Makale

İHTİLAF AHLAKI'NIN TEMEL İLKELERİ

İHTİLAF AHLAKI’NIN TEMEL İLKELERİ
Doç. Dr. Cenksu ÜÇER | Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanvekili

Allah Teala insanları farklı dillerde, renklerde, karakterlerde ve algı düzeylerinde; farklı millet, boy ve soylara mensup olarak yaratmış, akıl ve vahiy gibi iki önemli nimet bahşetmiştir. Dünyanın değişik bölgelerinde ve farklı zamanlarda yaşayan insanların varlık, sosyal ve dinî hayat vb. hakkındaki anlayışları farklı olmuştur. Bu yazımızda, insanların farklı anlayış ve uygulamalarının dinî hayattaki bir tezahürü olan mezhep olgusunun çerçevesi çizilecek ve bu olgu ile ilgili tavrımızın nasıl olması gerektiği hakkında temel birkaç noktaya değinilecektir.

Mezhep olgusu

Dinin anlaşılma biçimleri olan mezhepler beşerî ve toplumsal oluşumlardır. Mezhep olgusunun kavranması için insan, sosyal çevre, mekân ve zaman ile fikir-hâdise irtibatından oluşan ana unsurlar oldukça önemlidir. Bu ana unsurların detaylandırılmasına ve mezhep olgusunun anlaşılmasına katkı sağlayan psikolojik, sosyal, kültürel, siyasi ve dinî etkenler de yardımcı unsurlar olarak dikkate alınmalıdır.

a- İnsan unsuru ve psikolojik etkenler

Mezhep olgusunu kavramamız için göz önünde bulundurmamız gereken ana unsurların ilki “insan”dır. Zira mezhep olgusu insanların dinî konuları algılama biçimlerine bağlı olarak ortaya çıkmaktadır.
Allah insanları farklı dillerde ve renklerde yaratmıştır. “…Dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir...” (Rûm, 30/22.) Bu ayette, bir kökten geldikleri hâlde insanların biyolojik ve kültürel farklılıklara sahip olmalarının, üslup ve ifade farklılıklarının, insana verilen düşünme ve muhakeme yeteneğinin verimliliğini sağlamadaki ilim, fikir ve sanat hayatının geliştirilmesindeki etkilerine işaret edildiği görülmektedir. (Kur’an Yolu, IV/304.)
Mezhep olgusunu anlarken her insanın kendi mizaç ve karakterine göre amel edeceği hususu unutulmamalıdır. Nitekim “De ki: Herkes kendi mizaç ve karakterine göre iş yapar…”. (İsra, 50/84.) buyurularak bu gerçek açıkça ifade edilmektedir.

b- Sosyal çevre ve sosyal etkenler

Mezheplerin ortaya çıkışına etki eden çevre konusunda hem sosyal hem fiziki çevre oldukça önemlidir. Allah insanları bir aile, boy ya da millet içinde, sosyal bir ortamda yaratmıştır: “…Birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık...” (Hucurat, 49/13.) Ayrıca “Yeryüzünde gezen her türlü canlı ve (gökte) iki kanadıyla uçan her tür kuş, sizin gibi birer topluluktan başka bir şey değildir...” (En’am, 6/38.) ayeti insanların birer “ümmet” yani düzenli birer topluluk olduklarını ifade etmektedir. (Kur’an Yolu, II/339.)
İnsanların yaşadıkları mekânların da temel anlayışları üzerinde önemli etkileri vardır. Köy hayatı ile şehir hayatı; bir dağ köyündeki hayat şartları ile orman ya da ova köyündeki hayat şartları; büyük şehir ile küçük şehir, şehrin bir yakasındaki ile öbür yakasındaki şartlar birbirinden farklıdır. İnsanın yaşadığı çevredeki şartlar algı ve anlayışlarını etkilemekte ve farklılaştırmaktadır.

c- Coğrafyanın etkisi

Yakın sosyal-fiziki çevre dışında, insanların yaşadıkları bölge ya da coğrafyanın bir dili, kültürü ve geleneği bulunmakta, bunlar insanların anlayışlarını şekillendirmektedir. Bu anlamda Türkiye’nin şartları Hindistan’dan, Hindistan’ınki Mısır’dan farklı olduğu için buralardaki anlayışlar farklılık gösterebilmektedir. Sadece ülkeler arasında değil; bir ülkenin bölgeleri arasında da farklılıklar görülebilmektedir. Mesela, Karadeniz ile Ege, Doğu ile Trakya bölgelerindeki şartlar ve buna bağlı olarak ortaya çıkan anlayışlar farklı olabilmektedir.

d- Zamanın etkisi

İnsan algılarında zamanın etkisi göz önünde bulundurulurken insanın çocukluk, gençlik, yaşlılık dönemleri ile yaşadığı toplumunun şartlarını muhtevi toplumsal zaman dikkate alınmalıdır. İnsanın farklı dönemlerindeki maddi ve manevi ihtiyaçlarının, imkân ve kabiliyetlerinin farklı olduğu, bunun da algı ve anlayışlarını şekillendireceği hepimizin müşahede ettiği bir vakıadır. Aynı şekilde toplumda yaşanan süreçler insanları bir şekilde etkilemektedir.

e- Fikir-hadise irtibatı

Fikir-hadise irtibatı, fikirlerin ve gruplaşmaların, çeşitli coğrafi, siyasal, sosyal ve ekonomik şartlar ve zaruretlerin neticesinde ortaya çıktığını ifade eden metodik bir yaklaşımdır. (Büyükkara, İslam Mezhepler Tarihi, s. 4.) Mesela, büyük günah işleyen kişinin durumunu ifade eden “mürtekib-i kebire” kavramı, Müslümanların savaş ortamında birbirini öldürmelerine bağlı olarak tartışılmaya başlanmıştır.
Tarihte, söz konusu ana unsurlarla birlikte birtakım siyasi ve ekonomik gelişmeler, farklı kültür ve medeniyetlerle etkileşim vb. etkenler insanların anlayışlarını şekillendirmiştir. İnsanların varlık, sosyal hayat vb. alanlardaki anlayışlarını farklılaştıran bu unsurlar, dinî hayat noktasında da farklı anlayışların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Gerek Yahudiler gerek Hristiyanlar gerekse Müslümanlar arasında farklı dinî anlayışların ortaya çıkması bunu destekleyen fiili bir durumdur. Nitekim 73 Fırka Hadisi olarak bilinen rivayetlerin (Ebu Davud, Sünnet, 1; İbn Mace, Fiten, 17.) bir yönüyle bu gerçeğe işaret ettiği düşünülebilir.

Müslümanlar arasında mezheplerin ortaya çıkması

Buraya kadar çerçevesi çizilen hususların İslam dünyasında mezheplerin ortaya çıkışını şekillendiren bir yönü bulunmaktadır. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) vefatından sonra ortaya çıkan siyasi ortam, devamında baş gösteren anlaşmazlıklar ve bazı iç savaşlar, İslamiyet’in geniş coğrafyalara yayılmasına bağlı olarak farklı din ve medeniyetlerle karşılaşma, tercüme faaliyetleri vb. unsurlar, Müslümanlar arasında mezheplerin ortaya çıkmasında önemli paya sahip olmuştur.

a- Dinî metinlerin karakteri

Sözü edilen genel ve özel unsurların yanı sıra dinî metinlerin anlaşılma biçimleri, mezheplerin ortaya çıkışında en önemli etkenlerin başında gelmektedir. Nasların (ayet-i kerimeler ve hadis-i şeriflerin) başta üslup ve sübut-delalet olmak üzere özellikleri farklı görüşlerin ortaya çıkmasında esaslı bir etkiye sahiptir. Ayet ve hadis metinlerinin teşbih, temsil, mecaz, kinaye gibi edebî üsluplara sahip olması, ayetlerin bazısının muhkem bazısının müteşabih olması, aynı metinlerden farklı anlamların çıkarılabilmesine imkân vermektedir.
Nasların sübut ve delaletine gelince, ayetlerin sübutu ve sıhhati konusunda herhangi bir ihtilaf bulunmamaktadır. Bütün Müslümanlar Kur’an’ın ilahî vahyin bir mahsulü olduğu hususunda hemfikirdir. Bu itibarla bütün ayetlerin sübutu kat’idir. Ancak ayetlerin delaletleri (belli bir konuya işaret edip etmedikleri, bir konuda delil olup olmadıkları) hususunda görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Hadislerin ise hem sübutları (bir metnin hadis olup olmadığı, ne tür bir hadis olduğu vb.) hem delaletleri (kat’i ve zanni oluşu) Müslümanlar arasında ihtilafların baş göstermesine (H. İbrahim Bulut, İslam Mezhepleri Tarihi, 122-125.) ve kurban ibadetinde görüldüğü üzere farklı hükümlerin ortaya konulmasına sebep olmuştur.

b- Dinî metinlere yaklaşımda metot farklılığı

Müslümanlar arasında farklı anlayışların ortaya çıkmasında rol oynayan önemli bir husus da metot farklılığıdır. Allah Teala“…Her birinize bir şeriat ve bir yol yöntem verdik…” (Maide, 5/48.) buyurmaktadır. Ayetin bir metot farklılığına işaret buyurması, değişik tarzların ortaya çıkabileceği hususunu akla getirmektedir. Nitekim temel bilgi kaynaklarına vurgu bağlamında İslam düşünce ekolleri arasında farklı gelenekler ortaya çıkmıştır. Temel yaklaşımlarında nakli önceleyenler “beyan”, aklı önceleyenler “burhan”, ilham ve keşfi önceleyenler ise “irfan” geleneği olarak isimlendirilmiştir. Hatta tefsir tarihinde kaleme alınan eserler buna göre rivayet tefsiri, dirayet tefsiri, işari tefsir şeklinde farklı isimler almıştır.
Sözü edilen unsurlarla beraber nasların karakteri ve metot farklılıklarından kaynaklı farklılaşmalar da eklenince Müslümanlar arasında günümüze kadar varlıklarını devam ettiren mezhebi ve meşrebi yapılar tabii olarak ortaya çıkmıştır.

İhtilaf ahlakı bağlamında mezhepler hakkında tavrımız nasıl olmalıdır?

Mezhebi-meşrebi yapıların dinin anlaşılma biçimleri ve fıtrata uygun tabii ve beşerî oluşumlar olduğunu dikkate alarak bunların hiçbirini dinin yerine ikame etmemeliyiz.
Kur’an ve sünnetin Müslümanların birbirini tekfir etmesini yasaklayan emirlerini ve geleneğimizde kabul gören temel yaklaşımı esas almalıyız: “…Size selam veren kimseye (kelime-i tevhit okuyana ve Müslüman olduğunu söyleyene), dünya hayatının geçici menfaatine (ganimete) göz dikerek, ‘Sen mümin değilsin’ demeyin.” (Nisa, 4/94.) Bu ayetin nüzul sebepleri arasında zikredilen olayda Hz. Peygamber’in (s.a.s.) “Kalbini mi yardın, samimi olmadığını nereden biliyorsun?” diyerek sergilediği tavrı (Müslim, İman, 158/277.) hiçbir zaman göz ardı etmemeliyiz. Rahmet Peygamberi’nin (s.a.s.), “Kişi Müslüman kardeşini tekfir ettiğinde o küfür ikisinden birine geçer.” (Buhari, Edeb, 73/6103.) ikazına dikkat kesilmeli ve geleneğimizde var olan “Ehlikıble tekfir edilmez” ve “Tenzilin (Kur’an’ın) inkârı olmadıkça tevilin (yorumların) inkârı, tekfiri (kâfir görmeyi) gerektirmez.” düsturlarını şiar edinmeliyiz.
Kur’an’da hak ve batıl kavramlarının daha çok İslam dışı inançlar anlamında kullanıldığını unutmamalıyız. Geleneğimizde “ben/biz en hakk/doğru olabiliriz; ama başkaları da hakk/doğru olabilir” anlamını ifade eden “ehakk” kullanımının varlığını dikkate almalıyız.
Özellikle ilmî geleneğimizde yer alan “Allahü e‘lemü bi’s-savab/Doğruyu en iyi Allah bilir.” yaklaşımını daima hatırda tutmalıyız.
Kur’an-ı Kerim’de iftirak/tefrika yasaklanırken topluca (cemian) Allah’ın ipine sarılmanın (Âl-i İmran, 3/103.); 73 Fırka rivayetlerinde Hz. Peygamber’in yolu ile birlikte “cemaat” (Ebu Davud, Sünnet, 1.) kavramının vurgulandığını; Müslümanların kardeş ve bir bedenin uzvu gibi olduklarının ifade edildiğini dikkate almalıyız.
73 Fırka hadisini bir tefrikaya sebebiyet verecek şekilde anlamamalı; aksine “değişik fikir ve düşüncelerde olsanız da ayrılığa düşmeyin ve ortak değerler etrafında birleşin.” anlamında bir ikaz olarak görmeliyiz. (Mevlüt Özler, 73 Fırka Hadisi, s. 141-145; Mehmet Kubat, “73 Fırka Hadisi”, İnönü Ün. İlh. Fak. Der, 3:2 (2012) /s. 40-41.)
Bazı farklılıkların dile getirildiği ayetlerde “hayırda yarışmaya yapılan vurgu”yu (Fatır, 35/32; Maide, 5/48.) göz ardı etmemeli, ihtilaflarımızın bir rahmet vesilesi kılınması adına farklılıklarımızı sadece bir zenginlik olarak değil; aynı zamanda “hayırda yarışmak için” bir imkân olarak görmeliyiz.
Yazımızı şu ayet-i kerime ile tamamlamak yerinde olacaktır: “Allah’a ve Rasulüne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 8/46.)