Makale

Tallinn Notları

GEZİ-YORUM

Tallinn Notları

Doç. Dr. Fatih ERKOÇOĞLU
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi


KUZEYDE Baltık denizine bakan küçük, sakin ve hoş bir şehir Tallinn. Estonya’nın başkenti olup aynı zamanda bir liman kentidir. Finlandiya’nın başkenti Helsinki’ye deniz istikametinde 80 km mesafede yer almaktadır. Üç günlük gezi programının bir gününü de Helsinki’ye ayırmayı düşünmüştüm, fakat hem Tallinn’in hem de Helsinki’nin güzelliklerini koşturmacayla geçiştirmemek için bundan vazgeçtim.
Ne zamandır Baltık ülkelerine gitmeyi arzu ediyordum. Türk Hava Yolları’na teşekkür ediyorum bana bu imkânı sağladığı için. İstanbul’dan hareketle takriben 3 saatlik bir yolculuk sonrasında ülkenin en büyük havalimanı olan Tallinn Lennart Meri’ye inmiştik. Pasaport kontrolünde epeyce bir süre bekletildik. O zaman Estonlar hakkında olumsuz bir düşünce oluştu zihnimde. Sıra çok ağır ilerliyordu. Bu durumun sonraki günlerde market ve başka satış mağazalarında da geçerli olduğunu görünce hayret etmiştim. Bir sonraki ay Kırgızistan’ın Oş Havalimanında daha fazla bekleyince “eski SSCB ülkelerinin kaderi bu herhalde” dedim.
Tallinn’e gelmeden önce tarihi ve coğrafyası üzerine bir miktar okuma yapmıştım, küçük ve hoş bir ülke Estonya. Finler ve Macarlar, Estonlarla akraba olup bu topluluklar çok uzaktan da bizimle akrabalar. Estonlar, Fin-Ugor halklarından olup dil ve lehçeleri, Türkçe’nin de bağlı olduğu Ural-Altay dil grubunun Ural grubuna girmektedir. Dillerinin gramer yapısı Fince ve Türkçe’ye benzemektedir. Anlayacağınız yüzlerce yıl öncesinde bunlarla Orta Asya’da birlikte yaşıyorduk. Talihin cilvesi olarak onlar Baltık kıyılarına yerleşirken bizler de devletler kurup devletler yıkarak Anadolu bozkırlarına kadar gelmiş ve burayı mesken tutmuşuz.
Ülkenin toplam nüfusu Ankara’nın üçte biri kadar. Toplamda 1.3 milyon insan yaşamakta. Nüfusun dörtte birini Rus kökenliler oluşturmaktadır. Dünyada en yüksek okuma yazma oranına sahip bir ülke. Çok sayıda adası da bulunan Estonya’nın topraklarının yarısının ormanlarla kaplı olduğunu da burada hatırlatalım.
Eski Tallinn sur içinde küçük, sade bir ortaçağ kasabasıdır. Şehrin altmış kule ile tahkim edilen surları oldukça bakımlı duruyordu (Henüz restore edildiğinden olsa gerek). Muhtelif kapılarından şehre hem girdik hem de çıktık. Tallinlilerin bile tarih bilinçleri bizimkinden fazlaca görünüyor. Şehrin iç kalesi hafif yüksekte olup, Aleksandr Nevsky Katedrali, Parlemento binası ve Bakire Meryem Kilisesi burada yer almaktadır. İlk gün otele yerleşir yerleşmez, havalimanında tanıştığım Sivaslı Mahmud Meftun Canbek isimli arkadaşla eski şehre girdik ve dar sokaklardan geçerek bu eserlerin de bulunduğu yükseltiye yani sekiz yüz yaşındaki iç kaleye (Eski Toompea Kalesi) yöneldik. Her zaman olduğu gibi şehre yüksek bir yerden bakma ve şehri hemen tanıma hissi galebe çalmıştı. Tabii her geçen gün hamlıyorum, şirin kentin dar sokaklarından yukarıya doğru çıkarken yoruldum. Tallinnliler sur üzerine bir kafe yapmışlar, fonda ortaçağ musikisi nâmeleri olduğu hâlde, dar ve oldukça dik merdivenlerden, duvarlara bağlı zincirlere tutunarak çıktık ve zamanında nöbetçilerin durdukları ahşap bölümde oluşturulan kısımda, eski şehre nazır bir hâlde çayımızı içtik. Bu arada içerisinde limonun olduğu büyük bardaklardaki içeceklerin, limonlu soda olduğunu zannetmeyin, sıcak bira olduğunu burada söyleyeyim. Eski bir sur duvarında oluşturulan konsept güzeldi. Bizde hemen her restoran ve kafede pop ya da batı müziği nağmeleri eşliğinde yemeğinizi yer, içeceğinizi içersiniz. Anlaşıldığı üzere bunlar böyle davranmıyor.
Ertesi gün eski şehirde dolaşırken, büyük meydanın hemen alt sokağında yer alan Old Hansa evini gördük. Burasının yolu Tallinn’e düşen bir kimsenin mutlaka uğraması gereken yerlerden birisi olduğunu düşünüyorum. Zaten dar sokaktan geçerken, ortaçağ kıyafetleri giymiş, güler yüzlü bayan ve erkeklerin kuruyemiş ikramlarıyla karşılaşırken ister istemez bu nostaljik evi merak ediyorsunuz. Burası ile ilgili olarak daha önce bazı malumattan haberim vardı. Bina oldukça eski idi. Birkaç yerden girişi vardı. Girişlerden birinde ortaçağlarda Tallinn’in gündelik yaşamına dair muhtelif kap, kaçak, alet edevat, kuruyemiş, baharat, yağ, ayakkabı, çanta, kemer, erkek ve kadın kıyafetleri, çivi, koyun kırpma makası ve cam malzeme gibi objelerin satışı yine mahalli kıyafetler içerisindeki bayanlar tarafından gerçekleştiriliyordu. Fondaki musiki ise yukarıda bahsettiğim gibi idi. Bar olarak kullanılan kısımdan da ayrıca binaya girmiştik, “reklamın kötüsü olmaz” derler ya, bizim fotoğraf çekmemize mani olmadılar. Hatta izin bile verdiler. Üst katları da gezdik. Orta Çağ havası hemen her katta kendisini gösteriyordu. Merdivenlerden üst kata çıkarken büyük perdelerle duvarları örtmüşlerdi. Kenarlarda büyük fıçılar bulunuyordu. Zaten içeride, mum ışığından kaynaklanan loş bir hava vardı. Ziyaretçiler, ortaçağ nâmeleri eşliğinde ahşap oturaklarda oturuyor ve sipariş edilen yemekleri ve içecekleri de mum ışığında yiyip içiyorlardı. Biz gezerken bir name bitti ve yenisi başladı. Yeni name, bizim mehteran takımlarının icra ettiği “Hücum Marşı” idi ve Estonların ortaçağ nameleri içerisinde yer alıyordu ve onların müzik aletleri ile çalınıyordu. Tallinn bizi şaşırtmıştı! Diğer çıkışta ise duvarlarda eski tarzda haritalar yer alıyordu. Buradan satış bölümüne geçtik. Kendime deriden el yapımı bir kemer, bir çanta, birkaç sabun, bir bıçak, küçük kap ve kacaklar, bir de şecere kağıdı aldım. Toplamda bütün bunlar 100 euro civarında tuttu. Aldığım bu objeler sadece benim içindi.
Tabii “Tallinn’e geldik. Sevenlerimize, eşe dosta akrabaya ne götürebilirim” dediğinizi duyar gibiyim. Euro kullandıkları için bir miktar pahalı bir şehir olduğunu öncelikle söyleyeyim. Buzdolabı süsleri ve Estonya’yı (Tallinn) hatırlatacak basit birkaç objeyi makul fiyatlara alabilirsiniz. Eski Tallinn evleri ve Viru Kapısı magnet ve maketleri tercih edilebilir. Rusya’dan geliyor olmalarına rağmen kurşun askerlerin kesinlikle burada çok pahalı olduğunu söylemeliyim. Ben daha önce Moskova’da bulunan Izmailovskya pazarından uygun fiyata aldığımdan buradan hiç kurşun asker satın almadım. Bunların dışında Viru Kapısı’na yakın, surların kenarında Rus hanımların açtığı tezgâhlarda yünlü el işi göz nuru çoraplar, çocuk kıyafetleri, şallar, şapkalar ile kalpaklar satılmaktaydı.
Yurtdışına giderken her zaman birkaç paket Türk lokumu götürürürüm. “Türkiye’den hediye” diyerek, mutlaka birini tuttuğum otelin resepsiyonundaki görevliye takdim ederim. Ayrıca uçaktan aldığım Skylife dergilerini de (iki adet) otelin lobisine bırakırım. Sokaklarda gezerken bir ortam oluştuğunda sırtımda taşıdığım lokumlardan insanlara da sunarım. Cumartesi günü idi. Meftun Mahmud Bey’le sabah erken çıkmış, daha önce geçmediğimiz kapılardan birinden dar yollara sapmıştık. Yolumuzda gördüğümüz Aziz Olaf Kilisesi’nin çan kulesine çıkmaya karar verdik. Çan kulesine çıkış iki euro idi. Asansör olup olmadığını sorduğumda, gişedeki yaşlı hanım (teyze) benim genç olduğumu, sırtımdaki çantayı kenara bırakarak rahatlıkla kuleye çıkabileceğimi ifade etti. O ara çantada bir kutu lokum olduğu hatırıma geldi. Hemen teyzeye ikram ettim. Çok memnun kaldı. Biz daha sonra ağır ağır 258 basamaklı çan kulesine arkadaşımızla birlikte çıktık. Gayet güzel bir manzaranın sizi beklediğini söylemem gerekir. Şehrin muhtelif yönlerden fotoğraflarını çektik. Bir tarafta büyüleyici güzelliği ile sivri ve yüksek çatılı evlerin oluşturduğu eski Tallinn, diğer tarafta ise Baltık denizi kıyısı ve limanı, surların hemen dışında ise modern kentin mahalleleri bulunuyordu. Çok katlı binalar eski şehrin dışarısında inşa edilmiş olup, Estonların başkentlerinin tabiatla uyumlu olduğu, tarihi dokuyu muhafaza ettiklerini bu kuleden daha iyi görebiliyordunuz.
İnişimiz çıkışımızdan daha zor oldu. Zira basamaklar muntazam değildi ve diz kapaklarımızı ağrıtıyordu. İndiğimizde ise bizi bir süpriz bekliyordu. Lokum hediye ettiğimiz teyze, kutuyu açmış ve lokumu kiliseye gelenlere ikram ettiği gibi bize de ikram etti. Arkasından birkaç tane broşür ve Tallinn kartpostallarından bir demet yaparak bana takdim etti. Ne yalan söyleyeyim mutlu oldum!
Sadece surların restore edilmediği, eski şehirdeki hemen her yapının tamirine başlandığı fark ediliyordu. Şehrin Orta Çağ hüviyetini muhafaza edişi, buraya çok sayıda turistin gelmesine imkan sağlamış görünüyor. Her sokakta alış veriş için dükkânlar, kafeler, barlar bulunuyordu. Havaların soğuk olmasına rağmen, eski şehirde hatırı sayılır bir turist kitlesinin varlığı görülüyordu. Eski Tallinn’in sokaklarında dolaşırken mahalli kıyafetler içerisinde kızlar ve erkekler ellerinde broşür dağıtıyorlardı. Yüzlerine taktıkları maskeden sadece gözlerini görebildiğim bir tanesi eski bir evin içerisinde ikinci katta işkence müzesi olduğunu söyledi. Bir ortaçağ kentinde dolaşırken, ortaçağın işkencelerini gösteren bir müzeye girmenin iyi olabileceğini düşünmüştüm. Aslında daha önce Kurtuba’da ve Malta’nın Medina isimli şehrinde bunun benzerlerini görmüştüm. Belki de farklı bir şeyler bulabilir miyim düşüncesiyle giriş ücreti olan yedi euroyu hiç acımadan verdim. Yukarı çıkınca şok oldum. Büyük bir oda ve içerisinde işkence aletlerinin sergilendiği birkaç obje. Üzüldüm. Siz siz olun sakın aldanmayın! Yukarıda zikrettiğim şehirlerdekiler kesinlikle daha zengin ve sunuş tarzları bundan çok daha güzeldi.
Bunlardan başka şehir merkezinde, Kutsal Ruh Kilisesi’nin (XIV. yüzyıldan kalma ve iki euro giriş ücreti var) hemen hemen karşısında yer alan Estonya Tarih Müzesi gezdiğimiz yerlerden birisi idi. Estonya’nın 11 bin yıllık tarihine dair objelerin yer aldığı müze, XV. yüzyıldan kalma bir binada yer alıyordu. Müze küçük, fakat güzeldi. Alt katında bulunan silah seksiyonunda, duvar kenarında bir miğfer ile büyük bir kalkan vardı. Gelen geçen miğferi başına geçirip, kalkan elinde fotoğraf çektiriyordu. İçeriye girdiğimde küçük çocuklar altlarında minder olduğu hâlde müze görevlilerini dinliyorlardı. Çocuklar için hoş bir oratm oluşturmuşlardı. Müze zengin değildi, fakat Estonların bu çabalarını kendi insanının tarih bilincini geliştirmeye yönelik gayretlerini takdir ettim. Ülkemizde milli bilincin tesisinde tarihi filimlerin rollerini inkar etmiyoruz, fakat depo görünümlü müzecilik anlayışından kurtularak, insanımıza gerçekten çoluğu çocuğuyla gezebileceği, tarihini, kültürünü ve sanatını öğrenebileceği, kavrayabileceği ortamların sağlanması adına darısı bizim başımıza diyorum…