Makale

AHMED YESEVÎ’NİN HİKMETLERİNDE AŞK TERENNÜMÜ

AHMED YESEVÎ’NİN HİKMETLERİNDE AŞK TERENNÜMÜ

THE EXPRESSION OF LOVE IN THE WISDOMS OF AHMED YESEVÎ

Kadir ÖZKÖSE

PROF. DR.

BOZOK Ü. İLÂHİYAT FAK.

ÖZ

Ahmed Yesevî, Allah sevgisinde erimiş ve bu sevginin motive edici gücü ile Orta Asya Türk muhitine başta tebliğcilik olmak üzere çeşitli hizmetlerde bulunmuş büyük bir sûfîdir. Çevresine rağmen olmamış, yaşadığı toplumla bütünleşmiştir. Köylü, kentli herkesle diyalog kurabilmiş, basit bir göçebenin olduğu kadar, sultanların da gönlünü kazanmıştır. Onun İslâm’ın esprisinde bulunan “sevgi” boyutunu yakalaması, bir inkılaba neden olmuştur. Gerçekten bir vâris-i Muhammedî ve insân-ı kâmil olan Ahmed Yesevî, kurucusu olduğu tarikatı ve devrinde yetiştirdiği derviş ve talebeleriyle "Pîr-i Türkistan" sıfatıyla bir büyük evliyâ olarak şöhret kazanmıştır. Diğer taraftan Türk dili ve edebiyatında bir büyük çığır açmış, kendisinden sonra gelen Yûnus Emre, Eşrefoğlu Rûmî, Niyâzî-i Mısrî, Aziz Mahmûd Hüdâyî gibi Anadolu, Süleyman Atâ ve Ali Şir Nevâî gibi birçok Türkistan tekke şâirlerine, ruh ve mânâda olduğu gibi, dil ve nazımda da rehberlik etmiş, Türk tasavvuf şiirinin "pîr" i olmuştur. Onun rehberliğinde Türk dili ile yazılmış tasavvufi ve edebî eserler İslâm edebiyatı içinde ayrı bir kol teşkil etmiş ve sağlam bir yer alabilmiştir. Ahmed Yesevî’nin milâdî XII. asırda tohumunu atarak gerçekleştirdiği bu büyük iş, onun bir "insân-ı kâmil", bir "pîr" oluşunun, yani mânevî şahsiyetinin neticesidir. Zirâ o, "sekiz asırdır zamanın bütün inkılaplarına ve zevk değişmelerine mukavemet ederek yaşayan, sekiz asırdır birçok şaire taklit örneği olan, büyük halk kitlesinin zevkine asırlarca nâzımlık vazîfesi îfâ eden bir edebî eser" vücûda getirmiştir. Onun diktiği Türk tasavvuf şiiri ağacı Yûnus Emre’nin dilinde Anadolu’da kemalini bulmuş, olgun meyvelerini vermiştir.

Anahtar Kelimeler: Ahmed Yesevî, Tasavvuf, Aşk, Tarikat, Hikmet

ABSTRACT

Ahmed Yesevî, is a great sufist who fused within the love for Allah and gave various services to the Turkish people of Central Asia Turkish public with the motivating power of this love. He did not isolate himself from his environment; instead he had integrated with the society in which he lived in. He could and did establish dialogues with both villagers and urban citizens and fascinated even a simple nomad as well as the sultans of the era. His grasp on the love dimension lying in the sprit of Islam caused a revolution. As a matter of fact, being a true inheritor of Mohammed and a perfect human being he had built a reputation as a great Saint under the title of Pîr-i Turkestan, by means of the tariqa he established and dervishes and students he raised. Moreover he marked a big era in Turkish language and literature and provided spiritual and moral mentorship as well as linguistical and poetical guidance with his successors like Yûnus Emre, Eşrefoğlu Rûmî, Niyâzî-i Mısrî, Aziz Mahmûd Hüdâyîe in Anatolia and other sufi poets like Süleyman Atâ and Ali Şir Nevâî in Turkestan. Thus he became the Pir (Great Master) of the Turkish sufi poetry. Sufi and literary work written in Turkish language under the guidance of him formed a different branch and attained a steady position among the Islam literature. This great achievement which is seeded by Ahmed Yesevi during the 12th Century A.C is the result of his perfect human being (insan-ı kamil) and his being a “Pir”, i.e. his spiritual personality.

As a matter of fact, he generated a work of literary art which has resisted and survived against the all revolutions and the shifts in the tastes and pleasures for eight centuries, been a role model for many poets along the last eight centuries and pioneered the taste of big masses of people. The tree of Turkish sufi poetry seeded by him gained a fair maturity in the speech of Yunus Emre in Anatolia and beard its ripe fruits there.

Keywords: Ahmed Yesevi, Sufism (tasawwuf) Love (hubb), Tariqa, Wisdom.

Giriş

Hazret-i Sultan, Pîr-i Türkistân, Sultânü’l-Evliyâ, Hâce-i Türkistân ve Evliyâlar Serveri gibi unvanlarla anılan Ahmed Yesevî, Çimkent’e bağlı Sayram kasabasında dünyaya gelmiştir.[1] Yesi’de Arslan Baba’nın teveccühüne mazhar olmuş,[2] temel eğitimini Yesi’de tamamlamış, Arslan Baba’dan melâmîlik esasına dayalı tasavvuf terbiyesi görmüştür. Arslan Baba’nın vefatından sonra Buhara’ya gitmiş ve burada Yûsuf Hemedânî’ye (ö.534/1133) intisap etmiştir.[3] Yûsuf Hemedânî’nin yanında hem medrese ilimlerini tahsil etmiş hem de yarım kalan seyrusülûkunu tamamlamıştır.[4] Hâce Abdullah Berkî (ö.552/1157) ve Hâce Hasan Endakî (ö.555/1160)’den sonra Yûsuf Hemedânî’nin halifesi olarak bir süre Buhara’da irşat hizmetlerini deruhte eden Ahmed Yesevî, irşat makamını dördüncü halife Abdulhâlık-ı Gücdüvânî’ye (ö.595/1199) bırakarak Yesi’ye gitmiştir.[5] 562/1167’de Yesi’de vefat eden Ahmed Yesevî’nin Yesi’deki türbesinin bulunduğu camiye Cami-i Hazret, bu camiinin bulunduğu Türkistan şehrine de Hazret-i Türkistân ve Hazret denmektedir.[6]

Biz bu makalemizde Ahmed Yesevî’nin hikmetleri bağlamında tasavvufî düşüncesinin mihverini oluşturan aşk kuramı üzerinde duracağınız. Onun aşk tasavvurunu ele alırken tasavvuf anlayışının boyutlarını izah etmeye, aşka dair yaklaşımlarına yer vermeye çalışacağız.

1. Aşkın Mahiyeti

Ahmed Yesevî tasavvufun tahalluk ve tahakkuk boyutunu bir bütün olarak ele alırken, ilim, irfan ve hikmet derinliğine ermeyi hedeflemektedir. Hikmet tadında söylediği sözlerin tamamında takva, vera, zühd, ahlak çizgisini önemsemekle birlikte aşk yolunun yolcusu olmayı daha da önemli görmektedir. Aşksız ibadetin kuruluğuna, aşksız zühdün merasime dönüştürüleceğine dikkat çekmektedir. Âbidlik ve zahidliğin aşkla taçlandırılmasını hedeflemektedir. O hikmetlerinde önce aşk makamının boyutlarına dikkat çekmekte, sonra aşk yolunun serencamını ele almaktadır. Aşk yoluna koyulanlara hedef sunmakta ve bunun da aşk cevherini elde etymek olduğunu belirtmektedir. Aşk cevherini elde etmek için aşk sırrını muhafazayı, aşk ateşinde yanmayı, aşkın gereksinimlerini yerine getirmeyi öğütlemktedir. Aşkın kazanımlarına ermek için sıralanan bu hususiyetlere dikkatlerimizi çekmektedir.

1.1. Aşk Makamı

Aşkı padişah makamında ȃşığı da fakir konumunda gören Ahmed Yesevî, ȃşığın Hak’tan izin almadan konuşamayacağını, Allah’ın izni olmadan nefes alamayacağını belirtir. Hak’tan öğüt alan ȃşıkların dünya peşinde koşamayacağından bahseder.[7] Hak aşkını gönlüne aşılayan ululardan[8] ve Allah’ın kendisine aşk kapısını açtığından bahseden Ahmed Yesevȋ¸ aşka revan olabilmek için toprak gibi mütevazı olunmasını, Hakk’ın emrine boyun eğip hazır kıta beklenilmesini, melamet okunun yağmur gibi isabet etmesini, melamet okuyla bağrın delinmesini şart koşmaktadır.[9] Aşksızları yolda kalmış gördüğü için aşk dükkânını açtığını, aşktan nasip saldığını belirtmektedir.[10] Aşkın kutsiyetine inanmak, ȃşıkların safiyetini her defasında dile getirmekle beraber, o gerçek ȃşıkla sahta ȃşığın ayrılmasından yanadır.[11]

Yȃrȃnlar meclisine seslenen Ahmed Yesevî, aşk derdine çare bulunamayacağını söyler. Ona göre diri oldukça aşk defteri tamamlanamaz. Ölmeden önce ölmenin sırrına ermek aşk defterinin idrak edildiğinin göstergesidir. Dünyaya heves ve dünyalığa tutku oldukça aşk dersinin gereği yerine getirilemez. Ȃşıklık o kadar ulu makamdır ki ȃşığın kabirde bedeni bile bozulmaz, çürümez ve yok olmaz.[12] Ahmed Yesevî’ye göre aşk makamı aklın ermeyeceği türlü makamlara sahiptir. Aşk makamında baştanbaşa zorluk, cefa ve mihmet barınır. Aşk makamında kınayanın kınamasından korkulmaz, ihanetlerle aşk makamı bulandırılmaz, aşk makamı genel geçer bir heves değildir. Aşk dersleri sonsuzluk arayışının öğretileridir.[13] Dergȃhın hakkını vermeyi aşk dersini tamamlamakta gören Ahmed Yesevî, aşka düçar olduktan sonra geceleri yatmayı bıraktığını, mihnetler çektiğini, sıkıntılar yaşadığını, sadık bir mürit konumuna geldiğini, Hakk’a sığınıp aşkın yoluna revan olduğunu söylemektedir. Aşk yolunda toprak misaline bürünmeyi hedeflemekte, aşk hâlinde hâlinin harap, bağrının kebap, gözlerinin yaşla dolu olduğunu belirtmektedir.[14]

Ahmed Yesevî aşk eğitiminin adresini mescit olarak görür. Mescide girip ömür sürdüğünden, mescitte ömrünü bereketlendirdiğinden ve sonunda aşk dükkȃnını kurup kazanç sağladığından bahseder. Taliplere aşk dükkânından ihtiyaçları olan aşk badesini sunarken Ahmed Yesevî, eğri yolda olanları sert edâyla da olsa uyardığını, ȃşıklara Hak’tan müjdeler verdiğini ifade etmektedir.[15] Allah ȃşığı yarattığında ona ahdde bulunmuş, ȃşık da Hakk’tan aldığı bu sebakla çöller gezer, halktan umudu kesip Hakk’a yönelir, kendisine tevdi edilen aşk nimetini arayıp sorar, Allah’a kul olur, Allah korkusundan gözyaşı döküp yol alır, Allah korkusuyla hasta gönlünü şȃd eder.[16]

Aşk yoluna girenlerin Hak didarını görebileceğini belirten Ahmed Yesevî, ȃşıkları mahşerde Hak arayışına koyulan Mûsâ (a.s.)’a benzetmektedir. Çünkü aşk insanı sermest kılar. Aşk sarhoşluğuna bürünenler Hȗ zikrine koyulurlar.[17] Başkasına değil kendi nefsine nasihatta bulunan Ahmed Yesevî, ȃşık olmak için cândan geçip ölüm sırrına ermeyi öğütlemektedir. Câhillerin aşk yoluna koyulamayacaklarını, aşk davasına muhkem düzeyde bağlanmak gerektiğini belirtmektedir.[18] Aşk yoluna koyulunca Ahmed Yesevî ehl-i kemal olur. Hasret duyduğu, özlediği ve sevdalandığı Peygamber Efendimizin cemâlini görme şerefine nail olur. Kendisini olgunlaştıran ve Peygamberimizin cemâlini gösteren aşkın bedeli de ağır olur. Gözleri yaşla dolar, boynu bükülür ve bedeni incecik hâle gelir. Hatta öyle ki aşk hançeri bağrını deler ve yüreğini kanatır. Ama olsun o yine de mutludur. Çünkü o aşkın çocuğudur.[19] Aşk derdine düçar olan ȃşık inler durur, aklı başından gider şaşkına döner, yaşadıkları ve gördükleri karşısında aşk onun hayranlığını artırır. Aşk makamında ilerledikçe ȃşığın gönül gözü açılır, gönül gözü açıldıkça ȃşık gözyaşı döker, ağlar ve inler.[20]

Muhabbet pazarında kendinden geçen Ahmed Yesevȋ’nin gönlü dertli gözyaşları sel olup akmaktadır. Hallȃc-ı Mansȗr gibi Ahmed Yesevȋ de aşk dȃrında başını vermekte ve kendini Allah’a damaktadır.[21] Aşk ateşi yüreğine düştüğünde yanıp kavrulan Ahmed Yesevî, Hallâc-ı Mansûr gibi tüm hısımlardan uzaklaşır, her türlü beklentilerden sıyrılır, yakınlığını ancak Allah’a has kılar, Allah ile beraber olduktan sonra başına gelen her türlü cefa umurunda değildir.[22] Aşkın kemali Hakk’ı tanımaktır. Aşk marifetullaha yol verir. Aşk özü ve sözü bir olmayı, sözlerimizle amellerimizin uyumlu olmasını gerekli kılar. Aşk sözde değil gayret ve çabaya bürünmeyi gerekli kılmaktadır.[23]

Allah’ın ȃşıklara vade kıldığını, fırsatlar tanıdığını ve imkânlar bahşettiğini beyan eden Ahmed Yesevî, Peygamber Efendimize hediye edilen ilâhî armağanın aşk rüzgȃrı olduğunu söylemektedir. Aşk yolunda kendisinin de gözyaşlarını şâhid kıldığını belirtmektedir.[24] Çünkü âşıklar dertlidir. Derde giriftâr olan ȃşıklar ȃlemin yükünü omuzlarında hissederler. Aşktan yoksun kalmayı hayvanlık mertebesiyle eşdeğer görür. Gönlünde aşk nimeti olmayanları ağlamaya davet etmekte, Allah’ın has aşkını ağlayanlara bağışlayacağını belirtmektedir.[25]

Aşk makamına ulaşmanın kıymetini bu yaklaşımlarıyla açık ve seçik olarak ortaya koyan Ahmed Yesevî aşk makamının hakkını verenlerin aşk yoluna koyulduklarını söyler. O aşk mektebinin müdavimidir. Aşk mektebine giden yolda aşka başkoyan bir isimdir. Aşk yolunun zorlu ve esaslı olduğunu söyledikten sonra aşk yolundan ayrılmamayı öğütlemektedir.

2. Aşk Yolu

Ahmed Yesevî aşkı iradeli ve bilinçli bir tercih olarak görür. Maksat olmadan yalnız kendini sevmenin mümkün olmayacağını belirtir.[26] Âşıkların marifet bostanında cân vermek, muhabbet meydanına başkoymak ve hakikat denizinden cevher almak suretiyle dalgıç gibi hakikat deryasından çıkmadıklarını söyler.[27]

“Her ne kılsan, âşık kıl sen Perverdigâr” isimli on dokuzuncu hikmette Ahmed Yesevȋ, Hakk’ın birliğini ve varlığını idrak sadedinde aşk yolunda fâni olmayı Allah’tan dilemektedir. el-Cebbȃr ismiyle muttasıf Allah’tan niyazı her ne hâlde olursa olsun kendisini ȃşık kılmasıdır.[28]

Ahmed Yesevî tarikata cândan geçip girilmesini öngörmektedir. Tarikatta yalan yere ȃşıklık davasına kalkışılmasını reddeden Ahmed Yesevî,[29] aşk yolunun ciddiyetini şu şekilde beyan etmektedir:

İşbu aşkın yolu dilim olmak olur;

Burada ağlayıp âhirette gülmek olur;

Gül renkleri zaferan gibi solmak olur;

Böyle olmadan, aşıkım ben demeyin dostlar.[30]

Âşıklık iddiasının kolay bir söylem olmaığını bu denli açık ve seçik olarak açıklayan Ahmed Yesevî, aşk yolunda cân vermeden hitame eren ömre hayıflanmaktadır. Dalgıç oolup denizde inci dermeden ve Hakk’tan başka maksatları uzak kılmadan yaşam sürenlerin yarın pişmanlıklarının pek çok olacağını beyan etmektedir.[31]

3. Aşk Cevherinin Elde Edilmesi

Ahmed Yesevî’ye göre aşk cevheri dipsiiz derya içinde gizlidir. Bu cevheri cândan geçmek suretiyle elde edenler cânân olurlar.[32]

Aşk yolund aşk cevherine kavuşanlar aşk gülistanında cevelan ederler. Bu gerçekten hareketle Ahmed Yesevî, muhabbet yolunu tutanları şu dizeleriyle muhabbet gülzarında açan hoş güle benzetmektedir:

Muhabbetin meydanına kendini salsa

Mârifetin bostanında cevlan kılsa

Sır şarabın içip âşık ruhu kansa

Meveddetin gülzȃrına hoş gül olur[33]

Ahmed Yesevî muhabbet meydanında ve marifet bahçesinde âşıklara aşk şarabını bizzat Allah’ın sunduğundan bahsetmektedir. Sȃkȋyi bizzat Allah, meyi de bizzat aşk olarak takdim eden Ahmed Yesevî, Allah’ın katından aşk şarabı içince kişinin çoluk öocuk derdinden ve ev bark endişesinden tamamen geçeceğini, cürüm ve isyan düğümlerini açacağını belirtmektedir.[34]

Aşk şarabı âşıklar meclisinde sunulur. Âşıklar meclisinde aşk şatrabına kanılmaz. Hakk’a bende olup ağlamayı, istikamet üzere yürümeyi tavsiye eden Ahmed Yesevî, sevenlerini muhabbetin meclisine kendilerini vurmalarını öğütlemektedir.[35]

Aşk mertebesini mi’rac olayıyla birlikte ele alan Ahmed Yesevî Peygamber Efendimizin sidretü’l-müntehȃya olan yolculuğunu “Burak” isimli binitle gerçekleştirdiğini belirtir. Ahmed Yesevî’ye göre Peygamber Efendimizi Hakk katına yükselten “Burak” isimli bu binit aşktır. Ȃşıkların “Burak”a bindiklerini, Allah’ın ȃşıklara yüz bin “Burak” verdiğini söylemektedir. Ȃşıklara “Burak”a binip ötelere giderlen ȃlem halkının “Burak”tan ne denli nasipsiz ve dolayısıyla Hakk’tan uzak kaldığını belirtir. Aşk yolunu benimseyen Ahmed Yesevî bu ȃlemde herkesi aşk çerağını yakar, herkesi aşk ışığına davet eder, aşkın rehberlik ettiği kişilerin ahirette yüz bin köşke nail olacaklarını belirtir.[36]

Aşkla manevi mi’racını gerçekleştiren âşık aşk pazarından beri gelmez. Ahmed Yesevî’ye göre aşk pazarı ulu bir pazardır. Aşk pazarında ticaret haramdır. Ȃşıklara Allah davasından başka kavga haramdır. Aşk yoluna girenlere dünya haramdır.[37] Gece gündüz zikretmeden yürüyen, gece gündüz fikretmeden çabalayan, muhabbetinpazarında kendini satmayan nefis, yüz bin çeşit taam ister.[38]

4. Aşk Sırrı

Aşk yoluna baş koyan ve sonunda aşk cevherine kavuşan âşıklara Ahmed Yesevî’nin yegâne tavsiyesi aşk sırrını ifşa etmekten sakınmalarıdır. Ȃşık olmayı cânın yanması olarak gören Ahmed Yesevî,[39] şayet başkalarına aşk sırrını beyan kılacak olsa buna takat kılamayacaklarını, başını alıp gideceklerini, dağa ve taşa başlarını vurup kendilerinden geçtiklerini, çoluk çocuk, ev bark derdinden geçtiklerini söylemektedir.[40] Ahmed Yesevî aşk sırrını bilmenin yegâne yolunu belalara tahammül olarak göstermekte ve bizlere başımıza yüz bin türlü bela da gelse asla inlememizi tavsiye etmektedir.[41] Çünkü Ahmed Yesevî aşk sırrından mana duymayanları bigâne olarak görmektedir. Ona göre aşk sırrına eren ȃşıkların mekânı viranelerdir. Aşk yolunda cân verenler de cânânedir. Zira cândan geçmeden aşk sırrından haberdar olunamamaktadır.[42] Buna göre Ahmed Yesevî, aşk sırrını bilmenin yolunu cândan geçmek olarak belirler.[43]

Ahmed Yesevî cândan geçmeden aşk sırrının bilinemeyeceğini, maldan geçmeden benlik fikrinin atılamayacağını, maksat hâsıl olmadan sevginin hâsıl olamayacağını belirttikten sonra ȃşıkların halk içinde pinhan olmaları gerektiğine vurgu yapar.[44]

5. Aşk Derdi

Aşk sırrına giriftâr olanlar aşk derdini çeknlerdir. Aşkın esrarı aşkın derdine giriftar olanlara açılabilir. Hakk’tan aşk derdini talep eden Ahmed Yesevî, aşk derdine müptela olunca böylesi bir derdin dermanının olmadığını gördüğünü söyler. Aşk yolunda cân verenin hiçbir kaybının olmayacağını, hüsrana maruz kalmayacağını, aşk yolunda cân vermemenin imkânının bulunmadığını söylemektedir.[45] Aşka düşünce kararsız kaldığını, gece gündüz aşk senasına koyulduğunu, aşk dergȃhından başka bir yere varmadığını belirtmektedir.[46] Ahmed Yesevî’ye göre aşktan katı bela olmaz, aşk derdine deva olmadığı için merhem sürmeye gerek yoktur. Zaten gözyaşından başka buna bir şâhid de bulunmamaktadır.[47]

Aşk bir derttir, inletir. Aşk bir ıstıraptır, zayıflatır. Aşk bir iştiyaktır, ağlatır. O nedenle Ahmed Yesevî ȃşıkları tanımlarken onları gece gündüz ağlayanlar diye nitelendirir.[48]

Ȃşıklar aşkın gücüyle dimdik ayakta dururlar. Muhabbetlerini ayan kılıp şevk ve zevke bürünürler. Aşk ateşine düçar olanların dünyasında ne maddi ateşin yakıcılığı, ne kederin yıkıcılığı ne de meşakkatin yıldırması olur. Başkalarının korktuğu dış tesirleri bu denli etkisiz kılan aşk ateşiyle yandıktan sonra ȃşıkların korkusu mu kalır?[49]

Aşkın tesiriyle hem cânın hem de tenin yanıp kavrulacağından bahseden Ahmed Yesevî, aşkın temasıyla ben fikrinin ortadan kalkacağını ve aşk olmadan Allah’ın hakkıyla tanınamayacağını söylemekte ve Allah’tan dileği her ne kılsa kendisini ȃşık kılması niyazında bulunmaktadır.[50]

Aşk ateşinin şiddeti başa düşse ȃşık ne eyleyeceğini şaşırır. Ȃşığın bu hâlini anlamaktan uzak kalan bȋgȃneler taşlar atıp ȃşığa gülerler. Ȃşığı divȃne görüp başını yarar ve onu kana bularlar. Ama her defasında ȃşıklar hâline şükredip Allah’ı hamd ve sena ederler.[51]

Aşk ateşinde yanan Ahmed Yesevî, cândan doyduğunu, hayran olduğunu söylemektedir. Ahmed Yesevî’ye göre aşk ateşi öyle bir ateş ki, yanmadan kendini kebap eylemiştir. Muhabbetin adını duydukça giryan olup ağladığını belirtmektedir. Gözyaşına koyulup ağlayanların muradına erdiklerini söylemektedir.[52]

6. Aşka Tahammül

Sahibini yakıp kebaba dönüştüren aşk ateşine tahammül edildiği sürece aşkın erdiriciliği ve olduruculuğu görülmektedir. Ahmed Yesevî’ye göre ȃşıklık ulu bir iştir. Allah (c.c.) ȃşıkları mihnet ile sınamaktadır. Ȃşığın dünü günü mihnet ve cefa ile de olsa ȃşığın gönlü maşukundan ayrı kalmaması gerekmektedir.[53] Hayatın en zorlu meşgalesini aşka tahammül olarak gören Ahmed Yesevî, aşk yȃdını yeryüzüne salınsa yeryüzünün bunu kaldıramayacağını, aşk destanı defterlere yazılsa defterlerin yetmeyeceğini söylemektedir. Aşk sonsuzluk duygusudur. Aşk beşer üstü tabattır. Aşk arınmışlık ve sonsuzluk özlemidir. Aşk herkesin haddi değildir. Aşk güç ve takat, yetenek ve kabiliyet gerektirir.[54]

Aşkı güle ve kendisini bülbüle benzeten Ahmed Yesevî, aşkın gül sokağında bülbül olup türlü türlü dillerle yakardığını, bağırığ çağırdığını, ağlayıp durduğunu, ȃşıklığı bütün işlerden zor bildiğini söyleyip kendisini ȃşık kılmasını Hakk’tan niyaz etmektedir.[55]

Cilve de kılsa deli divane de kılsa, şeyda da perişan da kılsa, Mecnûn da rüsva da kılsa, mum gösterip pervane gibi kor ateş de kılsa, ne kılarsa kılsın Allah’tan kendisini her hâlde ȃşık kılmasını niyaz etmektedir.[56]

Cân mülkünde elem çeken ȃrif ve ȃşıkların bu ıstırabından on sekiz bin ȃlemin vaveylaya tutulacağından bahseden Ahmed Yesevî kendilerinin dışındaki tüm varlıkları perişan eden bu yükün yegâne hamili olarak ȃşıkları görür.[57]

7. Aşk Davasının Gerekleri

Aşka tahammül bu kadar zorlu olduğuna göre, aşk davasının birtakım gerekleri bulunmaktadır. Ahmed Yesevî kendinden geçmeden kişinin aşk davasına kalkışmasını yersiz görmektedir. Ȃşıkların halk içinde ȃşığım diye gezmesini anlamsız bulmaktadır. Ȃşıklığı ulu bir dava görmekte ve dolayısıyla böylesi bir davadan gafil kalınmasını çirkin görmektedir. Gaflete bürünüp de Hakk didarını göreceğini düşünenlerin yanılacağını belirtmektedir.[58]

Ahmed Yesevȋ on birinci hikmeti aşk davasına tahsis etmekte ve aşk davasının gereklerini ortaya koymaktadır. Buna göre aşk davasını güden kişi bağrı yanık olmalı, muhabbetin şevki ile cân vermeli, hor görülüp şom nefsini öldürmeli, "Allah!" deyip içine nur doldurmalı, nefisten geçip kanaati huy edinmeli, iyilere hizmet kılıp dua almalı, rahatı atıp cân mihnetinden hoşlanmalı, boş hevesleri, ben ve sen fikrini terk etmeli, aşk derdini dertsizlere dememeli, aşk cevherini her nâmerde satmamalı, habersizlerden aşk kadrini beklememeli, aşka düşmeli, ateşe düşmeli, yanıp ölmeli, pervane gibi cândan geçip kor ateş olmalı, dertle ve gamla dolup deli divane olmalı, bu yolda başını vermeli, ölmeden önce ölmeli, pîr eteğini sıkı tutup hizmet kılmalı, sevdiğine cân vermeli, burada ağlayıp âhirette cân vermeli, aşk ehlinden beyan sormamalı, aşk derdine derman sormamalı, zâhidlerden nişan sormamalı, zâhid ve âbidden öte âşık olmalı. Mihnet çekip aşk yolunda sâdık olmalı, nefsi tepip dergâhına lâyık olmalı, Hakk’a şeyda kılmalı, erenlerin yolunu sormalı, Allah deyip Hak yolunda cânını vermelidir. [59]

Ahmed Yesevî’ye göre ȃşık mala ve pula rağbet etmez. Başını aşk yolunda toprak gibi yola revan kılar. Toprak gibi mütevazı oluşuyla içi dışı nurla dolmaya başlar. Bugün gedayken yarın mahşer günü padişah konumuna gelir.[60] Ahmed Yesevî Bayezid-i Bistȃmȋ gibi aşk uğruna kendimizi satmamızı tavsiye etmektedir.[61] Bu tespitlerden sonra gerçek ȃşığın hȃlet-i rȗhiyesini Ahmed Yesevî özetle şu şekilde beyan kılmaktadır:

Seherlerde erken kalkıp kanlar yut sen

Pîr-ı muğân eteğini muhkem tut sen

Hakk a âşık olsan eğer, cândan geç sen

Cândan geçen gerçek ȃşık üryȃn olur[62]

7. Aşkın Kazandırdıkları

Aşk yoluna revan olan, aşk cevherine kavuşan, aşk sırrına giriftâr olan, aşk ateşine düşen ve aşka tahammül eden âşıklar üzerine düşen gereksinimleri sağladığı zaman çok büyük kazanımlara mazhar olurlar. Ahmed Yesevî’ye göre Allah bir katre aşk şarabı nimet olarak sunsa ve kul sır zikrini hakkıyla tamamlamış olsa hûrîler, gılmanlar ve cümle melekler o kula hizmette yarışırlar. O kula cennet içinde ipek giysiler biçilir.[63] Ȃşık istemeden Allah ȃşığa vaade kılar. Yolsuzken ȃşığa Allah lütfederek onu yola salar. Garip olup nȃle kılarken Allah ȃşığın elinden tutar. Çünkü ȃşıklar şevk şarabını içer.[64]

Aşk defterinin dostlar dergȃhına sığmayacağından bahseden Ahmed Yesevî, bütün ȃşıkların huzura sürünerek gideceğini, ȃşıkların bir ȃhına yedi cehennemin bile tȃkat getiremeyeceğini söyler.[65] Hakk Teȃlȃ aşk kapısını açıverse ve has aşkını gönül içine yerleştirse Allah’ın lütfuyla kişi iki ȃlemde şah olur, sonunda ȃşıklar Hakk’a doğru uçar hâle gelir.[66] Ȃşık Allah diyerek kabirden kalksa ȃlem yanar. Allah ȃşığı seçkin kulum deyip yalnız sever. Ȃşık yaş yerine gözünden kanını döküp yüzünü boyar. Allah’a hamdini gerçekleştirdikçe melun şeytan ondan kaçar.[67]

8. Aşktan Mahrumiyet

Aşkın kazanımı bu kadar büyük olurken aşktan mahrumiyet de bir o kadar felaket doğurur. Ahmed Yesevȋ’ye göre aşksızların işi düşvar yani oldukça zor ve güçtür. Allah ona yarın dîdârını göstermez. Aşksızların hâlinden Arş ve Kürsi, Levh ve Kalemden hepsi bizardır. Allah aşktan mahrum kalanlara cehennem kapısını açmıştır.[68]

Ahmed Yesevî’ye göre aşksızların hem cânı hem de imanı yoktur. Peygamber Efendimizin sözünü hatırlattığı hâlde aşksızların hadislerin manasına kulak vermediklerini belirtir. Hatırlatılan nebevȋ sözleri aşktan mahrum kalanların ne işittiklerini ne de öğrendiklerini söylemektedir. Aşktan haberi olmayanlara yapılan hatırlatmalar da nafiledir. Onlara aşk dersinden bahsedilse gönülleri karışmaktadır.[69] Ȃşık olduğunu söyleyen hevesliler yolda kalırlar. Yolda kalan bu aşk heveslileri dinlerini değersiz pula satarlar.[70]

Sonuç

Dilinden dökülen hikmetleriyle, açıklamaya çalıştığımız özlü sözleriyle Ahmed Yesevî, Allah sevgisinde erimiş ve bu sevginin motive edici gücü ile Orta Asya Türk muhitine başta tebliğcilik olmak üzere çeşitli hizmetlerde bulunmuş büyük bir sûfîdir. Çevresine rağmen olmamış, yaşadığı toplumla bütünleşmiştir. Köylü, kentli herkesle diyalog kurabilmiş, basit bir göçebenin olduğu kadar, sultanların da gönlünü kazanmıştır. Onun İslâm’ın esprisinde bulunan “sevgi” boyutunu yakalaması, bir inkılaba neden olmuştur.

Gerçekten Ahmed Yesevî bir vâris-i Muhammedî ve insân-ı kâmil olarak temayüz etmiş şahsiyettir. Ahmed Yesevî, vazettiği tarîkatı ve devrinde yetiştirdiği derviş ve talebeleriyle "Pîr-i Türkistan" sıfatını kazanmıştır. Diğer taraftan dil ve edebiyatımızda bir büyük çığır açmış, kendisinden sonra gelen Yûnus Emre, Eşrefoğlu Rûmî, Niyâzî-i Mısrî, Aziz Mahmûd Hüdâyî gibi Anadolu; Süleyman Atâ ve Ali Şir Nevâî gibi birçok Türkistan tekke şâirine, ruh ve manada olduğu gibi, dil ve nazımda da rehberlik etmiş, tekke şiirinin "pîr" i olmuştur. Onun rehberliğinde Türkçe yazılmış tasavvufî ve edebî eserler İslâm Edebiyatı içinde ayrı bir kol teşkil etmiş ve sağlam bir yer alabilmiştir. Ahmed Yesevî sekiz asırdır zamanın bütün inkılaplarına ve zevk değişmelerine mukavemet ederek yaşayan, birçok şaire taklit örneği olan, büyük halk kitlesinin zevkine asırlarca nâzımlık vazîfesi îfâ eden bir edebî eser vücuda getirmiştir. Onun diktiği tasavvuf şiiri ağacı Yûnus Emre’nin dilinde Anadolu’da kemalini bulmuş, olgun meyvelerini vermiştir.

Ahmed Yesevî, insanoğlunun kâh beşerî, kâh manevî tarafına hitap ederek, onları düşünmeye, duymaya ve bilhassa kendi kendilerinin farkına varmaya çağırmıştır. O, bütün dervişliği ve alçak gönüllülüğü ile öğüt ve tavsiyelerini önce kendi benliğine yöneltmiştir. İkaz ve irşat edilmeye en çok lâyık ve muhtaç olanın yine kendisi olduğunda ısrar etmiştir. Bu işe, evvela kendinden başlama prensibiyle hareket ettiği için sözleri etkili, tavsiyeleri tutulur olmuştur.

Eli ile bizzat yaptığı ahşap kürek, kaşık ve kepçeleri satarak geçimini temin etmiştir. Hayatı boyunca alın teri ve el emeği ile geçinen bir Allah dostu olarak "riyakâr zâhidlerden, donuk âbidlerden, dilenci sûfîlerden ve hercaî derviş"lerden hep yakınmıştır.

Türkler arasında gelenek hâline gelen ve halkın dinî yükümlülükleri öğrenmesi gayesiyle kaleme alınan ilmihâlcilik âdetinin başlatıcı ve ilk temsilcilerinden biri olan Ahmed-i Yesevî, Fakrnâme ve Cevahirü’1-Ebrar’da serdedilen görüşleriyle gerçek bir halk ahlâkçısı ve eğitimcisidir. O’nun bu yönünü ve didaktik üslubunu gösteren cennet ve cehennemin birbiriyle atışmalarına işaret eden sözleri oldukça anlamlıdır:

"Cennet-cehennem savaşır savaşmakta beyan var

Cehennem der: ben üstün, ben de Fir’avn, Haman var

Cennet der ki: ne dersin? sözü bilmez söylersin

Sende Fir’avn olsa, bende Yûsuf Ken’an var

Cennet der ki: ben üstün, âlim kullar bende var

Âlimlerin gönlünde, âyet, hadis, Kur’ân var

Cehennem der: ben üstün, münafıklar bende var

Münafıklar boynunda ateşten işkil-keşan var

Cennet der ki: ben üstün zâkir kullar bende var

Zâkirlerin gönlünde zikr ü fikr-i Sübhân var"

Ahmed Yesevî, Allah’a ulaşmak isteyen dindarlara şöyle seslenir:

Zâhid olma, âbid olma, âşık ol sen

Aşksızların hem cânı yok, îmanı yok

Çünkü ona göre "zühd" ve "ibadet" ehli, eğer aşksız iseler, yolda kalmışlardır:

Aşksızları gördüm ise yolda kaldı

O sebepten aşk dükkânını kurdum işte

"Bütün işlerden âşıklığı ben zor bildim" diyen ve bu makama erişen Ahmed Yesevî, "tarikat”ında aşk yolunu seçmiş ve Allah yolunda aşkı rehber ve binek bilmiştir. Onun için sevenlerine bahsettiği bu aşktan bol bol vermiş ve onda yok olmayı dilemiştir. Ona göre, insanı hayvandan ayırt eden ve ona insanlık vasfını kazandıran da aşktır.

Dertsiz insan insan değil, bunu anla

Aşksız insan hayvan cinsi bunu dinle, der.

Ahmed Yesevî’nin düşüncesine göre, âşık olmak için "ölmeden önce ölmek" ve "şom nefsini öldürmek" lâzımdır.

Aşk bağını mihnet ile göğertmesen

Hor görülüp şom nefsini öldürmesen

"Allah" deyip içine nur doldurmasan

Vallah billah sende aşkın nişânı yok

Âşık olsan cândan geçip bir defâ öl

Âşıklar ölmeden önce ölür imiş

diyen Ahmed Yesevî, "aşk" ile ölmeden önce ölenlerin, artık ebedî bir hayata ulaşıp ölümsüzleştiklerini şu şekilde dile getirir:

Gerçek âşıklar dâim diri, ölücü değil

Ruhları da yer altına girici değil

İşte bütün bu beyitlerden anlaşıldığı üzere, diğer büyük mutasavvıflar gibi, Ahmed Yesevî’yi de ölümsüz kılan, sadece onun sanatı ve söylemiş olduğu sözleri değil, insanı ölümsüz kılan bahsettiği bu "aşk"a ulaşmış olmasıdır diyebiliriz. Böylece "âşık" Yesevî "âb-ı hayât"ı içmiş, ölümsüzlüğe ermiş, Hızır ve İlyas ile dostluk kurup görüşmeyi imkân bulmuştur. "Gerçek âşık" olan Ahmed Yesevî milleti içinde ölümsüzlüğe erdiği gibi, kendini seven halkının Hızır’ı olmuş, onlara ölümsüzlük yolunu göstermiştir.

Aşk ateşi insanın gönlüne düşünce her şeyi, "benlik" ve "ikilik" fikrini yakıp yok eder. Hakk’ı tanımak ve O’nun "vahdet"ini idrak için aşkın duyulan gereksinimi Ahmed Yesevî şu şekilde dile getirir:

Aşkı değse kavurup yandırır cânı, teni

Aşkı değse vîran kılan "ben" fikrini (mâ vü meni)

Aşk olmasa anımak olmaz Mevlâ’m seni

Her ne kılsan âşık kıl sen Perverdigâr

Boş hevesler, ben-sen fikrini terk edenler

Gerçek âşıktır, aslâ onun yalanı yok

Tasavvuf sahasının büyükleri İslâm’ın iman esası olan "tevhîd"i aşk anlayışı içinde dile getirmişlerdir. Bu mısra’larda ifâde edilen de budur. İnsanda "ben ve sen" yani "ikilik" vehmi var oldukça, kendi varlığını Hakk’ın varlığı karşısında bir müstakil varlık olarak var zannettikçe Mevlâ’sını hakkıyla tanımak mümkün değildir. Cân ve ten, yani insanın kendi varlığı, aşk ile yanıp viran olduğu ve böylece "ikilik" ortadan kalktığı vakit Mevlâ bilinmiş ve "tevhid"in hakikatine erişilmiş olur. Yesevî’nin oldukça kapalı söylediği bu mana, sonraki asırlarda yetişen sûfi şâirlerin daha açık ve serbest ifadelerle söyleyecekleri, dile getirecekleri bir ana fikirdir.

Kaynakça

Eraslan, Kemal, “Giriş”, Divân-ı Hikmet Seçmeler, Kültür Bakanlığı Yayınları, 2. baskı, Ankara 1991, s. 6.

Köprülü, Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1993, s. 63-64.

Kufralı, Kasım, Nakşibendiliğin Kuruluş ve Yayılışı, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi 1949, s. 31.



[1] Kemal Eraslan, “Giriş”, Divân-ı Hikmet Seçmeler, Kültür Bakanlığı Yayınları, 2. baskı, Ankara 1991, s. 6.

[2] Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1993, s. 63-64.

[3] Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s. 63-64; Kasım Kufralı, Nakşibendiliğin Kuruluş ve Yayılışı, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi 1949, s. 31.

[4] Kemal Eraslan, “Ahmed-i Yesevî”, Yesevîlik Bilgisi, Ahmed Yesevî Vakfı yay., Ankara 1998, s. 82.

[5] Köprülü, İlk Mutasavvıflar, 72.

[6] Köprülü, İlk Mutasavvıflar, 79-83.

[7] Işk pâdişâh âşık fakîr dem ura’lmas

Hak’dın ruhsat bolmağunça sözley-almas

Hak pendini alğan dünyâ izley-almas

Lâ-mekânda Hak’dın sebak aldım muna. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, haz. Kemal Eraslan, Kültür Bakanlığı Yayınları, 2. baskı, Ankara 1991, s. 102.

[8] Nâgehânî tururımda kamuğ büzüng

Hak ışkını köriğlüm içre saldı döstlar. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 76.

[9] Işk bâbını mevlâm açkaç manga tigdi

Tofrak kılıp hâzır bol dip boynum igdi

Bârân-sıfat melâmetni okı tigdi

Peykân alıp yürek bağrım tiştim muna. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 50.

[10] Işksızlarnı kördüm irse yolda kaldı

Ol scbebdin ışk dükkânın kurdum muna. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 66.

[11] Yaldan câşık dın âşıkka güvâh boldum

Ol sebebdin Hak’ka sığnıp kildim muna. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 66.

[12] Ey yârânlar ışk derdige deva bolmas

Tâ tirig sin ışk defteri ada bolmas

Tar lahidde üstühânı cüdâ bolmas

Lâ-mekânda Hak’dın sebak aldım muna. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 100.

[13] Işk makâmı türlüg makâm aklıng yitmes

Başdın ayağ cebr ü cefâ mihnet kitmes

Melâmetler ihânetler kılsa ötmes

Lâ-mekânda Hak’dın sebak aldım muna. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 98.

[14] Min yıgirmi sikiz yaşda âşık boldum

Kiçe vatmay mihnet tartıp sâdık boldum

Andın songra dergâhığa lâyık boldum

Ol sebebdin Hak’ka sığnıp kildim muna

Bir kem otuz yaşka kirdim halım harâb

Işk yolıda bola’lmadım mısl-i turâb

Hâlim harâb bağrım kebâb közüm pür-âb

Ol sebebdin Hak’ka sığnıp kildim muna. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 72.

[15] Otuz bişde mescid kirip19 devrân sürdüm

Tâliblerge ışk dükkânın tola kurdum

İgri yolğa her kim kirdi sögtüm urdum

Âşıklarğa Hak’dın müjde yitti dostlar. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 78.

[16] Çöller kizip halkdın bizip ışkın sorgıl

Bende bolsang Hak’dın korkup yığlap yörğıl

Dîdârını talep kılsanğ hâzır bolğıl

Lâ-mekânda Hak’dın sebak aldım muna. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 100.

[17] Işkka kadem koyğanlar Hak dîdârın körerler

Mûsâ-sıfat mahşerde Hak’dın suâl sorarlar

Sermest bolup vasfıda Hû zikrini kurarlar

Arslan Baba’m sözlerin işitingiz teberrük. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 118.

[18] Kul Hâce Ahmed nâsih bolsang özüngge bol

Âşık bolsanğ cândın kiçip bir yolı öl

Nâdânlarğa aytsang süzüng kılmas kabul

Muhkem bolup yir astığa kirdim muna. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 106.

[19] Otuz altı yaşda boldum sâhib-kemâl

Hak Mustafâ körsettiler manga cemâl

Ol sebebdin közüm yaşlığ kametim dâl

Işk hançeri yürek bağrım tildi dostlar. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 78.

[20] Işk belâsı başka tüşse nâlân kılur

Aklım alıp bî-hûş kılıp hayran kılur

Köngül közi açılğan song giryân kılur

Lâ-mekânda Hak’dın sebak aldım muna. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 98.

[21] Kırk törtümde muhabbetni bâzârıda

Yakam yırtıp yığlap yordum gülzârıda

Mansûr yanglığ babını birip ışk dârıda

Zâtı uluğ hâcem sığnıp kildim sanga. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 82.

[22] Kırk tokuzda ışkıng tüşti köyüp yandım

Mansûr-sıfat hayl u hişdîn kaçıp tandım

Türlüg türlüg cefâ tigdi boyun sundım

Zâtı uluğ hâcem sığnıp kildim sanga. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 84.

[23] Şömluğumdın tağ u taşlar sögti mini

Fasîh tilde sögüp aydı filing kanı

Âşık bolsang evvel barıp Hak’nı tanı

Merhem bolup yir astığa kirdim muna. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 104.

[24] Âşıklarğa Hudâ özi vade kılğan

Işk nesîmi Mustafâ’ğa tuhfe kilgen

Ol sebebdin köz yaşınım güvâh kıldım. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 126.

[25] Derdsiz âdem âdem irmes munı anglang

Işksız âdem hayvan cinsi mum tınğlanğ

Könglüngizde ışk bolmasa manga yığlanğ

Giryânlarğa hâs ışkımnı atâ kıldım. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 126.

[26] Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 190.

[27] Ma’rifetning bûstânıda cânınğ birgen

Muhabbetning meydânıda baş oynağan

Hakîkatnıng deryâsıdın gevher alğan

Ğavvâs yanglığ ol deryâdın çıkmas bolur. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 194.

[28] Işk yolıda fenâ bolay Hak bir ü bar

Her ne kılsang âşık kılğıl Perverdigâr

İlgim açıp duâ kılay İzim cebbâr

Her ne kılsang âşık kılğıl Perverdigâr. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 154.

[29] Cândın kiçip tarîkatke kirmegünçe

Âşık min dip yalğan davâ kılmang dostlar. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 172.

[30] Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 173.

[31] Vâ-dirîğâ ışk yolıda câmn birmey

Ğavvâs bolup deryâ içre güher tirmey

Hak’dın özge maksûdlarnı yırak salmay

Tangla barsa nedametler çendân bolur. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 190.

[32] lşk gevheri tübsiz deryâ içre pinhân

Cândın kiçip gevher alğan boldı cânân. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 162.

[33] Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 187.

[34] Rahnıân İge’m sâkî bolup mey içürse

Ehl ü iyâl hânumândın pâk kiçürse

Vücûdımdın Azâzîlni Hak kaçursa

Cürm ü isyân girihlerin açar döstlar. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 158.

[35] Kul Hâce Ahmed bende bolsanğ yığlap yörgil

Muhabbetni meclisige özüng urgil. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 170.

[36] Vâde kıldı âşıklarğa yüz ming Burâk

Âlem halkı melâmetni anga yırak

Bu âlemdin il közige yanğan çerak

Ukbâ içre yüz ming köşkler binâ kıldım. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 126.

[37] lşk bâzân uluğ bâzâr sûdâ harâm

Âşıklarğa sindin özge ğavğâ harfim

Işk yolığa kirgenlerge dünyâ harâm

Her ne kılsang âşık kılğıl Perverdigâr. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 156.

[38] Kıçe kündüz bî-ğam yördüm ikrin aytmay

Cehd eyleben lüni küni fikrin itmey

Muhabbetni bâzânda özni satmay

Nefsim mini yüz ming taâm tiler döstlar. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 168.

[39] “Kul Hâce Ahmed âşık bolsang cânınğ köysün.” Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 166.

[40] Işk sırrını beyân kılsam âşıklarğa

Tâkat kılmay başın alıp kiter dostlar

Tağ u taşka başın urup bî-hod bolup

Ehl ü iyâl hânumândın öter döstlar. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 162.

[41] Yüz ming belâ başka tüşse inğrenmegil

Andın songra ışk sırrını biler döstlar. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 168.

[42] Sırdın macnâ tuymağanlar bîgânedür

Ol âşıknı mekânlan vîrânedür

Işk yolıda cân birgenler cânânedür

Cândın kiçmey cândın haber bilmeng döstlar. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 174.

[43] Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 190.

[44] Cândın kiçmey ışk sırrını bilse bolmas

Mâldın kiçmey men menlikni koysa bolmas

Sivâ bolmay yalğuz özin söyse bolmas

Andağ âşık il közidin pinhân bolur. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 190.

[45] Işk derdini taleb kıldım dermânı yok

lşk yolıda cân birgenni armânı yok

Bu yollarda cân birmese imkânı yok

Her ne kılsang âşık kılğıl Pcrvcrdigâr. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 154.

[46] Kaydın tapay ışkıng itişti karârım yok

Işk senasın tüni küni koyarım yok

Dergâhınğdın özge yirge baranm yok

Her nc kılsanğ âşık kılğıl Perverdigâr. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 156.

[47] Kul Hâce Ahmed ışkdın katığ belâ bolmas

Merhem sürme ışk derdiğe deva bolmas

Köz yaşıdın özge hîç kim güvâh bolmas

Her ne kılsang âşık kılğıl Perverdigâr. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 156.

[48] Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 190.

[49] Şevki zevki muhabbetdin ayân kılğıl.

Âşıklarge ışk otıdın beyân kılğıl

Hârlık zârlık meşakkatnı nişân kılğıl

Çın âşıklar otdın ne dip hazer kılsun. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 144.

[50] Işkı tigse köydürgüsi cân u tenni

Işkı tigse vîrân kılur mâ vü menni

Işk bolmasa tanıp bolmas Mevlâ’m sini

Her ne kılsang âşık kılğıl Perverdigâr. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 154.

[51] Işk şiddeti başka tüşse âşık neyler

Bigâneler taşlar atıp anga küler

Dîvâne dip başın yarıp kanğa bular

Şâkir bolup hamd u senâ aytar dostlar. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 162.

[52] Otka köydüm cândın toydum hayran boldum

Bu neçük ot köymey yanmay biryân boldum

Muhabbetni atın iştip giryân boldum

Közi giryân murâdığa yiter döstlar. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 162.

[53] Âşıklığı uluğ iştür bilseng mum

Mihnet birle sınar irmiş Mevlâm sini

Renc ü mihnet birle bolsang tüni küni

Maşûkunğdın könğül özge kılmang döstlar. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, haz. Kemal Eraslan, Kültür Bakanlığı Yayınları, 2. baskı, Ankara 1991, s. 172.

[54] Işk yâdını yirge salsam yir kötermes

Defter kılsam tâ tirig sin bitip bolmas. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 128.

[55] Gül ışkını kûyında min bülbül boldum

Elvân elvân tiller birlen nâliş kıldım

Barça işdin âşıklıknı düşvâr bildim

Her ne kılsang âşık kılğıl Perverdigâr. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 154.

[56] Cilve kılğıl tilbe kılğıl şeydâ kılğıl

Mecnûn kılğıl il ü halkka rüsvâ kılğıl

Şem körselip pervane dik alıker kılğıl

Her ne kılsanğ âşık kılğıl Perverdigâr. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 154.

[57] Ârif âşık cân mülkidc elem tartsa

On sikiz ming kamuğ âlem ğulğul bolur. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 186.

[58] Kul Hâce Ahmed özdin kiçmey dava kılma

Halk içinde âşık min dip tilge alma

Âşıklığı uluğ işdür ğâfıl bolma

Ğâfil bolup hak dîdârın körmeng dostlar. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 174.

[59] Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 110-115.

[60] Mâl u pulnı pervâ kılmas âşık kişi

Yol üstide tofrak bolup azîz başı

Andın songra nûrğa tolar içi taşı

Tıngla barsa mahşer ara pâdşâh kıldım. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 128.

[61] Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 192.

[62] Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 193.

[63] Sübhân İgem bir katrc mey kılsa inâm

Zikr-i sımı ayta ayta kılsam tamâm

Hûr u ğılmân cümle melek anga ğulâm

Uçmah içre harîr tonlar biçer dostlar. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 160.

[64] Min aytmadım Allâlı özi vade kıldı

Yolsız idim lutf eyleben yolğa saldı

Garîb bolup nâle kıldım kolum aldı

Andağ âşık şevk şarâbın içer dostlar. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 160.

[65] Işk defteri sığmas dôstlar dergâhığa

Cümle âşık yığlıp barğay bârgâhlığa

Yiti dûzeh tâkat kılmas bir ahığa

Her ne kılsang âşık kılğıl Perverdigâr. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 154.

[66] Işk babım Hak yüzige vâ eylese

Has ışkını könğül içre câ eylese

Lutf eylese iki âlem şâh eylese

Âşıkları Hak sarığa uçar döstlar. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 158.

[67] Allâh diben gûrdın kopsa âlem köyer

Hâs bendem dip rahman İge’m yalğuz söyer

Yaş omığa kanım töküp yüzni boyar

Hamdın aytıp şeytân-laîn kaçar dostlar. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 160.

[68] Kul Hâce Ahmed ışksızlarnı işi düşvâr

Tangla barsa Hak körsetmes anga didâr

Arş u Kürsî Levh ü Kalem heme bîzâr

lşksızlarğa dûzeh bâbın açar dostlar. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 160.

[69] Işksızlamı hem cânı yok hem imânı

Resûlullâh sözin aydım macnâ kânı

Niçe aytsam işitküçi bilgen kanı

Bî-haberge aytsam köngli katar dostlar. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 162.

[70] Bü’l-hevesler âşık min dip yolda kalğan

Dînlerini pûçek pulğa satar döstlar. Bkz. Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 162.