Makale

İSLÂMDA İNSAN HAKLARI BEYÂNNÂMESİ

İSLÂMDA İNSAN HAKLARI BEYÂNNÂMESİ

1. BEYÂNNÂME HAKKINDA KISA BİLGİ

Çeşitli ilmî toplantılarda bize ve konuyla ilgilenen herkese şu sual sorulu­yor: Neden İslam Hukuk tarihinde, Batı’da olduğu gibi, insan haklarıyla ala­kalı bildiriler ve beyannameler mevcut değil? Yoksa İslam Hukuk tarihinde insan hakları ve hukuk devleti mücadelesi, bazı kimselerin İddia ettikleri gibi yok mudur? Geç mi başlamıştır? Bu suallere karşı verilecek cevabı daha evvel belirtmiştik: Var olan bir şeyin ilanına lüzum görülmemiş de ondan. Zira daha evvel olmayan şeyin ilanı yapılır. Batıda insan hakları XI. yüzyıldan evvel he­men hemen yok gibidir. XIX. yüzyıla kadar ise, temel hakları elde etme mücadelesi yapanlar zafer kazandıkça, yetkililer bunu bir beyanname ile İlan etmek mecburiyetinde kalmışlardır. İslam Hukukunda ise, başlangıçtan beri temel hak ve hürriyetler, Kur’an ve Sünnet tarafından kabul ve ilan edildiğinden, tekrar ilanına gerek kalmamıştır.

Buna rağmen muasır İslam Hukukçuları, İslam Hukukunun temel kaynak­larına dayanarak konuyu bütün ayrıntılarıyla incelemişlerdir. İslam Konferansı Teşkilât) Genel sekreterliği de. İslam’da İnsan Hakları mevzuunda Birleşmiş Milletler Genel Kuruluna, 1979 yılı devresinde “Meşru’-i Vesîkat-i Hukuk Ve Vâcİbât’İl-İnsâniyye Fi’l-İslâm” adıyla bir rapor sunmuş ve rapor büyük bir hüsn-i kabul görmüştür.

İslam Konseyi ise, daha evvel “İslam’da İnsan Haklan Beyannamesi” adıyla bir bildiri neşretmiştir. Arapça, İngilizce ve Fransızca olarak neşredilen bu Beyanname, daha evvel pek iyi olmayan bir üslupla Türkçeye de tercüme olun­muştur. Biz bu kitabımızın İkinci Kısmını, yeniden kaynaklarına müracaat ederek ve diğer dillerdeki metinlerle de mukayesede bulunarak, Beyannameyi dipnotlarla birlikte tercüme ettiğimiz metne tahsis ettik. Şimdi Beyannamenin mukaddimesini ve tam metnini takdim ediyoruz:

“Ey insanlar! Gerçekte biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi, sadece ve sadece birbirinizle tanışıp yardımlaşasınız diye büyük büyük cemiyetlere ve küçük küçük kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki, sizin Allah katında en şerefliniz, takvaca en ileride olanınızdır. Hakikaten Allah her şeyi bilir ve her şeyden haberdardır.” (Kur’an, Hucurât,13).

2. İSLÂMDA İNSAN HAKLARI BEYÂNNÂMESİ (TAM METİN) TAKDİM

“Hamd Allah’a olsun ve salât ile selâm da Allah’ın Peygamberi Seyyidimiz, Abdullah oğlu Muhammed’e, O’nun âline ve ashabına ve O’nun getirdiği hidayet yoluna tâbi’ olanlara olsun.

Hamd ve salâtdan sonra şunu belirtelim ki, bu beyânnâme, Dünya İslam Konseyi’nin neşrettiği ikinci belgedir ve İslam’da İnsan Haklarını ihtiva et­mektedir.

Daha Önce İslam Konseyi, İslam Nizâmı’nın genel çerçevesini teşkil eden Evrensel İslam Beyannamesi’ni neşretmişti. Her iki vesikanın da, Hicrî XV. asrın girişine ve dünyadaki İslâmî hizmetlerin ve hareketlerin başarılı olduğu bir döneme rastlaması, İnşallah hayra işarettir.

İslam’da insan hakları herhangi bir kralın yahut İdarecinin ihsanı olarak kabul edilmediği gibi, mahallî bir otorite yahut milletlerarası bir müessesenin aldığı karar da değildir. Belki insan haklan, kaynağı İlâhî olan bir hükümle kesin olarak kabul edilen fıtrî haklardır. Bu sebeple hiçbiri inkâr edilemez, or­tadan kaldırılamaz, çiğnenemez, bu haklara tecavüz edilmesine müsamaha ile bakılamaz ve bu haklardan asla vazgeçilemez.

Bugün ilan ettiğimiz İslam’da insan Hakları belgesi, çok samimi bir gayre­tin neticesi ve meyvesidir. Bunun ortaya çıkması için, çok sayıda büyük İslam mütefekkirleri ve İslami hareket liderlerinin katkıları olmuştur. Gösterilen gay­retler neticesinde, hamd olsun, Allah’ın Kitabı Kur’an ve Resulünün Sünneti­ne dayanılarak insan haklarını şamil bir beyanname ortaya çıkmıştır.

Dünya İslam Konseyi, bu beyannameyi bütün dünyaya ilan etmekle ümid etmektedir ki, bu hizmet, mu’âsır Müslümana bugünkü cihadında bir katkı ol­sun, Müslüman lider ve idarecilere, kendi aralarında ve başkalarıyla olan mü­nasebetlerinde hakkı tavsiyeye bir vesile ve davet olsun. Hiç bir Müslümanın cahil kalacağı düşünülemeyen İslam’ın vaz’ ve kabul ettiği İnsan haklarına hür­mette, Müslüman milletleri ve halklarıyla olan münasebetlerinde, idare tarz ve metotlarında ve nihâyet şahsî ve siyasî hayatlarında, kendilerine uyulması ge­reken nihaî bir hedef olsun.

Aynı şekilde İslam Konseyi, bu Beyannamenin, insan haklarıyla ilgilenen mahallî ve milletlerarası kuruluşlar tarafından yeterince ilgiyle karşılanacağı­nı, bu müesseselerin elindeki konuyla alakalı dokümanların bir yenisini teşkil edeceğini ve yaşanan hayatta da bu belgedeki esaslara uyulması için çağrı ya­pılacağını ümit etmektedir.

Allah’tan dileğimiz, bu belgenin hazırlanmasına katkıda bulunan herkese mükâfatını ihsan etmesi, bu beyannameye kalpleri gönülleri ve akıllan açması ve böylece Müslümanların hayatında yeni bir dönemin başlamasıdır.

21 Zilkade 1401 Salim Azzâm

19 Eylül 1981 Genel Sekreter”

GİRİŞ

“İslâm, on dört asırdır, insan haklarını bütün derinliği ve kapsamıyla ka­bul ve ilan etmiş, insan haklarının korunması için bütün koruyucu tedbir ve müeyyidelerini vaz’etmiş ve İslam toplumumu da, bu haklan teyid ve te’kid ede­cek temel esas ve prensiplerle tanzim eylemiştir.

İslâm, âlemlerin Rab’ı olan Allah’ın insanlara tebliğ edilmek ve insanları hak, adâlet, hayır ve huzurun hâkim olacağı güzel bir hayata hidayet etmek üzere, Peygamberlere vahiy yoluyla gönderdiği semavî davetlerin sonuncusudur.

Buradan hareketle, Müslümanların üzerine, bütün insanlara İslam’ın davetini anlatmaları, şu emr-i ilâhî gereğince bir vecibedir. “Sizden öyle bir cemaat bulunmalıdır ki, onlar herkesi hayra davet etsinler, iyiliği emretsinler, kötülükten vazgeçirmeye çalışsınlar. İşte onlar muradına erenlerin tâ kendile­ridirler.”(1) Ayrıca insaniyet hakkının ifası, âlemin düştüğü bunca hata der­yasından kurtarılması ve milletlerin karşı karşıya kaldığı çeşitli belâ girdapla­rından kurtulma gayretlerine katkıda bulunma mükellefiyetinin de gereğidir.

Biz Müslümanlar, milletlerimiz ve memleketlerimiz farklı olsa da,

- Vâhid ü Kahhâr olan Allah’a ubudiyetimizden;

- Dünya ve Ahirette her işin sahibinin O olduğuna, hepimizin dönüşünün sonunda O’na olacağına, insanı yeryüzüne halife yapıp kâinattaki her şeyi in­sanın emrine verdikten sonra, insanın hayrına ve yararına olan şeylere onu hidayet edecek olanın da ancak O olabileceğine olan imanımızdan;

- Rabbimiz tarafından gönderilen Peygamberlerin getirdiği Hak Din’in tek olduğunu ve peygamberlerin her birinin Hak Din’in binâsına birer kerpiç koy­duklarını, nihâyet Allah’ın, Resulullah’ın “Ben, nübüvvet binâsının son taşı­yım; ben, Peygamberlerin sonuncusuyum.” hadisinde ifade ettiği gibi, Hak Dini’n binasını Hz. Muhammed’in Risâlet’iyle tamamladığına tasdikimizden;

- İnsan aklının, Allah’ın hidâyet ve vahyi olmadan, insan hayatı için en doğru yolu bulabilmekten âciz olduğunu teslim ettiğimizden;

- Mukaddes Kitabımız Kur’an’ın ışığında, insanın kâinattaki gerçek yerini, icadındaki gayeyi ve yaradılışındaki hikmeti görebildiğimizden;

- İnsana, yaratıcısının izafe ettiği şeref, izzet ve çoğu mahlukata olan üs­tünlüğünü bildiğimizden;

- İnsânı, Yüce Rabbı’nın, nimetleriyle ihata ettiğini gördüğümüzden;

Milletleri ve bölgeleri ayrı ayrı da olsa, Müslümanları tek ceset haline geti­ren ümmet mefhumunu gerçek manada idrak ettiğimizden;

- Bugün dünyanın karşı karşıya bulunduğu bozuk düzenleri ve günahkâr nizamları, derinden derine anlayabildiğimizden;

- İnsan toplumunun bir azası olarak, İnsanlığa karşı her an hissettiğimiz sorumluluğumuzu İfa etmeye olan gerçek arzumuzdan;

• İslam’ın boyunlarımıza yüklediği tebliğ emanetini, daha faziletli bir ha­yatı elde etmeye çalışma azmiyle, İfa edebilmeye olan hırsımızdan;

Bu elde etmeye hırs gösterdiğimiz faziletli hayat;

• Fazilet üstüne kaim ve her türlü rezilliklerden uzak...

• Karşılıklı husumet yerine karşılıklı yardımlaşmanın ve düşmanlık yerine kardeşliğin hâkim olduğu...

- Harpler ve meydan kavgaları yerine emniyet ve yardımlaşmanın geçtiği...

- İnsanın, kula kulluk, ırka ve bölgeye dayalı tefrika zulüm ve zilletin altın­da sıkışıp boğulmasına bedel, hürriyet, eşitlik, kardeşlik, izzet ve şeref mana­larını teneffüs edebileceği bir hayat...

- Böylece İnsan vücut âlemine gönderiliş vazifesini ifa etmeye, yani, Yaratıcısına ibadet ve kâinata şamil bir imar hareketine hazır olacak.

Bu hayat, insana Yaratıcısının nimetlerinden yararlanma imkânını vere­cek, büyük bir aile görünümünde olan insanlık ailesine karşı vazifelerini ifa etme fırsatı doğacak...

İşte bütün bunlardan güç ve ilham alarak, biz Müslümanlar, Kur’an’a ve Sünnet-i nebeviyyeye dayanarak, İslam’da İnsan Haklan Beyannamesini ilan ediyoruz.

İlan edilen şekliyle, insan hakları beyannamesi, ebedîdir, içinden birinin iptali, ta’dili, ilgası veya askıya alınması asla câiz değildir.

Bunlar öyle haklardır ki, Yaratıcımız, bunları vaz’ etmiştir. Dolayısıyla, kim olursa olsun, beşerin bunları askıya alması, bunlara tecavüz etmesi, fert­lerin veya toplumu temsil eden müesseselerin iradeleriyle bunlardan vazgeçil­mesi mümkün değildir.

Bu hakların ikrar ve kabulü, gerçek bir İslam Toplumunun kurulması için atılan doğru bir adım ve başlangıçtır;

1- Öyle bir toplum ki, insanlar o toplumda eşit olsun; fertler arasında nesep, ırk, cinsiyet, renk, dil veya din dayanan imtiyaz ve ayırım bulunmasın.

2- öyle bir toplum ki, orada eşitlik, haklardan yararlanmada ve ödevleri ifada esas kabul edilsin. Müşterek insan olma özelliğinden kaynaklanan eşitlik olsun. “Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık” (Kur’an, Hucurat, 13). Yaratıcının insana ihsan ettiği insanlık boyası, bu eşitliğin esasını teş­kil etsin. “Yemin ederiz ki, biz, İnsanoğlunu şerefli kıldık, onları karada ve denizde bineklere yükledik, onlara güzel şeyleri rızık olarak ihsan ettik ve ya­rattığımız mahlûkatın çoğuna onları birçok faziletlerle üstün kıldık." (Kur’­an, Isra, 70).

3- Öyle bir toplum ki, orada insan hürriyeti, hayatın eş anlamlısı olsun, insan hür olarak doğsun ve hürriyetin gölgesinde kendim bulsun, zillet, köle­lik, zulüm ve baskıdan emin olsun.

4- Öyle bir toplum ki, Aile toplumun direği olarak görülsün, aileye gere­ken şefkat ve himâye gösterilsin, ailenin istikrarı ve ilerlemesi için bütün se­bepler hazırlansın.

5- Öyle bir toplum ki, idareci ve halk, yaratıcı tarafından, vaz’ olunan hu­kukun önünde eşit olsun, kimsenin imtiyaz veya ayırımı bulunmasın.

6- Öyle bir toplum ki, idarî otorite, idareci sınıfın boynuna konulan bir emanet gibi kabul edilsin, gayeleri de İslâm hukukun çizdiği gayeleri, yine bu hukuk nizamının gösterdiği metotlarla gerçekleştirmek olsun.

7- Öyle bir toplum ki, orada her fert Allah’ın tek başına bütün kâinatın maliki olduğuna, kâinattaki her şeyin Allah’ın fazlı ve atâsı olduğunu, kimse­nin daha önceden bunlara istihkak kesbetmediğini kabul etsin, her insanın bu ilâhî atâdan nasibini alabileceği kabul edilsin. “Size, kendi lütuf ve lisanından olmak üzere, göklerde ve yeryüzündeki her şeyi musahhar etmiştir.” (Kur’an, Câsiye, 13).

8- Öyle bir toplum ki, orada İslâm ümmetinin meselesini tanzim eden siyasetlerin ve bu siyasetleri tatbik ve tenfiz edecek olan yüksek otorite organları­nın esasını, “şûra” prensibi teşkil etsin. “Onlar, meselelerini ve işlerini şûrfi ile hallederler" (Kur’ân, Şûra, 38)

9- Öyle bir toplum ki, orada her fert, gücü ve kabiliyeti nispetinde sorum­luluklar yüklenmek ve İslâm milletinin önünde dünyevî olarak ve Yaratıcısının huzurunda ise, uhrevî olarak hesap verebilmesi için, bütün fertlere eşit fır­satlar tanınsın.

10- Öyle bir toplum ki, orada mahkeme önünde ve hatta yargılama anın­da, idare eden eşit tutulsun.

11- Öyle bir toplum ki, orada her fert toplumun gönlü gibi olsun, cemiyet aleyhine bir suç işleyen İnsana karşı sırf Allah için ve teklifsiz dava açabilsin, başkasından bu konuda yardım talep edebilsin, başkaları da ona yardım etsin ve haklı davasında onu yalnız bırakmasın.

12- Öyle bir toplum ki, dalâletin ve tuğyanın bütün çeşitlerini reddedip içinde yaşayan her ferdin emniyet, hürriyet, şeref ve adâlet haklarım tekeffül etsin, bunu, islâmın insanlar için tanıdığı haklar çerçevesinde yapsın.

İşte İslam’ın insanlar için tanıdığı haklan, biraz sonra takdim edeceğimiz İslam’da insan Hakları Beyannamesi, bütün dünyaya ilan etmektedir.(2)

İSLÂM’DA İNSAN HAK VE HÜRRİYETLERİ BEYANNÂMESİ

Bismillahirrahmanirrahîm

Madde - 1 Hayat Hakkı

A) insan hayatı mukaddes ve dokunulmazdır. Hiç kimsenin insan hayatına tecavüzde bulunması câiz değildir. Bu dokunulmazlık ve kutsiyet, ancak şer’i hükümler çerçevesinde ve onların kabul edeceği yollarla kaldırılabilir.(3)

B) insanın maddî ve manevî varlığı, korunmuştur; İslâm hukuku hayatın­da ve ölümünden sonra insanın varlığını korur, insan cesedine saygı ve rıfk ile muamele etmek, müminin vazifesidir. İnsanın ayıplarını ve örtülmesi ge­reken uzuvlarını örtmek bir vecibedir.(4)

Madde 2- Hürriyet Hakkı

A) Hürriyet hakkı, tıpkı insanın hayatı gibi, dokunulmazdır, insanın do­ğuşu ile birlikte var olan tabii ve ilk hakkıdır. İnsanla beraber kalır ve hayatı devam ettikçe devam eder. Kimse hürriyet hakkına tecavüz edemez. Fertlerin hürriyetinim Korumak için yeterli kanunî tedbirlerin alınması icabeder. Şer’i hükümler çerçevesinde ve hukukun kabul edildiği yollar dışında, hürriyetlerin kayıtlanması ve sınırlandırılması caiz değildir.(5)

B) Hiç bir milletin bir diğer milletin hürriyetine tecavüz etmesi câiz ola­maz. Tecavüz eden milletin, bu tecavüzünden hemen vaz geçmesi ve ihlâl etti­ği hürriyeti mümkün olan bütün yollarla derhal iade etmesi gerekir. Milletle­rarası kuruluşların da, hürriyeti için mücadele eden milletlere yardıma olması icabeder. Müslümanların ise, bu vecibeyi yüklenerek bu hususta ihmâl göstermemeleri dinî bir vazifedir.

Madde 3 - Eşitlik Hakkı

A) Bütün insanlar kanun (şeriat) önünde eşittirler. Hukukun fertlere uy­gulanması açısından aralarında herhangi bir kimsenin imtiyaz hakkı mevcut değildir. Aynı şekilde hukukun fertleri koruması hususunda da herhangi bir imtiyaz mevzu bahis olamaz.(7)

B) Bütün İnsanlar, insan olmaları İtibariyle eşittirler. Aralarındaki üstün­lük, ancak amellerine göre olabilir. Herhangi bir şahsın, bir diğerinin mar’ûz bırakılamayacağı zarar veya tehlikeyle karşı karşıya bırakılması asla caiz de­ğildir. Fertler arasında cinsiyet, ırk, din yahut dil esasına göre ayırım yapan her fikir, nizam ve yasama faaliyeti, İslam’ın bu zikredilen umumi esası ile tezat teşkil eder.(8)

C) Her fert, fırsat eşitliği prensibi çerçevesinde ve diğer fertlere tanınan fır­satlar ve imkânlar dairesinde, kamuya ait maddi kaynaklardan yararlanma hak­kına sahiptir. Gösterilen gayret ve emek aynı olduğu ve ücrete hak kazandıran iş kemiyet ve keyfiyet itibariyle farklılık arz etmediği sürece, fertler arasında, ücret ve emeğin karşılığı açısından ayırım yapılması câiz değildir.(9)

Madde 4 - Adalete Başvurma Hakkı

A) Her fert, şeri ‘at önünde hak arama hürriyetine sahiptir ve sadece İslâm hukuku hükümlerine göre yargılanmayı talep etme hakkına haizdir.(10)

B) Her fert, maruz kalacağı zulme karşı kendini müdafaa etme hakkına sâhiptir. İmkânları ölçüsünde, başkasının maruz kaldığı zulmü de def etmek, her ferdin vecibesidir.(11)

Fertler, haklarını koruyup adâletle muamele edecek ve maruz kalacakları zarar ve zulmü def edecek bir yüksek otoriteye (idare, yasama veya yargı mer­cileri gibi) müracaat etme hakkına da sâhiptir. Müslüman devlet reisinin, böyle bir yüksek otoriteyi tesis etmesi ve bu organın bağımsızlığını ve tarafsızlığını temin edecek bütün tedbirleri alması en önemli vazifedir.(12)

C) Her ferdin, sırf Allah rızası için ve talebe ihtiyaç duymadan (hısbeten lillah), diğer fertlerin ve cemaatin yani kamunun haklarını müdafaa etmesi, hem hakkı ve hem de görevidir.(13)

D) Hiç bir gerekçe ile bir ferdin nefsini müdafaa etmesine yani savunması hakkına karşı çıkılmaz ve engellenemez.(14)

E) Hiç kimse, İslâm Hukukuna aykırı bir emre itaat etmesi için bir Müslümanı zorlayamaz. Böyle bir emir karşısında ve ma’siyetle emredildiği takdir­de, emreden makam kim olursa olsun, Müslüman ferdin de “Hayır” demek vazifesidir. Müslüman toplumun ise, ferdin bu reddini ve hakta ısrarını des­teklemesini ve onu korumasını beklemek, Müslüman ferdin tabiî hakkıdır.(15)

Madde 5 - Âdil Bir Yargılamayı Talep Hakkı (Kanuni Yargı Yolu)

A) İslâm’da asıl olan, ferdin suçsuzluğudur (Berâ’et-i zimmet asildir). Bu hal, kişinin herhangi bir suçtan dolayı sanık durumuna düştüğünde de devam eder ve sanık âdil bir mahkeme önünde yargılanıp suçu sabit görülünceye ka­dar sürer.(16)

B) Şer’i bir nass yani bir kanun metni bulunmadan kimse suçlanamaz (Zi­ra suçta ve cezada kanunilik esastır). Dinin zarûriyyât denilen hükümlerini bil­memek, Müslüman için mazeret teşkil edemez. Ancak bilmemezlik hali sabit görüldüğünde, kanunu bilmemek, sadece had cezalarını düşüren bir şüphe ola­rak kabul edilir(17)

C) Tam kaza yetkisine sahip bir mahkeme önünde, reddedilmez delillere suçu işlediği sabit olmadıkça, hiç kimsenin suçlu olduğuna hükmedilemez ve herhangi bir cürümden dolayı cezalandırılamaz.(18)

D) Hiç bir halde, cezanın, İslâm hukukunun suç için çizdiği sının tecavüz etmesi câiz değildir. Had cezalarım bertaraf etmek için, suçun işlendiği şart ve halleri göz önünde bulundurmak, İslâm Hukukunun temel esaslarındandır,(19)

E) İnsan, başkasının suçundan dolayı yargılanamaz. Her insan kendi fiille­rinden müstakillen sorumludur; yani cezai sorumluluk şahsîdir. Hiç bir halde, bir şahsa ait sorumluluğun, onun aile ve yakınlarına yahut çevresi ve arkadaş­larına yüklenmesi câiz olamaz.(20)

Madde 6 - Yüksek Otoritenin Zulmünden Korunma Hakkı

Her fert, yürütme, yasama ve yargı gibi yüksek otoritelerin tecavüzlerinden korunma hakkına sâhiptir. Bu sebeple kendisine isnat edilen kanuna ay­kırı fiili işlediğine delâlet eden kuvvetli karineler bulunmadıkça, kimse, yaptı­ğı işler ve içinde bulunduğu hallerin gerekçesini açıklama mecburiyetinde bıra­kılmaz ve herhangi bir itham da yapılamaz(21)

Madde 7 - İşkenceden Korunma Hakkı

A) Sanıktan da öte, suçluya dahi işkence yapmak câiz değildir. Nasıl ki, bir şahsı, işlemediği suçu itiraf etmeğe zorlamak câiz görülmemiştir ve ikrah ve icbar yoluyla elde edilen beyan ve ikrarlar, geçersizdir, bâtıldır.(22)

B) Ferdin işlediği suç ne olursa olsun ve İslâm Hukukunun o suça takdir ektiği ceza nasıl olursa olsun, ferdin insaniyeti ve insan olması hasebiyle sahip olduğu şeref ve asaleti, mahfuz kalır.

Madde 8 - Irz ve Namusunu Koruma Hakkı

Ferdin ırz ve namusu muhteremdir, dokunulmazdır; bunların hürmeti asla çiğnenemez. Kişinin özel hayatının tecessüsü, gizil ve ayıp hallerinin araştırılması, onun şahsiyetine ve özel hayatına izni olmadan müdahale edilmesi, ha­ramdır; yani şiddetle yasaklanmıştır(23)

Madde 9 - Sığınma Hakkı

A) İşkenceye ve zulme maruz her Müslüman, Dâr’ül-İslâm sınırlan İçeri­sinde, emin olabileceği bir yere sığınma hakkına sahiptir. İslâmiyet bu hakkı, cinsiyeti, inancı veya rengi ne olursa olsun, her eziyete ma’rûz şahsa tanır ve Müslümanlara da kendilerine sığınacak kimselere emniyet ve güven içinde ya­şama hakkını vermeleri görevini yükleriz.(24)

B) Mekke-i Mükerreme’deki Beytüllah’il-Harâm, bütün insanlar için em­niyet ve emân yeridir, hiç bir Müslüman buradan engellenemez(25)

Madde 10 - Azınlık Hakları

A) Azınlıkların dinî meselelerinde, Kur’an’ın “Dinde icbar ve İkrâh yoktur” şeklinde özetlenebilecek olan gelen prensibi hâkimdir.(26)

B) Azınlıkların medenî ve şahsî hallerinde ise, eğer Müslümanların huku­kunun uygulanmasını İsterlerse, İslâm Hukuku hâkim olur. Eğer Müslümanların hukukunu hakem kabul etmezlerse, ilahi bir kaynağa dayanmak şartıyla kendi dinî hukuklarına göre muamele görürler.(27)

Madde 11 - Kamu Hizmetlerine Katılma Hakkı

A) İslam ümmetinin her ferdi, amme maslahatı bulunan kamuya ait işler­den haberdar olma ve hayatında cereyan eden bu tür şeyleri bilme hakkına sâhiptir. Ayrıca İslâm hukukundaki şûra prensibi gereği, sahip olduğu kabiliyet­ler ve gücü nispetinde, kamu işleri ve hizmetlerine, katkıda bulunması da bir vazifedir. İslam ümmetinin her ferdi, şer’i şartları bulunması halinde, kamu hizmet ve makamlarına ehil kabul edilir. Bu ehliyet vasfı, herhangi bir bölge yahut ırka mensup olma gibi sebeplerle sâkıt olmaz ve eksilmez.(28)

B) Şûra prensibi, idareci sınıf ile İslâm ümmeti arasındaki münasebetlerin esasım teşkil eder. Bu esası uygulayarak, hür iradesi ile kendi idarecilerini seç­mek, İslâm ümmetinin tabiî hakkıdır. Ayrıca İslâm hukukuna aykırı hareket ettiklerinde, idarecilerini muhasebeye çekip kontrol etmek ve icap ederse az­letmek, İslâm ümmetinin meşru hakkıdır.(29)

Madde 12 - Fikir, İnanç ve Fikir Açıklama Hürriyet ve Hakkı

A) Her şahıs, İslâm Hukukunun kabul ettiği umumi sınırlar çerçevesinde kaldığı sürece, kimsenin müdahale ve engellemesi olmaksızın, fikir, itikat ve bu fikir ve itikadını ifade etme hürriyeti mevcuttur. Ancak bâtılın tasviri ve neşri câiz olmadığı gibi, İslâm ümmetinin küçük düşürülmesine yahut fuhşiyâta teşvik manasını taşıyan şeylerin neşri de câiz değildir.(30)

B) Hür düşünce, sadece bir hak değil, aynı zamanda bir görevdir.(31)

C) Her ferdin, despot bir otorite, zalim bir idareci yahut İslam’a muhalif bir nizamdan korkmadan, zulmü reddettiğini ve çirkin karşıladığını İlan etme­si ve imkân nispetinde karşı koyması, hem hakkı ve hem de ödevidir. Bu cihadın en faziletlisidir.(32)

D) Neşrinde devletin ve toplumun emniyetine zarar verecek unsurlar İhtiva etmediği sürece, doğru hakikat ve bilgilerin neşrinde herhangi bir mahzur yok­tur.(33)

E) Gayr-ı Müslimlerin dinî şe’âirine (dinen hürmet edip önem verdikleri şey­lere) hürmet etmek, Müslümanın ahlâkındandır. Bu sebeple başkasının inanç­larıyla alay etmek ve toplumu başka dinlerden olanlara karşı tahrit etmek, hiç bir fert İçin câiz olamaz.(34)

Madde 13 - Din Hürriyeti

Her şahıs, inanç hürriyetine ve itikadına uygun olarak da ibadet hürriyeti­ne sâhiptir.(35)

Madde • 14 Fikir Açıklama Hürriyeti (Da’vet ve Tebliğ Hakkı)

A) Her fert, münferiden veya müştereken, dinî, İçtimaî, kültürel, siyasi ve benzeri yönlerden sosyal hayata iştirak etmek hakkına sahiptir; bu hakkım kul­lanabilmek için zarurî olan müesseseler! İnşa etmek gerekli vesilelere başvur­mak hakkı da, söz konusu hakkın tabiî bir sonucudur.(36)

B) Her ferdin, maruf ile emr edip münkerden nehyetmesi; iyilik ve takva üzerine yardımlaşmayı temin gayesiyle, fertlere bu sorumluluğun altından kal­kacak fırsatları doğuran müessesleri tesis etmelerini toplumdan istemesi, hem hakkı ve hem de görevidir(37)

Madde 15 - İktisadi Haklar

A) Tabiat, gerçek anlamda, bütün servetleriyle Allah’ın mülküdür. Tabiî servetler, Allah’ın insana atâ ve ihsanıdırlar. Onlardan yararlanmak üzere, İn­sanlara lütfetmiş; bu tabiî servetleri yok etmeyi ve ifsat etmeyi haram kılmıştır. Hiç kimse, kâinattaki rızık kaynaklarından başkasını mahrum edemez ve baş­kasının bunlardan intifâ’ına engel olamaz(38)

B) Her insan, rızık elde etmek üzere, meşru’ yollardan çalışıp helâl kazanç elde edebilir(39)

C) Özel mülkiyet meşru ’dur, münferit ve müşterek mülkiyet şeklinde ola­bilir. Her insan çalışması ve gayretiyle kazandığını iktisap eder. Kamu mülki­yeti de meşrudur ve bütün milletin maslahatı için kullanılır(40)

D) Fakirlerin, zenginlerin mallarında mukarrer bir haklan mevcuttur ve bu­nu zekât tanzim etmiştir. Bu Öyle bir hakdır ki, idareciler tarafından iptali, engellenmesi ve müsamaha gösterilmesi câiz değildir; hakkın takibi zekât ver­meyenlerle savaş etme sonucuna götürse bile, bu hakkı engelleyenlere karşı müsâmaha gösterilmeyecektir. (41)

E) Tabiî servet kaynaklarını ve üretim yollarını, İslam ümmetinin masla­hatı için yönlendirmek ve tanzim etmek, devletin vazifesidir (vâcibdir); bunla­rın ihmâl edilmesi yahut tamamen kendi haline bırakılarak bir nevi iptal edil­mesi asla câiz değildir.*42^

Aynı şekilde, tabiî kaynakların İslâm Hukukunun haram kıldığı yahut top­lumun maslahatına zarar veren işlerde kullanmak da câiz değildir.

F) İktisadi gelişmeyi rayına oturtmak ve muhtemel tehlikeleri bertaraf et­mek için, İslâmiyet:

1- Bütün şekilleriyle aldatmayı haram kılmıştır.*43*

2- Sonu belli olmayan ve aldanma ihtimali bulunan muamelelerle unsurla­rından biri meçhul olan muameleleri kısaca garer’i, cehâlet’i ve ilerde çekiş­melere ve anlaşmazlığa yol açacak her şeyi haram kılmıştır.*44*

3- Ölçü ve tartı muamelelerinde, yapılacak hilelerle kâr sağlamayı ve karşı tarafı aldatmayı da haram kılmıştır.(45)

4- İhtikâr’ (kara borsacılığı) ve serbest rekabet mümkün olmayan ve hak­sız rekabete sebep olacak olan her şeyi haram kılmıştır.(46)

5- Ribâ yani faizi ve insanların dara düştükleri halleri istismar eden her çe­şit muameleyi şiddetle yasaklamıştır.(47)

6- Yalan ve aldatıcı olan her türlü beyan, iddia ve reklamları da yasakla­mıştır.(48)

G) Amme maslahatını gözetme ve genel İslami değerlere ehemmiyet ver­mek gerekir. Bu ikisi, Müslüman toplumlarda, iktisadı gelişmenin temel şartı­dır.

Madde 16 - Mülkiyet Hakkı ve Korunması

Amme maslahatı bulunmadıkça ve mülk konusu malın kıymetine denk bir bedel malike ödenmedikçe, helâl kazanç neticesi elde edilen mülkiyet hakkı, kimsenin elinden alınamaz. Kamu mülkiyetinin dokunulmazlığı daha önemli­dir ve kamu mülkiyetine tecavüzün cezası daha şiddetlidir. Zira kamu mülki­yetine tecavüz, bütün toplumun hakkına tecavüzdür ve İslâm ümmetinin ta­mamına hıyanettir. (49)

Madde 17 - İşçinin Hakkı ve Ödevi

Çalışma, îslâmın toplum; içinde yüce kabul ettiği ve yücelttiği bîr sembol­dür. Çalışmanın vasfı (hakkı), iş sağlam ve eksiksiz yapmak olunca, işçinin hakkı da şunlar olacaktır.(50)

1- Eksiksiz ve geciktirmesiz olarak gayret ve emeğine denk bir ücret ala­caktır.(51)

2- İşçiye sarf ettiği gayret ve emeğine uygun şerefli bir hayat temin edil­melidir.(52)

3- Toplumun bütün fertlerinin işçiye layık olduğu değeri vermesi icabeder.(53)

4- İhmâl ve kusuru olmayan hallerde işçinin korunması ve zararlarının taz­min edilmesi gerekir.(54)

Madde 18 - Hayatî Olan İhtiyaçları Elde Etme Hakkı

Her fert, hayatının devamı için zarurî olan yeme, içme, giyme, mesken ve bedeninin sıhhati için gerekli olan şeylerle lâzım olan ilim, marifet ve kültür gibi şeyleri, İslâm milletinin İmkânlarının ve kaynaklarının elverdiği ölçüde, elde etme hakkına sahiptir. Bu konuda, ferde yardımcı olmak üzere, İslâm üm­meti de sorumludur ve mükellefiyet altındadır(55)

Madde 19 - Aile Kurma Hakkı

A) İslâmî çerçevede evlenme, her insanın hakkıdır. Evlenme, aile yuvasını kurmanın, çocuk elde etmenin ve nefsi iffet içinde muhafaza eylemenin tek meşru yoludur(56)

Karı-Kocanın birbiri üzerinde İslâm hukukunun tespit ve tayin ettiği karşı­lıklı hak ve ödevleri bulunmaktadır. Baba, çocuklarını, bedenî, ahlaki ve dinî açıdan, inancına ve dinine uygun olarak terbiye etmek hakkına sahiptir. An­cak çocuklarının terbiyesinden ve onların yönlendirmesinden de kendisi so­rumludur.(57)

B) Karı-kocadan her biri, karşılıklı muhabbet ve şefkat havası içinde, karşı tarafın kendisine saygı göstermesini, duygularını ve hayat şartlarını anlayışla karşılamasını beklemek hakkına sahiptir.(58)

C) Koca, karısının ve çocuklarının nafakasını, cimriliğe kaçmadan temin etmekle mükelleftir.(59) .

D) Her çocuk, ana-babası üzerinde terbiyesini, eğitimini ve tedibini en gü­zel şekilde yapılması hakkına sahiptir. Çocukların küçük yaşlarda çalıştırılması, onlara, kendilerini sıkıntıya sokacak yahut gelişmelerini engelleyecek veyahut da çocukları oyun ve öğrenme haklarından alıkoyacak isler yüklemek câiz de­ğildir.(60)

E) Çocuğun ana-babası çocuk üzerindeki sorumluluklarını yerine getirmek­ten âciz duruma düşerlerse, bu sorumluluk topuma intikal eder ve çocuğun na­faka masrafları beytülmal yani devlet hazinesi tarafından karşılanır.(61)

F) Ailedeki her ferdin, çocukluğunda, ihtiyarlığında ve acizlik döneminde ihtiyaç duyduğu maddi yardım, koruma, ilgi ve şefkati bulabilmesi, İslâmî ai­lenin esasım teşkil eder. Anne-babanın maddî ihtiyaçlarını, bedenî ve ruhî ba­kımlarını, çocukları üstlenmekle mükelleftirler.*62*

G) Ailede anneliğin özel bir yeri ve hakkı mevcuttur.(63)

H) Aile mesuliyeti, aile fertleri arasında, herkesin gücüne ve tabiatına gö­re müşterektir. Aile mesuliyeti, babalar ve anneler dairesini aşıp bütün yakın hısımları ve zevil-erhâmı da kapsayacak şekilde geniş bir muhtevaya sahiptir.(64)

I) Genç erkek yahut kız, istemediği şahısla evlenmeye zorlanamaz.(65)

Madde 20 - Karının Koca Üzerine Sahip Olduğu Haklar

A) Kan, kocasının yaşadığı yerde kocasıyla birlikte yaşayacaktır.(66)

B) Kocası, evlilikleri süresince ve boşama halinde iddet müddeti içinde, ka­rısının nafakasını, maruf ölçüler dairesinde temin edecektir.

C) Karı bu nafakaya, malî durumu ve özel serveti ne olursa olsun, her hal ti kârda hak kazanır.

D) Karı, kocasından, hul’yoluyla (boşanması karşılığında iddet nafakası ve mehr-i müeccelesinden vazgeçmek gibi belli bir bedel karşılığında) evlilik akdini karşılıklı rıza ile sona erdirmesini İsteyebilir. Aynı şekilde karı, İslâm hukukunun hükümleri çerçevesinde, kazâî boşanma talebinde de bulunabilir.(68)

E) Karı, ana-babası, çocukları ve diğer yakın hısımlarına mirasçı olduğu gibi, kocasına da mirasçı olma hakkına sâhiptir.(69)

F) Karı kocanın her ikîside, hayat arkadaşının gıyabında ona ait değerleri korumak, gizli sırlarını faş etmemek ve ahlaken yahut hilkaten var olması muh­temel olan gizli ayıplarım ortaya atmamakla mükelleftirler. Bu hak, boşanma sırasında ve sonrasında da devam eder ve önem kazanır.*70*

Madde 21 - Terbiye Hakkı

A) İyilik ve güzellik mu ‘amele, babaların çocukları üzerinde bir hakkı ol­duğu gibi, güzel ve iyi bir terbiye de, çocukların babalan üzerinde sahip oldukları bir haktır(71)

B) Eğitim, toplumun bütün fertlerinin hakkıdır. İlim talep etmek İse, er­kek ve kadın herkese eşit olarak vacibedir (dinî bir vecibedir).(72)

Eğitim, bilmeyenin bilen üzerindeki bir hakkıdır. Bilen, bilmeyene öğret­mekle mükelleftir.(73)

C) Toplumun, her ferde, eğitim görüp aydınlanması için eşit ve denk bir fırsatı vermesi İcabeder. Her fert, kendi kabiliyeti ve meyline uygun olanı eği­timi seçmekte serbesttir.(74)

Madde 22 - Seyahat ve İkamet Hürriyet ve Hakkı

İnsanın gizli sırlan ve hususî hayatı, korunmuştur; bunları araştırmak ve öğrenmeye çalışmak helâl değildir.

Madde 23 - Seyahat ve İkamet Hürriyeti ve Hakkı

A) Her fert, hiç bir engel ve sıkıntı söz konusu olmaksızın, bulunduğu yer­ den dilediği yere seyahat etme, dilediği yerde ikamet etme ve yine dilediği yere göç edip tekrar eski yerine dönme hürriyetine ve hakkına sahiptir.(76)

B) Hiç bir şahıs, vatanını terk etmeye zorlanamaz, şer’i bir sebep olmadan zorla vatanından ihraç olunamaz.(77)

C) Dar’ül-Islâm (İslâm ülkesi) tekdir, İslâm ülkesi, her Müslümanın vata­nıdır. Müslüman İslam ülkesindeki hareketlerini, coğrafi engeller ve siyasî sınırlarla kayıtlamak ve engellemek câiz değildir. Her Müslüman belde, oraya hicret eden veya giriş yapan Müslümanları, kardeşin kardeşini karşıladığı gibi karşılaması gerekir.(78)

Son duamız “Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a olsun" şeklindedir.”

* Bu beyanname Doç. Dr. Ahmet Akgündüz’ün İslâm’da İnsan Haklan Beyannamesi (İst. 1991) adlı eserinden iktibas edilmiştir.

1) Kur’an. Âl’i İmrân, 104

2) İlan edilen ve tamamen Kur’an ile Sünnet ’in hükümlerine dayanan bu Beyanname, İslâm’daki insan haklarının tamamını kapsamamaktadır. Ancak bir numune olması açısından önemlidir. Yoksa, bütün insan hak ve hürriyetleri, İslâm’da tanzim edilmiştir ve bunlara ait hükümleri. Kur’an ve Sünnet ile bunların şerhleri mahiyetinde bulunan Fıkıh kitaplarında bulmak müm­kündür.

3) “Kim bir canı, bir can mukabilinde yahut yeryüzünde herhangi bir fesat çıkarmış olmadan öldürürse, bütün İnsanları katletmiş gibi olur, kim de bir canı ihya edip kurtarırsa bütün insan­ları ihya etmiş gibi olur”, Kur’an, Maide, Ayet 32

4) “Sizden biriniz ml’min kardeşini kefenlediğinde, kefenlenmesin! Güzel ve iyi yapsın." Müs­lim, Ebû Dâvud, Tirmizi ve Nesâî tarafından nakledilen bir hadistir. Ayrıca Buhârî’nin nak­lettiği bir hadiste de, “ölülerinize sövmeyiniz; zira onlar daha önce yaptıklarının zaten cezasını Çektiler." buyurulmuştur.

5) “Her doğan çocuk mutlaka fıtrat üzere doğar”; Buhari ve Müslim tarafından nakledilen bir hadistir. Ayrıca bu konuda, “Anneleri hür doğurduğu halde, siz insanları ne zaman köle hali­ne getirdiniz?” diyen Hz. Ömer’in de sözünü hatırlamak icabeder.

6) “Kim kendisine yapılan zulümden sonra hakkını alır ve zafere ulaşırsa, artık bunların aleyhin­de mesuliyeti mucip bir hal ve yol yoktur”, Kur’an, Şûrâ, Ayet 41.

“O müminler ki, eğer kendilerine yeryüzünde bir iktidar mevkii verirsek, dosdoğru namaz­larını kılarlar, zekâtlarını verirler, iyiliği emr ederler ve kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar.” Kur’an, Hacc, Ayet, 41

7) “Arab’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arab’a, beyazın siyaha ve siyahın da beyaza, takva dışında üstünlüğü yoktur.”, Aclûnî, Keşf’ül-Hafâ, Hadis No: 2847

“Sizden evvelki milletlerin mahvolmalarının sebebi şudur ki: içlerinden şerefli bir kimse hır­sızlık edince, onu cezalandırmazlar; zayıf birisi hırsızlık edince kanunu tatbik eder ve onu ceza­landırırlardı. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fâtıma da hırsızlık etse, elini ben keserdim ve cezasını uygulardım.” Buhari, Enbiyâ, 54; Müslim, Hudûd, 2; Tirmizî, Hudûd, 1454

“Bilesiniz ki, benim katımda zayıf olanınız, hakkım alıp kendisine teslim edinceye kadar kuvvetli olandır ve benim katımda kuvvetli olanınız da, mazlumun hakkını kendisinden alınca­ya kadar zayıf olandır.”, Bu ifade Hazret-i Ebubekir’in ilk Halife olduğunda îrâd ettiği nutuk­tan alınmıştır.

8) ‘‘Bütün insanlar Âdem’den; Âdem de topraktan yaratılmıştır. Bilmelisiniz ki, cahiliye devrine ait olup, iftihar vesilesi yapılagelen her şey, kan ve mal davaları, bunların hepsi, bugün, şu ayak­larımın altındadır ve kaldırılmıştır.”, Ahmed bin Hanbel, Müsned, III, 410.

“Bütün insanların yaptıklarına ve amellerine göre dereceleri ve mertebeleri vardır. Bu da, kendilerine hiç bir haksızlık edilmeyerek amellerinin karşılığım, eksiksiz verebilmek içindir.”, Kur’an, Ahkâf, Ayet 19.

“Müslümanların kanları birbirine denktir; birinin canı ve kanının bir diğerine üstünlüğü yoktur.”, Bu hadisi de Ahmet bin Hanbel rivayet etmiştir,

9) “Yeryüzünün çevresinde ve değişik bölgelerinde yürüyün; Allah’ın rızkından yiyin”, Kur’an, Mülk, Ayet, 15.

“Kim zerre miskal hayır işlerse, mükâfatını ve kim de zerre miskal şer işlerse mücazatını görecektir.”, Kur’an, Zelzele, Ayet 7-8

10) “Ey iman edenler, Allah’a itaat ediniz. Peygamber’e sizden olan ülül-emre de itaatte bulunu­nuz. Eğer bir şey hakkında ihtilâfa düşerseniz, onu Allah’a ve Peygamber’i ne götürünüz, eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız. Bu, sizin İçin, hem hayırlı ve hem de netice itibariyle daha güzeldir.”, Kur’an, Nisâ, Ayet 59.

“Aralarında Allah’ın İndirdiği hükümlerle hükmet, onların keyfiyetlerine uyma, Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni vazgeçirmelerinden sakın”, Kur’an, Mâide, Ayet 49

11) “Allah, çirkin sözün alenen söylenmesini sevmez; zulme maruz kalanlar dışında. Allah her ­şeyi işitici ve hakkıyla bilicidir.", Kur’an, Nisâ, Ayet 148

“Kişi, kardeşine, zalim olsun, mutlaka yardımcı olsun; eğer zalimse, onu mimlinden alı­koymakla yardıma olsun, eğer mazlum ise, fiilen ona yardım etsin.”, Bu hadisi, Buhari, Müslim ve Tirmizi rivayet etmişlerdir.

12) "Devlet reisi (imam), tıpkı bir kalkan gibidir. Onun gerisinde savaş yapılır ve tehlike vukuun­da ona sığınılır. Bu hadisi, hem Buhari ve hem de Müslim rivayet etmektedir.

13) "Dikkat ediniz, size şâhitlerin en hayırlısı kimdir, haber vereyim mi? Şâhitlerin en hayırlısı, kendisinden talep edilmeden hakkın yerini bulması için şâhitlik beyanında bulunandır.”, Bu hadisi, Müslim, Tirmizî, Ebu Davud ve Nesâi nakletmektedir.

14) “Hak sâhibinin, hiç şüphesiz ki, söz hakkı mevcuttur.” Nesâî dışındaki Kütüb-i Site sâhipleri bu hadisi nakletmelerdir. Ebû Davud ve Tirmizi’nin naklettiği bir başka hadiste ise, “Hâkim olarak huzurunda İki taraf yani davacı ve davalı oturduklarında, davacının iddiasını dinlediği gibi, karşı tarafın müdafaasını da dinlemeden asla karar vermez. Zira bu usul, verilecek kara­rın hakkıyla ortaya çıkması için daha hayırlı ve yerinde olanıdır.”

15) “Ma’siyet yani Allah’ın emirlerine aykırı bir iş yapmakla e mı edildiğinde, bu emri dinlemek ve itaat etmek yoktur, meşru’da değildir.”, Nesâî dışındaki Kütüb-i Sitte sâhipleri, bu Hadisi nakletmektedirler.

“Müslüman, Müslümanın kardeşidir; ona zulmetmez ve onu zalim ellere teslim etmez.”, Bu hadisi, Buhari nakletmiştir,

16) “Ümmetimin bütün fertleri mu’aftır; açıkça suç ve günah işleyenler müstesna”, Bu hadisi, Buhari ve Müslim nakletmiştir.”

17) “Hiç bir günahkâr, bankasının günah yükünü yüklenmez. Biz bir Peygamber gönderinceye kadar, hiç bir kimseye veya kavme azap edecek değiliz”. Kur’an İsra, 15.

“Hata ettiklerinizde üstünüzde bir vebal ve sorumluluk yoktur. Ancak kasten isledikleri­nizden ise, mutlak sorumlusunuz.”, Kur’an, Ahzâb, Ayet 5.

18) “Ey iman edenler! Eğer bir fâsk size bir haber getirirse, onu tahkik edin. Yoksa bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da, sonradan yaptığınıza pişman olursunuz.”, Kur’an, Hucurât, Ayet 6. “Hâlbuki onların buna dair bilgileri de yoktur. Onlar, zan ve tahminden bankasına tâbi’ ola­mazlar. Hâlbuki zan ve tahmin ise, hiç şüphesiz, haktan hiç bir şeyi ifade etmez.”, Kur’an, Necm, Ayet, 28.

19) “Bunlar Allah’ın sınırlandır; onları çiğneyip geçmeyiniz. Kim Allah’ın hadlerini ve sınırlarını acarsa, işte onlar, zalimlerin ta kendileridirler.". Kur’an, Bakara, Ayet 229.

“Elinizden geldiğince Müslümanlardan had cezalarını bertaraf ediniz. Eğer onun için bir çıkış yolu mevcut İse, suçluyu serbest bırakınız.", Bu hadisi, Beyhakîve Hâkim nakletmiştir. 20 “Herkesin kazandığı kendisinedir. Hiç kimse, başkasının günahını yüklenmez.”, Kur’an, Enam, 164; “Günah işleyen hiç bir kişi, bir diğerinin günahım çekmez”, Kur’an, Fâtır, 18; “Hiç bir günahkâr başkasının günah yükünü yüklenmez. İnsan ancak çalıştığına ulaşır.”, Kur’an, Necm, 38-39 “Herkes, kazandıkları karşılığında rehindir.”, Kur’an, Tûr, 21; Herkesin kazandığı sevap kendi lehine; kazandığı günah da kendi aleyhinedir.”, Kur’an, Bakara, 286.

“Eşyamızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını yakalamaktan Allah’a sığınırız. Çünkü o takdirde biz zalimlerden oluruz.”, Kur’an, Yusuf, 79.

21) “Erkek ve kadın müminlere, işlemedikleri bir suç ve günah yüzünden eziyet ve İşkence eden­ler, muhakkak bir yalan ve apaçık bir günah yüklenmiş olurlar.”, Kur’an, Ahzâb, 58.

22) “Şüphesiz ki, Allah, dünyada insanlara işkence edenleri ahirette azaplandırır.”, Bu hadisi, Nesâî dışındaki Kütüb-i Sitte sâhipleri nakletmiştir.

“Şüphesiz Allah, ümmetimin hata, nisyân (unutma) ve ikrah altında İslediklerini affetmiştir,”, Bu Hadisi de, İbn-i Mâce, rivayet etmektedir.

23) “Ey insanlar! Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay, şu şehriniz nasıl mukaddes ve mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız ve namuslarınız da öyle mukaddes ve dokunulmazdır, her türlü tecavüzden korunmuştur.”, Tecrid-i Sarih tercü­mesi, IV, 412, VI, 334, Bu cümleler, Hz. Peygamber’in Veda’ Hutbesinden alınmıştır.

“Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın, belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın; birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın.”, Kur’an, Hucurât, 11; Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının, zira bir kısmı günahtır. Birbirinizin suçunu ve ayıplarını araştırmayın; kimse kimseyi çekiştirmesin; hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Ondan tiksinirsiniz; Allah’tan sakınınız.”, Kur’an, Hucurât, 12

24) “Eğer kendilerine eziyet ve taarruz edilen müşriklerden biri senden emen dilerse, ona eman ver. Ta ki, Allah’ın kelâmını dinlesin. Sonra da onu emin olabileceği yere kadar selâmetle ulaş­tır.” Kur’an, Tevbe, 7

25) “Kim oraya girerse, taarruzdan emin olur.”, Kur’an, Al-i İmran, 97; “Kâbe’yi imanlar için bir toplantı yeri ve emin bir mahal yaptık.", Kur’an, Bakara, 125; “Orada yerli de misafir de eşittir...”, Kur’an, Hacc, 25.

26) Kur’an, Bakara, 256

27) “Eğer onlar sana gelirlerse, dilersen aralarında hükmet, dilersen de onlardan yüz çevir. Şayet kendilerinden yüz çevirirsen, sana asla bir zarar vermezler. Eğer onların aralarında hükmede­cek olursan, aralarında adaletle hükmeyle. Çünkü Allah adalet sahiplerini sever.”, Kur’an, Mâide, 42

“İçinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında dururken, nasıl oluyor da senin hük­müne ve hakemliğine müracaat ediyorlar, sonra da verdiğin hükmün arkasından yine yüz çe­virip bildiklerine gidiyorlar? Onlar, hiç bir şeye inanan kimseler değildirler.’’, Kur’an, Mâide, 43 “İncil ehli, Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetsin. Kim Allah’ın İndirdiği hükümlerle hükmetmezse, onlar fâsıkların tâ kendileridirler.”, Kur’an Maide, 47

28) “Bunların işleri, aralarındaki şûrâ (danışma) prensibiyle yürütülür.”, Kur’an, Şûra, 38; Ayrı­ca İmam Ahmed bin Hanbel’in Müsned’inde naklettiği şu hadis de manidardır: “Müslüman­ların kanları birbirine derktir; onlar kendileri dışındakilere karşı tek el hükmündedirler.”

29) “Ben size idareci olarak tayin edildim. Hâlbuki ben sizin en hayırlınız değilim. Bu sebeple, eğer beni hak üzerinde görürseniz, bana yardım ediniz. Eğer beni bâtıl üzerinde görürseniz itaat ettiğim sürece, siz de bana itaat ediniz. Eğer ben Allah’a ve Peygamberine isyan eder­sem, beni sizden itaat etmenizi isteme hakkım yoktur. Bunu biliniz.” Halife olduktan sonra, Hz. Ebubekir’in ilk nutkunda söylediği bu sözler, İslâm Anayasa Hukukunun unutulmaz bel­geleri arasında yer almaktadır.

30) “Yemin olsun ki, eğer münafıklar ve vicdanlarında fuhuş kasdı ve nifak hastalığı bulunanlar ve şehirde fena haberler yayanlar, bu hallerinden vaz geçmezlerse, muhakkak seni onlara mu­sallat ederiz. Sonra da orada seninle birlikte çok az bir zaman dışında kalamazlar ve sana komşu olamazlar. Hem de onların hepsi de Allah’ın rahmetinden koğulmuş olarak. Nerede ele geçi­rirlerse yakalanırlar ve öldürürler de öldürülürler, ”, Kur’an, Ahzâb, 60-61.

31) “Ben size sırf Allah için ikişer, ikişer, teker teker karsımda durmanızı, meclisime gelip beni dinlemenizi, sonra arkadaşlarımda hiç bir mecnunluk olmadığım iyice düşünüp bilmenizi tavsiye eder ve öğütlerim.", Kur’an, Sebe’, 46.

32) “Hz. Peygamber’e soruldu: hangi cihat daha faziletlidir? Buyurdu: Zalim bir sultanın karsı­sında hakkı söylemek.”, Bu hadisi, Tirmizî ve Nesâî, naklet inişlerdir.

33) “Onlara emniyet veya korku haberi geldiği zaman, onu hemen neşreder ve yayarlar. Hâlbuki bunu Peygamber’e kendilerinden yetkili olanlar (Ulul-emre) götürmüş olsalardı, o haberi ara­yıp bulanlar, meselenin hakikatim onlardan öğrenirlerdi. Allah’ın üzerindeki lütuf ve inayeti ve esirgemesi olmasaydı, çok azınız müstesna, hepiniz şeytana uyup gitmiştiniz.”, Kur’an, Nisâ, 83.

34) “Allah’tan başkasını Tanrı edinerek çağıranlara sövmeyin. Soma onlar da hadlerini aşarak cahilce Allah’a söverler. Biz her ümmetin amellerini kendilerine ha; gösterdik. Sonunda dö­nüşleri yalnız rablerinedir.”, Kur’an Enam, 108.

35) "Sizin dininiz size, benim dinim ise banadır.”, Kur’an, Kâfirûn, 6.

36) “De ki; İşte bu benim yolumdur. Ben İnsanları Allah’a körü körüne değil, bir basiret üzere davet ediyorum. Ben de bana tâbi’ olanlar da böyleyiz.”, Kur’an Yusuf, 108.

37) “Sizden öyle bir cemaat bulunmalıdır ki, onlar herkesi hayra çağırsınlar, iyiliği emretsinler, kötülükten vazgeçirmeye çalışsınlar. İşte onlar muradına erenlerin lâ kendileridirler.”, Kur’an, Al-i İmrân, 104; “İyilik etmek ve fenalıktan sakınmak hususunda birbirinize yardımla­sın. Günah işlemek ve haddi aşmak üzerinde yardımlaşmayın. Allah’tan korkun.", Kur’an, Mâide, 2; Ayrıca Tirmizî, Ebû Dâvud ve Nesâî’nin naklettiği şu hadis de bu konuda çok önem­lidir; “Şüphesiz insanlar zalimi görüp de onu zulmünden alıkoymak için gayret göstermezler­se, Allah’ın azabım hepsine tamim etmesi zamanı pek yakındır.’’

38) “Göklerin, yer küresinin ve bunlarda bulunan her şeyin gerçek mülkiyeti Allah’a aittir.’’, Kur’an, Mâide, 120

“O Allah, göklerde ne var, yerde ne varsa hepsini, kendi ihsanı olarak size râm etti ve sizin emrinize verdi. Şüphe yok ki, bunda düşünen insanlar için kat’i deliller ve İbretler var­dır.”, Kur’an, Câsiye, 13.

“İnsanların hakkında bir şey kısmayın ve yeryüzünde fesatçılar olarak bozgunculuk et­meyin.”, Kur’an, Şû’arâ, 183.

“Rabbinin nimetleri, kimseden men’ edilmiş değildir.’’, Kur’an, İsrâ, 20.

39) “Yerde yürüyen hiç bir canlı hâriç olmamak üzere, bütün canlıların rızıklan Allah’ın üstüne­dir.”, Kur’an, Hûd, 6; “Yeryüzünün çeşitli bölge ve yörelerinde dolaşınız ve Allah’ın rızkın­dan yiyiniz,”, Kur’an, Mülk, 15.

40) “Gerçekte şu insanları başkalarına muhtaç olmaktan O kurtardı ve O, insanları sermaye ve mülkiyet sahibi kıldı.”, Kur’an, Necm, 48

“Allah’ın onların mallarından Peygamberine verdiği fey ve ganimete gelince, siz bunun için ne ata ve ne de deveye binip koşuşturdunuz; belki Allah, peygamberlerini dileyeceği kim­selerin Üzerine gönderir. Allah her şeye kâdirdir. Allah’ın fethedilen memleketlerin ahalisin­den Peygamberine verdiği fey’ ve ganimet, Allah’a, Peygamberine, hısımlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalanlara aittir. Ta ki, bu mallar içinizden yalnız zengin olanlar arasında dolaşan bir devlet olmasın. Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasak ettiyse ondan da sakının.”, Kur’an, Haşr, 6-7.

41) “Mallarında ihtiyacını çevresine açacak kadar fakir olanlarla İffetinden dolayı İhtiyacın kim­seye açamayan insanlar için, belli bir hak var olduğunu bilirler ve gönülden kabul ederler.’* Kur’an, Ma’âric, 24-25.

“Yemin ederim ki, eğer onlar Allah’ın Peygamberine ödedikleri zekât develerim bana ödememezlik yaparlarsa, onlarla bunun için mutlaka savaşırım.”. Bu ifade, zekât vermeyenlerin durumunu, sahâbelerle meşveret eden Hz. Ebubekir’in söylediği sözlerden bir parçadır.

42) “Hiç bir kul yoktur ki, Allah onun emri altına belli bir ra’iyyet versin ve o da onlara nasihatte bulunmasın da, cennetin kokusundan mahrum kalmasın.”. Eli altındaki vatandaşım, nasihatlerle ve şair şeylerle yönlendirmeyen idarecilerin, cennet kokusunu tatmayacağı, açıkça be­lirtilen bu hadis, Buharı ve Müslim tarafından nakledilmiştir.

43) “Aldatan bizden değildir.” hadisi bu manayı âmirdir ve Müslim tarafından nakledilmiştir.

44) “Hz. Peygamber, bey’-i hasât ve bey’-i garar’ı yasaklamıştır.” Buharı ve Müslim’in nakletti­ği bu hadisteki terimlerin manası şudur: bey’-i gar ar, sudaki balığın ve havadaki kuşun satıl­ması gibi akıbeti meçhul olan satım akdine denir (Tecrit tercümesi, VI, 462 vd.) Bey’-i hasât ise, alınacak malın üzerine çakıl taşları atılarak mebî’in belirlendiği ve cahiliye devrinde görü­len bu satım akdi çeşididir. Hz. Peygamber, bir diğer hadisinde ise, olgunlaşmadan üzümün ve sertleşmeden kabuklu meyvelerin satılmasını yasaklamıştır.

45) “Ölçekte ve tartıda hile yapanların vay hallerine! Ki onlar, insanlardan ölçekle aldıkları za­man haklarını tastamam alırlar ve insanlara ölçekle yahut tartı ile bir şey verdikleri zaman ise eksiltirler”, Kur’an, Tatfif, 13

46) “Ancak hatalı insanlar, ihtikâr yaparlar.”, Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.

47) “Allah, alım-satım akdini helal ve ribâ yani faizi İse haram kılmıştır.”, Kur’an, Bakara, 275

48) “Alıcı ve satıcı, akit meclisinden ayrılmadıkları sürece muhayyerlik hakkına sahiptirler; eğer söylediklerini doğru söyler ve hakikate uygun beyanlarda bulunurlarsa, yaptıkları alım-satım akdi k endileri İçin bereketli olur; ve eğer birbirini aldatırlar ve yalan söylerlerse, yaptıkları akdin bereketi ortadan kaldırılır.”, Nesâî dışındaki bütün Kütüb-i Sille sahipleri tarafından nakledilen bu hadis, Önemli bir düsturu ihtiva etmektedir.

49) “Aranızda birbirinizin malların] haksız sebeplerle yemeyiz ve bile bile insanların mallarından bir kısmım gayrı meşru yollarla yemeniz için o mallan hâkimlere peşkeş çekmeyiniz.”, Kur’- ân. Bakara, 188.

“Kim yeryüzünden bir şeyi haksız olarak alırsa, kıyamet günü aldığı şey ile birlikte yedi kat yerin dibine batırılır", Bu hadisi, Buhari rivayet etmektedir.

“Kim ki, kendisini bir kamu hizmetinde görevlendirdiğimizde, hizmet esnasında kamuya ait bir iğne veya daha fazlasını bizden gizlerse, ganimet malında hıyanet etmiş gibi olur ve kıyamet günü o hırsızlık ettiği şeyle birlikte gelir.”. Bu hadisi, Müslim nakletmektedir; “De­nildi ki; Ey Allah’ın Peygamberi! Filan şahıs şehit oldu. Hz. Peygamber buyurdu: Hayır! Vallahi ben onu ganimet malından çaldığı bir aba ile Cehennem’ de gördüm. Sonra buyurdu Ey Ömer! Kalk ve şöyle çağır: İyi biliniz ki, Cennet’e sadece müminler girer (Bu ifadeyi üç defa tekrar­ladı). “Bu hadisi, Müslim ve Tirmizî nakletmişlerdir.

50) “Ey Muhammed şöyle: Çalışınız”, Kur’an, Tevbe 105

“Şüphesiz Allah, sizden biri çalıştığı zaman işini sağlam ve eksiksiz yapmasam sever,”, Bu hadisi, Ebû Ya’lâ’nın rivâyet ettiği Mecma’üz-Zevaid adlı eserinin IV. cildinde nakledil­mektedir.

51) “İşçiye, teri kurumadan ücretini veriniz”, Bu hadisi, İbn-i Mace nakletmiştir.

52) “Herkes için yaptıkları amellere göre derece ve mertebeler vardır.”, Kur’an, Ahkâf, 19.

53) “Çalışınız ve dilediğinizi yapınız. Zira yaptıklarınızı, Allah da, O’nun Peygamberi de ve mü’minler de gör çektir.”, Kur’an, Tevbe 108; “Şüphesiz ki, Allah, san’at ehli olan mümini se­ver.”, Bu hadisi, Taberânî’nin rivayet ettiği Mecme’uz-Zevâid adlı eserinde IV cildinde kaydedilmektedir.

54) “Yüce Allah, bir Hadis-i Kudsî’de buyurur: Üç kişi vardır ki, kıyâmet günü ben onların dava­cısı olacağım, bunlar şunlardır; Birincisi, ol kişidir ki, bir malın fiyatını arttırmak İçin Önce fazla fiyat verir, sonra da sözünde durmaz ve gadr eder. İkincisi, o kişidir ki, hür bir insanı satar ve bedelini de yer. Üçüncüsü de, o kişidir ki, bir İşçiyi tutar, dilediğini elde eder, sonra da onun ücretini vermez.”, Bu hadisi, Buhari nakletmektedir.

55) “Peygamber, müminlere öz nefislerinden daha evlâdır.”, Kur’an, Ahzâb, 6,

56) “Ey insanlar! Sizi bir tek candan yaratan, ondan da yine onun zevcesini vücuda getiren ve İkisinden birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabbinize karşı gelmekten çekiniz.”. Kur’an, Nisâ, 1

57)“Her biriniz râî (yani elinin altında ne vana onu layıkıyla muhafaza etmek ve korumakla mü­kellef) siniz ve hepiniz elinizin altındakilerden sorumlusunuz. Devlet adamları birer râîdir ve ra’iyyesineden sorumludur. İnsan ehli iyâlinin râîsidi ve ra’iyyesineden sorumludur.” Tecrid-i Sarih, 111, 40 vd.

58) "Size kendi cinsinizden, kendilerine ısınmanız için, zevceler yaratmış olması, aranızda bir sevgi ve şefkat havası meydana getirmesi de, O’nun ayetlerindendir. Şüphe yok ki, bunda fikrini çalıştıracak insanlar için elbette ibretler vardır.”, Kur’an, Rûm, 21.

59) “Hali vakti müsait olan, nafakayı varlığına göre versin. Rızkı kendisine darıltılmış bulunan fakirler de, nafakayı Allah’ın kendisine ihsan ettiğinden versin. Allah hiç bir nefse, ona verdi­ğinden fazlasını yüklemez. Allah, güçlüğün arkasından kolaylık ihsan eder.”, Kur’an, Talâk, 7.

60) “Onlara acıyarak tevazu’ kanadım yerlere kadar İndir ve “Yarab, onlar beni çocukken nasıl terbiye ettilerse. Sen de kendilerini öylece esirge” de.”, Kur’an, İsrâ, 24.

61) “Ben her mümine öz nefsinden daha yakınım. Kim borç yahut bakıma muhtaç çocuk bıraka­rak vefat ederse, bunun sorumluluğu benim üzerimedir. Kim mal bırakarak vefat ederse, tere­kesi mirasçılarınadır.”, Bu hadisi, Buhari, Müslim, Tirmizî ve Ebû Dâvud nakletmelerdir.

62) “Sen ve mal var lığın, babana aittir.” hadisi, bu manayı çok güzel ifade etmektedir ve bu ha­dis, Ebû Davud tarafından naklolunmuştur.

63) “Ey Allah’ın Peygamberi! İnsanlar arasında güzel arkadaşlık etmeme en layık olanı kimdir? Buyurdu: Annedir. Tekrar sordu: Sonra kimdir? Buyurdu: Annedir. Tekrar sordu: Sonra kim­dir? Buyurdu: Annendir. Tekrar sordu: Sonra kimdir? Buyurdu: babandır.", Bu hadisi, Bu­hari ve Müslim nakletmektedirler.

64) “Ey Allah’ın Peygamberi! Kim iyiliğe daha layıktır? Buyurdu: Annen, sonra yine annen ve sonra yine annen. Sonra baban, sonra da yakınlık derecesine göre diğer yakın hısımların.”

Bu hadisi, Ebu Dâvud ve Tirmizî nakletmektedirler.

65) "Bekr’in câriyesi Hz, Peygamber’e geldi ve babasının istemediği halde kendisini evlendirmek İstediğin söyledi. Hz. peygamber onu muhayyer bıraktı.”. Bu hadise, Ahmed bin Hanbel ve Ebû Dâvud tarafından naklolunmaktadır.

66) “O kadınları, gücünüzün yettiği kadar sizin ikamet ettiğiniz yerlerde oturtun.”, Kur’an, Tâ-lak,6.

67) “Erkekler kadınlar üzerinde ailenin reisidirler. O sebeple ki, Allah aile fertlerinden bir kısmı­nı diğerinden bazı vasıflarla üstün kılmıştır ve erkekler kanlarının nafakalarını kendi malla­rından te’min etmektedirler.”, Kur’an, Nisâ, 34; "Boşanan kadınları, gücünüzün yettiği kadar, ikamet ettiğiniz yerlerde oturtunuz. Evleri başlarına dar etmek ve onları çıkmaya mecbur et­mek için, kendilerine zarar vermeyin. Eğer onlar hâmile İseler, çocuklarım doğuruncaya ka­dar nafakalarım da verin. Eğer onlardan doğacak çocuklarınız, sizin lehinize olarak emzirirlerse, onlara ücretlerini veriniz. Aranızda bu hususta güzelce müfâvere ediniz. Kur’an, Talâk, 7.

68) “Kadınlara verdiğiniz bir şeyi geri almanız helâl olmaz. Meğerki erkek ve kadın Allah’ın çizdiği sınırlan yani evlilik hak ve vecibelerini ayakta tutamayacaklarından korkup ümitlerini devam ettiremeyeceklerinden korkarsanız, o halde, kadının serbest boşanması için belli bir bedel vermesinde, her ikisi üzerinde de vebâl yoktur. Bunlar Allah’ın sınırları ve hükümleri­dir; onları çiğneyip geçmeyin.”, Kur’an, Bakara, 229.

69) “Eğer çocuğunuz yoksa bıraktığınız terekenizin dörtte biri kanlarınıza aittir. Şayet çocuğu­nuz, varsa terekenizin sekizde biri, vasiyetleriniz ve borcunuzun tasfiyesinden sonra, yine on­ların olacaktır.", Kur’an, Nisâ, 12.

70) “Aranızdaki faziletleri unutmayınız. Şüphesiz Allah, ne yaparsanız hakkıyla görür.”, Kur’an, Bakara, 237.

71)“Rabbin "kendinden başkasına kulluk etmeyin, ana-babaya iyi mu ‘amele edin” diye hük­metti. Eğer ana-babadan biri veya her ikisi, senin yanında ihtiyarlığa ererlerse, onlara “öf- ’bile deme. Onları azarlama. Onlara çok güzel ve tatlı söz söyle. Onlara acıyarak tevazu’ kanadım yerlere kadar indir ve “Yarab, onlar beni çocukken nasıl terbiye ettilerse, Sen de kendilerini öylece esirge" de.’’, Kur’an, İsra, 23-24.

72) “İlim talep etmek, her erkek ve kadın Müslümana farzdır.”. Bu hadis, İbn-i Mâce tarafından naklolunmuştur.

73) “Allah bir zaman, kendilerine Kitap verilenlerde “Onu mutlaka İnsanlara açıklayıp anlatacaksınız” diye teminat ve söz almıştı. Ancak onlar bu sözlerini sırtlarının arkasına attı­lar. Onun karşılığında az bir menfaati satın aldılar. Alıcı oldukları şey, sattıkları karşısında ne kötü şeydir! ”, Kur’an, Al-i İmrân, 187; Hz. Peygamber de, Vedâ Hutbesinde, “Bura­da bulunanlar ve beni dinleyenler, bulunmayıp da söylediklerimi duymayanlara tebliğ etsinler” buyurarak, bu noktaya parmak basmışlardır.

74) “Kime ki, Allah hayır murad ederse, onu dinde fakıh yani dinî meselelerde âlim ve uzman ya­par. Ben taksim ediciyim; Allah ise veren ve ihsan eden’dir”, Bu hadisi, Buhari ve Müslim nakletmektedirler.

“Herkes, yaradılışına uygun olan hususlarda muvaffak olur.” Buhari, Müslim, Tirmizî ve Ebu Dâvud’un naklettiği bu hadis de, ilimde branşlaşmanın fıtrî bir kâide olduğuna açıkça işaret etmektedir.

75) Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste, açıkça "Allahu Ekber” dediği halde, buna inanmayan ve korktuğundan böyle söylediğini belirterek bir şahsı öldüren Sahabe’yi Resûlüllah hesaba çekmiş ve şöyle buyurmuştur: ‘’Sen onun kalbini mi yarıp baktın?”; Kur’an-ı Kerim ise, “Kim­senin hususî hayatını ve ayıplarını tecessüs edip araştırmayınız” (Hucurât, 13) buyurmakta­dır. Hz. Peygamber, gizli hayatın korunmasını açıkladığı ve Ebû Dâvud ile Tirmizî’nin naklettikleri tarihî bir hitabında İse, şöyle buyurmaktadır: “Ey dili ile Müslüman oldukları halde iman henüz kalbi eri ne ulaşmayanların topluluğu! Müslümanlara eziyet ve işkence etme­yiniz. Onların ayıplarını ortaya çıkarıp utandırmayınız. Müslümanların gizli sırlarını ve uta­nacakları hallerini araştırmayınız. Zira kim Müslüman kardeşinin gizli ve utanılacak hallerini araştırırsa, Allah da onunkileri ortaya kor. Allah kimin gizli ve utanılacak hallerini ortaya korsa, devesinin yükünün içinde dahi olsa, rezil ve rüsvay eder.”

76) “O, yer yüzünü, sizin yararınıza olmak üzere, size müsahhar kılandır. O halde yer yüzünün çeşitli bölge ve çevrelerinde dolaşın, Allah’ın rızkından yiyin. Fakat şunu dâimâ hatırlayın ki, sonunda gidiş mutlaka O’nadır yanı Allah’adır.”, Kur’ân, Mülk, 15; “De ki; yer yüzünde gezip dolaşın, sonra da bakın ki, Peygamberleri yalanlayanların sonu nice olmuştur.”, Kur’­ân, En’âm, 11; “Allah’ın yarattığı yeryüzü geniş değil miydi? Siz de orada hicret edeydiniz ya.”, Kur’an, Nisâ, 97.

77) “Sana haram olan o ayı ve ondaki muharebeyi sorarlar. De ki; O ayda muharebe etmek bü­yük günahtır, insanları Allah yolundan men’ etmek, Allah’ı inkâr etmek, ziyaretçilerin Mescid-i Harama girmelerine mâni’ olmak, oranın halkını vatanlarından çıkarmak ise, Allah katında daha büyük günahtır.”, Kur’an, Bakara, 217.

78) “Onlardan evvel yurt ve iman evi edinmiş olan kimseler, kendilerine hicret edenlere sevgi bes­lerler. Onlara verilen şeylerden dolayı göğüslerinde bir ihtiyaç meyli göstermezler. Kendileri muhtaç olsalar bile, onları öz canlarından daha üstün tutarlar. Kim nefsinin mala olan hırsın­dan ve cimriliğinden korunursa, işte murâdlarına erenler onların tâ kendileridirler.”, Kur’an, Haşr, 9

“ Ey insanlar! Rabbiniz bir, ceddiniz birdir. Hepiniz Âdem’den türemiş bulunuyorsunuz. Âdem ise topraktan(yaratılmıştır). Allah indinde en mükerrem ve makbul olanınız, o’ndan korkup çekinenizdir. Bir Arabın Arap olmayan üzerinde bir üstünlüğü yoktur; (varsa) bu, takva yönündendir. Dikkat edin! Tebliğ ettim mi ?... Ey Allah’ım, sen şahit ol”

VEDA HUTBESİNDEN