Makale

Abdulvahid Van Bommel: “İman sağlam kalemiz olmalı. Kalemiz sağlam olursa yıkılmaz.”

Abdulvahid Van Bommel:
“İman sağlam kalemiz olmalı. Kalemiz sağlam olursa yıkılmaz.”
Dr. İrfan Sevinç
Murakıp / Çankaya Müftülüğü
1944’te Amsterdam’da doğdum. Eğitim hayatına orada başladım. Ortaokul ve liseden sonra (Türkiye eğitim sistemine göre söylüyorum, çünkü Hollanda’da orta öğretim sistemi farklı) iki sene edebiyat ve felsefe okudum.
Daha sonra müzik eğitimi için konservatuara gitmek istiyordum. Fakat o sıralarda İslam dinine karşı ilgim arttı. Arttı diyorum çünkü daha önceden az da olsa İslamiyet hakkında bilgim vardı. 1960’lı yıllar idi. Lisede öğrenci iken bize din dersi olarak beş ayrı din hakkında bilgi veriliyordu; Hinduizm, Budizm, Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyet. O yıllarda bana İslam dini çok çekici gelmişti.
Lisedeki din derslerimize papazlar geliyordu. Orada dersler esnasında duyduğum İslam kelimesinin kendisi bile bana hoş geldi. Ondan sonra biraz araştırarak okumaya başladım.
Sınıfımda bir Malezyalı Müslüman kardeşimiz vardı. Adı Nasif Nur idi. O, benimle ilgilendi. Onunla arkadaşlığımız beş yıl devam etti ve ondan İslamiyet’le ilgili biraz bilgi öğrendim.
1967 senesinde de Endonezyalılarla tanıştım. Sonra o topluluk içerisinde beş yıllık bir araştırmadan sonra Allah hidayet nasip etti ve 1967 senesinde 23 yaşında iken kelime-i şahadet getirerek Müslüman oldum. Müslümanlığı seçmeme sebep, kendi merakım ve ilgim oldu. Benim için önemli olan şey, insan ile Allah arasında bir bağın olmasıdır. Şahsıma ait olan bir din duygusu ve doğrudan irtibat kurabilmek, benim için çok mühimdi. Aynı zamanda İslamiyet’te dünyevi ve uhrevi işlerin beraber gitmesini beğendim. Benim için bunlar İslamiyet’i seçmemde önemli rol oynadı.
Birkaç ay Hollanda’da kaldıktan sonra İslam dini üzerinde eğitim yapmaya karar verdim ve Türkiye’ye gittim. 4,5 ay Mersin’de özel bir Kur’an kursunda kaldım. Daha sonra 1971 senesine kadar İstanbul’da eski medrese usulü ders veren Kur’an kurslarında okudum. Bu benim için otantik bir şey oldu. Sağlam bir dinî temel oluşturabilmek için bu usul bana verimli gelmişti. Daha sonra Hollanda’ya döndüm ve Utrecht şehrinde birkaç arkadaşla beraber İslam Dernekler Federasyonunu kurduk. O kuruluş bir şemsiye vazifesi gördü. Bütün Müslüman milletleri, Faslılar, Surinamlılar ve Türkleri bir araya getirmeye çalıştık. Oraya ilk başkan oldum. Sonradan genel sekreter oldum ve orada beş yıl hizmet verdim. O çalışmalarımız esnasında Hollanda halkına yönelik büyük bir danışma ve İslam hakkında bilgilendirme ihtiyacı olduğunu gördük.
Bu ihtiyaç zamanla o kadar arttı ki federasyonun en önemli görevi âdeta bu oldu. Daha sonra Federasyona yeni katılımlar oldu ve bazı değişiklikler yapıldı. Biz de o zaman en mühim ihtiyaç olarak gördüğümüz bilgilendirme faaliyetlerini sürdürmek için Müslümanlar Danışma Merkezi açtık ve orada faaliyetler yürütmeye başladık.
Hollanda’da bizim gibi çok sayıda Hollandalı Müslüman var. Onların en büyük ihtiyaçları eğitim. Çünkü çoğu evlenme sebebiyle veya okul arkadaşlarının etkisiyle Müslüman olmuş durumdalar. Yani araştırarak değil. Dolayısıyla İslamiyet hakkında bilgileri eksik. Bu helal, bu haram. Şunu içeceksin, şunu içmeyeceksin gibi emir ve yasaklar manzumesi. Fakat sorulduğunda neden yasak olduğunu bilmiyor. Yani hikmet tarafı eksik. Bu nedenle fıkhi bilgilerin dışında bunların hikmet tarafını da bilmeli, İslam’ın güzelliklerini iyi anlamalı ve anlatmalıyız.
Hollanda’da İslamiyet’e yöneltilen tenkitleri, karşılaşılan zorlukları ve ağır baskıları bir meydan okuma gibi karşılıyorum. Ben bir Müslümanım ve benim dinime eleştiri yöneltiliyor. Ben bunun cevabını vermeliyim. Eksiklerim varsa kendimi geliştirmeliyim. İşte o zaman bu eleştirilere ve saldırılara sağlıklı bir şekilde karşılık verebilirim. Ama eğer biz komplekse kapılır ve “Biz kötüyüz, biz şuyuz, biz buyuz” dersek, o zaman sağlıklı bir Müslüman topluluk oluşturamayız. Onlar bize meydan okuyorsa biz de karşılık vermeliyiz. Bunun için kendimizi hazırlamalı ve hazır olmak için çalışmaya devam etmeliyiz.
Bommel’in düşünceleri
Bir insanın kalbine ulaşmak için onun hayatını bilmek gerekli. Onun için empatinin önemli olduğunu düşünüyorum. Empati işin en merkez noktası benim için. Birisine bir yol göstermek ve onda bir davranış değişikliği gerçekleştirebilmek için onun hayatını bilmek, kültürünü bilmek, ondan gelecek soruları bilmek ve en önemlisi onu dinlemek gerek. Yani usul meselesi.
Bir insan kendi dininin merkez noktasına ne kadar yaklaşabilirse, (gerçekten merkez noktası, iman noktası, müracaat noktası) ne kadar derine inebilirse, benimseyebilirse; karşısındaki insanı da o derecede tanıyor. Ondaki o noktaya ulaşabiliyor. İnanç boyutu yönüyle kim olursa olsun fark etmiyor. Yunus Emre ve Ahmet Yesevi gibi zatları ben zaten paralel olarak görüyorum. Ahmet Yesevi, Yunus Emre basit ve halkın anlayabileceği bir üslup ile kendilerinin en derin püf noktalarını anlatabilmişler. İşte işin bütün hikmeti orada yatıyor. O nasıl halka ulaşabildi ve hâlen ulaşabiliyor. Yunus Emre’yi hâlen bu asırda Türklerin yanı sıra bazı Hollandalılar da çok beğeniyorlar. Yunus Emre bugün de yine aynı basit ve herkesin kullandığı kelimelerle halka ulaşabiliyor. Bu konuda Avrupalı büyük bir filozof şöyle diyor: “Eğer biz mühim meseleleri, felsefi konuları, temel hayati meseleleri ve büyük sorunları basit, herkesin anlayacağı bir lisanla anlatamazsak, o zaman susmamız lazım.” İşte o insanlar gerçekleri çok basit bir şekilde anlattılar. İşte Yunus Emre o büyüklerden biridir.
İman kalemiz sağlam olmalı. Çünkü iman bir kaledir. Sağlam olursa yıkılmaz. Kale sağlam olunca onlar istedikleri kadar söylesinler, yapsınlar, etsinler zarar veremezler.