Makale

Şuayp Arnavut Hocamızı Hüzünle Anarken…

PORTRE
Şuayp Arnavut Hocamızı Hüzünle Anarken…

Prof. Dr. Enbiya YILDIRIM
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

İSLAMÎ ilimler sahasında çalışan bir kişiye “Dünyadaki Müslüman âlimlerden üç kişiyi sayar mısınız?” diye bir soru yöneltecek olsanız, alacağınız cevapta mutlaka Şuayp Arnavut adı geçecektir. Çünkü her ilim dalına yayılmış çalışmalarından en azından bir tanesi kütüphanenizde bulunmaktadır veya okuduğunuz bir eserde mutlaka ondan bir alıntı vardır. Bu durum âdeta bir zorunluluk arz etmektedir.
Hem niye böyle olmasın ki? Çünkü ortada vaz geçilemez büyük bir birikim vardı. Öyle ki, onunla bir meseleyi konuştuğunuzda size “Kitaplıktan falanca kitabın şu cildini getir.” derdi. Kitabı kendisine takdim ettikten sonra birkaç sayfa çevirerek aradığı bilginin yerine ulaşırdı. Zihnini dünyanın kirinden temiz tuttuğundan dolayı hafızası son derece güçlüydü. Gerçi son dönemlerinde yakalandığı alzheimer nedeniyle güncele dair bazı şeyleri hatırlamakta zorlandığı oluyordu ancak öncesine ait tüm okumaları hâlâ aklındaydı. İlmî çalışmaları yaparken diğer yandan öğrencileriyle kitap okumalarını sürdürmesinin, bilgilerini korumasında –hiç şüphesiz- çok büyük etkisi vardı. Ayrıca o bunu ilminin zekâtı olarak görüyordu.
Gerçekten de hocamız, sayısal olarak bizlere devasa bir miras bırakmıştır. Çalışmalarının toplamı, son yüzyıllık süreçte bir İslam bilgininin ulaşmış olduğu en yüksek rakamdır. Bunda, gençliğinden itibaren kendisini tamamen tahkik alanına vermesi yanında, konferanslar, geziler ve benzeri etkinliklere fazla zaman ayırmamasının büyük etkisi vardır. Çünkü dünyanın pek çok yerinden davet edilmesine rağmen büyük kısmına “Tamamlamam gereken çalışmalar” var diyerek özür beyan etmiştir.
Bu kadar yekûn tutan kitaplar ortaya koyabilme başarısının ardındaki bir neden de ekip çalışması yapmasıydı. Çalışmalarını, tahkik alanında yetiştirdiği uzmanlarla birlikte bürosunda yürütürdü. Önce üzerinde çalışılacak eser belirlenir. Ardından yeryüzündeki kütüphaneler taranarak ilgili kitabın en eski ve en sağlam nüshaları temin edilmeye çalışılırdı. Ardından bunlar aşama aşama çalışma ekibine dağıtılırdı. Herkes üstlendiği kısmı ciddiyetle hazırlardı. Bunu yaparken üç şeye çok önem verilirdi. Birincisi, ibarelerin doğru anlaşılması. İkincisi, metinlerde geçen atıfların ve hadislerin kaynaklarının tespit edilmesi. Üçüncüsü, ravilerin durumlarının belirlenmesi. Bütün bunlar hocanın gözetiminde hazırlandıktan sonra hadislerin sıhhatlerine dair kararı bizzat kendisi verirdi. Hastalığa yakalanmasından ve yürümekte zorluklar çekmeye başlamasından önce cuma günleri hariç her gün sabah sekizde büroya gelir, öğlen ikiye kadar ara vermeden bu şekilde çalışırdı.
Hocamızın ilim dünyasına kazandırdığı çalışmalardan bir kaçı şunlardır: Zehebi’nin Siyeru A’lâmi’n-Nubela’sı (25 cilt), İbn Balaban’ın el-İhsan’ı (18 cilt), Ahmet bin Hanbel’in Müsned’i (50 cilt), İbnu’l-Cevzi’nin Zadu’l-Mesir’i (9 cilt), Nevevi’nin Ravdatu’t-Talibin’i (12 cilt), Begavi’nin Şerhu’s-Sünne’si (15 cilt). Basılan son çalışması İbn Hacer’in Sahih-i Buhari üzerine yazmış olduğu meşhur şerhi Fethu’l-Bari’dir. Daha önceki çalışmalardan pek çok meziyetiyle ayrılmakta olup 26 cilttir. Çalışmalarının bir kısmında Abdulkadir Arnavut ile Beşşar Avvad Ma’ruf gibi meşhur muhakkikler kendisine eşlik etmişlerdir.
Şuayp Hoca’nın en büyük emeli hemen hemen tamamını tahkik ettiği hadis kitaplarındaki sahih ve hasen hadislerden oluşan müstakil bir kitap çalışması yapmaktı. Bu eserde yaklaşık yirmi beş bin rivayetin yer alacağını tahmin etmekteydi. Ancak ömrü buna vefa etmedi. Babaları gibi kendileri de Türkiye aşığı olan çocukları onun kütüphanesini Türkiye’ye bağışladılar. Başkanımız Mehmet Görmez, bu kütüphanenin Başkanlıkça Ankara’da açılacak merkeze konulmasını uygun buldular.
İlim adamı, bir büyük üstat olmasının ötesinde, Arnavut Hoca’nın ülkemiz insanı için ifade ettiği çok özel bir anlam vardır. Çünkü geçen asrın ortalarından itibaren Türkiye’den İslami ilim tahsili için Suriye’ye gidenler Salih Farfur ile onun öğrencileri oluyorlardı. Ürdün’e taşınmasından sonra da durum değişmedi. Kısa süreli gelenler mutlaka kendisini ziyarete giderler, uzun dönem kalanlar da derslerini takip ederlerdi. Tezleri ve diğer çalışmaları için onun engin birikiminden yararlanırlardı. Bu nedenle Ürdün’e gidip de Şuayp Hoca’dan istifade etmemiş bir ilim yolcumuz yoktur. Kaldı ki onun Türklere karşı çok farklı bir muhabbeti vardı. Osmanlı dendi mi, Fatih dendi mi gözleri yaşarırdı. Büyük ecdadın torunları olmamız hasebiyle elinden gelen hizmeti yapmaya gayret ederdi. Balkanlar’ın dedelerimiz sayesinde İslam’la müşerref olduğunu ve bu minnetin kendilerine bir görev yüklediğini söylerdi. Bu yüzden ülkemizden giden öğrencilerin ve hocaların ders alma taleplerini asla geri çevirmezdi. Pek çok öğrencisine de kitaplarından hediye eder, beraberinde kitapçılara götürdüklerine de “Siz bunları ülkenizde bulamayabilirsiniz, yetişmeniz için gerekli” diyerek satın alırdı. Kira yardımı yaptığı, elektrik ve su paralarını ödediği öğrencileri de az değildi. Çünkü o dünyalığa hiç önem vermezdi. Rasulüllah’ın takipçilerinin iyi yetişmesi en çok önem verdiği hususlardandı. Bu nedenle ilim yolunda infaktan geri kalmazdı.
Birkaç defa Türkiye’ye gelmiş olan hocamız, dokuz vilayette Diyanet İşleri Başkanlığımızın eğitim merkezleri ile ilahiyat fakültelerinde konferanslar verdi, genç bilim insanları ile bir araya geldi. Dünyanın en tanınmış hadis âlimiyle buluşmak onlar için tarifi imkânsız bir mutluluk vesilesi oldu.
Hz. Peygamber insanların öldükten sonra devam edecek amelleri arasında “yararlanılan ilmi” zikreder. Şuayp Arnavut Hoca’mız bu müjdeye nail olan pek çok eser bırakarak ahirete göçtü. Rabbimiz hepimize geride güzel yâd bırakacak bir ömür sürmeyi nasip etsin.

Arnavutluk İşkodralı bir ailenin çocuğu olarak 1928 yılında Şam’da doğdu. Döneminin meşhur bilginleri Süleyman Gavci, Arif Düveci, Muhammed Nasıruddin Elbani’nin babası Nuh Necati Elbani, Edib Kellas, Muhammed Salih Farfur gibi hocalardan dersler aldı. Belli bir birikime sahip olunca, halk bir yana âlimlerin de kaynak bilincinden yoksun olduğunu fark etti. Bu dönemde bir de Ahmed Muhammed Şakir, Rağıb et-Tabbah ve Nasıruddin Elbani gibi üstatların başlatmış oldukları tahkik çalışmalarını görünce ömrünü bu alana vakfetmeye karar verdi. 1982 yılında Amman’a göç etti. Çoğunluğu hadis olmak üzere İslami ilimlerin her alanına dağılan 320’den fazla cilt eseri tahkik etti. Hanefi olmakla birlikte, dört mezhebe ve naslara derin vukufiyeti neticesinde kendi içtihadına göre fetva verdiği durumlar olmaktaydı. İtikadi konularda da ilk dönem selef ulemasının yaklaşımlarını genelde tercih ederdi. Çalışmalarına göz atıldığında, yeri geldiğinde edep dairesi içinde eleştiren bir büyük bilginle karşı karşıya olunduğu hemen anlaşılır. 27 Ekim 2016 günü Amman’da vefat etti ve ertesi gün Cuma namazı sonrasında Sehab kabristanına defnedildi. Dördü erkek olmak üzere on çocuk babasıydı.