Makale

Milli Birlik ve Vatan sevgisi

Prof. Dr. ABDURRAHMAN KÜÇÜK
Ankara Üniv. İlahiyat Fak. Dekan Yrd.

Millî Birlik ve Vatan Sevgisi

Millet ve Vatan, ruh ve vücut gibi bir bütünün parçaları... Vatan olmayınca millî değerleri yaşatmak ne mümkün!..

Bir milletin üzerinde yaşadığı sınırları belli coğrafya parçası, bir devletin hakimiyet sahası, ülkesi, yurt vatanıdır. Fertler açısından vatan, "doğum yeridir, mensubu olduğu devletin ülkesidir.
Vatan, dar anlamda, bir kimsenin doğduğu yeri, köyü, kasabası, şehridir. Geniş anlamda ve asıl anlamında vatan; manevî ve mukaddes değerleriyle, hatıraları ve ülküleriyle, millî kültürüyle kaynaşmış, geçmişi ve geleceğiyle birleşmiş kader ve tarih birliğiyle bir milletin yaşadığı ülkesidir. Alınması ve korunması için milletin uğrunda seve seve kanını akıttığı ve canını verdiği toprak, vatandır. Böyle bir vatan geçmişiyle, şimdiki durumu ve geleceğiyle milli kültürün zarfıdır. Hatıralar kadar hayallerin, özlemlerin, ülkülerin mekânıdır. Milleti geçmişiyle birleştiren ve geleceğe bağlayan yer vatandır. Orada şehitlerin hatıraları ve bütün milletin tarihi gömülüdür. Bundan dolayı vatan en mukaddes ve en sevgili varlıktır. Aile sevgisinden, millet sevgisine kadar bütün sevgilerin ocağı da vatandır. Bu sevgi uğruna nice canlar verilmiş ve topraklan vatan yapmıştır.
Bütün dinlerde vatan sevgisi yer almaktadır. Çünkü vatan olmayınca bir dinin yerleşmesi, yayılması ve hatta dinin emirlerinin yerine getirilmesi mümkün değildir. Bunlar ara-sında Islâm’da vatan sevgisi, vatan için fedakârlık hiçbir dinde yoktur. Islâm’daki "şehit olmak" şerefi en önemli motiflerden biridir. Bu motif, tarihte büyük zaferlerin kazanılmasında önemli etkenlerden biri olmuştur.
Din, dil, kültür, tarih ve ülke birliği, ahlâkta, terbiyede, örf ve âdetlerde ortak duygu ve davranışlar, ortak hedefler milleti oluşturmaktadır. Millet ve vatan, ruh ile vücut gibidir. Birini diğerinden ayrı düşünmek mümkün değildir. Çünkü din, dil, örf ve adet gibi mukaddes değerler, ancak bağımsız ve hür bir vatanda yaşatılabilir. Vatan olmazsa ne dinden, ne dilden, ne örf ve adetlerden, ne de haysiyetten bir şey kalır. Vatan olmazsa millet de olmaz, devlet de olmaz; insanlık haysiyet ve gururundan da bahsedilemez. Dinin emirlerinin rahat ve huzur içinde yerine getirilmesi, müstakil bir vatana bağlıdır. Bugün İslam’ın emirlerini yerine getirebiliyorsak, örf ve adetlerimizi koruyabiliyorsak; bunu, atalarımızın kanlarını ve canlarını feda ederek bize miras bıraktığı bu vatana borçluyuz.
İnsanların rahat ettiği, huzur içinde bulunduğu yer; aynı dine inanan,
aynı dili konuşan, aynı tarihi, mirası ve kültürü paylaşan; aynı ideali taşıyan, aynı havayı teneffüs eden insanların, eşin-dostun bulunduğu yerdir. Bu yer "anavatan"dır. Anavatan sevgisi, insanda doğuştan olan bir duygudur. Bu duygu, Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (S.A.S.) Hicret sırasında söylediği sözlerde açıkça görülmektedir. Sevgili Peygamberimiz, Mekke’den Medine’ye "Hicret"inde çok üzülmüş ve Mekke’yi terkederken şu tarihî sözleri söylemiştir: "Ey Mekke, bütün dünyada en çok sevdiğim yer, senin topraklarındır; fakat senin evlatların, beni senin duvarların arasında huzur içerisinde bırakmıyorlar". Ibni Abbas’ın rivayetine göre Allah, Hz. Muhammed’in anavatandan ayrılışından dolayı, duyduğu üzüntüyü gidermek, onu teselli etmek için Ka- sas Sûresi’nin 85. ayetini indirmiş ve Mekke’ye döneceğinin müjdesini şöyle vermiştir: "Sana Kur’an’ın tebliğini farz kılan (Allah), seni muhakkak döneceğin yere döndürecektir" Peygamberimiz, Islâm’ı Medine’de daha kolay yayma imkânına kavuşmasına rağmen, böyle bir üzüntüye kapılması insanlar için ibret olmalıdır.
Hz. Ebubekir de, Mekke’de, Kur’ân’ın açıkça okunmasına engel olunmasına çok üzülmüş ve Habeşistan’a gitmek için yola çıkmış; biraz yol aldıktan sonra bir tanıdığıyla karşılaşmıştır. O, Hz. Ebubekir’e nereye gittiğini sorduğunda Hz. Ebubekir şöyle cevap vermiştir: "Kureyş, içinde doğup büyüdüğüm beldede ikâmet etmeme engel oluyor. Onun için huzur ve sükûn içinde Allah’ıma ibadet edebileceğim bir yere gitmek istiyorum". Bundan sonra tanıdığı Mekke’nin böyle bir zattan mahrum kalmasını istemediği için, onu ikna ederek geri dönmesini sağlamıştır.
Yukarıdaki bu misaller; insanın doğup- büyüdüğü, atalarının diyarı olan yere bağlılığının, sevgisinin ve oradan ayrılırken duyduğu üzüntünün en açık örnekleridir.
Vatan sevgisi ve anavatana bağlılık ile ilgili benzer misallere sahabelerde de rastlanmaktadır. Peygamberimizin nereye defnedileceği tartışma konusu olmuş; bir kısmı Mekke’ye, bir kısmı da Medine’ye defnedilmesini istemiştir. Mekke’ye defnedilmesini isteyenler gerekçe olarak, Hz. Muhammed’in, doğduğu, nefsinin ısındığı, ayağını bastığı, ailesinin vatanı ve gezip dolaştığı yerin orası olduğunu ve bundan dolayı oraya defnedilmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Bütün bu tartışmalara rağmen Hz. Muhammed, Medine’ye defne- dilmiştir; fakat Mekke’ye defnedilmesini isteyen sahabenin gerekçeleri ve teklifleri düşündürücüdür ve bugün için de ibret vericidir.
Müslümanlar arasında "Vatan sevgisi imandandır" inancı yaygındır. Bu inanç İslam’ın ruhuna da uygun görünmektir. Çünkü insan haysiyet ve şerefine önem veren İslam, vatanımıza saldıran, varlığımızı yok etmek isteyen düşmana karşı savaşmayı, onları vatandan çıkarmayı emretmektedir. Vatanı sevmek ve korumak bize atalarımızın emaneti olduğu gibi, dinimizin de emridir. Vatan, millet, din ve namus yolunda nöbet tutmayı, fedakârlık etmeyi Peygamberimiz övmekte ve vatan müdafaası için bir günlük nöbetin, bir aylık nafile ibadetlerden hayırlı olduğunu bildirmektedir.
Vatan sevgisi kupkuru bir toprak sevgisi değildir. Bu sevgi, o toprak parçası üzerinde yaşayan insanlara, tarihe, tarihî kültüre, millî ve mukaddes değerlere beslenen sevgidir. Değerlere duyulan sevgi de, millî birliğin harcı, bir arada yaşamanın temel şartı ve garantisidir. Vatanı sevmek ve korumak dinimizin emridir, mukaddes bir görevdir. Genelde kadın, askerlikle ve harple mükellef değildir; ancak vatan savunması söz- konusu olduğunda, iş ölüm-kalım meselesi haline geldiğinde kadınlar da harbe iştirak etmektedir. Uhud Haiti’nde Zeyd b. Asım’ın karısı Ne- sîbe, Müslümanların ordusu dağılmaya yüz tuttuğu sırada büyük bir kahramanlık örneği göstermiştir. Bütün millî savaşlarda yaşanan durum Kurtuluş Haiti’nde de yaşanmış; "kadın kahramanların kahramanlığı dillere destan olmuştur. Günümüzde Bulgaristan’da, Karabağ’da,Bosna-Hersekte, Filistin’de de kadınların; din ve milliyetlerinin muhafaza edildiği "vatanlarını savunmada, nasıl görev üstlendikleri dikkatten kaçmamaktadır. Bütün bu mücadele-ler, fedakârlıklar, sıkıntılar, vatan bildiği toprakları savunmak, namus ve haysiyetini korumak, atalarından miras aldığı değerleri yaşamak ve yaşatmak içindir.
Vatan sevgisi ve vatana bağlılık hissi, Türker’de yeryüzündeki bütün milletlerden daha yüksektir. İslam’dan önce de Türklerin vatanlarına bağlılığı ve vatan sevgileri, başka hiç bir miletle kıyas edilemeyecek derecededir. Islâm’ı kabul ettikten sonra da Türklerin vatana bağlılığı ve sevgisi, İslâmî ölçüler içerisinde devam etmiştir. Bu durumu Müslüman Arap düşünürü Cahız şöyle dile getirmiştir: "Vatan sevgisi, bütün insanlara şâmil, beşere has bir histir. Fakat bu his, Türkler’de başka milletlerden daha fazladır." Türker’deki bu duyguyu Kuteybe b. Müslim şu cümlelerde özetlemiştir: "Türkler vatanlarına çok bağlıdırlar, vatanları için çırpınırlar. Hiçbir zaman vatanlarını unutmazlar. Nereye giderlerse gitsinler, vatanlarına bağlıdırlar. Türkü diğer milletlere üstün kılan âmiller, bu hususiyetlerdir ve bunu Türkler çok iyi bilirler".
Yukarıdaki iki tespit Türkler’in özelliklerini yansıtmaktadır. Hakikaten bu duygular Türk’ü Türk yapan, onu diğerlerinden ayıran özelliklerdendir. Türk’ün mazlumun yanında ve zalimin karşısında yer almasında, hakkı savunmasında ve adâleti temsil etmesinde bu duyguların rolü vardır. Çünkü Türkler vatansız dinin de, değerlerin de yaşayamayacağını bilirler. Bilirler ki, aynı değerlere sahip, aynı duyguları yaşatan insanları bira- raya toplayan "vatan"dır. Millî birliğin ve beraberliğin temel harcı da "vatan"dır. Mukaddes kabul edilen vatanın korunması ve kollanması da ancak birlik olmakla mümkündür. Güç de birlik ve beraberliktedir. Millet olma da, belli bir vatana bağlıdır. Türk Milleti, asırlardan beri hür ve bağımsız yaşamış, bağımsızlığı, yaşamanın bir gereği saymıştır. Millî anlayışa sırt çevirmenin çok acıları çekilmiştir. Kendi benliğine, milletine ve vatanına fikren, hissen sahip çıkamayan ve millî benliğini koruyamayan milletler, başka milletlerin avıdır. Bünye yara alınca, onu iyi etmek, gövdeye kurt düşünce kurdu temizlemek zorlaşmaktadır. Bugün değişik metotlarla millî birlik zedelenmek, bünye yaralanmak istenmektedir. Ülkemizde birlik ve bütünlüğümüzü hedef alan "ideolojik" yaklaşımlar yanında, "Misyoner faaliyetleri’’de kol gezmektedir. Çünkü Hıristiyan misyonerlerinin hedefi Anadolu’dur. Onlar, Türkleri Orta Asya’ya geri göndermedikçe veya Islâm’dan uzaklaştırmadıkça, rahat durmayacakları anlaşılmaktadır. Bu gayelerine varmak için de, aynı dine, aynı kültüre sahip, aynı değerleri paylaşan, "içiçe" girmiş, bu vatanı kanlarıyla sulamış insanları birbirine karşı kullanmaktadır. Uyanık olmak lazımdır. Müslüman bir yılan deliğinden iki defa sokulmamalıdır. Milli şairimiz Mehmed Akif Ersoy, şu mısralarda en büyük tehlike olarak tefrikayı görüyor:
"Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez.
Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez’1.
Yine Mehmed Akif Ersoy, üzerinde yaşadığımız toprakların şehit kanıyla yoğrulduğunu ve bu vatanı sevmenin şart olduğunu, İstiklâl Marşı’nın mısraları arasına yerleştirmiştir:
"Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ,
Şühedâ fışkıracak toprağı
sıksan şühedâ! Câm, cânanı, bütün varımı
alsın da Hüdâ, Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ".
Milletimiz tarihi boyunca hep bu şuurla yaşamıştır. Bu şuurla yaşadığı, birlik ve beraberlik içinde bulunduğu müddetçe, dünyada hak ve adalet hakim olmuştur. Günümüzde yeniden Türkler’in liderliğine ihtiyaç vardır. Bunun için de birlik ve beraberlik içinde bulunmak lâzımdır. Bu da Hacı Bektaş Velî’nin, "Bir olalım, diri olalım, iri olalım” sözünün gerçekleşmesiyle mümkündür.