Makale

TOPLUMSAL GÜVEN İHTİYACİ

GÜNDEM

TOPLUMSAL GÜVEN İHTİYACİ

Prof. Dr. Abdurrahman KURT

Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Güven, bireysel bir duygu olmakla birlikte hem birileri tarafından “güvenilir” bulunmak hem de başkalarına “güvenmek” bakımından sosyolojik bir nitelik arz eder. Güvenin sözlük anlamları arasında en belirgin olanı, “Korku, çekinme, kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat”tır.

İnsanoğlu, fıtraten sürekli güven arayışı içerisinde olan bir varlıktır. Ana rahminin güvenli ortamından dünyaya adım atan bebek, içgüdüsel olarak kendine güven veren varlığa bağlanma eğilimine girer: İlk bağlandığı kişi de annesi ya da bakımını yapan kişidir. Ebeveyni ve diğer yetişkinlerle geliştirdiği güvene dayalı ilişkileri, çocuğun gelişim süreci içerisindeki diğer sosyal ilişkilerini büyük ölçüde etkiler.

Ebeveynlerin çocuklarına sürekli ilgi gösterip şefkatle sevmeleri, onların hayatlarını iyileştirme uğraşıları, Erikson’un “temel güven” diye isimlendirdiği içgüdüsel sürecin gelişiminde önemli yer tutar. Bir bebeğin çevresindeki kişilerle olan ilişkilerinin niteliği, onun temel güven duygusunu etkilemektedir. Özellikle anne ile bebek arasında oluşan olumlu ilişki, bebekteki temel güven duygusunun çekirdeğini oluşturur. Annesi tarafından yeterince bakımı yapıldığı; sevgi, şefkat ve sürekli ilgi gösterildiği için kendini güvende hisseden bebek, annesi vasıtasıyla geliştirdiği güvene dayalı ilişkilerini sosyal gelişim sürecine yansıtacaktır. Ancak, anne-bebek arasındaki ilişki sağlıksız ise, yani çeşitli nedenlerle annesi tarafından sağlanan uyarıcıları alamazsa, kendisini güven ve rahatlık içinde hissedemeyeceği için, bu defa çocuk, sosyalleşme sürecinde güvensizlik duygularını açığa çıkaracak ve etrafına düşmanca bir tavır takınacaktır. (Meadow, Mary Jo ve Kahoe, Richard D., Psychology of Religion, Religion in Individual Lives, New York, 1984; Erikson, Erik H., İnsanın Sekiz Çağı, çev. T.B.Üstün, V. Şar, Birey ve Toplum Yay, Ankara 1984.)

Dolayısıyla çocuğun ailede edindiği temel güven ya da güvensizlik duyguları, onun Allah’a karşı duyduğu güven duygusunu etkilemekte ve böylelikle dinî inancını belirlemektedir. Söz konusu olumlu tecrübeleri yaşamayan çocuk ise Allah sevgisini anlamakta ya da bir dinî inanca sahip olmakta güçlük çekecektir. Bu yüzden temel güvenin sağlanmasında öncelikle bakımı içeren yakın, sıcak ilginin dışında annenin daha sonra diğer aile bireylerinin bebekle kuracağı iletişimin niteliği ve dili, önemli bir temas noktası olacaktır.

Toplumsal güven arayışı çocukluk dönemiyle sınırlı kalmayarak yetişkinlikte de önemini sürdürür. Psikolog Maslow’un beş basamaklı ihtiyaçlar hiyerarşisinde güvenlik ihtiyacı, yeme-içme, barınma ve cinsellik gibi fizyolojik/biyolojik ihtiyaçlardan hemen sonra ikinci sıradadır. Maslow’a göre güvenin olmadığı yerde, ihtiyaçlar basamağında daha sonra gelen insanın ait olma, saygınlık ve kendini gerçekleştirme ihtiyaçlarını karşılama imkânı da kalmaz.

Gerçekten de güvenlik ihtiyacı yeterince karşılanmayan insanın, aidiyet duygusunu ve özgüvenini kaybetmesi nedeniyle kişisel gelişim yeteneği körelir ve dolayısıyla potansiyellerini kullanamaz duruma gelir. İşte bireyin aidiyet ve saygınlığını kaybetmemesi; özgün ve özgür kimliğiyle kendini ifade edebilmesini sağlamak amacıyla İslamiyet’in bireysel güvenliği çok önemsediği su götürmez bir gerçektir. “Mekasıdu’ş-Şeria” olarak bilinen ve beş maddelik temel hak ve özgürlükler, bireyin güvenlikte olması gereken dokunulmazlık (ismet) çerçevesini belirliyor: Nefs (can), mal (mülk), din (inanç), akıl (düşünce) ve nesil (ırz ve aile) güvenliği. Bunlar, bireyin fizyolojik, psikososyal, ekonomik ve dinî güvenlikleridir. Söz konusu hakların güvenliği sosyal bütünleşmenin de kaynağıdır. Zira temel hak ve özgürlüklerini güvende görmeyen bireylerin bir arada olmasını sağlayan -sosyal bütünleşmede çimento işlevi gören- duygusal bağları da esneyip zayıflayacaktır. Bir güven toplumu, bireylere ilişkin bahsedilen temel değerlerin emniyette olduğu durumlarda ancak oluşabilir.

Toplumsal sermaye olarak güven ve din

“Toplumsal güven” kavramı, daha çok bir kurum ya da örgütte yer alan bireylerin birbirlerine duydukları güveni ifade etmekle birlikte kurumsal ya da örgütsel güven, genel toplumsal güven kültüründen bağımsız değildir. Makro düzeyde toplumsal güven bir toplumun millî kültürünün parçasıdır. Sosyolojik olarak toplumlar genellikle yüksek ve düşük güvenli toplumlar şeklinde sınıflandırılırlar. (Arslan, Mahmut, İş ve Meslek Ahlakı, Siyasal Kitabevi, Ank. 2001/2005.)

Toplumsal güven, toplumsal bütünlüğe ilaveten iş başarısını artırmaya katkı sağlayan; görünmeyen fakat fark edilen bir fon müziği gibidir. Sosyologlar ekonomik refahın sağlanmasını ağırlıklı olarak sosyal sermayeye ve bir toplumun bireyleri arasındaki güven duygusunun yaygınlığına bağlamaktadırlar. Sosyal sermaye, büyük ölçüde aynı kurumda ya da örgütte yer alan bireylerin birbirlerine olan güvenleri üzerinde şekillenmektedir.

Sosyal sermaye kavramı “insanların ortak amaçları için gruplar ya da organizasyonlar hâlinde bir arada çalışabilme yeteneği”ni gösterir. (Fukuyama, Francis, Güven, Sosyal Erdemler ve Refah, Türkiye İş Bankası Yay, İst. 1999.) Kavram, “bireylerarasındaki ilişki ağı, kural ve güvene bağlı olarak ortak hedeflere yönelebilme” olarak da tanımlanabilir. İktisadi açıdan sosyal sermaye “etkin ekonomik performans, toplum sağlığı ve mutluluğu, suçun azaltılması, eğitim ve etkin bir devlet mekanizması oluşturulması bakımından son derece önemlidir.” (Demir, Ömer, Din Ekonomisi, Sentez Yay, Bursa 2013.)

Beşerî sermaye kavramıyla da, insanın üretime katkı sağlayan eğitim, beceri, tecrübe ve düzenli çalışabilme gücü, daha doğrusu bilgi ve beceriye ilaveten insanların birlikler oluşturma yetenekleri kastediliyor. Belli amaçlar etrafında bir araya gelebilme yeteneği, toplulukların ne ölçüde, normları ve değerleri paylaşabildiğine ve şahsi çıkarları daha büyük ölçekteki gruplara tabi kılabildiğine dayanıyor. Bu anlamda beşeri sermaye, sosyal sermayenin temelini oluşturur. Zira bireylerin birlikte çalıştıkları insanlarla uyum içerinde çalışabilmeleri için yaptıkları işe yönelik orada bulunan herkesin yeterli bilgi ve beceriyle donanımlı olduğuna güvenmeleri gerekir. Beşerî sermayesi yüksek ancak sosyal sermayesi düşük bireyleri nitelemek için kültürümüzde “okumuş ama adam olmamış” denir. Üstelik “adam olmamış okumuşların, okumamış adam olmamışlara” göre işlem maliyetleri daha yüksektir. (Demir, age.)

Dinin, beşerî sermaye ve sosyal sermaye kavramlarıyla çok yakından ilgisinin olduğu aşikârdır. Zira din, birden çok anlamda, güven düzenleyici bir araçtır. Dinî inançlar, gelişen olaylara karşı sosyal bir sermaye olarak bireylere güvenilirlik enjekte ederler. Her ne kadar doğrudan görünür olmasa da güvenilir ortamların sağlanmasında din görevlilerinin rolü çok önemlidir. Din görevlileri hizmetlerini içtenlikle ve kurumsal amaçlara uygun bir şekilde yürüttüklerinde, uçurumun kenarındaki bireyler için birer kurtuluş simidi olabilirler. Din görevlilerinin, psikolojik sorun yaşayan ya da dinî olarak çıkmazda görünen insanların sorunlarının çözümünde pek görünmeyen ama ciddi etkileri olacak derecede katkı sağladığı açıktır. Örnek vermek gerekirse, sosyolog E. Durkheim’in intihar olgusuna dair araştırması, intihar olgusunun engellenmesinde din görevlilerinin belirgin rolüne işaret ediyor. Durkheim’e göre dinin insanı kuşatıcı ve psikolojik yapısını dağılmaktan önleyici özelliğine ilaveten din görevlilerinin aşamalı (hiyerarşik) yapılanması ve nüfus başına düşen din görevlisi sayısının artması, bireylerin intihar eğilimlerini azaltacak tarzda toplumsal güvenlik havzaları oluşturmaktadır.

Güven ihlali ve din

Psikolojik bir yetiyi belirten “güven” duygusu aslında çift yönlü bir anlama sahiptir: güvenilir olmak ve birlikte yaşadığı grup üyelerine güvenmek. Güvenilir olmak kadar, başkalarına güvenmek, güven telkin edecek ya da güveni ortadan kaldıracak davranışlar doğrudan dinî kodlarla bağlantılı olabilir.

İslâm’ın geniş kitlelerce benimsenmesinde güvenilirliğinin önemli payı olan Hz. Peygamber, iman ile güvenilir kimse olmak arasında sıkı bir bağ kurmuş; emanete hıyanetin münafıklık işareti (Riyazü’s-Salihin, II/693.) olduğunu bildirmiştir. Emanete hıyanet etmemek, güvenilir olmak müminin temel özelliklerindendir.

Görüleceği üzere “güven” sözcüğü, tamamen kutsal ile ilgili bir inancı ifade eden “iman”ın, dünyevileşmiş, sosyal ilişki biçimini almış bir yansımasıdır. Sosyal sermayenin temel unsuru olarak, sosyoekonomik hayatta çok önemli işlevi bulunan “güven”, iki temel İslami kavram olan “iman” ve “İslam” ile çok yakından ilişkilidir. (Abdurrahman Kurt, İslam’ın İlk Döneminde İmanın Toplumsal Yansıması, Emin Yay, Bursa 2009.) Aslında güven, imanın yeryüzündeki çeşitli sosyal tezahürlerinden sadece bir tanesidir. “Kendisi için istediğini din kardeşi için de istemedikçe sizden birisi mümin olamaz.” (Müslim, İman, 71; Buhari, İman, 7.) hadis-i şerifini burada aynı bağlam içinde ele alabiliriz: Bireyin elindekini paylaşması, başkalarını düşünmesi ve onları sevmesi gibi diğerkâm özellikleri Allah’a tam inancın ve dini bütün benliğine mal etmesinin bir sonucudur.

Teoride durum böyle olmakla birlikte gündelik hayatta aynı dünyanın insanları arasında güven sarsıcı tutum ve davranışların ortaya çıkması, toplumsal sermaye eksikliğinin bir belirtisidir. Etnocentrik bir yapılanma içinde grup merkezli düşünen fertler, beşeri sermaye açısından ne kadar bilgi ve becerilerle donanımlı olsalar da, yeterli toplumsal sermaye birikiminden yoksun olmaları sebebiyle nasların tam aksi yönünde hareket edebilmektedirler. Türkiye’yi 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimine maruz bırakan sosyolojik süreç, tam da böyle bir durumu yansıtmaktadır. Sevgili Peygamberimiz, ıslak buğdayı çuvalın altında gizleyip üstünü kuru göstererek satan satıcıyı bile “Bizi aldatan bizden değildir.” diyerek uyardığı hâlde isimleri devlet güvenlik kayıtlarına FETÖ/PDY olarak geçen grup mensupları, -ima ile namaz, duruma göre alkol alma, farklı kılıklara girme gibi- çeşitli şekillerde kendilerini maskeleyerek, aynı resmî kurum ya da örgütlerde birlikte yer aldıkları insanları aldatmaktan çekinmemişlerdir. Akla gelmez, çok karmaşık kamuflaj ve maskeleriyle onlar ne kadar güvenilmez kimseler olduklarını da tüm insanlığa göstermiş oldular.

Gerçekte belirli sırları olan sır grupları dışarıdaki insanlara güven verecek derecede hiçbir zaman şeffaf değillerdir. Dolayısıyla, içerisinde yaşadığı toplumu hiçe sayarak toplumsal güven bunalımına yol açan kapalı sır grupları hiçbir zaman başarılı olamayacaklardır. Zira toplumun çoğunluğu, maskeli yüzlerini tanıdıkça onlardan kurtulmanın yollarını arayacaktır.

Bu yapının toplumda yol açtığı güven bunalımının sosyopolitik ve ekonomik bir dizi olumsuz sonuçları ortaya çıktı. Darbe girişimiyle toplumun birliğine, devletin hiyerarşik yapısına kastedildiği ve aynı zamanda sosyal bir ayrışmanın hedeflendiği anlaşıldı. Tüm bunlar ülke ekonomisini de kaçınılmaz bir şekilde olumsuz etkiledi.

Darbeler Üçüncü Dünya ligine ait en tehlikeli fenomenlerdendir. Darbenin sonuçları, savaş mağlubiyeti kadar sosyopolitik ve kültürel hatta dinî açıdan tahrip edici olabilir. Bu nedenle, hangi kesim ve sınıftan gelirse gelsin, ekonomik ve eğitim düzeyi gittikçe yükselen bir ülkede darbe girişimleri başarısızlığa mahkûm kalma durumundadır. Üçüncü Dünyalığı kabul etmeyecek derecede bilinçli toplumlar, eninde sonunda ülke istikrarını ve toplumsal güvenlik düzeneklerini bozma amacındaki tüm girişimleri püskürtecek ve mensuplarına hak ettikleri cezaları vermekten çekinmeyecektir. Zira toplumsal sağduyunun gücü her zaman mekanize silahlardan üstündür.

Sonuç olarak, toplumsal güvenlik ihtiyacı bir toplumun inançlarından siyasi ve ekonomik yapısına kadar tüm yerleşik teamüllerini ilgilendiren bir durumdur. Güven duygusu zedelenen toplumlar, bir çocuk gibi güvensizlik durumlarında kaos ve anomi yaşarlar. Gelinen noktada, sağlıklı bir güven toplumu için bundan sonra yapılması gereken, herkesin eteğindeki taşları döküp özeleştiri yaparak hatalarından dersler çıkarması ve gelecek için elini taşın altına koymasıdır.