YUNUS EMRE’NİN DİVANINA GÖRE XIV. YÜZYILDA ANADOLU’DA SOSYAL HAYAT
Doç. Dr. Mehmet ŞEKER*
GİRİŞ
III. Yüzyılın ikinci yansında ve XIV. yüzyılın başında yaşayan Yunus, bir Anadolu Türk insanıdır. Onun yaşadığı dönem, Anadolu Selçuklularının (468-708 h/1075-1308 m.) sonu ite Osman Gazi (öl. 726 h/1326 m.) devirlerine rastlamaktadır. Bu devir Anadolu’sunda; güçlü bir merkezî idarenin yokluğu, ülkede anarşinin artmasına yol açmıştır. Zira Moğollar karşısında, Kösedağ yenilgisi (646/26 Haziran, 1243), Anadolu Selçuklu Devletinin temelinden sarsmış bulunuyordu(1).
Bunun sonucu olarak, Anadolu’da sosyal düzenin temelinden bozulması, halkın tekkelere ve mutasavvıflara iltifat ve teveccüh göstermelerine yol açmıştır. Bununla beraber, tekkelerin ve şeyhlerin nüfuzu da tabiatiyle artmıştır. Çünkü mutasavvıflar, Anadolu insanının en çok ihtiyaç duyduğu ruhi ve manevî asayiş ve sükûnu sasıyacakları bir ortamı vadediyorlardı.(2)
İşte böyle karışık bir ortamın hüküm sürdüğü bîr dönemde yaşayan Yunus Emre’nin hayatı hakkında çok şey bilinmemekte beraber, Onun 82 yaşında olduğu halde, h 720/m. 1320 yılında vefat ettiğine dair önemli bir bilgi(3) günümüze kadar ulaşmış bulunmamaktadır. Ayrıca Divân’ı ite Risâletu’n-Nushıye adlı eserleri incelenerek Onun düşünce ve görüşleri tesbit olunabilir. Biz bu araştırmamızda Yunus Emre’nin Divanını esas alarak Yunus’un yaşadığı çağda Anadolu’nun sosyal hayatı hakkında, kendisinin verdiği bilgileri bir değerlendirmeye tâbi tutacağız.
Bilindiği gibi Yunus Emre, Divân’ında; Hint, Iran, Yunan Roma mitolojilerinden, Kur’ân-ı Kerîm’in peygamberlere dair verdiği bilgilerden, çeşitli erenlerin ve velilerin hikâyelerinden, sofi menkıbelerinden, Leyla-Mecnun, Ferhat-Şirin ve Hüsrev gibi Klasik İslâmî edebiyata geçmiş âşıklardan bahseder.(4) Yer yer Kur’ân âyetlerine, Hz. Peygamberin hadislerine atıflarda bulunur. Bu arada çevresinde gördüğü olaylardan da etkilendiği ve bu olayları dile getirdiği görülmektedir. Yunus Emre yalnız Anadolu’nun sınırları içinde değil Suriye, Irak ve Azerbaycan yörelerini de dolaşmıştır. Gezip dolaştığı yerlerde karşılaştığı insanların dertleri ve sıkıntıları ile hemhâl olmuş, belki de bu insanları teselli etmiştir.
Tabii, Yunus’un halk arasında dolaşmış olması, bu insanların günlük yaşayışlarını tanımaya da imkân vermiştir. Bazen semboller hâlinde, ilâhi aşkın ifadesi olarak, günlük yaşayışa dair çeşitli motifleri kullanmış, bazen de gerçek anlamı ile devrinin birçok sosyal hâdisesini bize detayları ile aktarmıştır. İlerde görüleceği gibi cenaze defni öncesi ve sonrasına dair bulduğumuz bilgiler bu görüşümüze bir Örnek olsa gerektir. Hatta, toplum içindeki sosyal sınıfların, meslek gruplarının ve halkın meşguliyetlerinin Yunus’un şiirlerinde akisler bulduğunu görmekte mümkündür. Özellikle dîni hayata dair bolca malzemeyi Yunus’un şiirlerinden elde ederek günümüz yaşayışı ile mukayese edebiliriz.
İşte bu anlayışla, sâdece, Yunus Emre Divânı’nın(5) Prof. Dr. Fâruk Kadri Timurtaş ile Dr. Müjgan Cunbur’un müştereken hazırladıkları neşri esas alınarak, bu neşirdeki sayfa ve şiir numaralan gösterilerek bu çalışma ortaya konmuştur(6)Şiirlerde, söz konusu neşirdeki transkripsiyon benimsenmiş olup, günümüzdeki söyleyişlere yer verilmiştir.
Bu Divan’daki Yunus Emre’ye ait olduğu belirtilen şiirler üzerinde durulmuştur. Diğer Yunus’lara ait olduğu belirtilenler çalışmamızın dışında tutulmuştur. Zira onların XIV. yüzyıl mahsulü olup olmadıkları şüphesi ile ele alınmamışlardır.
Gözden geçirilen şiirlerde, doğrudan doğruya sosyal hayatı, yani insanın bu dünyadaki günlük yaşayışı ile ilgili beyit ve mısraları değerlendirmeye alındığı için, şairimizin aşk ve hissî duygularla söylediği şiirlerinde bulunabilecek sosyal yaşayışa dair unsurların gözden kaçabileceği ihtimâli üzerinde de durulabileceğini belirtmek gerekir.
I. YUNUS’UN DÜNYAYA BAKIŞI
“Bu dünya bir gelindir yeşil kızıl donanmış
Kişi yeni geline bakubanı toyamaz”(7)
Yunus, dünyayı yeni gelenler İçin doyulmayacak, çeşitli renklerle bezenmiş bir geline benzettiği halde; bir diğer beytinde dünyayı halkın düşmanı olarak görmektedir. Zira onun inancında dünya geçicidir, sonunda terk olunacak bir mekândır(8). Bunun çok açık olarak şöyle ifade eder:
“Bu dünyaya gelen kişi âhır yine gitse gerek,
Misâfirdür, vatanına bir gün sefer itse gerek ”(9)
Aynı konuyu bir başka beytinde de;
"Dünyaya gelen göçer bir bir şerbetin içer
Bu bir köprüdür geçer câhiller anı bilmez”(10)
Şeklinde dile getirir. Yunus’a göre dünya geçicidir. Devamlı kalınan bir vatan değildir. İnsan buraya misafir olarak gelmiştir. Veya Üzerinden geçilen bir köprüdür. Bu dünyaya gelen kişiler iyi de, kötü de olsalar gideceklerdir(11).
Yunus’un anlayışında insan hangi mevki ve makamda olursa olsun bu dünyada hangi seviyede bulunursa bulunsun yeryüzünde gelip geçicidir. Bir şiirini âdeta bu dünyaya gelip göçenleri sayıp dökerek, bunları tarif etmeye tahsis etmiştir:
“Yir yüzinde gezer idum uğradun milketler yatur,
Kimi ulu, kimi kiçi, key kuşağı berkler yatur.”
“Kimi yiğit, kimi koca, kimi vezir, kimi hoca,
Gündüzleri olmış gice, buncılayın çoklar yatur.”
“Togrı varurdı yolları kalem tutardı elleri,
Bülbüle benzer dilleri danışman yiğitler yatur.”
"Ulu kiçi ağlaşmışlar server yiğitler düşmişler,
Baş ucunda yay sımışlar kunıluban oklar yatur.”
“Atları izi tozılu önleri tabıl-bazılu
İle güne hükmi yazılu şu muhteşem bejler yatur.”
“Gice gündüz oğlancıklar söyler İken bülbül gibi,
Ayrılmışlar, anaları sinlerini bekler yatur.”
“Elleridür kınalı hep, karavaşları şeker-leb
Kargu gibi uzun boylu, gül yüzlü hâtûnlar yatur.”
“El bağlamışdur kamusı Hak Çalab’dandur umusı,
Nökerli kızdur kimisi alınmadan çoklar yatur."
“Yûnus bilmez kendü hâlîn, Çalab’dur söyledür dilin,
Bir nicesi yeni gelin, ak teleme yüzler yatur”(12)
Şâir’imizin burada sıraladığı insanlar için; “cihan, köhne bir saraydır”, kendisi de buranın beyidir(15).
Bu hüzünlü tabloda insanın dünyadaki yerini gösteren Yûnus, görüşünü bir beytinde şöylece özetlemektedir:
“Dünya benüm rızkımdurur, kavmı benüm kavmumdurur
Her dem benüm yargum urur, yarguyı hândan dutaram”(l4).
1. YERYÜZÜNDE TOPLU HALDE YAŞANIR
Yûnus Emre, insanı Yaratıcıdan gelen bir varlık olarak gördüğü için, Yarada- na gerçek kulluk yapmayı ister(15) Gerçek kulluk da sevgi ile yapılır. Onun için Yûnus deyince akla sevgi gelmektedir. Hak sevgisi, kul sevgisinden geçer:
“Hakkı gerçek sevenlere cümle âlem kardaş gelür”(16).
Yunus’un dünyadaki insanlara bakışı, bütün insanlığın kardeş olduğu noktasındadır. Zira insanlar birbirlerine eş olarak yaratılmışlardır;
“Kurıyıduk yaş olduk, kanatlandık kuş olduk
Birbirimize eş olduk, uçduk elhamdülillah”(l7).
Kardeşlik noktasından yola çıkan şâirimiz, kimseyi yabancı olarak görmek istemez. Herkesle tanışmak, sevişmek ister:
“Beri gel barışalım, yâd isen bilişelim ”(18).
Çok meşhur bir beytinde de;
“Gelin tamşuk idelüm işin kolayın tutalum
Sevelim sevilelüm dünya kimseye kalmaz” (19).
diyerek, bir kere daha dünyanın geçiciliğini hatırlatır. Bu dünyada, kardeş olan insanların birbirlerine, kardeşçe sevgi ile yaklaşmaları gerektiğini vurgular. Zira, insan ancak toplu halde yaşarsa insanlığım farkeder.
2. İNSAN-GÖNÜL İLİŞKİSİ
"Ben gelmedüm da’vî-y-içün, benüm işilm sevî-y-içün
Dostun evi gönüllerdür, gönüller yapmağa geldüm”(20)
Toplum içinde yaşayan insana değer veren Yûnus Emre, Allah’ın inşam Öteki varlıklardan farklı yarattığım düşünür; zira, insan gönül sâhibidîr. Gönül ile Yaradan’ ın tahtıdır(20). Onun için gönlü korumak gerekir. Lâyık olduğu şekilde gönlün sâhibi olan insana değer vermelidir. Onun için gönül yıkmamalıdır. Kim ki gönül yıkarsa dünya ve âhiret mutluluğuna ulaşamaz.(21).
Sevgilinin gönlünü sırçaya benzeten şâirimiz; kırılan sırçanın tekrar tamirinin, bütünleşmesinin mümkün olmaması sebebiyle gönül kırmamak, yıkmamak gerektiğini belirtir(22). Hatta gönül yıkan bir kişi niyet edip Hacca bile gitmeye kalkışsa(23) fayda etmez(24). Hatta Yûnus gönül yıkanların namazlarının bile kabul edilemeyeceğini düşünür:
"Bir kez gönül yıkdunısa bu kılduğun namaz değül,
Yetmiş iki millet dahi elin yüzin yumaz değül”(25)
Yûnus’a göre gönül dalga dalga alçalır, yükselir. Zaman zaman azar. Zira taş bile içindekini dışa sızdırır(26). Onun için gönül sâhibi, kendini korumalı, gönlünü dâimâ temizlemelidir. Bunu yapmazsa, farkına varmadan ömür geçer de, insan farkına varmaz. Bu görüşü Yûnus şöylece mısralanna döker:
"Gönül pisin yudun-ısa kibr ü kini kodun-ısa ikrar bütün olmayınca erden nazar olmayısar”
“Mundâr dünyâya bulaşan devşirtibeni dürijen
Erden himmet olmayınca ömür geçer yun mayı sar ”(27).
İşte Yûnus, dünyaya ve yeryüzünde yaşayan insanlara böyle bakıyor. Öncelikle İnsanın ferdî temizliğini, sonra da toplum içindeki yararlı hâlini görmek istiyor. Bu sebeble, Yûnus Emre’nin hayat anlayışını ve sosyal hayata dair motifleri tesbit edersek, Şâirimizin hayâta bakışını daha açık olarak anlamamız mümkün olur, öncelikle Yûnus’un zamanından şikâyetine dâir ifâdelerini ele alıp, daha sonra diğer görüşlerini ele alalım.
3. ZAMANDAN ŞİKÂYET
Her yazarın her şâirin, her düşünürün yaptığı gibi kendi toplumunda gözlemlerde bulunurlar, tabiidirki gördükleri aksaklıklardan, bozukluklardan şikâyetçi olurlar. Yûnus’un şiirlerinde de bu konuda birçok tenkidî mısrayı görmek mümkündür. Biz bunlara bir kaç örnek vermek istiyoruz.
Yûnus, toplumunda câhillerin bulunduğundan bize haber verir ve onlarla beraber olmayı tasvip etmez. Hüner sâhibi kişilerle beraber olmayı teşvik eder(28). Onun İçin de kendi kendine cahil kişilerden uzaklaşmayı tavsiye eder:
“Yûnus olma cahillerden, ırak olma ehillerden Cahil ne var mü’min ise câhıllıkdan kalur değül”(29).
Cahillikten kurtulmak için de erenler sohbetine devâmın faydalı olacağı kanaatinde olan Yûnus, yine de câhillere kızmaktadır.
“Erenlerün sohbeti arturur ma’rifeti Câhilleri sohbetden her dem süresim gelür,,(30).
Devrindeki insanların gözünü gaflet bağladığını şöyle dile getirir:
“Bir niçe kişilerün gaflet gözin bağlamış Hak yoluna dir isen bir yufkaya kıyamaz’,(31).
Bir başka şiirinde de, çocukların öğüt almadığını, yiğitlerin tevbe kılmadığın, yaşlılarında ibadet yapmadıklarını dile getiren şâirimiz;
“Beğler azdı yolından bilmez yoksul hâlinden Çıktı rahmet gölinden nefs göline talmışdur”
diyerek, devrinin insanlarını eleştirmektedir. Sonuç olarak da kendine şöyle seslenmektedir:
“Yunus sözi âlimden, zinhar olma zâlimden
Korkadunn ölümden, cümle toğan ölmişdür”(32).
Yûnus, okumuşdan da, aydın kesimden de şikâyetçidir:
“Dânişmend okur dutmaz, derviş yolun gözetmez,
Bu halk öğüt eşitmez, sağır hemân ohsar”.(33)
Zenginlerin cömertlik hasletlerinin kaybolduğundan yakınan Yûnus, bu beylerin yediğinin “yoksul eti, içtiğinin de kan” olduğunu ifâde ederek(34), zulmün artığını anlatmak istemektedir.
Bir başka şiirinde de zenginlerin, zenginliklerim nasıl elde ettiklerini belirttikten sonra, bu zenginliğin de son bulacağını anlatmaktadır(35).
“Şunlar ki çokdur malları gör nice oldu halleri
Sonucı bir gönlek geymiş, anun da yokdur yenleri”(36).
Bu gözle dîvan başdan sona daha dikkatlice gözden geçirilirse belki, devrinin insanlarından haksızlık ve zulümle hareket ettiklerini dile getiren daha başka beyit ve mısralara rastlaması mümkün olabilecektir. Nitekim, devrinde insanların birbirlerine karşı ilgisizliğinin arttığını dile getirdiği mısralarında; yalnızlıktan şikâyet etmekte, gariplerin hâlini, belirtmekte ve kimsesizlere gariplere alâka gösterilmediğinden şöylece yakınmaktadır:
“Bir garip ölmüş diyeler, üç günden sonra duyalar,
Soğuk suyıla yuyalar, şöyle garip bencileyin”(37)
II. YÛNUS’UN DÎVÂN’INDA XIV. YÜZYILDA SOSYAL HAYAT
Dîvân’ında devrinin yaşayışına dair çizgiler bulduğumuz Yûnus, bize bu çizgilerde, gezip gördüğü ve kendisinin de yaşayışında önemli bir yer tutan değişik motifler hakkında bilgi sahibi olmamızı mümkün kılmaktadır. Tabiî şiir havası içinde bu motiflerin detayı hakkında geniş bilgi bulmamız mümkün değildir. Ancak, devrinin yaşayışı, insanlarının meşgûl olduğu işler, günlük yaşayıştan hakkında ve kullanılan değişik âlet ve edevât’tan yeri geldiğinde, sâdece şiirin elverdiği ölçü de bahsedildiği görülmektedir. Bu gözle Yunus’un şiirleri gözden geçirildiğinde en a Tından devrinin Anadolu’sunda sosyal hayat hakkında biraz olsun bilgi sâhibi olunması mümkün olmaktadır. Bu bakımdan önce, dervişliğinin verdiği tevazu içinde Anadolu’da ve Azerbaycan’da dolaşan Yûnus Emre’nin bu seyahatleri niçin yaptığını kendinden dinleyelim:
1. Yûnus’un Dolaşması ve Dervişliği
Yeryüzünde gezdiğini, bir çok yeri dolaştığını ifâde eden(38) Yûnus, nereleri gördüğünü şu beyitlerinde açıkça söylemektedir:
“İndük Rûm’ı kışladuk çok hayr u şer işledük
Uş bahar geldi girü göçdük el-hamdülillah”(39).
Burada adı geçen Rûm’dan kasıt Anadolu’dur. O devirlerde Anadolu’ya “Bilâd-ı Rûm” denilirdi(40).
“Gezerem Rûm ile Şâm’ı Yukarı illeri kamu
Çok istedüm bulımadum şöyle garib bencileyin ”(41).
Bu beyitten Anadolu’dan ayn Şâm’ı (Suriye illerini) ve Yukan-tlleri’ni (Azerbaycan ve İran) de dolaştığım anlamaktayız. Yûnus, bu bölgeleri öğrenim gayesiyle, âlim ve şeyhleri ziyâret maksadıyla, kendisi gibi dervişleri ziyaret düşüncesiyle veya yanıp tutuştuğu “aşk hicranı” ile dolaşmış olabilir(42). Nitekim o, bir başka beytinde de bize bu düşüncesini şöylece belirmektedir:
“Düşdi önüme hubbu’l-vatan gidem hey dost diyü diyü
Anda varan kalur, heman kalam hey dost diyü diyü”(43).
Yûnus’un gönlüne vatan sevgisi (hubbu’l-vatan) düşmüştür. Orada kalmayı dilemekte ve dost bulma arzusuyla dolaşmaktadır.
2- Yunus’un Hayat Anlayışı
Yûnus, dünyayı fâni bir hayatın geçiciliğinde düşündüğü için, insanların da bu dünyada birbirlerinin hakkım gözetmelerini İstemektedir:
“Etmek yiyüp tuz basmak ol nâ-merdler işidür
Etmek anı komaya, tuzun hakkı var ise”(44).
Aynı şiirin devamında kişinin yapması gerekenin iyilik olduğunu, zira öldükten sonra ancak, yapılan iyiliklerin anılacağı belirtilmektedir:
“Eylük erün yârıdur, ölürse uçmak yîridür
Senden sonra söylenür ne dirliğün var ise”(45).
Yûnus’un bu dünyaya kıymet vermediği, sanki dünyanın nimetlerinin insanlar için olmadığı anlayışı ite bir çok şiirin de düşüncelerini ortaya koymaktadır. Onun için de; dünyada; “Ne varlığa sevinürem, ne yokluğa yirinürem”(46) diyerek tam bir teslimiyet içinde hareket etmektedir. Zira, Yûnus, dervişliğe, şeyhliğe soyunmuştur(47) ve dervişlik berâtının sâhibidir(48). Bunun içinde; hayatının ölçüsünü şöylece dile getirmektedir:
“Kam erenler geldi geçti bunlar yurdı kaldı göçdi,
Pervâne grup Hakk’a uçdı humâ kuşudur kaz değili.”
“Yol oldur ki toğru vara göz oldur ki Hakk’ı göre,
Er oldur alçakda tura yüceden bakan göz değül.”
“Toğrı yola gitdün ise, er eteğin tutdın ise
Bir hayır da itdün ise birine bindür az değül”(49).
3- Hayâta Geliş ve Geçirilen Safhalar
Yûnus Emre, insanın hayâta gelişini hiç yoruma gerek kalmaksızın açık ifadelerle şöyle anlatıyor:
“Ata belinden bir zaman, anasına düşdi gönül,
Hak’dan bize destûr oldı, hâzineye düşdi gönül."
“Anda beni cin eyledi et ü sünük kan eyledi.
Dört on güni diyiceğiz degritmeğe düşdi gönül.”
“Yürür idüm anda pinhân, Hak buyruğı virmez aman
Vatanumdan ayırdılar bu dünyaya düşdi gönül’
“Bu şiirin devamında; dünyaya geldikten sonra insanların bebeklik ve çocukluk safhalarım, şâirimiz şöyle dile getirmektedir:
“Beni beşiğe urdılar, elüm ayağım sırdılar
Ön din acısın veriller, tuz içine düşti gönül.”
“Günde İki kez çözerler, başına akça dizerler
Ağzuma emcek verdiler, nefs kabzına düşdi gönül.”
“Bu nesneyi terk eyledüm, yürîmeğe azm eyledüm
On İki sünügin yazarlar, elden ele düşdi gönül.”
“Oğlan iken sultân kopar, kim elin, kim yüzün öper
Akıl bana yoldaş oldı, sultanlığa düşdi gönül”(51).
Çocukluktan sonraki çağın gerek fizikî gerek rûhî değişmelerle görüldüğünü ve gençlik çağının serüvenleri, olgunluk yaşının alâmetleri ile ihtiyarlığın güçsüzlüğünü anlatan şairimiz, şiirinin bundan sonraki kısmına şöyle devam etmektedir:
“Bu çağ-ıla sakal biter görenün gülreği dutar,
Güzeller katında biter sev-sevüye düşdi gönül.”
“Hayırdan şerri çok sever işlemeğe becid iver
Nefsinün dileğin kovar nefs evine düşdi gönül."
“Kırk yaşında sûret döner, kara sakala ak iner
Bakup şeybetin göricek yoldurmağa düşdi gönül"
“Yola gider başaramaz, yiğitliğe eli varmaz
Bu nesneleri koyuban yuvanmağa düşdi gönül.”
“Oğul eydür bunadı-Ölmez, kız eydür yirinden turmaz,
Hik kendü hâlinden bilmez, hâlden hâle düşdi gönül"(52).
Bu bir tek şiirinde bile, devrinin insan hayatının seyrini bize aksettirmesi bakımından Üzerinde durulması gereken Yûnus’un bu şiirinde, âdeta ana karnından ölümüne kadar bir ömrün macerası özetlenmektedir. Yûnus bir başka şiirinde kuruyken yaş olduğunu kanatlanıp kuş olduğunu söylerken bu macerayı daha da özlü bir şekilde söylemektedir(53). Anasından doğan bir bebek, eli ayağı sarılarak beşiğe belenir, bebeğin beşiği günde iki kez çözülür. Çocuk doğdu diye altın takılar takılır ve ağzına meme, belki de yalancı meme verilir. Yûnus’un çağından, çağımıza gelen bu âdetlerin Türk milletinin köklü geçmişinin günümüze dek değişmeyen görüntüleridir diyebiliriz.
4- Hayatın Sonu ve Cenaze
Yûnus’un Dîvâ’nda, başdan sona hâkim olan motiflerin babında ölüm motifi gelir. Bu motifi değişik yönleri ile ele almak, başlı başına bunun üzerinde müstakil bir çalışmayı gerektirir. İlgi duyanlar için çok zengin malzemenin bulunduğunu söylemeden geçemeyeceğiz. Çünkü bizim konumuz, sosyal hayatın yaşanan ve görülen yönlerini araştırmak ve bunları sosyal tarih açısından tespite çalışmak olduğundan, konunun bu tarafını ele almadık. Sâdece, insanın hayatının sonunda, onun için yapılanlar ve toplumun ölenler için bu yolcuyu son yolculuğunda nasıl uğurladıklarına dâir Yûnus’un verdiği bilgileri değerlendirmekle yetineceğiz.
Yûnus’un en çok işlediği ölüm motifi, hem dîni, hem de tabiî bir hâdise olduğu için toplumun yakından ilgilendiği bir olaydır. Bu hâdisenin gerçekleşmesinin nasıl olduğunu birçok beytinde dile getiren Yûnus, genellikle, ölümün mutlaka geleceğini ve bundan kurtuluşun olmadığını ifâde etmekten kendini alamaz ve bize bu konuda da bilgi verir:
“Ecel geldi va’de irdi, bu ömrün kadehi toldı,
Kimdür ki işmedin kaldı, Allah sana sundum elilm.”
“Gözlerüm Uşde süzüldi, cânım gevdeden üzüldi.
Dilüm tetiği bozuldı, Allah sana sundum elüm”(54).
Ölümü, eceli ve Azrâil’in can aldığını, ömrün sona ereceğini dile getirdiği mısraları tek tek ele almak konu dışına çıkmak olacağından, sâdece Yûnus’un bu hâdiseye çok yer verdiğine işâret etmekle yetiniyoruz(55).
a) Cenâze Hazırlıkları
İnsan Öldükten sonra, yakınlarının cenaze hazırlıkları sırasında neler yaptıklarını anlatan Yûnus, bizlere şu bilgileri vermektedir: ölünün eli yanlarına uzatılır(56). Daha sonra etrafa haber salınır. öncelikle danışmana evin oğlu salâ okusun diye haber verir. (Biz burada, günümüzden farklı bir uygulamayı görüyoruz. Bu da, günümüzdeki salâların imam veya müezzinler tarafından okunduğu halde, Yûnus’un yaşadığı dönemde bu görevi “danışman ”ların yapmış olmasıdır. Danışman’lar da; medreselerde eğitim gören günümüz üniversite veya yüksek lisans öğrencisine denk öğrencilerdir)*57*.
Dört yana salâ virülür(58).
Daha sonra, yuyucu ile su koyucu gelirler(59).
“Urdılar suyum ılıdı kavum kardaş cümle geldi.
Esen kalsun kavum karda; Allah sana sundum elüm”(60).
Burada şu uygulama dikkatimizi çekmektedir; Eğer ölen hatırlı, zengin bir kimse ise, ölüyü yıkamak için su ısıtılıyor. Yok garib biri ise; “soğuk su ile yıkanıyor”
(Dîvan, 124/100).
Ölünün taşınmak için konulduğu tabut için, Dîvân’da iki ayn ifâde kullanılmaktadır. Bunlardan “salaca” aynı şiirde iki ayn beyitte (Dîvan, 106/100); “ağaç at” da ayrı yerlerde yine iki kere (Dîvan. 98/87; 136/148) geçmektedir.
b) Kefenlene
Bu konunun girişinde de ifâde ettiğimiz gibi, Yûnus cenaze ile ilgili bize oldukça geniş bilgi vermektedir. ölünün yıkanmasından, kefenlenmesine kadar teferruata yer vermektedir.
Mesela:
“Su getüreler yumağa, kefen saralar komağa
“Ağaç ata bindüreler teneşire düşdi gönül”
Mısralarında(61) yıkandıktan sonra kefenlenerek tabuta konduğu açıkça belirtilmektedir. Yûnus kefeni: “bir gönlek geymiş onun da yoktur yenleri ”(62) diyerek tarif etmektedir. Bir başka beytindeki; “Uş biçildi kefen donum”(63) dediği kefenin Ölçüsü hakkında farklı ifadelere rastlamaktayız: Bir mısra ’da: “Kefen bizinün pâresi sünüğe sarılmış yatır”(64) denirken, bir başka beyitte:
“Şol bir iki arşun bizün ne yeni var ne yakası,
Kefen idüben eğnüme giyeyim andan varayım”(65)
demektedir.
Bir başka beyitte de;
“Beş karış biz-durur tonum ilan çıyan yiye tenüm
Yıl geçe obrıla sinüm unıdulup kalam bir güm”(66),
bir diğerinde de;
“Şol bîr beş on arşun bizi kefen ideler eğnüme
Dikem şol dünyâ tonların geyem i hey dost diyü diyü”(67)
şeklinde kefenin ölçülen farklı farklı gösterilmektedir.
önce, bir parça, daha sonra da, bir iki arşun, beş karış ve beş on arşın olarak gösterilen kefenin şüphesiz, bulunabildiği kadar kullanıldığı söylenebilir. En azından beş karış İle on arşın arasında değişik ölçülerde bez eksilerek kefen olarak kullanıldığı görülmektedir.
c) Cenaze Namazı
Ölü yıkanıp kefenlenip hazırlandıktan sonra namazı kılınmak üzere teneşire konulur(68). Cenaze namazım duyurmak için ayrıca bir salâ verildiğini anladığımız şiirde; insanların namaz kılmak için toplandıkları belirtilmektedir(69).
Bir Başka Mısrada da;
“Şol dört tekbir namaz ile dahi tamam kılam bir gün”(70)
denmektedir. Bundan da, namazın dört tekbirle kılınan cenâze namazı olduğu anlaşılmaktadır.
“Öliceğiz şükr ideler sinden yana iledeler
Allah adın zikr ideler çok şüküre düşdi gönül”(71).
beytinde de Allah adının zikredilmesi şüphesiz namaz kılındığına işaret etmektedir. Yalnız burada sanki mezarlıkda cenâze namazı kılındığı bildirilmektedir. Nitekim bir başka beytin de;
“Salacamı götürdüler makbereme yitürdüler
Halka olup oturdular, Allah sana sundum eltim”(72).
dendiğine bakılırsa namazın kabristanda da kılınabileceğini düşünmek mümkün gibi görünmektedir.
d) Cenazenin Defni ve Sonrası
Tabutun kabristana getirildiği hem yukarıda kaydettiğimiz beyitte, hem de:
“Ağaç ata bindüreler sinden yana göndereler”(73) mısralarında açıkça belirtilmektedir.
Daha sonra da;
“Çün cenazeden şeşdiler, üstüme toprak aşdılar”(74)
mısraında ifâde edildiği gibi tabuttan çözüp toprağa konulduğu görülmektedir. Aynı husus, bir başka mısrada şöyle ifâde edilmiş bulunmaktadır;
“Yır altına indüreler kimse ayruk görmez ola”(75).
Cenâze namazı konusunda zikrettiğimiz bir beyitte; "halka olup oturdular’,(76) şeklinde bir ifadeyi görmüştük. Bundan da defin sırasında, cenaze toprağa konurken cemaatin oturduklarını göstermektedir.
Daha sonra, kabrin başından ayrıldığını ilgi çekici bir üslupla ifâde eden şâirimiz şöyle söylemektedir:
“Seni sinünde koyalar, menzil mtibârek diyeler,
Üstüne tiz tiz yumalar dünyâmın hâk ü sengini”(77).
Yazılı mezar taşı dikildiğini şu mısradan anlamak mümkündür;
“Başuma dikeler hece, ne irte btlem ne gice”(78)
Bu arada mâtem tutulduğunu da;
“Görün aceb oldı zaman gönülden eylenüz figân,,(79) mısraından çıkarmak mümkün görünmektedir.
Ancak, Yûnus, burada geride kalanların, öleni sadece üç gün boyunca andıklarım, onun dışında unutulduğunu(80)zikrettikten sonra, kalan varını yoğunu bölüştüklerini de şöylece dile getirmektedir:
“Malum u varın îy paşa hışmın kavimün üleşe,
İledeler seni hâşa göresin sinün tengini”(81).
Mezarlıkta gömülü olan insanların, hangi meslek gurubundan olduğunu, zengin olup olmadığını, genç yada ihtiyar olduğunu ve sağlığındaki durumunu belirttiğini şiirden*82* anlaşıldığına göre, mezar taşı yaptırma âdetinin yaygın olduğu ve bu taşların gerek yazı, gerekse değişik işaretler taşıdıkları söylenebilir.
5- Sosyal Sınıflar
XIV. Yüzyılın Anadolu’sunun sosyal hayatında; toplumun değişik sınıflardan müteşekkil olduğunu görmekteyiz. Bir tarafta beyler, sultanlar, müderris ve kalılar*83* bulunmakta, beri tarafta, bâzirgan(84), sarraf*85*, ve avcılar (Sayyad)(86) yer almaktadır. Bunlar yanında şeyh, dânişmend ve velî*87* okumuş aydın kesimi temsil etmekte, fakat derviş geçinenlerin bazılarının ise harama el uzattıktan görülmektedir:
“Ben dervişem diyenler haramı yemeyenler
Harâmın yenmediği ele girince-yimis”*88*
Gerçi gönlünde benlik olanı dervişlikten uzak sayan(89) Yûnus Emre, müftülerin bu yana ayak basmadıklarını*90*, ve şeyhlik taslayanlann da nefislerinin isteklerine uyarak, ibadet ve tâattan uzaklaştıklarını*91* anlatmaktadır. Gerçek âşıkların ise dergâhtan ayrılmamaları gerektiğini düşünmektedir*92*.
Çağının ilim adamlarını da eleştiren Yûnus Emre; devrinin profesörleri olan müderrislere bakışını şöyle dile getirmektedir:
“Cümle yaradılışa bir göz ile bakmayan
Halka müderris ise, hakîkatde âsıdur”*93*.
Bir mısrasında;
“Mescid’de medrese de çok ibâdeteyledüm”*94*
diyen şâirimiz, aşkın kendisine medrese, Allah’ın da bu medresenin müderrisi olduğunu*95* ifâde etmek suretiyle kendisinin eğitim ve öğretiminin Hak yolunu tâ- kip etmek olduğunu sık sık tekrarlamaktadır*96*.
Yûnus’un şiirlerinde; bazan sembol olarak, bazan da gerçek mânâları ile çeşitli meslek grublanndan bahsedildiğini görmekteyiz:
“Etenem ol bâzirgân kim hiç assı gözetmedüm
Çünkü assıdan da geçdük ziyân yağmaya virdük”(97).
Kendisini dünyada menfaat gözetmeyen bir tüccar olarak gören Yûnus, gerçekte ticaretle uğraşanların uzaklara kazanç elde etmek için gittiklerini söylemektedir(98). Burada Yûnus’un dünya ticaretinden, ya da kazançtan maksadının ne olduğunu kendisinden dinliydim:
“Sermaye bir avuç toprak, anı dahi aldı bu ışk
Ne sermaye var, ne dükkan, bâzara neye varayın.”
“Kurulmış dükkân u bâzar dost içine girmiş gezer
Günahum çok gönlüm sizer, ben dosta çok yalvarayım”(99).
Görülüyor ki, Yûnus’un yaşadığı ve gezip dolaştığı yerlerde, dükkânlar işlemekte, pazarlar kurulmaktadır. Buralarda halk ihtiyacını karşılamak üzere alış-veriş yapmaktadırlar. İçinde yaşadığı toplumun değişik sınıflarının meşgûl olduğu işleri de yeri geldikçe her şair gibi, Yunus’ta ya sembol olarak, ya da gerçek mânâları ile bizlere tanıtmaktadır. Bu gözle daha dikkatli bir tarama sonucu devrin iktisadı hayatı ile İlgili daha bir çok malzeme elde edilmesi mümkün olabilir.
İşte bu beyit bu konuda ne kadar haklı olduğumuzu göstermektedir:
“Terezi ana gerek bakkal ola,
Ya bezirgân tâcir il attar ola”(100).
Bir başka beyitte de;
“Benüm burda kararum yok, ben gine gitmeğe geldüm
Bâzirgânam metâum çok, alana satmağa geldüm”(101).
diyerek, elde ettiğini, ilmini ve aşkım insanlarla paylaşmak istediğini açıkça ifâde etmektedir. Bunun yanında değerli ile değersizi ayırdetmek gerektiğine yer yer İşaret eden Yûnus Emre, bu sebeple sık sık sarraflıktan söz etmektedir:
“Sarraflarun katında kâide şöyle-durur Kadrin bilmez kişiye göstermedi gevherin” (102)
Nitekim şairimize göre, sarraflığı öğrenmeyen bu gevheri boncuk sanır(103). Zira, sarraflara gevheri yağmaya verirler(104).
Dünyada yaşamak için bazı bilgileri öğrenmeye ihtiyaç vardır: Denize dalmak için çevik bir denizci olmak gerekir(105). Aksi halde; “Yüzgeçtik öğrenmeyen kul, ko girmesin bu denize”*106*.
Buraya kadar şiirlerden verdiğimiz bazı örnekler Yûnus’un çevresinde gördüğü değişik iş ve meşguliyetlere ait, devrinin çizgilerini daha da zenginleştirerek günümüzde olanlarla, olmayanları ayırmanın mümkün olabileceğini göstermektedir.
6- Günlük Yaşayış:
Yûnus Emre’nin Divanında, sosyal hayatın değişik çizgilerini ararken, bazen günümüzü, günümüzün yaşayışını görmek mümkündür. Zira, Anadolu İnsanının sahip olduğu geçmişten, asırlar ötesinden çağımıza elden ele, dilden dile, gönülden gönüle, kısacası atadan toruna aktardığı kültürünü aynı çizgileri ile bulduğumuza şaşmamalıyız.
Çünkü konuk severlik Türk milletinin en güzel özelliklerindendir*107*. Hasta ziyaretinde, hastaya bir içim su ile bile olsa*108* hizmet etmek geleneği vardır. Fakirler kapıdan boş çevrilmezler. Az da olsa kendilerine bir şey verilir*109*. Bunun yanında: toplum yararına olacak eserlerin yapılması da milletimizin köklü geleneklerindendir:
“Kulların köprü yaparlar hayr içün,
Hayrı budur kim geçeler seyr içün.”
“Tâ gerek bünyâdı muhkem ola ol
Ol geçenler eydeler uş toğru yol”(ll0).
Yûnus’un Divan’ı, Anadolu insanının sesidir. Dili ile birbirlerinin sohbetlerinin özetidir. Çünkü Yûnus gibi âşıklar halk içinde gezerler(111). Gezerken de halkla tanış olur, biliş olur, sevişirler*112*, dost olurlar. Onun içindir ki: Yûnus, âşık ifadesini, dostla birlikte kullanır(113). Sevgililer, yârenler görüşürler. Erenler, sohbetlerde bir araya gelirler*114*. Sohbet dostlarına da; “yaranlarım, kardaşlarım, yoldaşlarım, râzdaşlarım” gibi samîmi ifadelerle*115* hitâbetmesi, dostluğun derece
sini göstermesi bakımından ne kadar ilgi çekicidir. Dostlar arasındaki sevgi sonucu birbirlerini aralarında ziyâfetler düzenleyerek toylamalarına da yol aç- maktadır(116).
Günlük yaşayış içinde yiyecek ve içeceklerden de bahsedilmesi gerekir. Yûnus Emre, sık sık baldan söz eder. “Görmez inisin sen aruyı, her çiçekden bal ider”(117) derken, şair bize devrinde arıcılıkla da uğraşıldığına dâir bir haber vermektedir. “Ballar balını buldum, kovanım yağma olsun”(118) derken de; balın ne kadar değerli olduğuna işâret etmekte ve dostlar için balı yağa katmak gerektiğini"(119) söylemektedir. Bal (şehd) ile sekeri dosttan ayrı olarak yerse zehir yemiş olmayı tercih etmektedir*120*. Şairimize göre, balın ve yağın değeri kendi dilinde şöyle ifadesini bulmaktadır:
“Yûnus bu sözleri çatar, sanki balı yağa katar,
Halka mata’ların satar, yüki gevherdür tuz değil”(121).
Buna karşılık, yufkanın en mütevâzî yiyeceklerden biri olduğunu da bildirmektedir(122). Belki de Yûnus buradaki yufkayı; una yarı kül katıp güneşte kurutularak elde edüen(l23) arpa ekmeğinden daha değerli saymaktadır. Su içerken de, bardakla içildiğini şu beyitten anlamaktayız:
“Çeşmelerde bardağın toldurmalın kor-ısan,
Bin yılda durursa kendü tolası değül”(124).
Yemek yerken de, sofradakilerin hepsini yeyip bitirmemeyi ve beş parmağın hepsini de yemeğe batırmamayı tavsiye etmesi(125) günümüzde de geçerli olan görgü kuralı olsa gerektir.
Yûnus’un şiirlerinde giyeceklere dâir de gerek îmâ yollu, gerekse, tasvirlerde bilgi vermektedir. Dünya elbisesi dikilip giyildiğine(126) Terzi Necib’in elbise diktiğine(127) dâir bize bilgiler veren Yûnus, elbisesini giymekle arzu edilen mevkî ve makamlara yükselinemeyeceğini ifâde etmektedir:
“Hırkayla tâc yol vinnez, fereciyle âlim olmaz
Din diyanet olmayıcak okısan yüzbin varakı”(128).
Şâir, benzeri bir düşüncesini de su beyitte dile getirmektedir:
“İş amel ile biter, lâyık olursa yiter
Gerekse üryan yilri gerek ise gey atlas”(129).
Gübte ile hırka’nın taht ile tâc ile alâkasını*130* kuran Yûnus, yukarıdaki görüşlerini birçok yerde belirtmektedir.
Günlük hayatta karşılaşılan birçok araç ve gereçleri mısralarında kullanan şâirimiz, böylece devrinde kullanılan şeyleri de öğrenmemize imkân vermektedir.
Aydınlanmak maksadıyla, kandil, çırak (çerağ) ve nûr kullanıldığını(131), eğlence hayatında da kopuz ve çeşte’nden varlığını(132) haber veren Yûnus, kopuz ile çeştenin ağaç ile koyun kirişinden yapılma bir saz olduğunu belirtmektedir. Hatta bu şiirinde; kopuz ile çeşte dinlemenin haram olup olmadığını da tartışan Yûnus Emre; ‘‘Tesbîh” seccâdeysün dinledüm çeşte kopuz”(133) demektedir.
II- ANADOLU’DA DÎNİ HAYAT
Dîvan’ın en zengin bilgi bulunabilecek konusu dînî yaşayışla ilgili hususlar olsa gerektir. Çünkü Yûnus Emre, dîni bütün bir müslüman derviş olarak yaşayışım düzenlemiştir. Dîvan baştan sona gözden geçirildiğinde; âyet ve hadisleri kaynak gösterdiği veya Kur’ân, hadîs ve kelâm gibi ilimlerin o devrin Anadolusunda meşgul olunan ilimler olduğunu(134) görmek mümkün olur. Yûnus doğrudan kendisinin ibadetle meşgul olduğunu açık ve seçik olarak söylemektedir:
“Mescitte, medresede çok ibadet eyledüm”(135)
demektedir. Mescitteki İbadetlerden aşağıda bahsedeceğiz. Medresedeki ibadetten kastının ise ilim tahsil etmek olduğunda şüphe olmadığı muhakkaktır.
Yûnus’a göre; müslümanım diyen kişinin müslümanlığın şartlarını bilmesi ve Tanrının buyruğunu tutması gerekir. Bunun için de; beş vakit namazı kılmalıdır.(136) Bu beş vakit namazın hangi vakitler olduğunu tek tek belirten şâirimiz(137) bu namazların cemaatle kılındığına dâir de bilgiler vermektedir: “Ezan okur, müezzin çağırır Allah adın”(138). Şu beyit daha açık bir şekilde cemaatle namaz kılmayı teşvik etmektedir:
“Kuşlar-ıla turgıl bile, kıl natnâzı imam-ıla
Yalvar günâhunı dile tanla seher vaktinde tur” (139).
Namazın müslümanhğın şartlarından en başta geleni olduğunu belirtiği bir şiirinde, namaz kılmayana müslüman denmiyeceğini çok açık ifadelerle ortaya koymaktadır:
“Namaz kılmayana sen müslümandur dimegil,
Hergiz müslüman olmaz bağrı dönmüştür taşa,,(l40).
Aynı şiirinde aile fertlerine de namazı öğretmeyi bir gelenek olarak belirten Yûnus Emre, bir başka mısraında da; amel edilmezse okumanın faydasız olacağını söylemektedir(141).
Namazdan başka, hac ve kurban gibi ibadetlerin de önemine değinen Yûnus Emre bize döneminin Anadolu halkı arasında bu ve benzeri ibadetlerle meşgul olanların çok olduğunu göstermektedir(142).
İbâdetin insan hayatını etkilediğini de belirten Yûnus, namaz kılanların, hacca gidenlerin İnsanî davranışlarının güzelleşeceğini düşünmektedir(143).
SONUÇ
Yunus’un Dîvân’ında dünya, insan için geçici bir köprü olarak düşünülmektedir. Bu köprüden geçerken Hakk’a kulluk yaparak, Hakk’ı severek geçmelidir. Hak sevgisi de, O’nun yarattıklarım sevmekle güzelleşir. Hakk’ı gerçekten sevenler, cümle âlemle kardeş olurlar. Bu anlayışla yola çıkan Yûnus, “sevelüm, sevilelüm dünya kimseye kalmaz” demektedir.
Dünyaya gönül yapmaya, sevmeye geldiğini; gönül yıkıp kavgaya gelmediğini belirten Yûnus, içinde bulunduğu toplumu da böyle görmek ister. Fakat, cahillikleri yüzünden bir çoklarının gaflete düştüklerini gördüğünü söyleyerek, zamanın bazı insanlarından şikâyet etmektedir.
Allah rızası için bir yufka istendiğinde, onu vermeye kıyamayan kimselerin varlığından yakman Yûnus okumuşların, aydınların da, okuduktan ile amel etmemelerini eleştirmektedir. İnsanların güzel duygularının kaybolduğunu, bu yüzden de zulmün, haksızlığın arttığını anlatan şâirimiz; zengin de olsa, fakirde olsa insanların sonuçta ölüp kefen giymeye mecbur olacaklarım söyler. Bu arada, dünyada insanların zenginliklerine göre davranılmasını da tenkit eder.
Anadolu’yu bastan başa dolaştığım söyleyen Yûnus Emre, burada insanların doğumundan ölümüne kadar, karşılaştıkları yaşayış biçimleri hakkında bilgiler vermektedir. Bebeklikte beşiğe sarılan bir çocuğu; günde iki kez çözüldüğünü ve çocuğa gösterilen İlgiyi anlatır. Olgunluk yaşının belirtilerinden bahseder. Âdeta devrinin penceresinden, bir insan ömrünün macerasını seyretmektedir.
Özellikle cenaze ile İlgili bolca bilgiler bulduğumuz Dîvân’da; bir İnsanın ölümünden sonra, yakınlarının cenâze hazırlıktan sırasında neler yaptıkları anlatıl
maktadır. Cenazenin yıkanışı, kefenlenmesi, tabuta konulması, cenâze namazının kılınması ve defnedilmesi ile sonrasında insanların mallarım bölüştükleri gibi âdetler hakkında, günümüze kadar yansıyan davranışlarla kıyaslanabilecek, ilgi çekici bilgiler vermektedir.
Devrinin sosyal sınıfları hakkında da bilgiler bulunan Yunus Emre Divanında, birçok meslek grubunun yaptığı işleri, sanatlarındaki özellikleri ve incelikleri anlatılmaktadır. Bu arada, devrinde kullanılan birçok araç gereçten de bahsedilen eserde, ticari ve İktisâdi hayatı hakkında da bilgi edinmemizi mümkün kılacak motif ve ıstılahlar yer almaktadır.
Konukseverlik, hasta ziyareti, kapıya gelen fakirlerin boş çevrilmeme gerektiği ve halk sohbetlerinden söz ederek, XIV Yüzyıl yaşayışından çizgileri günümüze aktaran Yûnus Emre, devrin insanlarının meşguliyetlerinden, yaptıkları işlerinden, yiyeceklerinden, giyeceklerinden de bilgi sâhibi olmamızı sağlamaktadır.
Özellikle dinî hayat hakkında bolca malzeme bulduğumuz Divan’da; XIV. yüzyıl müslümanı ile zamanımız müslümanlannı mukâyese edebilecek ölçüleri bulmak mümkün olmaktadır. İbâdet hayâtında dikkat edilecek hususları ayrıntılara girerek veren Yunus Emre’nin Divân’ı bu gözle ayrıca incelenmeye değer görülmektedir.
*) Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
1) M. Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvuflar. Ank. 1966,168; Abdülbâki Gölpınarlı, Yunus Emre, İstanbul, 1971, 71; Faruk Kadri Timurtaş, Yunus Emre Divanı, İst. 1972, 15.
2) M. Fuat Köprülü, a.g.e, 168.
3) Faruk Kadri Timurtaş, a.g.e., 16
4) Abdülbaki Gölpınarlı, a.g.e., 33.
5) Yunus Emre, Divan, İst., 1972, Tercüman 1001 Temel Eser Sayısı No: 1.
6) İlk rakamlar, söz konusu nesrin sayfa, (/) işaretinden sonraki rakamlar ise ait olan şiirin numarasını göstermektedir.
7) Divan, s. 81/63.
8) Divan, s. 102/94.
9) Divan, s. 95/83.
10) Divan, s. 79/60.
11) Divan, s. 95/84.
12) Divan, s. 74/50.
13) Divan, s. 122/125.
14) Divan, s. 105/98.
15) Divan, s. 128/137.
16) Dîvan, s. 74/49.
17) Divan, s. 129/139.
18) Divan, s. 79/760.
19) Divan, s. 107/101.
20) Divan, s. 131/141.
21) Divan, s. 131/141.
22) Divan, s. 96/85.
23) Divan, s. 130/141.
24) Divan, s. 149/169.
25) Divan, s. 102/93.
26) Divan, s. 130/141.27) Divan, s. 52-53/13.
28) Divan, s. 98/88.
29) Divan, s. 99/88.
30) Divan, s. 62/29.
31) Divan, s. 81/63.
32) Divan, s. 73/48.
33) Divan, s. 66/35.
34) Divan, s. 66/35.
35) Divan, s. 50-51/10.
36) Divan, s. 149/170.
37) Divan, s. 124/128.
38) Divan, s. 74/50.
39) Divan, s. 129/139.
40) Geniş bilgi için bakınız: Mehmet Şeker, Fatihlerle Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşması, İst. 1973, 162, 172.
41) Divan, s. 123/128; Faruk K. Timurtaş, Divan, 16
42) Faruk K. Timurtaş, a.g.e., 16.
43) Divan, s. 128/138.
44) Divan, s. 138/153.
45) Divan, s. 139/153.
46) Divan, s. 153/175.
47) Divan, s. 58/22,
48) Divan, s. 61/27.
49) Divan, s. 102/93.
50) Divan, s. 97/87.
51) Divan, s. 97-98/87.
52) Divan, s. 98/87.
53) Divan, s. 129/139.
54)Divan, s. 106/100.
55) Divan, s. 71/44; 75/51; 98/87; 107/100, 112/109; 116/ 126/134; 128/137; 129/138; 135/148;
56) Divan, s. 116/115.
57) Divan, s. 116/115; 136/148.
58) Divan, s. 106/100.
59) Divan, S. 136/148.
60) Dîvan, s. 106/100.
61) Divan, î. 98/87.
62) Divan, s. 149/170.
63) Divan, s. 100/100.
64) Divan, s. 71/31.
65) Divan, s. 112/109.
66) Divan, s. 116/115.
67) Divan, s. 179/138.
68) Divan, s. 98/87.
69) Divan, s. 106/100.
70) Divan, s. 116/115.
71) Divan, s. 98/87.
72) Divan, s. 106/100.
73) Divan, s. 136/148.
74) Divan, s. 1(127/100.
75) Divan, s. 136/148.
76) Divan, i. 107/100.
77) Divan, s, 145/163.
78) Dîvan, s. 110/115.
79) Divan, s. 107/100.
80) Divan, s. 130/146.
81) Divan, s. 145/103.
82) Divan, s. 74/50.
83) Dîvan, s. 101/189.
84) Divan, s. 92/78.
85) Divan, s. 91/78; 138/152; 152/174.
86) Divan, s. 64/32.
87) Dîvan, s. 54/15.
88) Divan, s. 85/69.
89) Divan, s. 61/27.
90) Divan, s. 61/27.
91) Divan, s. 58/22.
92) Divan, s. 48/5.
93) Divan, s. 55/17.
94) Divan, s. 109/104.
95) Divan, S. 55/17.
96) Divan, s. 55/18; 56/19; 78/58; 108/103 v.d.
97) Dîvan, s, 92/78.
98) Divan, s. 56/18.
99) Divan, s. 117/118,
100) Divan, s. 104/190.
101) Divan, s. 107/101.
102) Divan, s. 121/124.
103) Divan, s. 117/180.
104) Divan, s, 91/78.
105) Divan, s. 138/152; 152/174
106) Divan, s. 156/180.
107) Divan, s. 96/80.
108) Divan, s. 155/178.
109) Divan, s. 99/89; 155/178.
110) Divan, s. 164/190.
111) Divan, s. 141/157.
112) Divan, s. 79/60; 129/139.
113) Divan, s. 147/187.
114) Divan, s. 127/134.
115) Divan, s. 161/187.
116) Divan, i. 83/88; 69/73; 113/111.
117) Divan, s. 47/4.
118) Divan, i. 119/121.
119) Divan, i, 63/34.
120) Divan, i. 94/61.
121) Divan, i. 102/92; Karşılaştırınız; 79/59.
122) Divan, s. 81/63.
123) Divan. s. 94/82.
124) Divan, S. 96/85.
125) Divan, s. 99/89.
126) Divan, s. 129/138.
127) Divan, S- 128/136.
128) Divan, s. 149/169.
130) Divan, s. 88/73.
131) Divan, s. 49/7; 60/15; 64/33.
132) Divan, s. 132-133/143.
133) Divan, i. 81/62.
134) Divan, S. 128/13«; 149/169; 62/28.
135) Divan, S. 109/104.
136) Divan, S. 93/80.
137) Divan, S. 93/80; 134/140.
138) Divan, i. 134/140.
139) Divan, s. 61/28.
140) Divan, s. 140/146.
141) Divan, s. 149/169.
142) Divan, s. 124/129; 128/136; 139-140/155; 149/169.
143) Divan, i. 149/169; 102/93.
***
Ey Peygamber! Biz seni şâhid, müjdeci uyarıcı; Allah’ın izniyle O’na" çağıran, nurlandıran bir ışık olarak göndermişizdir. İnananlara, Rablerinden büyük bir lütuf olduğunu müjdele. İnkârcılara, ikiyüzlülere itâat etme; eziyetlerine aldırma; Allah’a güven, güvenilecek olarak Allah yeter.
(Kur’ân-ı Kerim, Ahzâb: 45-48)