HZ. PEYGAMBER’E NÂZİL OLAN KUR’ÂN-I KERÎM’İ ANLAMAK
Doç. Dr. Mustafa ÇETİN*
Her eser ve kitap okunup anlaşılsın diye meydana getirilir, özellikle, ilâhî mesaj olan mukaddes kitapların insanlar tarafından anlaşılması ve prensiplerinin uygulanması esas hedeftir.
Allah’ın, evrensel bir peygamber olarak görevlendirdiği Hz. Muhammed (s.a.v)’e indirilen Kur’ân’ın prensiplerinin bilinmesinde de zaruret bulunmaktadır. Çünkü o kendisini bütün insanlığa duyurmak için nazil olmuştur.
Nitekim Hz. Peygamber, Kur’ân’ı insanlara tebliğ etmiş, onu okuyup okutmuş, mana ve hükümlerini uygulayarak, cehaleti ve geriliği ortadan kaldırmış, İslâm Medeniyetini kurarak mutlu bir toplum meydana getirmiştir. Bu büyük inkılap baş döndürücü bir hızla devam etmiş, asırlarca, insanlığın ilerleme ve yükselmesinde önemli rol oynamıştır.
Çünkü Kur’ân, “oku” emri ile gelen; tefekkür, ilim, çalışma ve yükselmeye büyük ehemmiyet veren bir kitaptır. Kur’ân’a ve iman esaslarına inanan kişinin, okuması, ilme değer vermesi ve bildiklerini uygulaması kadar tabii ne olabilir?
İşte İslâm prensipleri çerçevesinde aktif bir hayat süren müslümanlar da bir çok alanlarda ölmez eserler meydana getirmişler, bütün insanlığın ilim ve medeniyetin nimetlerinden yararlanmasını sağlamışlardır.
Son asırlarda ise, müslümanların geri kalmaları ve sıkıntıya düşmelerinin sebepleri acaba neler olabilir? Eski müslümanlar da aynı kitaba inanıyor ve aynı peygamberi tanıyorlar; şimdikiler de... Öncekiler işin özüne ve ruhuna yöneliyorlar; Kur’ân’ın hedefinde yürüyorlardı. Şimdikiler İse, lafızda ve kabukta kalıyorlar; şekilcilikten Öteye geçmiyorlar. Bunların çoğu Kur’ân’ı sâdece okuyorlar. Onun manasını anlamaya, üzerinde düşünüp, inceliklerini kavramaya çalışmıyorlar. Zira bunlar, okuduğu Kur’ân’ın kendilerine neler anlatmak istediğini anlamıyorlar. Böyleleri, sanki hazine üzerinde oturup da dilenen insanlara ne kadar da benziyorlar. Bazen de bunlar, bâtıl, yanlış ve boş şeylere bağlanıyorlar.
Bütün bunlardan uzak kalmanın, gerilikten kurtulmanın, öncekiler gibi ve hatta onlardan üstün duruma gelmenin çaresi, Kur’ân’ın muhtevasını kavramaya yönelmektir. Bu da önce, ezbere bildiğimiz ve namazlarda okuduğumuz sure ve ayetlerle dualardan başlayarak ilâhı kelâmın manasını anlamaya çalışmakla gerçekleşebilir.
Bu makalede, önce, sonsuz mû’cize ve eşsiz kitap Kur’ân-ı Kerim’in bazı Özellikleri belirtilmeye, sonra da manasının anlaşılmasının lüzum ve önemi açıklanmaya çalışılacaktır.
Kur’ân nedir, nasıl bir kitaptır?
Kur’ân kelimesi lügatte, okumak ve okunan kitap anlamlarında kullanılmaktadır. Onun bir çok tarifi yapılmıştır. Bunlardan biri de şöyledir: Kur’ân, Hz. Muhammed (s.a.s) e vahiy yoluyla indirilmiş, mushaflarda yazılmış, tevatürle nakledilmiş, tilâvetiyle (okunması) ibadet olunan mu’ciz bir kelâmdır(1). Bu târife Kur’ân’ın, Hz. Peygamber’e Allah Teâlâ tarafından indirildiği, mushaflara yazılmış olduğu ve bu hususun tevâtürle tesbit edildiği, ibâdetin ancak onun okunmasıyla yapılabileceği ve onun mu’cize bir söz olduğu anlaşılmaktadır. Târifte geçen tevatür kelimesi, aklın, yalan üzerin de birleşmelerim kabul etmediği bir topluluğun verdiği haberdir. Vahiy de, Allah Teâlâ’nın peygamberleri vasıtasıyla emirlerini bildirmesini ifâde eder.
Kur’ân-ı Kerîm, Allah Teâlâ tarafından Hz. Muhammed (s.a.s.)’e 23 yıla yakın bir zamanda, süreler ve âyetler halinde indirilmiştir. Onun bir çok yerinde, kendisinin Kur’ân adıyla anıldığı görülmektedir. Meselâ, Bakara suresinin 85. âyetinde, Ramazan ayından söz edilirken, Kur’ân’ın, insanlara yol gösteren bir kitap olduğu ve Ramazan ayı içinde indirildiği bildirilmektedir. Kur’ân burada lafzının, Allah Teâlâ tarafından Hz. Peygamber’e vahyedilen kelâm’ın özel ismi olduğu anlaşılmaktadır. Kur’ân’ın nasıl bir kitap olduğu ve ne gibi özellikler taşıdığım bizzat Allah Teâlâ ve O’nun Peygamberi açıklamaktadır. Şimdi bunlardan bazı örnekler görelim.
a)Âyetler: 1 "Elif. Lâm. Mim. İşte bu kitap, kendisinde (şüphe edilecek hiçbir şey yoktur; Allah’tan sakınanlar (müttekîler) için bir rehberdir”(2). Burada Kur’ân’ın, müttekîlere yol gösterdiği, müttekî kişilerin ise, müteakip 3 âyette de(3) imân, amel (iyi iş) ve güzel ahlâk sâhibi kimseler olduğu açıklanmakta, mutluluğa ancak bu yolla ulaşılabileceği bildirilmektedir. 2- "Elif. Lâm. Râ. Bunlar (bütün gerçekleri) açıklayan Kitab’ın ayetleridir. Biz onu anlayasınız diye Arapça bir Kur’ân olarak indirdik. Ey Muhammed! Sana vah yettiğimiz bu Kur’ân ile kıssaların en güzellerini anlatıyoruz. Halbuki önceden sen, bunlardan habersizdin”(4). 3- Bu Kur’ân, insanları en doğru yola iletir. İyi iş yapan mü’minlere büyük mükâfat olduğunu müjdeler; âhirete inanmayanlara da acısı büyük azap hazırladığımızı haber verir”(5).
b) Hadîs: Hz. Peygamber (s.a.s.)’de Kur’ân’ın özellikleri hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah kitabı Kur’ân öyle bir kitaptır ki, onda sizden öncekilerin kıssaları, sizden sonrakilerin haberleri, kendi aranızda olanların hükümleri vardır. O, doğruyu eğriden ayıran kitaptır. O, hiç bir zaman değersiz konuşmaz. O, Allah’ın sağlam ipidir. O, zikr-i hakimdir. O, dosdoğru yoldur. Kötü arzular aslâ onu hedefinden saptıramaz. Diller onu karıştırmaz (bozamaz). Alimler ona doyamaz, Müttekîler ondan usanmaz, O tekrar tekrar okunmakla eskimez. Onun acâib ve garib (akılları hayrete düşüren manaları) hiç tükenmez. O, cinlerin, işitir işitmez: Biz acaîb bîr okuma (Kur’ân) işittik ki, doğruya iletir. Derhal ona inandık, dedikleri kitaptır. Onun ölçülerine göre konuşan doğru söyler. Ona göre davranın sevap kazanır. Onunla hükmeden âdil olur. Ona çağıran doğru yola çağırmış olur”(6).
Yukarıdaki âyet meallerinde ve hadisin manasından anlıyoruz ki, Kur’ân, pek çok şeyi içine almaktadır. Bununla birlikte, esas itibariyle o, hidayet ve icaz kitabıdır; bir ilim ve teknik kitabı değildir. Vahiy, akıl ile bilinmeyecek hususları bildirir; ilahiyat nübüvvât ve âhiret gibi başkasından öğrenilebilecek şeyleri anlatır. Çeşitli konularda hükümler vaz’ eder.
Kur’ân müspet ilimlere karşı bir kitap ta değildir. Aksine, pek çok vesîle ile, ilme teşvîk eder. Allah’ın varlık ve kudretini İspatlamak için kâinâttan, zerreden, küreye kadar pek çok şeyden söz eder. Hedefi bunları tefernıâtiyle insanlara anlatmak değil, onların şaşmaz ve yanılmaz bir Vacibü’l-Vücud yâni Allah Teâlâ tarafından yaratıldığını göstermektir.
Âyetlerin bir çoğunun işâret ettiği hususlar dikkate alınacak olursa, bir bakıma, Kur’ân da bükün ilimlerin mevcut olduğu kabul edilebilir. Nasıl ki, bir çekirdeğin ve tohumun içinde bitkinin bütün özellikleri bulunursa, Kur’ân’da da bütün ilimlerin nüvesi, özü vardır, önemli olan onu kavramaya çalışmak ve Allah kelamı Kur’ân’ın insan sözüne benzemeyeceğini anlamaktır. Bir şair şöyle demiştir: “Bütün İlimler Kur’ân’da mevcuttur. Fakat, insanların anlayışlarında kusur vardır(7).
Kur’ân’ın Anlaşılmasının Lüzum ve Önemi:
Yukarıda kısaca özelliklerinden söz edilen Kur’ân-ı Kerîm’in manasının anlaşılması gerekli midir? Bîr başka ifâde ile, tefsir edilmesine ihtiyaç var mıdır? Onun içine aldığı hususları bilmede ne gibi yararlar vardır? Yoksa o, yalnız okunmak, kendisinden sâdece feyz, bereket ve sevap beklenmek için mi indirilmiştir? Şimdi de burada, bu ve benzeri soruların cevaplan verilmeye çalışılacak, Kur’ân’ın anlaşılmasının lüzum ve önemi üzerinde durularak, bu İlâhî kitabın anlayarak okunmasının yararları belirtilmeye çalışılacaktır.
Kur’ân’ın anlaşılmasının gereği, onun tefsir edilip açıklanmasının lüzum ve önemi bizzat Allah Teâlâ tarafından belirtilmektedir. Şöyle ki:
1- “Sonra onu (Kur’ân’ı) açıklamak ta, bize düşer”(8). Buradan anlaşıldığına göre, Allah Teâlâ Kur’ân’ın bir yerinde mücmel (kısa) olarak söylediği hususu, başka yerlerinde geniş olarak zikreder ki, böylece onun manası anlaşılsın. Buna Kur’ân’ın Kur’an’la tefsiri denir. Bu da bize, Kur’ân’ı anlamaya çalışırken onu parça parça değil, bir bütün içinde ele alıp değerlendirerek doğru bîr şekilde anlamamız gerektiğini göstermektedir.
2- “Sana öğüt verici Kur’ân’ı gönderdik ki, insanlara ne indirildiğini açıklayasın; onlar da düşünsünler"(9). Bu âyette, Kur’ân’ı tefsir etme ve açıklama görevinin Hz. Peygamber’e verilmiş olduğu belirtilmektedir. Nitekim O da bu beyân vakfesini hakkıyla yerine getirmiş, Kur’ân’ın izah edilmesi gereken yerlerini açıklamıştır. Şayet bunu yapmamış olsaydın peygamberlik görevim yerine getirmemiş olurdu. Buna tebliğ vazifesi denir. Her peygamber tebliğle görevli olduğu gibi, Hz. Muhammed (s.a.s.) de görevlidir. Allah Teâlâ bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Ey Peygamber, sana Rabbin tarafından gönderileni herkese bildir. Böyle yapmazsan peygamberlik vazifeni yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur”(10). Buradan anlaşıldığına göre, Hz. Peygamber, Kur’ân’ın hem metnini ve hem de manasını insanlara ulaştırmıştır.
3- “Biz sana, hayırlı ve bereketli bir kitap İndirdik ki, âyetlerini inceden inceye düşünüp taşınsınlar, akıllan olanlar ondan öğüt alsınlar”(11).
4- “Bunlar Kur’ân’ı derinden düşünüp taşınmıyorlar mı? Yoksa yüreklerine kilit mi vurulu?”(12).
5- "Onlar bu sözü İyiden iyiye düşünmüyorlar mı? Yoksa kendilerine, önce gelenlere gönderilmeyen bir şey mi geldi? ”(13). Bu âyetlerden anlaşıldığına göre, Kur’ân kendisi üzerinde düşünmeyi istemekte ve manasını anlamak istemeyenleri kötülemektedir.
6- "... Bu kavme ne oluyor da kendilerine anlatılanı anlamaya yanaşmıyorlar.(14)
Yukarıda verilen örneklerden anlaşılıyor ki, kendisi üzerinde düşünmeyi emreden ve bu işi yapmayanları kötüleyen Kur’ân’ın anlaşılmasına zaruret vardır. Zira anlamadan onun üzerinde düşünüp, onun hükümlerini bilmeye ve uygulamaya imkân yoktur. Kur’ân’ı izah edip açıklayan İlme Tefsir İlmi denildiğini biliyoruz. O halde tefsire şiddetle ihtiyacımız vardır. Bilhassa, onda mevcut ilimler, ve edebî sanatlar ile, müteşâbih (mânâları açık olmayan) âyetler, Vücuh ve Nazâir (birden çok manaya gelen kelimeler) vb. hususlar göz önüne getirilecek olursa, onun tefsirine olan ihtiyaç açıkça ortaya çıkar.
Hz. Peygamber de bir çok hadislerinde Kur’ân’ın öğrenilmesi ve anlaşılarak okunmasının lüzum ve önemini belirtmektedir, örnekler:
1- “Sizin en hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir”(15). Bu hadiste söz edilen öğrenmekten maksat, Kur’ân’ın hem okunuşunu, hem de mânâsını öğrenmektir. Yalnız onu okumakla yetinmek, mana ve hükümlerini anlamaya çalışmamak doğru bir davranış değildir. Matlup olan, İlâhî kelâm’ın manasım kavramaya çalışmak ve Allah’ın mesajından haberdâr olmaktır(16). Hatta Hz. Peygamber, göklerin ve yerin akıllara durgunluk veren harikalarından söz eden âyeti okuyup da manası Üzerinde düşünmemenin faydalı bir okumak bile olmayacağını bildirmiş ve şöyle buyurmuştur: “Bu âyeti iki çenesi arasında çiğneyip (geveleyip) de mana- sim düşünmeyen basiretsizlere yazıklar olsun”(17). Demek ki önemli olan Kur’âm sadece okuyup geçmek değil, manaları üzerinde (anlayarak) düşünmektir(18).
2- “İçinizde öyle gruplar türeyecektir ki, az, onların namazları yanında kendi namazlarınızı, oruçları yanında oruçlarınızı, amelleri (iyi işleri) yanında amellerinizi küçük ve basit göreceksiniz. Onlar Kur’ân da okuyacaklardır. Fakat, Kur’ân’ın feyzi onların boğazlarını geçmiyecektir. Onlar, okun avı delip geçtiği gibi birden çıkacaklardır”(19). Bu hadisten anlaşıldığına göre, Kur’an’ı diliyle okuyup da manasım anlamayanlar, ondan gereği gibi yararlanamayacaklar, onun ruhunu ve özünü kavrayıp kalplerine yerleştiremeyeceklerdir(20).
3- “Kur’ân okuyan ve gereği olduğu gibi uygulayan mü’min, kokusu hoş, tadı güzel turunç meyvesi gibidir. Kur’ân okumayan, fakat, gereğini uygulayan mü’- min, tadı güzel olan ve fakat kokusu bulunmayan hurmaya benzer. Kur’ân okuyan, fakat gereğim uygulamayan münafık, kokusu hoş, tadı acı olan fesleğen gibidir. Kur’ân okumayan münafık da, tadı acı ve kokusu pis Ebu Cehil karpuzuna benzer”(21).
Yukarıdan beri zikrolunan hadislerden de anlaşıldığı üzere, Kur’ân-ı Kerim, kendisini bütün insanlığa duyurmak ve anlatmak için gönderilmiştir. Ancak, onun manaları ihata (anlaşılıp) olunup bitirilemez(23). Hiç bir kimse, muayyen bir zamanda, Kur’ân’daki meknuz (gizli) hakikatlerin anladığını iddia edemez. Akıllar kemâle erdikçe, Kur’ân’ın ilham ettiği hakikatler daha iyi anlaşılır(24). Bir kişinin bu İlâhî kitabın manasını kavrayabilmesi için, onda kullanılan dili bilmesinden başka, aklen ve kültür bakımından da onun seviyesine ulaşması şarttır(25).
On beş asırdan beri müslümanlar Kur’ân’ın manasını ahlamaya çalışmışlar, bazı çağlarda onun özünü kavrayabilmişler, ışığında yürüyerek ilerlemişler, ölmez eserler vererek insanlığa örnek olmuşlardır. Bazı zamanlar da, Kur’âm yalnız okumakla yetinmişler, yüzeyde ve kabukta kalmışlar; onun ruhunu anlayamamışlar, prensiplerini uygulayamamış ve geri kalmışlardır, özellikle, son bir kaç asırda, müslümanların çoğu, Kur’ân’ı anlama hususunda hassasiyet gösterememişlerdir. Sâdece onu evlerde, kabirlerde ve matem günlerinde tekrarlar hâle gelmişlerdir. Halbuki o, sâdece ölüler için olan bir kitap değildir. Mehmet Akif Ersoy bu hususu şöyle dile getirmektedir:
Ya açar Nazm-ı Celîl’in, bakarız yaprağına;
Yahûd üfler, geçersiz bir ölünün toprağına.
İnmemiştir hele Kur’ân, bunu hakkıyla bilin,
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için!(26)
Bazı müslümanlar, Kur’ân’ı anlamanın ve üzerinde düşünmenin esas görev olduğundan gaflet etmişler; onun ışığında yürüyerek iman ve ahlâk sahibi, medenî ve ileri bir insan olmanın, âhirette de mutluluğa erişmenin önemini unutmuşlardır. Bu durumlarıyla onlar, çağlayanlar arasında durup da, susuzluktan ölen kimseye ne kadar benziyorlar(27). Fakat, “bu apaçık hüsranın ta kendisidir’’(28).
Hepimizi mutlu eden husus şudur ki, son zamanlarda müslümanlar, yeniden uyanmaya başlamış, Kur’ân’ın anlaşılması konusunda ciddî çalışmalara girişmişlerdir. Bu gayretler, bazı Müslüman milletlerde görüldüğü gibi, milletimizde de görülmektedir. Hatta müfessirlerimizden Elmalılı, M. H. Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili adlı tefsiriyle Kur’ân’ın mânâsını güzel bir şekilde Türkçeye kazandırmıştır. Bir kısmı henüz tamamlanmamış olan değerli tefsirler de yazılmaktadır.
Değerli araştırıcı ve âlimlerimizden olan bir zat da, Kur’ân’ın anlaşılmasının gerekliliğini şöyle açıklamaktadır: “Eğer müslümanların, ellerinde Kur’ân gibi bir kitapları olduğu halde geri kalmışlıklarının sebebi sorulursa, denilebilir ki, bu, Kur’ân’ı anlamak yerine, ya evlere bereket getireceği inancıyla, O’nu bir torbaya koyup evin duvarına asmaları, yahut da sâdece matemi günlerinde ölülerine dua makamında okumaları yüzündendir. Oysa Kur’ân-ı Ketim kendisini okuyanlara, Kur’ân ’ı anlamaya, bunun için de üzerinde durup düşünmeye dâvet etmiş ve bu dâvetini sık sık tekrarlamıştır”(29).
Kur’ân’ı doğrudan doğruya anlayabilmek için Arapça bilmek şarttır; fakat bu da yeterli değildir. Çünkü, o, Allah Kelâmıdır; Rabçadır. Onda Arapların dahi anlayamayacağı pek çok İncelikler, mecazlar ve san’ atlar vardır. Ayrıca, manası, derin derin düşünme neticesinde anlaşılabilecek, çoğu kez de râsihler (dinde mütehassıs olanların gerçeğini kavrayabileceği müteşâbihler de Kur’ân’da yer almaktadır. Onlardan mana çıkarabilmek için, düşünce ve kültür bakımından da Kur’ân’ın seviyesine ulaşmaya çalışmak lâzımdır.
Aslında biz, diğer müslüman milletlere göre, Kur’ân’a karşı son derece adaplı davranan bir milletiz. Okuyabilenlerimiz onu okur, ona hürmet eder; onun icazı karşısında duygulanır, tüyleri ürperir ve etkilenir. Gerçekten bu, milletimizin takdirlerin üstünde olan meziyet ve özelliğidir. Fakat, bu yeterli değildir. Onun mânâsını anlamak, içine aldığı gerçekleri öğrenmek ve onun hükümlerini uygulayarak huzurlu bir hayat yaşamak ve ilerlemek gençliğimizi yetiştirmek hem en tabii hakkımız, hem de, kaçınılmaz görevimizdir. Bunun için pratik olarak yapılacak şey; önce, en çok okuduğumuz ve dinlediğimiz sûrelerden başlamak suretiyle, Kur’ân’ın Türkçe tefsirlerini okumak, kelimelerin ve âyetlerin manalarım anlamaya çalışmaktır. özellikle, Fatiha suresi, namazlarda okuduğumuz diğer sure ve âyetler gibi kısa olanlardan başlanmalıdır. Yine Ramazanlarda câmilerde mukabeleler okunmaktadır. Buralara Kur’ân dinlemeye gelmeden önce, okunacak surelerin en azından meallerini, mümkünse tefsirlerini iyice okuyarak gelmek yararlı olur. Belki ilk ânlarda bu zor gelebilir. Fakat ısrarla ve sabırla bu işe devam edildiği takdirde, kısa zamanda, Kur’ân’ın manasından zevk alınmaya başlanacak, azar azar bu İlâhî mesajı anlama yoluna gidilecektir. Böylece, Allah’ın bizlerden İstediği hususları öğrenebilir, onları uygulayarak huzurlu ve mutlu olabiliriz.
***
Ey Peygamber! Biz seni şâhid, müjdeci uyarıcı; Allah’ın izniyle O’ çağıran, nurlandıran bir ışık olarak göndermişizdir. İnananlara, Rablerinden büyük bir lütuf olduğunu müjdele. înkârcılara, ikiyüzlülere itâat etme; eziyetlerine aldırma; Allah’a güven, güvenilecek olarak Allah yeter.
(Kur’ân-ı Kerim, Ahzâb: 45-48)
***
* Dokuz Eylül Üniversitesi ilahiyat Fakültesi
1) Zercani, Menahilu’l-İrfân, Mısır 1371/1952. I, 52.
2) Bakara 2/1, 2,
3) Bakara 3. 4, 5.
4) Yûsuf 12/1, 2, 3.
5) İsrâ 17/9, 10.
6) Tirmizi, Fadail, 14 (V, 172).
7) Osman Keskioğlu. Kur’ân-ı Kerim Bilgileri. Ankara 1989, 256.
8) Kıyame 75/19.
9) Nahl 16/44.
10) Maide 3/67.
11) Sâd 38/29.
12) Muhammed 47/24.
13) Mü’minün 23/68.
14) Nişi 4/78.
15) Buhari, Fedail, 21 (VI, 108).
16) Aynî, Beyrut XX, 43.
17) Âli İmran 3/190
18) İsmail b. Kesîr (İbn Kesir), Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azîm, Mısır 1953, 1, 440.
19) Taberi, Câmiu’l-Beyân, Mısır 1374/1954, IV, 209; A. H. Akseki, İslâm, İst., 327.
20) Buhârî. Fedail 35 (VI, 115).
21) Aynî, İstanbul 1308/1890, IX, 350; Kastalâni, Mısır 1307/1889. VIII. 476.
22) Buhârî, Fedail 35 (VI, 115). Hadisin geni? manası için, bkz,: Aynî, IX, 351; Kastalâni, VII,. 477; Kâmil Miras, Buhârî, Tecrid Tere, İstanbul 1947. XI, 286.
23) M. H. Yazır Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul 1935, Mukaddime.
24) Mustafa Reşit Belgesay, Kur’ân Hükümleri ve Modem Hukuk, İstanbul 1963. 113.
25) Ahmed Emin, Fecru’l-İslâm, Mısır 196!, 196.
26) M. A. Ersoy, Safahat, İstanbul 1989, 225 (Süleymaniye Kürsüsünde "Çin ve Man furyada" ikinci Kitap).
27) Zerkânî. Menâhil, I, 374, 375.
28) Hacc 22/11; Zum« 39/15.
29) İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi. Ankara 1988, 36.