Makale

MEHMET NURİ YILMAZ İLE YAPILAN RÖPORTAJ

Röportaj:

ÜLKE GÜNDEMİNE YERLEŞEN AÇIKLAMALARIYLA İLGİLİ DİYANET İŞLERİ BAŞKANI
MEHMET NURİ YILMAZ
İLE YAPILAN RÖPORTAJ

Harun ÖZDEMİRCİ
Dini Yayınlar Dairesi Başkanı

Geçtiğimiz ay yazılı ve görsel basınımızda yer alan Diyanet İşleri Başkanımız Sayın Mehmet Nuri YILMAZ’ın çarpıcı açıklamaları ülke gündemine oturdu. Bir çok bilim adamı, siyasetçi ve çeşitli ülke temsilcileri bu açıklamaları tartıştılar. Sayın YILMAZ’ın; demokrasinin İslam’a en uygun yönetim tarzı olduğu, İslam ülkelerinin mutlaka demokrasiye geçmesi gerektiği, kadın ve erkek eşitliği, İslam aleminde kadının kabullenilmesi mümkün olmayan bugünkü durumunun İslam’dan değil geleneklerden ve dinin doğru yorumlanmamasından kaynaklandığı, Müslüman ülkelerin Batı dünyasındaki kötü imajının düzeltilmesi gerektiği, Türkiye’nin bu açıdan bu ülkelere model olabileceği tarzında başlıklara ayırabileceğimiz açıklamaları, hem ülke içinde ve hem de dışarıda oldukça yankı buldu.
Olumlu birçok tepkinin yanında bu açıklamaların yapılış nedenleri ve zamanlaması üzerine az da olsa bazı spekülasyonlar da yapıldı. Diyanet İşleri Başkam’mn bu açıklamaları siyasilerin isteği üzerine yaptığını, sloganlardan ileri geçmeyen sözlerden ibaret olduğu tarzında eleştiriler de geldi. Diyanet İşleri Başkanlığı yeni bir misyon mu yükleniyor, yoksa AB’ye girmek için çaba sarfeden Türkiye’de yeni bir dini anlayış mı yerleştirilmek isteniyor ve Diyanet İşleri Başkanlığı buna alet mi oluyor tarzında soruların da yöneltildiği, ancak bizim açımızdan Ülkemiz ve İslam alemi için oldukça önem arzeden bu açıklamaları ve arka planını Diyanet Aylık Dergi okuyanları için Diyanet İşleri Başkam Sayın Mehmet Nuri YILMAZ’a sorduk. Görüşlerini aldık. Şimdi bu görüşleri siz okuyucularımızla paylaşmak istiyoruz.
Sayın Başkamın, geçtiğimiz günlerde basında yer alan, gerek İslam ülkelerine ve gerekse içeriye yönelik çarpıcı değerlendirmelerinize ilişkin sizinle konuşmak istiyorum. Bu değerlendirmelerinizi daha geniş ölçülerde bir kez de Dergimiz için yapmanızı okuyucularımız adına arzuluyorum. Ama daha önce bu açıklamalarınızın arka planı ile ilgili sorularım olacak. Malumunuz açıklamalarınızın hemen akabinde az da olsa açıklamanızın zamanlaması ve nedenleri üzerinde çeşitli spekülasyonlar yapıldı. Mesela; “siyasilerin isteği doğrultusunda bunlar söylendi” veya “AB üyeliğimizle ilgili görüşmelerin yapıldığı bir zamanda bu çalışmalara yönelik direktifler doğrultusunda bunları söylemek zorunda kaldığınız” gibi değerlendirmeler oldu. Bu yaklaşımlara bakışınızı ve bu açıklamalarınızın asıl arka planını sizden almak istiyorum.
Sayın Özdemirci, çeşitli basın organlarında vatandaşlarımızla paylaştığım görüşlerimi, bir kez de Diyanet Aylık Dergi’mizin okuyucuları ile paylaşma imkanını bulmuş olmaktan duyduğum mutluluğu dile getirerek sorunuzun cevabına geçmek istiyorum. Aslında sorunuzun cevabı Diyanet İşleri Başkanlığı’na Cumhuriyetimizin ilk günlerinden itibaren verilmiş olan görevde mündemiçtir. Zira Başkanlığımız toplumu din konusunda aydınlatmakla görevlendirilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığının 76 yıllık hizmet anlayışı, yüce Dinimizi asli kaynaklarından aslına uygun olarak anlatmak ve gelecek nesillere aktarmak üzerine kurulmuş ve gelişmiştir. Hiçbir zaman da bu anlayıştan sapma olmamıştır. Belki eksiklikler veya aksaklıklar olmuş olabilir. Ama anlayış ve gayret hep aynı noktada buluşmuştur.
Başkanlığımız, kendisine verilen bu ulvi görevi yerine getirirken, her türlü siyasi düşünce ve kanaatin dışında kalmaya da özen göstermiştir. Bu zaten kuruluş kanununun da bir gereğidir. Ayrıca dinimizin öngördüğü aydınlatma metodu da bunu gerektirir. Toplumu aydınlatma görevimizi yerine getirirken siyasilerden herhangi bir telkinin olmadığını böyle bir taleple hiçbir zaman da karşılaşmadığımı bütün açıklığı ile ifade etmek isterim. Yaptığımız iş, görev sorumluluğumuzun bilinci içerisinde bugünkü geldiğimiz noktada ülkemizde ve İslam aleminde mevcut yanlış algılama ve telakkilerin sonucu oluşmuş bir takım olumsuzluklara işaret etme, bunun doğru biçimini başta insanımıza ve İslam alemine aktarma gayretidir. Aslında bu durum, uzun zamandır üzerinde çalıştığımız projenin bir şekilde yansımasıdır.
Zamanlama konusuna gelince, kısa bir süre önce ülkemize gelen Suudi Arabistan’ın eski Petrol Bakanı Sayın Zeki YEMANİ’nin bazı basın organlarımızda yer alan, “Er ya da geç İslam dünyasına demokrasi gelecek. Hiçbir şey kolay olmaz. Çok kan akacak, ancak Müslüman ülkelerde değişik tipte hükümetler oluşacak” tarzındaki açıklamaları ile İslam ülkelerindeki kadının konumuna ilişkin düşünceleri hakkında görüşlerimi almak isteyen bir kıymetli gazetecimizin yönelttiği sorular üzerine yaptığım değerlendirmeler bu gazetecimizin kaleminden kamuoyuna duyurulmuştur. Özel bir zamanlaması yoktur. Kaldı ki bu düşüncelerimizi daha önce de zaman zaman çeşitli vesilelerle açıklamıştık.
Bu son açıklamamızın kamuoyundaki müspet etkileri, biraz önce de ifade ettiğim uzun süredir üzerinde çalıştığımız bir projenin diğer unsurları ile ilgili bir takım ip uçlarını veya başlıklarını halkımıza açıklamanın uygun olacağı kanaatini bizde uyandırmıştır. İşte açıklamalarımızın arka planı budur. Bunun dışında herhangi bir etkiden söz etmek mümkün değildir. Sayıları az da olsa böyle
düşünenlerin bulunması, ya da söylediklerimizin tartışılması yerine üzerinin örtülmesi gayreti güdenlerin varlığı bizi üzmüştür.
Diğer taraftan bir hususun üzerinde daha durmak isterim. Din sosyal bir vakıadır. Yüce Dinimiz İslamiyet gelişmeye açık, yenilikçi bir dindir. Dolayısıyla böyle bir dinin topluma anlatılması görevini üstlenenler, dünyadaki ve ülkemizdeki sosyal gelişmelere de duyarsız kalamazlar. Ülkemizin, AB’ye aday ülke olarak kabul edilmesinden sonra uluslararası ilişkilerimiz yeni bir boyut kazanmıştır. Ülkemizde evrensel değerler bağlamında yeni tartışmaları da gündeme getirmiştir. Açıklamalarımızın bu süreçle ilgilendirilmesi bizi çok rahatsız etmez. Çünkü İslam evrensel bir dindir. Evrensel değerler üzerine yapılan tartışmalar alanında da dinimizin söyleyeceği çok şey vardır. Biz de bunları her zaman söylemeyi dini ve milli bir vazife sayarız.
Sayın Başkanım, dilerseniz şimdi, yaptığınız açıklamalarda işlediğiniz konular üzerinde tek tek duralım. Bu söyleşinizde basında sürman- şetten verilen bir konu var. “Kanlı mı olur, kansız mı bilmem ama İslam ülkelerine mutlaka demokrasi gelecek.” Bu başlık altında demokrasinin İslam’a en uygun idare olduğunu ve İsla- mın özünUn dikta rejimlerle bağdaşmayacağını, bir ülkenin kaderinin bir ferdin ağzından çıkacak sözlere veya imtiyazlı bir zümrenin yönetimine bırakılamayacağını, İslam’da gerilemenin istibdadi bir yönetim tarzının egemen olmasıyla başladığını belirtiyorsunuz ve bazı tesbitlerde bulunuyorsunuz. Demokrasi ve İslam, bu açıdan İslam dünyasının bugünkü durumu konusunda neler söylersiniz?
Bu konuyla ilgili basında yer alan açıklamalarımda başlığa taşınan konu, biraz önce de ifade ettiğim gibi Suudi Arabistan eski Petrol Bakanının açıklamalarıyla paralellik kurulmasından kaynaklanıyor. Bana sorulan soru, söz konusu Bakanın “Er geç İslam ülkelerine demokrasi gelecek ama çok kanlı olacak” sözleriyle ilgili düşüncelerimin ne olduğudur. Ben yüce dinimizin asli kaynaklan olan Kur’an ve Sünnet ışığında, gözlemlerime de dayanarak İslam ülkelerine demokrasinin mutlaka geleceğini vurguladım. Zeki Yamani’nin çok kan akacağı tespitine ise bunu bilemem diye karşılık verdim. Bizim buradaki değerlendirmelerimiz siyasi bir değerlendirme değil dini temele dayanan değerlendirmelerdir.
Basın organlarında açıklamalarımızın tam olarak yer alması her zaman mümkün olmuyor. Her basın organının kendine has ilkeleri ve halka yansıtma metotları var. Ben bunu saygıyla karşılıyorum. Yeter ki açıklamaların özü kaybolmasın ve amacından saptırılmasın. Bu konudaki görüşlerimiz elbette basma yansıdığı kadar değildir. Bu alanda geniş değerlendirmelere ihtiyaç var.
Sayın hocam, bu değerlendirmelerinizi basına yansıyan ve yansımayan yönleriyle dergimize yapabilirsiniz.
Neden demokrasi İslam’a en uygun bir yönetim biçimidir diyoruz? İslam bir dindir, demokrasi ise bir yönetim biçimi. Bernard Lewis’in de belirttiği gibi ; bir din olarak İslam inanç, ibadet, öğreti, ideal ve fikirler toplamı olduğu gibi aynı zamanda bu dinin kumandası etrafında ortaya çıkmış olan bir uygarlık bütünüdür (İslam and Liberal Democracy; A Historical Overview). Bir yönetim biçimi olarak demokrasi ise kaynak olarak halk iradesine dayanan, amaç olarak toplumun iyiliğini hedefleyen, yönetim olarak ise demokratik diye adlandırılan bir takım usûllerle çalışan bir siyasal yönetim tarzıdır (Samuel P. Huntington).
İman, ibadet ve ahlak ilkeleri bütünü olan İslam’ın herhangi bir yönetim biçimini gerektirdiği veya terviç ettiğini gösteren teorik bir unsur mevcut değildir. Yani İslam bir yönetim biçimi öner- memiştir. Ancak yönetimin evrensel ilkelerini ortaya koymuştur. Müslümanlığın özü dikta rejimlerle bağdaşmaz. Kralların ya da sultanların mutlak hakim olmaları, devleti yönetmeleri İslam’ın ruhuna terstir. Bir ülkenin, bir milletin kaderi, bir ferdin ağzından çıkacak sözlere veya imtiyazlı bir zümrenin yönetimine bırakılamaz. İslam’ın ilk döneminde uygulanan yönetim biçimi eşitlik temeline dayanır. Müslümanlıkta adalet, eşitlik, işleri ehline vermek var. İstişare var. Din, vicdan, fikir hürriyeti var. İnsanlık için bunlar vazgeçilemez unsurlardır. Bir ülkede bunlar varsa, orada Müslümanlık var demektir. Bunların olmadığı ülkede adı ne olursa olsun İslam tam manasıyla yaşanamaz.
Hz. Ömer (r.a.), “Sustuğunuz sürece sizde hayır yok, konuşursanız sizde hayır vardır” der. Yani İslam dini susan, bir kişiye veya zümreye boyun eğen bir toplum istememektedir. Konuşan, haklarına sahip çıkan, yönetimi denetleyen, yönetime ortak olan bir toplum istemektedir. Demokrasi bir şahsın, bir kralın veya zümrenin ülkeyi yönetmesi değil, insanların yönetimi belirlemesini öngörür. Dünyada gelinen bugünkü durumda, demokrasinin olmadığı ülkelerde fikir hürriyetinin gelişmesi mümkün değildir. Fikir hürriyetinin gelişmediği bir ülkede ilmin de, sanatın da gelişmesi mümkün değildir. Bütün bunları bir araya getirdiğimizde, demokrasinin İslam’ın özüne en uygun yönetim tarzı olduğunu görüyoruz.
Sayın Başkanım, yanlış anlamıyorsam, İslam açısından hayatın olmazsa olmaz şartlarından sayılan “hakk-ı hürriyet”, “hakk-ı ismet” ve “hakk-ı temellük (mülkiyet)” üç hakkın ancak demokrasiyle sağlanabileceğini söylüyorsunuz. Peki İslamiyet’in insan haklarına bakışı ile ilgili neler söylersiniz?
Öncelikle şu tespiti yapmak lazım: İnsan hakları meselesi, İslamiyet’in önemle üzerinde durduğu bir husustur. Modem demokrasileri hayata geçiren programlar, modern yaşayışın bir eseri olarak kabul edilen haklar beyannameleri ile Kur’an ve sahih sünnetin insanlara getirdiği haklar arasında bir aykırılık yoktur.
Batıda insanın hür olarak doğduğu tarzında formulize edilen yaklaşımla, İslam’ın, “insan yaşamak için doğar” kaidesi arasında amaç bakımından bir fark olmadığını düşünüyorum. Bütün bunlar, kişinin bireysel yanına atıflardır. Burada İslam’ın başka bir özelliği de vardır. Kişinin bireysel yanının kabulünden başka toplumsal boyutuna da atıfta bulunan bir açılımı söz konusudur. Yani, İslam’da birey de vardır, mülkiyet de vardır, hürriyet de vardır. Topluluk ruhu da vardır. Bir toplumu oluşturan unsurlar arasında farklı bilgi, farklı inanç ve farklı değerler de vardır. Bu farklılıkların çatışma sebebi olmamasını sağlayan ise yine İslam’ın getirdiği engin hoşgörüdür. Bence İslam, demokrasi ve hürriyet kavramlarının kesişim noktası işte bu hoşgörüdedir.
Günümüzde insan hakları söyleminin temelini, insanların eşitliği düşüncesi oluşturmaktadır. Hz. Peygamberin Veda Hutbesi’nde yer alan; insanların kardeşliğini ve insan olmak bakımından eşitliğini vurgulayan cümleleri bu bakımdan çok önemlidir. Bu hususlar Kur’an-ı Kerimde de oldukça vurgulu bir şekilde dile getirilmiştir. Kur’an; tevhid esası çerçevesinde can ve namus \ dokunulmazlığına bir çok ayette işaret etmiştir. Bu ayetler ve özellikle bir mü mim kasten öldürmenin cezasının cehennemde sürekli kalış olduğunu belirten ayet, cana kıymanın İslam dininde ne büyük günah olduğunu da göstermektedir. Bunlara bir de Peygamberimizin şu hadisini eklemek isterim. Hz. Peygamber “İnsan Rabbin binasıdır, onu yıkan mel’undur" buyuruyor. İslam anlayışına göre insan insana eşittir. Bu eşitlik anlayışında kadın erkek ayrımı da söz konusu değildir.
Sayın Başkamın, tam burada İslam’ın kadın haklarına bakışı üzerinde durmak istiyorum. Zira basına yansıyan açıklamalarınızda en çok öne çıkan husus bu olmuştu. Kadın Erkek eşitliğinden bahsediyorsunuz. İslami gelenekte görülmesine pek alışık olmadığımız şeyler söylüyorsunuz. Kadının ev işlerini yapma zorunluluğunun olmadığı gibi... Bu konuyu biraz açar mısınız?
Evet, işaret ettiğiniz gibi belki de açıklamalarımda en fazla dikkat çeken konu bu oldu. Kadınların tarihi akışı içerisinde erkeklerden daha mahrum ve daha mağdur bir görüntü çizdikleri aşikardır. Bugün İslam alemindeki bazı olumsuz görünümler, İslam’ın kadına değer vermediği gibi haksız görüşlerin ortaya atılmasına da sebep olmaktadır. Buna cidden çok üzülüyorum. İslam’da birer insan olarak ve Allah’ın kulu olarak erkekle kadın arasında herhangi bir ayrım yoktur. Her ikisi de insandır, her ikisi de eşit derecede Allah-ü Teala’nın emir ve yasaklarına muhataptır. Erkek de kadın da yeryüzünde Allah’ın halifesi olarak, yeryüzünü
imar etmek ve orada Allah’a kulluk yapmakla sorumludurlar.
“Ben, erkek olsun, kadın olsun (ki hep birbirinizdensiniz) içinizden hiçbir çalışanın çalışmasını zayi etmeyeceğim.” (Ali İmran, 3/195) ve “O’nıın varlığının delillerinden (Allah’ın ayetlerinden) biri de kendileriyle kaynaşmanız için size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koymasıdır. Şüphesiz bunda, düşünen bir toplum için ibretler vardır.” (Rum, 30/21) Sadece bu Ayet-i kerimeler bile başlı başına, İslam’a göre kadının bir insan olarak asla ikinci sınıf olmadığını, aksine erkekle eşit olduğunu ifade etmeye yeter.
Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim; “Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz.” (Bakara, 2/187) mealindeki ifadesiyle erkek ve kadının insan olarak birbirine denkliğini ve bir birlerine olan ihtiyaçlarını çok beliğ bir şekilde anlatmaktadır.
Kadının insan olup olmadığının, ruhunun bulunup bulunmadığının tartışıldığı, tamamen erkeğe tabi olduğu ve sürekli vesayet altında bulunduğu, hatta mirastan hisse alması bir yana, kendisinin bile miras malı gibi değerlendirildiği bir dönemde, yüce İslam dini, kadının da tıpkı erkek gibi insan olduğunu haykırmış, mirastaki haklarını ortaya koymuş, sadece emir alan değil, yerine göre emir veren konumuna yükseltmiş ve onu müstakil bir zimmet sahibi yapmak suretiyle büyük bir inkılâp gerçekleştirmiştir.
Mealini vermek istediğim Tevbe Suresinin 71 ’inci ayeti kerimesi, erkeklerle birlikte kadınlarada toplumun ıslahı ve kötülüklerin önlenmesinde sorumluluklar vermekte, erkekleri ve kadınları birbirlerinin velileri ilan etmektedir. “Mii’min erkekler ve Mii’miıı kadınlar birbirlerinin velisidirler. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyurlar...”
Resûlüllah (s.a.s.)’in devlet başkanı sıfatıyla kadınlardan erkeklere tabi olarak değil de müstakil şekilde biat alması ve bu hususun, yani kadınlardan bizzat biat alınmasının Kur’an-ı Kerim’de açıkça yer alması, (Mümtehine, 60/13) İslam’a göre kadının iradesinin bağımsızlığını göstermektedir. İslam’a göre kadınlar erkeklerin sahip oldukları her türlü medeni haklara sahiptirler. Nikâh, hibe, şüf’a, emanet verme, kiraya verme, kiralama, ödünç verme, vekalet, ortaklık bölüşme- bölüştürme, dava, sulh, ikrar, vasiyet gibi bütün tasarruflarda kadınlar erkeklerin sahip oldukları haklara tamamen sahiptirler.
Yine İslam hukukuna göre karı ile kocanın mal varlıkları, mülkleri ayrıdır. İkisinin zimmeti bir değildir. Bunun içindir ki erkek fakir, eşi zengin olabilir.
Buraya kadar söylediklerimi özetlersem, İslam dininin ilk dönemlerinde kadınlar çok ileri düzeyde haklara sahipti. İslam’ın kadına tanıdığı bu haklan Arap ve Fars gelenekleri geriletmiştir. Bu geleneksel yaklaşım kadını hayattan soyutlamıştır. Birçok ülke Müslüman oldu, ama kendi geleneklerini değiştirmediler. O gelenekler sonra dinin prensipleri gibi sayıldı. Gerçek İslam’ın hayata bakışı böyle değil. İslamiyet kadınla erkek arasında bir ayrım yapmamıştır. Kadınları layık oldukları mevkie yükseltmiştir. Ancak bazı ülkeler adetleri yüzünden kadını horlamış, toplumdan tecrit etmiştir. Kadına cinsellik gözüyle bakılmıştır. Bu batıda da böyle idi. Biraz önce de ifade ettiğim gibi Batı yakın zamana kadar daha kötü durumdaydı. İngiltere’de 18, 19. asra kadar kadının ruhu var mı, insan sayılır mı, sayılmaz mı diye tartışıldı.
Kadının toplumdan bazı Müslüman ülkelerin örfleri nedeniyle tecrit edildiğini söylüyorsunuz. Bu uygulamanın İslam’ın ilk dönemlerindeki yerleşen anlayışa ve İslam’ın öğretisine uymadığını ifade ediyorsunuz. Bu döneme ilişkin, kadının toplumla iç içe oluşuna müşahhas misaller verebilir misiniz?
Elbette, çok sayıda misal vermek mümkün. İslam’ın ilk yıllarında kadının her zaman hayatın içinde olduğunu ifade ettim. Mesela kadınlar camiye gelirlerdi. Peygamberimizin huzurunda oturur, hiç çekinmeden sualler sorarlardı. Belki bugün bile kadınların sormaya cesaret edemedikleri kendi özel durumlarıyla ilgili, kadınlık halleriyle ilgili konuları sorarlardı. Camide ibadetlerini yaparlardı. Peygamberimizin konuşmalarını, hitabelerini dinlerlerdi. Önce de ifade ettim, seçme hakkına sahiptiler. Kendi mallarında tasarruf etme hakkına maliktiler. Alış-verişte bulunur, alım-satım yapabilirlerdi. Malik oldukları mallarını istedikleri gibi değerlendirebilirlerdi. Hatta ev işlerini görmek kadının görevi arasında değildi. Kadınlar öyle kocasının elbisesini yıkayıp ütülesin, evinin işlerini görsün gibi örf ve adetler, dinde kadının asli görevlerinden sayılmamıştır. Tamamen bu işler gönül rızasıyla olabilir.
Daha müşahhas bir örnek vereyim. Hz. Ömer bir hutbesinde kadınlara verilen mehirin yüksek oranlarda tutulduğunu, bunun miktarının azaltılması gerektiğini söylediğinde, mescitte bulunan kadınlardan biri kalkıyor ve “Allah ’in bize vermiş olduğu hakkı sen bizden alamazsın. Çünkü bu Kur’an’da bulunan bir hükümdür” diye Hz. Ömer’e itiraz ediyor. Hz. Ömer bu itiraz karşısında “Allah’a şükürler olsun, benim halkımın arasında yanlışımı düzeltecek böyle kadınlar var’’ diyebiliyor. Yani kadın hayatın hiç dışında kalmamıştır. Diğer taraftan yine Hz. Ömer döneminde çarşı-pa- zar denetiminin kadınlara verildiğini biliyoruz. Hisbe denilen bu görevin yani pazarlardaki düzen ve ahengin kontrol işlerinin bir nevi bugünkü anlamda zabıta hizmetlerinin kadına verildiği kaynaklarda yer almaktadır.
İslam’ın o altın çağında kadınlar savaşlara katılır, sağlık hizmetlerinde, eğitim hizmetlerinde katkıda bulunurlardı. Örneğin Hz. Aişe çok bilgili bir insandı. Peygamberimizin ashabı gelip meselelerini ona danışır ve ondan görüş alırlardı. İslam tarihinde neticeleri itibariyle tartışma konusu olsa da Hz. Aişe’nin Cemel hadisesinde komutanlık yaptığı da malumlarınızdır. Daha sonraki dönemlerden Abbasiler zamanında Halife Harun Reşid’in eşi
Zübeyde Hanım’in Bağdat Medreselerinde dersler verdiğini de bu misallerimize ekleyebiliriz. İslam Tarihinde kadınlardan, çok değerli ilim ve fikir adamlarının olduğu da bir vakıadır.
Bir kez daha tekrarlamak istiyorum. İslam’da insan insana eşittir. Kadın olsun erkek olsun insanı insan yapan ruh ve akıldır. Ruh ve akıl ise bütün insanlarda birdir. Şu unutulmamalıdır ki, ilahi tecellilerin ortaya çıkmasında en büyük amil kadındır. Yani kadın sun-i ilahi (ilahi sanat) fabrikasının dokuma tezgahıdır. Bu yüzden kadın çok değerli bir varlıktır. İslam dini kadın için hiçbir engel koymamıştır. İslamiyet’in doğuşu döneminde ki Arap yarımadasında sosyal hayatı incelersek, İslamın bu alanda bir inkılâp gerçekleştirdiğini açıkça görebiliriz.
Sayın Başkanım, kadın hakları ve demokrasi gibi konularda söyledikleriniz İslam aleminin bugünkü sosyal yaşantısına uymuyor. Bu alanda yaşanan bazı olumsuz tavırlar da dini temele dayandırılmak isteniyor. Bunun sebepleri nelerdir?
İslam’ın iki temel kaynağı vardır. Kur’an ve sahih sünnet. Bir şeyin dini olabilmesi için bu iki temele dayanması gerekir. Onun muhtevasına ve özüne uyması gerekir. Günümüzde insan hakları temeline dayanmayan bir söylemin evrensel düzeyde kabul ve başan şansı neredeyse hiç yoktur. İnsan haklarına ilişkin talepler temelde, insanın değerinin korunmasıyla ilgili taleplerdir. Kendi kutsal metinlerimizde insan haklarına ilişkin referansların bulunması biz Müslümanlar açısından bir şans ve bir imtiyaz olarak değerlendirilebilir.
Bugün Batı’da kabul görmüş evrensel değerler, insan haklarına ilişkin hükümler asırlar önce Peygamberimiz tarafından dünyaya ilan edilmiş şeylerdir. Bu bağlamda Veda Hutbesi’nin önemi büyüktür. Veda Hutbesi Hz. Peygamberin 23 yılda yaptığı ilahi duyurunun özünü, ana noktalarını bir kez daha vurgulayan tarihi konuşmanın adıdır. Veda Hutbesi’nin içeriğini iyi incelediğimizde görürüz ki, bu tarihi hitap, iç içe geçmiş ve gittikçe genişleyen dairelerden oluşur. Merkezi dairede birey yer alır. Bireyin yer aldığı bu merkezi daireyi aile, mü’minler topluluğu ve bütün insanlığın bulunduğu daireler kuşatır.
Basma yansıyan açıklamalarımda da ifade ettim. Fikir, vicdan, davranış hürriyeti Kur’an’da açıkça ifade edilmiştir. Ama ne yazık ki, bu özgürlüklerin kısıtlanması bazı ülkeler tarafından İslam hükmü gibi gösterilmeye çalışılıyor. Örfler, gelenekler, yanlış telakkiler ve yorumlar dinin özüymüş gibi sunulmaya çalışılıyor. Ülkemiz bu açıdan İslam aleminde farklı bir konuma sahip. Bizde de problemler yok değil. Ama aşılamayacak konumda da değil. Türkiye’nin demokrasi ve laiklik tecrübesi hürriyetler konusunda bizi çok farklı konumda tutuyor. Bu bizim için bir şanstır. Ülkemizde dini meseleleri tartışabiliyoruz. Bu alanda geniş araştırma yapma imkanlarımız var. İlahiyat Fakültelerimiz, Diyanet İşleri Başkanlığımız var. Ciddi çalışmalar yapılıyor.
Ben İslam ülkelerini gezip, görme şansını buldum. Buradaki gözlemlerime dayanarak şunu söyleyebilirim. İslam dünyasında bu olumsuz tavırlara karşı bir hareketlenme var. Dinin aslına uygun yaşanması için gayretler göze çarpıyor. Özellikle de kadınların hak ve hürriyetler konusunda talepleri var. Globalleşen dünyada kadının hak ettiği yere gelmesi kaçınılmazdır. Bazı İslam ülkelerinde kadının araba kullanmasına müsaade edilmiyordu. Şimdi o yasak kaldırılmış durumda. Bu nedenle diyorum ki, İslam ülkelerine demokrasi gelecektir.
Devlet otoritesi ile insan iradesi birbiriy le çarpışıyorsa, toplum rahatsızdır .
Otoriteyi yıkmak anarşiye yol açar. Aralarında ahenk kurulursa toplum mutlu olur. Hürriyetleri kaldırmak, yok saymak toplumu bir zümrenin sömürüsüne terk etmektir. Bunun için yaptığım bütün açıklamalarda İslam’a en uygun yönetim tarzının demokrasi olduğunu vurguluyorum. Anti demokratik uygulamalar İslam’la da bağdaşmaz.
Bir tarafta din adına hurafeler yayan, kadını aşağılayan, her türlü ilmi gelişmeye, teknolojiye kapalı, despot bir din anlayışı, diğer tarafta da ilim ve medeniyet adına dinsizlik anlayışı var. Yani din de, dinsizlik de istismar ediliyor. O halde dinin hurafelerden arındırılması, hürriyetlerin sağlanması, bilimsel gelişmeye açık olması, insan hak ve hürriyetlerine değer vermesi gerekir ki, bunlar İslam’ın özünde mevcuttur.
Bazı Batı ülkelerinde Müslüman ülkelere ilişkin kötü bir imaj söz konusu. Bunun elbette çeşitli sebepleri var. Ancak biraz da İslam aleminin bugünkü durumu bu imajın yaygınlaşmasına neden oluyor. Batı ülkelerinin İslam’a bakışı değişmelidir. Öyle bir Müslüman imajı meydana getirilmiş ki, İslam denildiği zaman şiddet, işkence, çağdışı görüntüler, kadını eve hapseden, sosyal hayattan tecrit eden bir görüntü veriliyor. Bu imajı silmek bizim görevimizdir. Türkiye olarak bu imajı biz değiştirebiliriz. Yeter ki dinimizi doğru anlayalım ve algılayalım.
Sözlerimizin başından beri söyleyegeldik, İslam zaten evrensel değerler üzerine oturtulmuştur.
Hz. Peygamberimiz ilahi buyrukları yayarken neden, kimler, niçin karşı çıkmıştır. O günün insanlarından karşı çıkanların bu tavırlarının sebepleri nelerdir? Bunların üzerinde I durmak lazım. Bu karşı çıkış sadece putperestliği yıktığı için miydi? Hayır. O gün Peygamberimiz ne diyordu? Zulme rıza gösterilmeyecek, zalime saygı duyulmayacak. Toplumda hak, adalet egemen olacak. İmtiyazlar kalkacak. Eşitlik sağlanacak. İnsana insan olduğu için değer verilecek. Derilerinin renklerinden, ırklarından ötürü insanlar horlanmayacak. Kadınlara bir eşya gibi muamele yapılmayacak. İlim, irfan ve erdem- liğe önem verilecek.
Bu mesajlar o günkü despot anlayış sahiplerini ve çeşitli çıkarcıları rahatsız etmiştir. Şimdi de bu mesajlardan rahatsızlık duyanlar olabilir. Şu unutulmamalıdır ki ihtiraslar üzerine kurulan dünyalar yıkılacaktır.
Sayın Başkanım, bazı çevrelerce, sizin bu açıklamalarınızın altında İslam’ın reformize edilmesi, Batıya şirin görünmek adına dinin bünyesine müdahale edilmek, muhtevasının değiştirilmesi isteğinin yattığı tarzında yaklaşımlar da sergileniyor.
Ben hep söyledim, yine söylüyorum. İslamiyet’in reforma ihtiyacı yoktur. O bizatihi kendinden önceki dinlerin reformasyonudur. Bizim yapmak istediğimiz dinin muhtevasını değiştirmek değil. Onun aslına uygun olarak anlaşılmasını ve bugünün insanına anlatılmasını sağlamaktır. Bizim ortaya koyduğumuz anlayış reformist bir anlayış da değildir. Sözlerimizin başından itibaren anlatmaya çalıştığımız çeşitli sebep ve etkiler nedeniyle dinin aslında olmayan ve asli kaynaklarına uymayan ama dinden bir unsurmuş gibi dinin de önüne konulmuş olan birtakım anlayışlardan yaşantımızı arındırmaktır. Yaptığımız iş, İslam’ın özüne uygun anlaşılmasını sağlayacak bir projeye harç koymaktır.
Sayın Başkanım, sözlerinizin başında, basında yer alan açıklamalarınızın, Başkanlık olarak uzun süredir üzerinde çalışmalar yaptığınız bir projenin yansımaları olduğunu ifade ettiniz. Bu projeden bahsedebilir misiniz?
Efendim, İslam bir medeniyet meydana getirmiştir. Bu medeniyetin çok kıymetli yazılı kaynak eserleri vardır. Fıkıh alanında, Tefsir ve Hadis alanında. Bu eserler İslam’ın anlaşılmasında önemli başvuru kitaplarıdır. Bu kitaplarda yazıldığı zamanın anlayışlarının ve yorumlarının yer aldığı da bilinen bir husustur. İlk olarak Tefsir alanında bir çalışmayı başlattık. Konulu Tefsir hazırlığı yapıyoruz. Bununla ilgili olarak alt yapı çalışmalarımız tamamlandı. Bir yıl içerisinde de ömek fasikül çıkartılmış olacak. Bu fasikül ilim adamlarına gönderilerek görüşleri alınacak. 8 cilt olarak çıkartmayı planladığımız bu tefsirdeki amacımız Kur’an-ı Kerim’in gelişen bilim ve teknolojinin ışığında, hurafelerden uzak, bugünün ihtiyaçlarına cevap verebilecek ölçüde yorumunun yapılmasını temin etmektir. Öyle sanıyorum ki bu çalışmamız İslam aleminde bir ihtiyacı da giderecektir.
Fıkıh kaynaklarının taranmasıyla da ilgili bir çalışmayı başlatıyoruz. Dinin aslından olmayıp, zamanının gelenek ve göreneklerinden yola çıkılarak yapılmış ve bugünün şartlarına göre yeniden değerlendirmeye ihtiyaç duyulan yorum ve görüşleri tespit edecek, günümüzün meselelerine çözümler üretmeye yönelik yorumlar belirlenecektir.
Bir çalışmamız da Hadis kitaplarımızla ilgilidir. Bu kaynaklar da yeniden gözden geçirilecek. Kur’an’ın ruhuna ters düşen ve Peygamberimize ait olmayan, ancak O’na isnat edilen sözler ayıklanacaktır. Kur’an’a, akla, tarihe aykırı olan sözler Peygamberimize ait olamaz. Bu çalışmalarımızın İslam’ın doğru anlaşılmasına önemli katkıları olacağını düşünüyoruz. Çalışmalarımızın sonuçlarını en kısa zamanda bilim çevreleri ve kamuoyuyla da paylaşacağız.
Bir önemli husus da, toplum içerisinde yaygın bidat ve hurafelerin tespiti ve bunların önlenmesi meselesidir. Tüm İl ve İlçe Müftülüklerimizce ülke genelinde detaylı bir araştırma yaptık. Yaygın batıl ve hurafe inanışları tespit ettirdik. Müftülüklerimiz yaptıkları araştırmaların sonuçlarım bize bildirdiler. Kurduğumuz bir heyet bu araştırmaları değerlendiriyor. Bunların nereden kaynaklandığı, hangi milletten, hangi inançtan bize sıçradığı konularında bir ilmi çalışma yapılıyor. Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in ışığında aydınlatıcı bilgiler hazırlanacak ve bir kitap haline getirilerek Müftülüklerimize gönderilecek. Bu kitaptaki donelere göre görevlilerimiz toplumu aydınlatacaklar. Bu faaliyetler bölgelere yönelik hazırlanacak aydınlatıcı bilgilerle donatılmış broşür ve filmlerle desteklenecek. İslam’ın doğru anlaşılmasının önünde önemli engellerden birisi de batıl ve hurafe inanışlardır. Bunları temizlemek ve halkımızı bu konularda aydınlatmak bizim görevimizdir.
Sayın Başkanım, verdiğiniz bilgilerden dolayı teşekkür ediyoruz.
Türkiye, mevcut bilgi birikimi, diğer İslam ülkelerinden farklı konumu ve bu alanlarda uzmanlaşmış ilim adamları ile İslam alemine örnek olabilecek durumdadır. Diyanet İşleri Başkanlığı olarak biz bu misyonu yüklenmek istiyoruz. Amacımız tüm insanlığa İslam’ın gerçek yüzünü göstermektir.
Diyanet Dergisi okurlarına çalışmalarımız hakkında bilgi verme ve görüşlerimizi açıklama fırsatı buldum. Ben teşekkür ederim.