Makale

Sanatın ve Sanatkarların sesi Ehl-i Hiref

Zeynep Çimen / Araştırmacı-Yazar

Sanatın ve Sanatkârların Sesi:
Ehl-i Hiref

Osmanlı sultanları, sanatkârları saraya bağlı olarak çalıştırmışlar bu anlamda saray, çeşitli sanatların icra edildiği bir mekân olmuştur. Farklı bölüklerden oluşan bu sanatkârlar ve za- naatkârların ehl-i hiref denilen bir örgütlenmeleri vardı. Saray enderununun ağalarından hazinadarbaşının idaresinde çalışan ehl-i hiref örgütü, Osmanlı sanatının bir bütünlük hâlinde gelişmesine vesile olan ve tüm sanat akımlarını yönlendiren aynı zamanda sanatkârların sesi olan bir sivil toplum kuruluşudur. Fatih Sultan Mehmet, II. Bayezid ve Yavuz Sultan Selim’in saltanat yıllarında var olan ehl-i hiref örgütü, Kanu- nî’nin saltanatı süresince de varlık göstermiş, faaliyetlerini sürdürmüştür.
Günümüze ulaşan ehl-i hiref defterlerinden bu örgüte dahil olan sanatkârların kimlikleri ve eserleri gibi konularda bilgi edinmek mümkündür. Maaş defterinden, Kanunî döneminde (1566 yılında 636 kişi kadar) bu örgütte; kâtiplerin, nakkaşların, kuyumcuların, kazazların, neccarların, çeşitli müzik aleti yapan saztraşan bölüklerinden oluşan, yaklaşık kırk bölüğün bulunduğu anlaşılmaktadır. Ehl-i hiref örgütünde en kalabalık bölükler nakkaş, kuyumcu ve kemha dokuyuculara aittir.
Sanatkârlar, sarayın isteği üzerine sipariş olarak eserler üretmekle birlikte, kendi kabiliyetlerini ortaya koyan eserleri padişaha hediye olarak da sunarlardı. O devirlerde padişahın sanatkârlara inamı, himayesi, onları yüreklendirerek ürettikleri eserlerin kalitesinde de etkin olmuştur.
Usta sanatkârların 3 ile 20 akçe arasında yevmiye aldığı dönemlerde meselâ; zerger Hoca Mercan Tebrizi’nin 26 akçe, nakkaş Melek Ahmed Tebrizi’nin 24 akçe yevmiye almasına karşılık, öğrencilerin yevmiyelerinin daha az olmasından anlaşılıyor ki, sanatkâra yetenekleri, kıdemleri ve konumlarına göre yevmiye ödeniyordu.
Kanunî dönemi ehl-i hiref örgütünde kadrosuzluk nedeniyle, nakkaş ve zergerler; cemaatı Rum ve cemaati Acem şeklinde ayrılmış olsalar da III. Murat, döneminde bu ayırımın kaldırıldığı görülür.
Ehl-i hiref örgütünün en önemli bölüğü nakkaşlardır. Osmanlı tezyini sanatlarının motif zenginliğini bu nakkaşlara borçluyuz. Bugün hayranlıkla seyrettiğimiz pek çok sanat eserinin desenleri ve tezyinatı, kimi kendi adlarına bir üslûp ortaya koyarak ekolleşmiş bu örgütün sanatkârları tarafından yapılmıştır. Kanunî dönemi nakkaşlarından Şah Kulu (kitap tezyinatından çiniye kadar ’saz üslûbu’nda) ve öğrencisi Kara Me- mi uslup ortaya koyan nakkaşlarımız- dandır. Kara Memi kitap sanatında klâsik kuralların dışında yeni motifleriyle dikkat çeker. Şah Kulu’nun vefatından sonra nakkaşbaşılık görevine yükselen ve pek çok nakkaşa hocalık yapan Kara Memi; gül, lâle, sümbül, karanfil, süsen gibi çiçeklerle tezyin ettiği kitapları âdeta çiçek bahçesi eylemiştir. Kanunî’nin Muhibbi mahlasıyla yazdığı Divan’ının onun imzasını içeren tezhipleri, kitap sanatının en özgün örneği olarak İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde muhafaza edilmektedir.
Sanatımız bu büyük sanatkârların üslûpları ve yetiştirdikleri öğrencileriyle 16. yüzyıl ortalarında en ihtişamlı dönemlerine ulaşmıştır. Günümüze ulaşan örneklerden, camilerimizin ve saray için üretilen eserlerin onların ortaya koyduğu üslûpla tezyin edildiğini görmekteyiz. Bu şaheserler manzumesi, estetik zevkte, varlık ve kudrette ne seviyelere yüceldiğimizin en estetik işaretleri olarak, mevcudiyetlerini yıllara rağmen devam ettirmektedirler.
Birçok sanat dalında eserler veren sultanlar, vezirler, şehzadeler, valiler gibi üst düzey devlet ricali, aynı şekilde üst seviyedeki bu estetik duyuş, estetik düşünüş ve estetik zevk ile kıymetli eserlerin doğuşuna vesile olmuşlardır. Hiç kuşkusuz geleneksel sanatlarımızın böyle inkişaf etmesinin ardında, onların bediî his ile sanata ve sanatkâra verdikleri desteğin, ilim ve sanat koruyuculuğunun önemli bir payı vardır.
Bugün evlerimizden mabetlerimize, kitap sanatlarımızdan mezar taşlarına estetik bakımından korkunç bir çözülme yaşanmaktadır. Renkler, desenler, dizilişler, sadelik, uyum ve oran bakımından bir estetik terbiyenin, bir estetik kültürün ürünü olan eserler veren ruh, nasıl kırılmalar yaşadı/yaşıyor ki, eskilerin bir benzeri bile yapılamıyor, medeniyet tarihine imza konacak eserler vücuda getirilemiyor. Bunun sebepleri üzerinde gerektiği kadar düşünüldüğünü ve tedbir alındığını söylemek pek de mümkün değildir.
Ömürlerini geleneksel sanatların yaşatılmasına vakfeden -ehl-i hiref sanatkarları gibi destek görmedikleri halde- ve bu sanatları talebeleri ile merkezden Anadolu’ya hatta uluslar arası camiaya taşımak gayreti gösteren ve bunu millî bir vazife addeden ehil sanatkârlarımız da var. Onlara büyük minnet borcumuzu; estetik değerlerimizle barışarak, sanat adına yaşanan kırsallığın nedenlerini araştırmak ve çözüm üretmekle ödeyebiliriz. Bu bağlamda ehl-i hiref örgütü, üzerine ayna tutanlara çözüme dair ipuçlarını verebilir.