Makale

İslam Tarihçisi M.Asım Köksal ile hayatı ve eserleri Üzerine...

RÖPORTAJ: A. İhsan Uslu

M.Asım Köksal ile hayatı ve eserleri Üzerine


M. Asım Koksal, telif olarak yazdığı "İSLAM TARİHİ" ve "PEYGAMBERLER TARİHİ’ n den sonra, simdi de "4 HALİFE DEVRİ’ ni yazmaya başlamış...

M.Asım Koksal Hocamızın dört bir yanı kitaplarla çevrili geniş odasındayız. Aydınlık ve havadar bir oda. Çoğunluğu Arapça ve Osmanlıca yazılmış, birbirinden kıymetli kitapların yer aldığı kütüphane, ilk adımda insanda sonsuz bir okuma arzusu uyandırıyor. Kitaplar adeta sizi, kendisine çekiyor. Kütüphane odaları oldum olasıya bana, doyumsuz ve büyülü gelmiştir. Her an, yeni yeni şeyler keşfedebileceğim bir ortam, uzak ve bilinmeyen iklimlere açılan bir pencere olarak algılamışımdır.
İşte böyle bir ortamda Âsim Hocamızla sohbet ediyoruz. Kendisini ziyaret için ayırdığımız vaktin anlamlı değerlendirilmiş olması sai-kiyle İslâm Tarihi ve yaptığı çalışmalardan kısa kesitler sunuyor. Kendi tabiriyle; "Bütün bunları bizi boş çevirmemek için anlatmış" oluyor.
Kendilerini tanımakla başlıyoruz evvela: Merhum Hafız Mehmed Edip Efendi’nin oğlu olan Asım Koksal, Rûmî 1329 yılında Kayserinin Develi Kazası, Abdulbâkî mahallesinde dünyaya gelmiş. İlk öğrenimini Deveİi Nümûne Mektebi’nde görmüş. "Maalesef Hafızlığım yoktur" diyor. Resmi olarak okullarda orta ve yüksek tahsil imkânı bulamamış.
Bundan sonrasını yine kendisinden dinleyelim:
• Kayseri ulemasından Develi Müftüsü merhum İzzet Efen-di’den medrese usûlüne göre Mukaddimât-ı Ulemâ tahsil ettikten sonra, Ankara’ya geldim. Mısıra gitmek çarelerini aradımsa da bulamadım. Bilgi ihtiyacımı karşılamak için seçtiğim mevzularda bulabildiğim kitapları okumaya koyuldum.
Ankara’da bulunduğum sırada İskilip’ti İbrahim Edhem Efendi Hazretleri ile buluşmak nasip ve müyesser oldu. Ankara’ya benim için geldiklerini söylemişlerdi.
Oniki sene özel derslerine devam ederek kendilerinden icazet aldım. Böylesi hakkımda daha hayırlı oldu.
• İskilipli İbrahim Edhem Hazretleri nasıl bir insandı?
• Hayatlarının sonuna kadar, zahirî ve batınî ilimler öğrenmek ve öğretmekten, gönüllere Allah ve Resülullah sevgisini aşılamak, ibadet zevk ve neş’esini tattırmaktan geri durmayan bu büyük veli ve ilim adamı, en kasvetli köşelerde bile manevî bir âlemin huzuru içinde yaşardı. Sohbeti muhataplarına büyük ferahlık ve huzur verirdi. Sohbetine devam edenler, içlerinin temizlendiğini hissederlerdi.
Peygamber Aleyhisselâmın ahlakıyla ahlâklı idi. Yaratılmışları, Yaratan’ından ötürü hoşgörür, kötünün kötülüğünü yüzüne vurmaz, hiç kimseye kaba, katı söz söylemezdi.
• Devlet hizmetine girişinizi anlatır mısınız? Kimlerle çalıştınız?
• Diyanet işleri Başkanlığının açtığı bir sınava girmiştik. Benimle beraber 35 kişi daha ka-tılmıştı. Sınavı kazanmış ve göreve başlamıştım. İlk Reis Rifat Börekçi ‘den itibaren sırası ile Şerefettin Yaltkaya, A.Hamdi Akseki, E. Sabri Hayırlıoğlu, Ö. Nasuhi Bilmen ve H. Hüsnü Erdem merhumlarla çalıştım.
Emekli olduğum 19 Eylül 1964 tarihine kadar 31 yıl sırası ile, Başkanlığın Sicil Şefliği, Yazı İşleri Müdürlüğü, Yayın Müdürlüğü, Hayrat Hademesi İşleri Müdürlüğü, Zat İşleri Müdür Vekilliği ve en sonunda da Müşavere ve Dinî Eserleri İnceleme Kurulu Aza Baş-muavinliği(*) vazifelerinde bulundum. İslâm Tarihi’ni yazabilmek için de emekli oldum.
• Bunun dışında neler yaptınız efendim? Bu dönemde bir de E. Sabri Hayırlıoğlu’nun basına konu olduğu bir olay vardı. Sizin bu olaydaki rolünüze de değinir misiniz?
• Hemen her hafta, herkes tarafından büyük ilgi ve takdirle karşılanan dinî ve millî, ahlâkî muhtevalı radyo konuşmaları yaptım.
Memuriyet hayatımda dairenin vazifem dışındaki her işine koşmaktan geri durmadım. Başkanlığın Hukuk Müşaviri bulunmadığından hukukî işler tarafıma bırakılmış, Başkanlık İnzibat Komisyonu, Raportör Azalığı da bana tevdi edilmiş, çalışmalarım takdirle karşılanmıştı.
Karşılaştığım türlü güçlükleri, haksızlıkları sabır ve tahammülle, hoşgörülükle yenmeye çalışmış ve yenmişim-dir. Hatta bu uğurda taşlandığım bile olmuş, fakat, "Ulaşmaz semaya atılan taşlar, atanın başına düşmeye başlar!" diyerek müteselli olmuşumdur.
• Evlilik hayatınız ve çocuklarınızdan kısaca söz eder misiniz?
• 1935 yılında yaptığım ilk evlilikten ikisi kız ve birisi erkek üç çocuğum oldu. Zevcemin 1951 ’de vefatı ile yapılan ikinci evlilik neticesinde, ikisi kız, ikisi erkek dört çocuğum dünyaya geldi.
Başkan E.Sabri Hayırlıoğlu tarafından yapılan ve Kur’an-ı Kerimin yeni harflerle yazıla-mayacağı, basılamayacağı hakkındaki beyanat, basının şiddetli tepkisiyle karşılanması ve iddiasını ispatlayamadığı takdirde istifaya davet edilmesi üzerine, Müşavere Kurulu’nca bir haftada hummalı bir faaliyetle hazırlanan ve Himyerilerden alındığı sabit bir yazıya Semavî ve İlahî bir mahiyet vermeye çabalayan bir tezi bir yana bıraktırıp, Arap yazısının şu veya bu mil-letten alınmış olmasının, önemli olmadığı, asıl önemli olan Peygamberimiz (a.s.) tarafından, Kur’an-ı Kerim’in, ilk defa bu yazı ile yazdırılmak sureti ile oluşan bir sünnetin değiştirilmesi bahis konusu olup, hiç bir din adamının bunu kolay kolay göze alamayacağı, tarzında hazırladığım tebliğ, basın mensupları huzurunda okutturulup diller tutulmuş, böylece istifa krizi atlatılmış oldu.
• Yazarlık hayatınız nasıl başladı? Basılmış ya da basılacak eserleriniz nelerdir? isimlerini kısaca sayar mısınız?
• Yazıyla ilişkilerim Mehmed Âkif Merhumun Safahat’ını ezberlercesine okumaya ve dinî manzumeler yazmaya başladığım 1927 yılından başlar.
Bugüne kadar kaleme aldığım eserlerimse şunlardır: Armağan, Peygamberler, Pey-gamberimiz, Ezanlar, Gençlere Din Kılavuzu, Din Bilgisi I, II, Tevbe, Reddiyye, Bir Ame-rikalı’nın 23 Sorusuna Cevap, Hristiyanlık Propagandası Münasebetiyle Bir Açıklama, İslâm Tarihi, Kerbela Faciası, Sohbetler, Va’zlar, Türkçe Ezan Meselesi, Şeyh Bedrettin, İlmiye Salnamesi Zeyli, Makaleler, Şeyh Ahmed Kud-dusi, Konferanslar ve Peygamber Tarihi.
• Hocam, İtalyan müsteşrik Kaetani’nin İslâm Tarihindeki isnad ve iftiralarına karşı, sizi reddiye yazmaya iten sebepler nelerdi?
•Reddiye’yi yazmama Kaetani’nin islâm Tarihi, benim İslâm Tarihi’ni yazmama da Reddiyye’yi yazmam sebep oldu.
İtalyan müsteşriklerinden Kaetani (1869-1935) tarafından yazılıp, Hüseyin Cahid ta-rafından dilimize çevrilerek, 1924 yılında "İslâm Tarihi" adıyla yayınlanan kitap; dinimize, Peygamberimize, As-hab-ı Kirama, islâm âlimlerine hakaret ve tecavüzde emsalini gölgede bırakmış; kullandığı şaşırtıcı taktik sayesinde maalesef, bazı münevverleri-mizce de(!) İslâmiyet ve Islâmî konular için en mevsuk, en emin, en ilmî bir kaynak imiş gibi telakki olunmuş, kitap ve ansiklopedilere ondan aktarmalar yapılmış, Islâmî konuları asıl kaynaklardan inceleyerek gerçeklere vakıf olmayan nice kişilerin akidelerini alt üst etmiş ve hatta diyebiliriz ki; bazılarının İslâmiyetle ilişkilerini kestirmekle kalmamış, Islâmiyete açıktan açığa düşman kesilmelerine de yol açmıştır.
1955 yılında Develi Kazasında izinli bulunduğum sırada, eski milletvekillerinden ve Ka-etani’nin hayranlarından Osman Coşkun Beyin, münevver bir zümre huzurunda, Ka-etani tarihine dayanarak bana yönelttiği soruları dört saat cevapladıktan sonra, Kae-tani gibi garazkâr bir müsteşrikin yanlış ve çürük görüşlerine, tetkiksiz ve tahkiksiz tellallık edildiğine dikkat çekmem, muhatabımın da, "dünyada Kaetani’nin mütea-lalarını red ve cerh edebilecek bir adam bulunabileceğini sanmadığını" iddia etmesi üzerine", müslümanların aciz bir ferdi olmama rağmen, istenilirse Kaetani tarihinin mahiyetini ortaya dökebileceği-mi" söyledim.
Muhatabım, "Bugüne kadar böyle bir babayiğit çıkmadığını, bundan sonra da çıkabile-ceğini sanmadığını" iddia etti.
Ben de, "Bunu zaman gösterecektir!" dedim ve kendisine söz vermiş oldum.
• Efendim, daha sonra neler oldu?
• Ankara’ya dönünce, yaptığım müracaat üzerine Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu iş için vazifelendirdiği heyet, iki toplantı yaptıktan sonra maalesef bir satır bile yazmadan, yazmak nasip olmadan dağıldı.
Tek başına, beş yıl, geceyi gündüze katıp çalışmak vazifesi, böylelikle bu acize kalmış oldu.
Kaetani’nin tarihi -nedense-Hüseyin Cahid’e, çok âlima-ne, tarafsız ve hayırlı görülmüş ve bunun için onu, dilimize çevirmekten kendisini alamamış!
Mütercim, iki sahifelik ön sözünde: İslâm Tarihini bile Avrupa dillerinden tercümeye mecbur olmaya üzüldüğünü ve bir ecnebi tarafından yazılmış olan İslâm Tarihini tercüme etmekteki mahzuru düşündüğünü hatırlattıktan sonra, bizde bir İslâm Tarihi bulunmadığı, Kaetani tarihinin ise "büyük ilmî kıymet" taşıdığı ve bu kitabın Avrupa kaynaklı İslâm tarihleri arasında en mükemmeli ve tarafsız yazılmış bulunanı olduğu için tercüme ettiğini, kitabın sırf tarihe aid kısımlarından edilecek istifadenin pek büyük olacağını ve kendisinin de bu istifadeyi düşünerek hareket ettiğini söyleyerek, müslümanları Kaetani ile baş başa bırakıp, aradan çekil-mekte, daha doğrusu düşman gibi vurup, dost gibi başucun-da ağlamaktadır.
Kaetani’nin tarihi baştan başa tezadlar, birbirini tutmayan görüşlerle doludur.
• Hocam bunun dışında bu kitap üzerine tarihî bilimsellik açısından neler söyleyebilirsiniz?
• Bir tarihin mükemmel olabilmesi için, kaynaklarının sağlam vesikalarına, tahlil ve muhakemelerinin ilmî usul ve kaidelere uygun ve isabetli olması, indi hüküm ve görüşlerden, tezad ve tenakuzlardan her türlü tarafgirlikten garazdan, uzak bulunması gerekmez mi?
Kaetani’nin, haydi, müslümanların hadis ravileri ve rivayetleri hakkında va’z ve ha-rikulade bir maharet ve muvaffakiyetle uyguladıkları kaidelere riayet edemediği ve edemeyeceğini kabul edelim, fakat, Modern Tarih intikadı kaidelerine olsun riayet etmesi gerekmez miydi?
Kendisinin , bu husustaki riayetsizliğini gösteren misaller, kitabının hemen her sahi-fesinde göze çarpar.
Açıkça söyleyelim ki: Kaetani’nin, dinimiz, Peygamberimiz, kitabımız... hakkındaki telakkilerinde de -Hüseyin Ca-hid’in bütün iddialarına rağmen- maalesef, tarafsızlık ve hayırhahlıkla bağdaşacak bir yön bulunmamaktadır.
Eğer bu kitap, Peygamberimiz ve İslâmiyet aleyhinde değil de, İsa (a.s.) ve Hristi-yanlık aleyhinde yazılmış ve yayılmış olsaydı, yer yerinden oynamaz mıydı?
Ne acıdır ki, Kaetani’nin İslâm Tarihi, Türkiye Maarif Vekaleti (MEB) Telif ve Tercüme Encümenince tetkik ve tasdik edilerek basılmış, bütün devlet erkanına, milletvekillerine, kitaplıklara ve her isteyene parasız olarak takım takım dağıtılmıştır. Bugün, Diyanet işleri Başkanlığı’nın kitaplığında bile üç takım bulunmaktadır.
Altı yıla yakın bir süre çalışarak, 500 sahifelik Reddi-ye’mi daktilo edip, Müşavere ve Dini Eserleri İnceleme Kurulunun tetkikine arzettim. Nihayet, "İtalyan müsteşriki Kaetani’ye, ilme ve İslâmiyete has ağırbaşlılık ve nezaketle layık olduğu cevabı veren bu reddiyye, aynı zamanda Kaetani tarihine istinad eden neşriyata da bir cevap teşkil edeceği cihetle, Başkanlık yayınları arasında yer almasının uygun olacağının" ifade edildiği 1960 tarihli kararla bu kitap basılabildi.
• "Hz. Muhammed Aleyhisselam ve İslâmiyet" adlı 18 cilüik eserinizi hangi şartlar altında ve ne gibi bir amaçla kaleme aldınız?
• Kaetani’nin yazdığı İslâm Tarihini yıllarca inceledikten ve yalan-yanlışlarını ortaya koyduktan sonra, Peygamberimiz (a.s.)’ın hayatına ve dinimize aid bilgileri ana kaynaklarından derleyip yaymaya ve yabancı tercümeleri aradan çıkarmaya şiddetle lüzum duydum.
Peygamberimizin hayatını okumak ve öğrenmekte, kadın, erkek, genç, ihtiyar her Müslüman ve hatta her insan için tertemiz, ibretli, kutlu bir hayatı örnek edinip, kendilerini kötü örneklerin tesirlerinden kurtarmak, Peygamberimize olan sevgi ve bağlılığı pekiştirmek ve bunun sonucu olarak ta dünyada ve ahirette mutlu bir hayata erişmek vardır.
Bu kitabımda ben sadece kaynakları konuşturmak istedim. Şahsi görüş ve düşünce-lerimle araya girmekten, vakaların arı-duru havasını bozmaktan son derece kaçındım. Eskilerin ve yenilerin yadırgamayacakları açık ve düzgün bir dille yazmaya çalıştığım kitabımdan her sınıf okuyucunun yararlanacağına inanıyorum.
Hayatımın en mutlu devri, hiç şüphesiz Peygamberimizin hayatına ait kitabımı yazmakla geçirdiğim 22-27 yıllık zaman olmuştur. Çünkü başından sonuna kadar bütün bir devri, olanca çileleri ve mutlulukları ile Peygamberimiz ve Ashabının yanında yaşamış gibi idim. Kitabımı okuyanların da aynı şeyi tadacaklarını, aynı kanaata varacaklarını sanıyorum.
• Pakistan’da açılan Sîret-ün Nebî Yarışmasına nasıl katılmıştınız?
Benim böyle bir yarışmadan ne haberim vardı, ne de katılmak gibi bir niyetim. Türkiye Yazarlar birliği Yönetim Kurulu, İslâm Tarihi eserimi yarışma için Pakistan’a teklif etmişti. Hiç düşünmemiş olmakla beraber, bir kitabın yararının İslâm dünyasında yaygın bir hale gelmesindeki büyük rolünü ve müellifini manen mutlu kılacak sonucunu gözönünde tutarak, bu husustaki kararımı dikkate alıp yarışmaya katılmıştım.
• Kitabınızın birincilik kazanması sizin için bir sürpriz mi olmuştu?
Hayır. Zira bu yarışmaya sayısız kaynaklarımızın derinliklerine inip Peygamberimizin hayatını 18 cilt olarak en geniş, en mevsuk bir tarzda yazmak, aynı zamanda İslâm düşmanlarının türlü isnad ve iftiralarını da inceleyip, reddetmek için benim gibi 22-27 yılını harcamış ve daha fazlasını harcamayı da göze almış bir kimsenin daha katılmış olabileceğini pek sanmıyorum.
• Bundan sonrası için yapmayı düşündüğünüz çalışmalardan kısaca sözeder misiniz?
Yüce Allah’ın yardımıyla daha önce yazmayı planladığım Peygamberler Tarihini bugün yazmış bulunuyorum. Bundan sonra inşaallah Dört Halife devrini yazmaya başlayarak, bu hususta, daha önceki vadimi de yerine getirmeye çalışacağım.
Hocam son olarak okuyucularımıza bir cümleyle ne söylemek istersiniz?

Azimli ve sebatlı olunca, insanın hayatta başaramayacağı hiçbir şey yoktur, vesselam.