, 20/81...) Bu ayetlerde gıdalarımızın helal olmakla kalmayıp temiz olması da istenmektedir. Helal olması gıdaların manevi açıdan temiz ve nezih olmasını ifade ederken, temiz olması gıdalarda sağlık ve hijyen koşullarına uygunluğu şart koşar. Bu açıdan bakıldığında gıdaların üretilmesi ve hazırlanması aşamalarında insan sağlığına ve hijyene riayet etmeyenler bu ayetlere aykırı hareket etmiş olurlar. Hanesinin azığını temin etmeye çalışanlar helale; o azığı sofralara ulaştıranlar da sağlık ve hijyene dikkat etmek zorundadırlar.
Varlık âleminde bu ismin tecelligâhı olan kişiler bütün varlıkların azıklarına ulaşmasına vesile olanlardır. Onlara nice nice rızık kapıları açmak nasip olur. Rabbimizin Rezzak ve Mukît isimlerinin tecelligâhı olmakla şereflenmiş bu insanlar bu mukaddes vazifeyi ifa ederken Allah’ın bir kulunu bir iş için istihdam ettiklerinde onun ve bakmakla yükümlü olduklarının beslenme ve barınmalarına yetecek bir ücret vermeye dikkat etmelidirler. Eğer bir toplumda insanlar çalıştıkları hâlde en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyorlarsa orada insanların kurduğu zalim düzen Allah’ın yarattığı sistemi bozmuş demektir. Zaten açlık, azıkların yetersizliğinden değil, insanların açgözlülüğünden doğar.