Makale

Güven Parolası:SELAM

SÖZÜN YANKISI

Güven Parolası:SELAM

Ayşegül UYAR

Konya Karatay Kur’ân Kursu Öğreticisi

HER kulun rabbine bir hitabı vardır. Kimi en güzel isimlerle yalvarır, yakarır; kimi kendi kültürünün, dilinin ona sunduğu isimleri kullanır. Hoda der, Çalab der, Pervendigâr der. Hangi güzel kelimeyle olursa olsun seslenir rabbine her kul. Fısıltıları, mırıltıları bile duyar Rabbimiz; hatta ki gönülden geçenleri ama kalp dolup taştı mı ille dil de hareket etmek ister. İşte böyle zamanlarda ben en çok “Ey seslerin Rabbi!” derim usulca, çünkü bilirim atam Âdem (a.s.)’e eşyanın isimlerini öğretip bugün beni konuşabilir kılan Rabbimdir. Bundan sebep “Ey seslerin rabbi olan Allah’ım!” derim. “Eksik de söylesem kelimelerimin sahibi sensin ve senin katında bütün kelimeler noksandan münezzehtir. Eksiklerimi katında tamamla, gönlümün kelama dökemediğim muradını sen anla. Çünkü ne kadar okusam, ne kadar bilsem de heybemdeki kelimem azdır. Hem en güzel sultana kelimenin bile en güzeli yaraşırken ben hangi kelimenin en güzel olduğunu seçemem, dilim dolaşır, zihnim karışır.”

Oysa Rabbimin katından gelen öyle midir? Eksiksiz noksansız tam bir kemal ile ahenk ile anlam ile süzülmüştür onun katından her bir kelime. Hele ki o kelimeyi bana Rabbim Kur’an ile efendim Hz. Muhammed (s.a.s.) ile öğrettiyse onun bu yeryüzünde eşi benzeri yoktur. Selam gibi…

Sabahın erken saatlerinden günün geç saatlerine, topluluklardan boş odalara kadar hayatımızın her anında kullandığımız selamdan bahis açıyorum. Darlık anında, zorluk anında “Ey Allah’ım! Sen selamsın, selam (esenlik) yalnız sendedir.” (Müslim, 591.) Dediğimiz selam. Rabbimizin güzel isimlerinden biri olan selam, ayıp afet noksan vb. şeylerden kurtulmak beri olmak (Dini Kavramlar Sözlüğü, DİB Yayınları, Ankara 2006, sf. 586.) manalarına mündemiçtir.

İlk insan Âdem aleyhisselam yaratıldığında Allah Teala ona “Git şu oturmakta olan meleklere selam ver ve senin selamına nasıl karşılık vereceklerini de güzelce dinle; çünkü senin ve senin çocuklarının selamı da bu olacaktır, buyurmuştur. Âdem (a.s.) de bu emir üzerine meleklere “Esselamü aleyküm” demiştir. Melekler Âdem peygambere “Esselamü aleyke ve rahmetullah” karşılığını vererek onun Selamına “ve rahmetullah” ilave etmişlerdir.” (Buhari, Enbiya, 1; İsti’zan; Müslim, Cennet, 28.) Melekler onu kendi selamından daha güzeli ile karşılamışlardır. Bu başlangıçla ilahî parolamız belirlenmiş ve atamız Âdem’e öğretilmiştir.

İslam’ın sinelerde kök saldığı topraklarda selam diğer toplumlarda olduğu gibi sade bir sesleniş değil Allah’ın şeklini bize hem Kur’an hem de peygamber aleyhisselam vasıtası ile öğrettiği bir ibadettir aynı zamanda. Evet, merhaba da diyebiliriz, günaydın, hayırlı günler, hayırlı akşamlar, iyi geceler de kullanılır ancak hepsi birer hitap ve temenni olarak kalır. Elbette her dilin her kavmin kendince bir selamlaşma şekli ve tarzı vardır. Kimileri eğilerek, kimileri sarılarak, kimileri bir sözcükle karşılaşmalarında birbirlerini selamlarlar. Böylece karşıdaki insanla ilk diyalog kurulmuş olur. İslam öğretisindeki selam ise adındaki manadan da anlaşılacağı üzere bir sesleniş ve nidanın çok ötesinde karşıdaki insana, muhataba bir güven telkinidir: Ben müminim ve benden sana zarar gelmez. Selamın bir sonraki adımı duadır. “Allah seni esenliğe kavuştursun.” Duyduğu selama daha güzeli ile icabet eden kişi de muhatabının duasını tamamlamış olur. Müminin yemesinden içmesine oturmasından yürümesine hatta konuşmasına kadar her hareketi işte böyle ibadet değeri taşır. Mümin insan selam verirken bile muhatabına dua eder.

Selam vermekle kişi müminlik alametifarikasını her daim ortaya koymakta ve karşıdaki insan için ancak hayır ve güzellik temenni ettiğini açık bir şekilde belirtmektedir. Bunu bilinçli bir şekilde bir kez ortaya koyunca artık yekdiğerine zarar vermek, onun kötülüğünü istemek düşünülür şey değildir. Hem bu selam öyledir ki tanıdık tanımadık herkese verilir. Bizzat Peygamberimiz (s.a.s.), “İslam’ın en hayırlısı kimdir?” diye soran ashabına “Yiyecek yedirmen, tanıdığına ve tanımadığına selam vermendir.” (Buhari, İman, 20; İsti‘zân, 9, 19; Müslim, İman, 63.) diyerek selamın yayılmasını emretmiştir. Tanıdığa verilen selam aradaki ülfet ve muhabbeti artırırken tanımadık birine verilen selam toplumda güven inşasını sağlar. Büyüğe verilen selam saygıyı pekiştirirken küçüklere verilen selam merhameti ve sevgiyi artırır. Modern şehirlerin tebessümden uzak insanlarının duraklarda, metrolarda, kalabalıkların içindeki tenhalarda bir küçük ekrana bunca dalması biraz da selamı aramızda yayamadığımızdandır. Birbirlerinin yüzlerine bakmak ve selamlaşmak yerine soğuk bir cama başını dayayıp hayatında belki hiç görmeyeceği bir müzik grubunun sesine kulak vermek paradoks değil midir?

“Selam kelamdan önce gelir.” (Tirmizi, İsti’zan, 11.) buyuran Peygamberimiz (s.a.s.) her işimizde olduğu gibi burada da bize hikmetlerini şimdi daha iyi anlayabildiğimiz bir usul öğretmektedir. Öyle ya da böyle uzun ya da kısa tanıdık tanımadık büyük küçük herkese selam vermekle toplum içinde bütün diyalogların temeline güven ve kardeşliği yerleştirmiş oluruz. Sade bununla da kalmaz hayatında Peygamber (s.a.s.)’in sözünün kıymeti olanlar için dünyadan cennete bağ uzatır dilden dökülen selam. “Siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda Selamı yayınız!” (Müslim, İman, 93; Ebu Davud, Edeb, 131; Tirmizi, İsti’zan, 1; İbn Mace, Mukaddime, 6, Edeb, 11.) hadis-i şerifi bunun en güzel örneğidir.

Peki, selam için ancak bize cevap verecek bir muhatap olmalı mıdır? Kabristana girdiğinde orda metfun bulunan müminlere selam veren peygamberimizi hatırlayalım. Zahiren görünen dünya ile bağı kopmuş bir yığın kemik parçasıdır belki ama kabir ehline verilen selam mümin gönlünde bir diriliş ve uyanıştır hakikatte. Müminin ölüsü bile selam vermeye layık, o derece şereflidir. Bizim ölülerimizi diğer ölülerden ayıran fark budur. Bir avuç kemik olduğunda dahi selamlanmaya layık olmak. Bu selam ile hem ahiretin gerçekliği hatırlanır hem dünyanın geçiciliği.

İlk insanla mayamıza konulan selam Rabbimizin katından bir esenlik bildirisidir üzerimizde. Bir düşünün dışarı adım attığımızda bizleri etkileyen faktörleri. Kendimizi huzur ve güvende hissettiğimiz evlerimizden çıkıp trafiği, kirli havası, gürültüsü, telaş ve koşturmacası ile kaotik bir ortama yani sokağa adım atmış oluyoruz. Çoğumuzun her gün ama her gün arşınlaması gereken yollarda üzerimizdeki aksi tesiri kıracak, ruhlarımızı muhafazaya alacak şey selamdır. Girdiğimiz meclislerde, çalıştığımız ortamlarda, markette pazarda kurduğumuz her selam cümlesi hem bizi hem muhatabımızı koruyan birer kalkandır.

Her devrin derdi ne ise devası da nebevi reçetelerle bize asırlar öncesinden sunulmuştur. Sanmayın ki en kötü zamanları biz yaşıyoruz, bunca felaketi savaşı bir biz gördük. Dünya her geçen gün kötüleşiyor çığırtkanlığı yapan insan için dünyanın çehresini güzelleştirecek buhur selamdadır. Selamlaşmayı toplumumuzda yaygınlaştırarak kadim parolamızı, atamız Âdem (a.s.)’den aldığımız ilk öğretiyi canlı tutmak bizim elimizde. Tuzakların, ayartıcıların olduğunu bilerek ama bu dünyanın bize içindekilerle beraber emanet olduğunu da unutmadan yaşamanın işaretidir verdiğimiz ve aldığımız selam. Ben boşu boşuna yaratılmadım bir gayem vardı, her şey bozulup kokuşurken ben bozulmadan, özümü kaybetmeden, hem kendi kemalatım hem insanlığın kemalatı için gayret gösterip dua edeceğim niyetinin tezahürüdür selam.

Yorgun sinemiz, bulanık bakışımız, kararsız aklımız, birer mekaniğe dönüşen eller ve ayaklarımızla bizi silkeleyecek, bizim dilimizle nice çehreye önce tebessümü ardından güveni yerleştirecek şey göklerden yankılanacak selamdır. Haydi, bir adım at ve selam ver kardeşine, tanıdığın tanımadığın tüm kardeşlerine…